Sessizleşerek Yitirmek

2416 Words
♫ ♪ ♫ Çağan Şengül – Çok Yazık Gecenin sessizliğinde, sicim gibi yağan yağmurun altında adımlamaya devam ettim. Kollarım bedenimi sarmıştı sanki ruhumu ısıtabilirmiş gibi... Dikenli yollardan, engellerden veyahut kaybetmekten hiç korkmamıştım. Savaşmaktan hiç kaçmamıştım ama benim de pes ettiğim gün gelmişti işte... Sevmiş, evlenmiş hatta sevdiğim adamla dünya güzeli bir kız evlada sahip olmuştum. Hayatta her şeyin yoluna girdiğini, tamamlandığımı sanmıştım fakat öyle bir eksikliğim varmış ki çok uzun süre bunu görememişim. Çok sevmek hiçbir şeye yetmiyormuş, bu yaşımda hayat bana bunu da öğretmişti. Önemsenmek, anımsanmak, sevildiğini hissetmek istermiş insan ama tüm bundan daha fazla anlaşılmak istermiş... Bunların eksikliği önce bir kurt gibi ruhumu kemirdi ve içimde koca bir boşluk bıraktı. Ben o boşluktan aşağıya sallandırılmış hayallerimi görmek zorunda kaldım. Daha fazla duramayacağımı bildiğimden altı yıllık evliliğimi tek celse de bitirdim, içimde tek bir keşke bile bırakmadan. Aynadaki aksimle yüzleşirken artık yapabileceği bir şey kalmadığını fark ettiğim de artık bu evliliği yürütemeyeceğime karar verdim ve kararımdan dolayı vicdan azabı çekmiyordum. Peki yüreğimin böylesine acıyla sancımasının sebebi neydi? Ruhumu delen, açık yaralarımı deşen bu şiddetli yürek ağrısı nasıl dinerdi? Onca yıl sevdiğim adama soramadım bile, niye sonumuz geldi, diye çok yazıktı! Biz birbirimize hayat arkadaşı olmayı başaramamıştık, bunu kabul etmek zorundaydık. Kendi önceliklerimiz daha baskın gelmiş ve o andan sonra yollarımız aslında ayrılmıştı. Daha fazla sürdürmenin hiçbir anlam kalmadığına ortak karar verip, bugün kararımızı taçlandırmıştık. Boşanmıştık... Bir kızımız vardı, daima birbirimizin hayatında olmaya devam edecektik ama ayrı ayrı... İki medeni insan olarak ayrılmanın en doğrusu olduğunu kabul ettik ve sessizce bitirdik. Ağlamak ya da olayı büyütmek bu gerçeği değiştirmeyecekti. Meva ve Akif'in hikâyesi burada son bulmuştu... *** Bir Yıl Sonra Kucağımdaki küçük kutuyu nakliyecilere teslim ettikten sonra derin bir nefes aldım. Bakışlarım ailemi buldu. İpek, biricik kızım, ufak kolları ile babamın boynuna sarılmış ve gitmek istemediğine dair mırıl mırıl bir şeyler anlatıyordu. Önümüzdeki belirsizliğin aynı annesi gibi onu da korkutması normaldi. Akif'le boşandıktan sonra kısa süreli diyerek ailemin yanına geri dönmüştüm. Bu süreçte işleri yoluna koymak için didinmiş ve ailemin varlığı ile aklım İpek'te kalmadan rahatça her şeyi halletmiştim fakat şimdi kendi yolumuza devam etmek zorundaydık. Bu dönemde ben de kızım gibi aileme elbette fazlasıyla bağımlı hale geldim. İpek'in çalıştığım esnada güvende olduğunu bilmek mükemmel bir histi. Hem annem hem de babam emeklilerdi, yıllar sonra evlerinde küçük, cadı bir kız oluşuna fazlasıyla alışmışlardı. Herkes için zor olacaktı ama artık zamanı gelmişti. Kendi ayaklarımızın üstünde durmalı ve kendimize bir hayat kurmalıydık. "Dedeciğim, çok uzağa gitmiyorsunuz. Hem biz sık sık görüşeceğiz. Prensesimiz ağlarsa biz çok üzülürüz." Derken kızıma sıkı sıkı sarıldı babam. İpek, dedesinin tombul yanaklarını sıkıp hâlâ tüm cazibesi ile onu ikna etmeye çalışırken annem girdi görüş açıma. Dolu dolu gözleri ile baktı gözlerimin içine. Tüm surlarıma vurulan şiddetli bir darbeydi. "Ah kızım," diye boynuma sarıldı. "Ne güzel hep birlikteydik işte ne gerek vardı?" Annem, babama nazaran çok daha zor alışacaktı sanırım. Hiç ayrılmamızı istememiş hatta başta diretmişti gitmememiz için ama nihayetinde ikna olmuştu. Hayata devam etmek zorundaydım. Ömrümün sonuna kadar onların konforlu alanında saklanamazdım. "Annem," dedim sıkıca sarılırken. "Konuştuk bunları, Çiçeğim. Üzme Meva'yı lütfen..." diyerek araya girdi babam. Annemin ismi Nergis olduğu için hep, çiçeğim, diye hitap ederdi. Babama minnetle baktım. Milyonlarca hayatım olsa bile her seferinde aynı ailenin kızı olmayı seçerdim. Eşyalar yola çıktığında bizde iki araba peşinden gittik. Annem, her şeyi kendisi düzenlemedikçe rahatlamayacaktı. Düzeni görüp içinin rahatlaması elzemdi o yüzden elbette geleceklerdi. Kız kardeşim Berra, işten çıkıp gelecekti. Evi hazırlayıp, çevreyi gördükten ve içlerini rahatlattıktan sonra huzurla uyurlardı umarım bu gece. Her ikisinin de uyuyamadığına emindim. Yarım saat sonra oturacağım semte girdik. Nakliye aracı çoktan apartmanın önünde durmuştu. Kapıcımız Hasan Bey, onlara kapıyı açmıştı bile. Asansörlü sistem evin balkonuna doğru kurulmuş ve ilk eşyalar yerleştiriliyordu. Altıncı katta oturacağımız için babam eşyaların zarar görmeden taşınabilmesi için bunu uygun görmüştü. Evin tüm eşyalarını aynı yerden aldığımız için nakliye esnasında ailemin evindeki eşyaları da alıp gelmeyi kabul etmişlerdi. Gerçi bunda emekli albay babamın da bir payı olmuş olabilirdi. Tüm taşınma sürecini babam, eşya yerleştirme sürecini de annem yönetmişti. Onları keyifle izledim. İpek, oradan oraya heyecanla koştururken ve kendi odasını anneannesi ile düzenlerken sabahın aksine fazlasıyla memnundu. Diğer eşyaların yerleri ve tabloların konumları hakkında gerekli tüm bilgileri paylaşıyordum ben de zamanı gelince. Her şey fazlasıyla yorucu ve karmaşık olsa da hallediyorduk. Berra geldikten sonra işler iyiden iyiye eğlenceli oldu. Onların annem ile didişmeleri, sürekli bir konu hakkında zıt fikirde olmalarını babamla birlikte keyifle izliyorduk. "Sen biraz yaşlandın sanki, Nergis Hocam. Gençlerin önünü mü açsak?" derken Berra birazdan azarı işiteceğine emindi ama annemin tepkisi görmeye değerdi. "Senin ruhundur yaşlı, ben hepinizi cebimden çıkartırım!" diyerek azarlamış ve ardından terliğini göstererek gözdağı vermişti. İşler akşam sekize doğru anca bitmişti. Babam, açlıktan gözü dönen bize en güzelinden balık ekmek yemeye götürmeyi teklif ettiğinde hepimiz sevinçten çığlık atmıştık. Aynı evde babamın dört kadınla nasıl başa çıktığını hep merak etmiştim... Çok iyi idare ediyordu. Yemeğimizi yiyip, çayımızı içtikten sonra babam bizi kendi evimize bıraktı. O ayrılma anı oldukça duygusaldı. İpek, dedesinin boynuna yapışıp gitmemek için ağlamıştı. Onu ikna etmek çok zor olmuştu. Henüz dört yaşını doldurmuştu. Henüz annesi ve babasının neden ayrı yaşadığını bile anlayamıyordu. Bu sene kreşe başlayacaktı ve elbette soruları artacaktı. Ona her şeyi düzgün bir şekilde ifade edebilmek için elimden geleni yapıyordum ama ne kadar başarılı olacaktım bir başıma bilemiyordum. Ailemin güvenli kollarından çıkmıştık sonuçta, artık tek başımaydım. "Artık uyku vakti," dedim eve girdiğimiz esnada. Dudaklarını büzdü hemen. Usulca burnunu çekti. Az önce ağladığından ve havanın soğuk olmasındandı herhalde. "Uykum yok," dedi peltek kelimeleri ile. Ona bakarken gülümsedim. Eğilip üstündeki atkıyı, şapkayı ve montu çıkardım. "Uyuyalım da büyüyelim, değil mi annesinin güzeli?" diyerek onu azıcık gıdıkladım. Kıkırtıları arasında onaylayan anlamsız sesleri duyuldu. Ardından onu kucağıma alıp odasına doğru ilerledim. En sevdiği masalı, Rapunzel'i okudum. Uykuya daldığında ise bir süre öylece izledim. Bir aydır babasının onu görmek için hiçbir şey yapmamış olduğu aklıma geldiğinde gözlerim doldu. Sebebini az çok tahmin edebilirdim. Ya çok yoğun bir iş dönemiydi ya da... Öyle işte, hayatında birisi vardı kızını dahi unutmasına sebep olan. Yarın onu arayacağımı kazıdım aklıma ki unutmayayım. Ardından kızımı öpüp, üstünü güzelce örttükten sonra odama doğru gittim. Düşünceler beynimi kemirirken, Akif'in özel hayatının artık benim meselem olmadığını hatırlattım kendime ama yine de kızını görmeliydi! Sabah kızımın minik öpücükleri ile güne gözümü açtım. Onu tek hamlede yakalayıp yatağa çekerken o cennetten çıkma güzel kahkahaları tüm evi doldurdu. Onu gıdıklıyor, öpüyor ve döndürüyordum. Böyle uyanmak her zaman harikaydı. "Anne," diye çığlık atıyordu kızım keyifle. "Gıdıklama." Onu göğsüme doğru çekip sıkıca sarıldım. "Günaydın, meleğim benim." "Günaydın, annem." Diyerek kocaman sarıldı ve öpücüklere boğdu bir kez daha beni. Biraz daha yatak keyfi yaptıktan sonra kahvaltı yapmak için kalktık. Duş aldıktan sonra kafamızda havlularımız, üstümüzde bornozumuzla birlikte banyoda şarkılar söyleyerek aynada yaptığımız saçma danslarımızı izledik. Kahkahalarımız yeni evimizi doldurdu. Öyle güzeldi ki... Üstümüzü değiştirdikten sonra İpek, televizyonda en sevdiği çizgi filmi izlerken ben de sevdiğimiz cumartesi kahvaltımızı hazırladım. Ardından birlikte uzun uzun kahvaltı yaptık. Bugün tamamen bizimdi, bu yüzden olabildiğince keyfini çıkarttık. Bir ara annemlerle uzunca bir konuştuk, akşam yemeğe davet ettiler hemen kabul ettim. İpek Hanım, yaklaşık yarım saat kadar dedesi ile görüntülü konuştu. Ondan sonra ben annemle konuşurken, dün gece düşündüklerimi sormak istedim. "Akif, bir aydır İpek'i görmek için aramadı. Geleceğim demedi, anne. Size yansıtmak istemedim ama kızımı nasıl teselli edebileceğimi bilemiyorum. Geceleri bazen, baba, diyerek ağlayarak uyanıyor." Derken sesim titredi. Babasıydı, özleyecekti elbette fakat babasının bu davranışı beni bile kahrediyordu. "Fark ettik, kızım. Geçen babanla da konuştuk. Kesin birisinin peşine takıldı da unuttu kızını, belki daha önce bir ailesi olduğunu unutma sebebiyle aynıdır..." diye imayla konuştu annem. "Anne, lütfen... Defalarca konuştuk. Ayrılmamızın sebebi öyle bir şey değil." Dedim. Gerçekten de değildi. Sadece birbirimize eş olmayı becerememiştik, o kadar! "Ayrılmanızın sebebi ne bilemem," dedi ima dolu yine. "Ama kızını arayıp sormayı unutmasının sebebi bu kızım, haberin olsun. Tabi bizi ilgilendirmez onun ne yaptığı ama torunumun tek damla gözyaşına ona dünyayı dar ederim!" Akif'in ailesi de çok düşkündü İpek'e ama benim ailem bir ayrıydı gerçekten. Ayda en az iki kere babaannesi ve büyükbabası ile görüşürdü İpek. Her seferinde onunla gitmezdim bile ama bu son bir yılda Akif'ten çok onları görmüştüm. Sağ olsunlar, ayrılmamıza rağmen hiçbir zaman eksikliklerini hissettirmemişlerdi. Akif'in aksine... "Geçen Gülizar ile konuştuk..." "Siz hâlâ konuşuyor musunuz?" dedim şaşkınlıkla. "Siz boşandınız diye bizim ancak dünürlüğümüz biter kızım, arkadaşlığımız baki. O da pek şikayetçiydi Akif'ten..." "Anne..." dedim uyarı dolu bir tonda. Başlayacaktı şimdi bir sürü şey söylemeye. "Anne falan deme!" dedi kızarak. "Ailesini de arayıp sormuyormuş. İyice hayırsız oldu, dedi Gülizar." Annesine fazlasıyla düşkündü eskiden, sanırım gerçekten düşünmek dahi istemediğim o ihtimal gerçekti. "Ne olursa olsun, umurumda değil anne ama kızını ihmal edemez!" dedim öfkeyle. İnsan ne garipti. İçinde sevgiye dair bir kırıntı bile kalmamışken, tüm bağların kopmuşken yine de mazinin anısına yapmasın istiyordu, başkasını sevmesin istiyordu... "Akşam bir konuşursunuz, İpek dedesini gördüğü gibi dünyayı unutuyor. Ona duyurmadan sen dersin ona diyeceğini..." Akif'le evlenmemi hiçbir zaman desteklememişti. Ailesiyle hem yakın oturuyor hem de aynı yerde yazlık sahibi olunca çocukluğumuz hep içli dışlı geçmişti. Tabi bizim hikâyemizde çok küçük yaşlarda başlamıştı böylelikle. Okulumuzu bitirir bitirmez işimizi bulup o yaz evlenmiştik. Küçüktük, toyduk, korkusuzduk... Sevgimiz her şeye yeter sanıyorduk meğer ne büyük yanılgıymış! Akif, giderek evden uzaklaşmaya ve sürekli çalışmaya başladığında başta bunun sebebinin İpek'in doğumuyla artan giderlerimizin olduğunu düşünmüştüm. Ücretli iznim bittikten sonra bir süre çalışmamak için işten çıkmıştım, evin tüm maddi yükü onun omuzlarına binince sorumluluk hissediyor o yüzden sıkı sıkıya çalışıyor sanıyordum. En ufak bir olayda çıkan kavgada boğulduğunu, yapamadığını, artık olduramadığını haykırmış sonrasında yalvararak özürler dilemişti ama ben o günde biliyordum, Akif'in artık o evde ruhsuz bir bedenden ibaret olduğunu. Onun aklı çoktan ceketini eline almış ve kapıdan dışarı çıkmıştı. Sonrasında çok uğraşmıştık evliliğimizi kurtarmak için ama içten içe hep biliyordum sanırım, sırf benim çabamla olmayacağını... Ailemize yansıtmamak için her şeyi yapmıştım. Sonuçta onlar çok eski dostlardı. İşte bu yüzden istememişti annem evlenmemizi. Onların dostluklarına zarar gelmemesi için... Öyle haklıymış ki... Akif'in önce hevesi sonra heyecanı kaçtı. Hele de İpek doğduktan sonra resmen bizi ruhsuz bir bedenle bırakarak terk etti. Sebebi neydi, hâlâ bilmiyorum ama uzun bir süre çabaladıktan sonra olmadığını anladım. Giderek sessizliğime gömüldüm. Gecenin sessizliğinde bekledim, belki Akif bir adım atar diye ama olmadı. Susarak bitirdim, sessizleşerek yitirdim... Ve buradaydık işte... İpek ile dolu dolu bir gün geçirdikten sonra bizimkilere gitmek için hazırlandık. Her şeyi aldığımdan emin olduktan sonra evden çıktık. Ayakkabılarımızı giydikten sonra asansöre bindik. Kızım, asansör aynasındaki yansımasına türlü şebeklikler yaparak her ikimizi de kahkahalara boğdu. Asansör durup da kapıları açılırken biz hâlâ kahkaha atıyorduk. Karşımda birini görmeyi beklemediğimden olsa gerek gözlerim karşımdaki yabancıyı seçtiği an duraksadım. İpek hâlâ kahkaha atmaya devam ediyordu. Kucağımda da fazlasıyla hareketliydi. Onu tutabilmek adına hareketlerini kısıtlamak için kucağımda sabitledim. Şaşkınlıkla önce bana döndü. Bakışları merakla karşımızdaki adama döndü. Başını sola yatırıp dikkatlice bakarken dudaklarını bir gülümseme sardı. "Merhaba," diyerek beni şaşırttı. Daha fazla öylece duramayacağımı bildiğimden hareketlendim. Adamın sert çehresinde doğan tebessümü o anda gördüm. O asansöre bindiği esnada biz çıktık. "Merhaba, prenses..." diyen adama cilveli bir şekilde kıkırdadı kızım. Şaşkınlıkla bir adama bir de kızıma baktım. Tam o anda asker selamı yapan adamla göz göze geldik. Birbirimize baktığımız esnada asansör kapıları kapandı ve bu an son buldu. "Çok güzel bir abi," dedi İpek. Kahkahamı bastıramadım. Haklıydı, çok güzeldi... Akşam yemeği fazlasıyla keyifli geçti. Yemekten sonra annem çayı hazırlarken, babam da kızımla oynarken bekârken bile bana ait olan odaya girdim. Yatağıma oturup telefonumu aldım. Akif'in adını yazıp, bir süre ekrana baktım. Ardından derin bir nefes alıp numaranın üstüne tıkladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Birkaç çalıştan sonra anca açıldı. "Efendim, Meva?" dedi sıkkın bir sesle Akif. "İyi akşamlar, Akif..." "Seni bekliyorum, bebeğim..." Arkadan gelen kadın sesini işittiğim an ağzım açık kaldı. Tahmin etmiştim hatta emindim bile ama gerçek olduğunun suratına vurulması ile bir değildi hiçbiri. O an yutkunamıyordu insan, gerçekten donup kalıyordu. "Meva?" dedi umurunda bile olmadan. "İpek sürekli seni özlediğini söylüyor, bir aydır kızını görmüyorsun Akif." Sözcükler dudağımdan dökülürken buz parçaları gibiydiler. Öyle ruhsuz ve öyle katiydi ki ben bile kendime şaşırdım. Bir şeyler acımıştı içimde. Ne olursa olsun, ömrümüzün yarısından fazlasında birbirimizin hayatındaydık. "Farkında değilim, işten başımı bile kaldıramadım. Dünde annem aradı, sen mi söyledin?" dedi biraz kızgın. "Kızımın babasına söyleyebiliyorum zaten, bir aracıya ihtiyacım yok!" derken öfkem resmen içimde patlıyordu. "Anladım," derken bir adım gerilediğini hissettim. "İşin kadar önemli mi bilmem ama bir baba olduğunu, kızına karşı sorumluluklarının olduğunu hatırla. İpek'i bir kenara atamazsın, onu unutamazsın. Benimle boşandın, babalıktan azletmedin kendini!" Sözcüklerin dudaklarımdan dökülmesine mâni olamıyordum. Öfkem öylesine yoğundu ki onu tutabilmek mümkün değildi. Canım acımıştı, canını acıtsın istiyordum. "Meva, özür dilerim. Gerçekten farkında değilim..." derken istediğimi elde ettiğimi gördüm. "Benden değil, kızından özür dile. Yarın erkenden babasının onu alacağını ve kahvaltıya götüreceğini söyleyeceğim. Unutmazsın umarım..." Sözlerimi tamamladıktan sonra suratına telefonu kapattım. Ellerimi iki yanıma yatağa koyup başımı öne doğru eğdim. Saçlarım iki yandan aşağıya doğru süzülürken gözyaşlarım gözlerimden aşağıya doğru akmaya başladı. Hıçkırıklarım yüreğimde çınlıyor, bedenim sarsılıyordu ama dışarıdan tek bir ses bile işitilmiyordu. Ne olursa olsun ağır geliyordu insana. Her şeye katlanırım, diyordu ama olmuyordu. Bir zamanlar uğrumda ölebileceğini sandığım adamın şimdi bir başka kadınla birlikte... Ellerimle çarşafı iyice sıktım. Bitmiyordu, evlilik bitiyordu ama sebepler ve yapılan yanlışların açtığı o yaralar geçmiyordu. Anlaşarak boşanmak kolay olandı, o raddeye getiren sebepler ruhunu oymaya devam ediyordu işte... Yapılan haksızlıkları sindirebilmek çok kolay değildi. Odamın kapısının yavaşça açıldığını işittim. Başımı kapıya doğru kaldırdım. Berra, yüzünde hüzünlü bir ifade ile bana baktı. "Öğrendin..." dedi keder dolu bir sesle. Başımı olumlu anlamda salladım. Aynı yerde çalışıyorlardı, elbette Berra biliyordu ve benim bu hale gelmemi istemediğinden söylememişti. "Özür dilerim," diye mırıldanırken kapıyı kapattı. "Söylemek bana düşmezdi. Seni üzen kişi olmak istemedim..." "Üzüldüğüm şey düşündüklerinizin hiçbiri değil," dedim usulca. "Gerçekten bir kadın ilişkisini bitiriyorsa artık kurtarılacak bir şey kalmadığı içindir. Çabalayacak bir sevgim bile kalmamıştı Berra ama yine de ağır geliyor insana biliyor musun?" İç çektim usulca. Koca bir damla yuvarlandı gözlerimden yanağıma doğru. "Bencil insan evladı, sırf geçmiş için bile sevmesin istiyorsun başkasını. Son bir buçuk yıl ruh gibiydin, niye canlandın diye suratına haykırmak istiyorum. Madem böyle mutlu, enerjik, heyecanlı olabiliyordun neden evliliğimizi bitirmek için bunca çaba, diye haykırmak istiyorum." "Haklısın, ablam." Diyerek yanıma gelip sıkıca sarıldı. "O da bazı erkekler gibi sıkıldı, bunaldı, zorluğa gelemedi. Her adam eş olamıyor işte..." "Bari, baba, olmayı başarsın!" dedim öfkeli bir şekilde. "Öyle biri çıksın ki karşına, öyle çok sevsin öyle çok düşkün olsun ki sana abla... Öyle çok istiyorum ki böyle birini bulmanı..." Kardeşimden ayrılıp suratına baktım hayretler içinde. "Sen buldun mu?" dedim şaşkınlıkla. Dudaklarında utangaç bir tebessüm belirirken başını olumlu anlamda salladı. "Sonunda!" dedikten sonra sevinçle kardeşime sarıldım. Umarım Berra, umarım... Gerçekten korkmadan sevebilecek, her zorluğa göğüs gerebilecek, benimle tüm yolu yürüyebilecek birine öyle çok ihtiyacım var ki... Onu bulana dek ben bile böylesine muhtaç olduğumu bilmezdim!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD