Veda

3519 Words
♫ ♪ ♫ Çağan Şengül & Cem Adrian – Ben Sana Veda Edemem Sebat etmek zorunda olduğumu birçok kez kendime söylemiştim. Ne olursa olsun kendimi sonuna kadar zorlamam gerektiğini ve başarmak için çabalamamı... Bazen veda etmek gerekirdi, gitmek vakti geldi mi kalmamalıydı çünkü insan... Bunu öğrenmenin yolunun bu kadar acı olacağını hiç düşünememiştim. Beni her zaman korkutan düzenimin, alışkanlıklarımın değişmesiydi fakat öyle bir noktaya getiriyorduk ki insanları ne düzeni ne de alışkanlığı gözü görmüyordu. İşte tam da böyle bir noktada savaşmaktan vazgeçip pes etmiştim. Kızım için tek başıma ayakta durabileceğimi bilmenin, ailemin arkamda bir dağ gibi duracağından emin olmanın rahatlığı büyüktü tabi çünkü birçok kadın bunlardan mahrumdu. Bu sebeple gördüklerinde midelerini bulandıran adamlara katlanıyor, seslerini çıkartmıyorlardı. Bu sebeptendir ki küçük kız çocuklarının okutulması için açılmış olan en büyük vakıflardan birisinde sözcülük yapıyordum. Her kadının benim sahip olduğum bu ayrıcalığa erişebilmesi için çırpınıyordum. Çünkü bu ülkede buna ayrıcalık denirdi! İpek'i kreşe bıraktıktan sonra vakfın bugün ki etkinliğine katılıp ardından işe geçtim. Biraz geç geldiğim için hızlıca dosyalara giriştim. İş arkadaşlarımla öğle yemeği yedikten sonra da kalan işleri bitirdim. "Ben çıkıyorum, Polen. Dosyaların birkaçını yanıma aldım, akşam üstünde çalışırım." Dedikten sonra arkadaşımla vedalaştım. Yarım saat kadar erken çıktım, İpek'i kreşten alacaktım. Otoparka gidip arabama bindim ve yola çıktım. Radyoya uzandım ve rastgele bir kanal açtım. Çalan şarkıyı işittiğimde gülümsedim. "Ben sana veda edemem... Göz göre göre canımdan vazgeçemem... Ben seni uğurlamaya gelemem... Son kez gülersin, evime dönemem." Şarkının sözlerini işittiğimde dudaklarımda acı bir tebessüm peyda oldu. Veda da ettim, canımdan da vazgeçtim... Öyle bir nokta vardı ki, nasıl tarif edebileceğimi bilmiyordum ama o noktaya geldi mi insan geri dönemiyordu. O noktada içinde kırgınlıktan başka hiçbir şey kalmıyordu. Sevgin, onca yaşanmışlık ve her şey anlamını yitiriyordu. İnsan kendisine ettiği haksızlığı anladığında daha fazla ilerleyemiyor, adım atamıyordu. Vicdanın yakana yapışıyordu ve daha fazla kendine haksızlık etmene izin vermiyordu. O evde tek başıma yaşarken, ruh gibi dolanan o adamın yalnızca duruşuyla bile beni nasıl kırdığını anlatabileceğim bildiğim bir kelime yoktu! İşte o zaman isterse son kez gülsün, yine de ayakların seni yalnızca evine döndürüyordu! Telefonumun çaldığını işittiğimde hemen açtım. Bluetooth ile konuştuğumdan fazlasıyla rahattım. Normalde trafikte fazlasıyla dikkatli olurdum malum o arabada yavrum da olurdu... "Kızım?" diyen annemin sesini işittiğimde dudaklarım mutlulukla kıvrıldı. "Annem," dedim içten bir şekilde. "Nasılsın yavrum?" dedi biraz meraklı. "İyiyim, İpek'i kreşten almaya gidiyorum. Siz nasılsınız?" "Biz iyiyiz kızım, çok şükür ama sanırım sen pek iyi değilsin..." dedi ima dolu bir sesle. Dudaklarımı süsleyen tebessümüm anbean soldu. Akif, tartışmamızı Gülizar Teyzeye anlatmış olmalıydı. Annemin bu olayı başka bir şekilde duyması mümkün değildi. "İyiyim annem," dedim sesimde kırgınlığımın emareleri gizlenemezken. "Bir şey olduğu yok." Bir sessizlik oldu aramızda. Annem de ne diyeceğini şaşırmış olmalıydı. Göz göre göre önlerinde eriyip gittiğim zaman da sessiz kalamamış, benim pes etmemek için direndiğim o anlarda çok demişti, olmuyorsa bitir, diye. Nihayetinde sözüne gelmiştim. Koskoca kadın olmuştum ama yine de canım yansa ilk annem, ah, derdi... "Sizi pamuklara sararak, gözümüzden sakınarak büyüttük. Böyle adamlar gelip sizin canınızı yaktı mı öfkem tepeme zıplıyor." Dedi içli içli burnunu çekerken. "Annem, ağlama ne olursun... Araba kullanıyorum..." "Nasıl acı çektiğini şu gözlerimle görmesem ben de derdim, kızım yuvanı bozma, diye ama Gülizar'ın bile sana kendi oğlu için, bırak bunu, demesinin nedeni gerçekten gözümüzün önünde tükenmendi kızım. Tam her şeyi yoluna koyuyorsun derken..." dedi ağlamaklı bir ses tonuyla. "Zaten kanadını kırdılar yavrumun, unutturdular uçmayı. Daha ne istiyor bu adam senden?" Gözyaşlarımın görüşümü bulanıklaştırmaması için üstün bir çaba sarf ettim. Göre göre canımdan geçmiştim de çok uzun bir süre bizden vazgeçmemiştim. Buna herkes şahitti. Bu yüzden boşanma döneminde Akif'in ailesi bile benim yanımda olmayı seçmişti. Bunca şeye rağmen onun gözlerinde kolayca evliliğimizi bitirmiş gibi gözüküyordum ya bu beni kırmıyordu, parçalıyordu! "Kolay bitirmişim evliliğimizi..." dedim yutkunamazken. "Densiz!" dedi öfke ile annem. "Hadsiz! Kızımı hayatından bezdirdiği yetmemiş gibi bir de utanmadan seni suçluyor. Gitsin o kırığı ile uğraşsın, senden uzak dursun!" "Anne, deme böyle şeyler!" dedim biraz sinirle. "Kadının bu konuyla hiçbir ilgisi yok, ona hakaret etmemelisin." "Haklısın kızım, asabımı bozdu densiz hergele!" Kısa bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Ben de nihayet İpek'in okuluna vardım. Kreşin bahçe kapısından içeri girdim. İpek'in öğretmenini gördüğümde dudaklarımda kocaman bir gülümseme ile el salladım. "Hoş geldiniz, Meva Hanım." Dedi hemen yanıma gelirken. "Hoş buldum, Ceylin Hanım. Nasılsınız?" dedim sarılırken. "İyiyiz, teşekkür ederiz. Siz nasılsınız?" "Yeni düzenimize alışmaya çalışıyoruz işte, İpek bahsetmiştir. Yeni eve taşındık." "Ah, evet. İpek söyledi, odasını çok beğendiğini anlatıyor arkadaşlarına da." Derken gülümsedik. "İpek nerede?" dedim bir süre sonra. Gözüm sürekli onu aramışsa da görememiştim çocukların içerisinde. "Babası geldi, arka bahçedelerdi en son." Dedi dudaklarında tebessümle. Benim tebessümüm yüzümde dondu. Hayret içerisinde kadının yüzüne bakakaldım. Akif'in burada ne işi vardı? "Öyle mi?" dedim merakla. "Ben yanlarına gideyim." Akif, pedagog randevularına bile gelmeyi bırakmıştı. Şimdi başına ne düşmüştü? Usulca okulun içine girip ardından koridorda ilerledim. Arka bahçenin kapısının önüne geldiğimde ise öylece kalakaldım. Biraz ötede, kızımı kucağına almış, siyah elbiseli, sarışın bir kadın vardı. Hemen yanında ise Akif duruyordu, el ele tutuşuyorlardı. Biri sanki başımdan aşağıya kaynar su döktü. Ruhum çekildi resmen bu görüntü karşısında. Bana sormadan, hayatındaki kadınla mı tanıştırıyordu o kızımı? Şokla olduğum yere mıhlanan bedenimi hareketlendirdim. Ayağımdaki topuklular altındaki zemini resmen dövüyordu. Damarlarıma pompalanan kıskançlık olsa gam yemezdim ama öfkeden geçilmiyordu içim. "Akif?" dedim ses tonumda müthiş bir şaşkınlıkla. "Ve?" dedim siyah elbiseli sarışın kadını gördüğümde. Kadının güzelliğinin gerçek olup olmadığını düşündüm bir an. Gerçekten oldukça şık, bakımlı ve fazla güzel bir kadındı. Tam da Akif'in hayal ettiği gibi... İpek'in doğumundan sonra bir süre kendimi salmış ve yeni döneme alışmaya çalışırken azıcık pasaklı olmuştum. Bu elbette o dönem için normaldi fakat Akif Bey bunun için beni uyarmayı ihmal etmemişti. Ne olursa olsun bakımlı ve güzel olmamı tembihlemişti... "Yelda," dedi kadın muntazam bir gülümseme ile elini bana doğru uzatırken. Bir ona bir uzattığı ele bir de kucağındaki kızıma bakakaldım. İpek, huysuzlanarak kollarını bana doğru uzattı. Kızım resmen ruh halimi temsil ediyordu. Kadının uzattığı ele daha fazla bön bön bakmadım ve usulca sıktım. "Meva," dedim ve kucağındaki kızıma uzanıp onu kollarımın arasına aldım. "İpek ile Yelda Ablası artık tanışsın dedik..." Bakışlarımda merhametin esamesi olmadan Akif'in gözlerine baktım. O an dilini yuttu ve sustu. Ela gözlerinde parlayan korkusu hoşuma bile gitti. Hayatında kimin olduğuyla hiç ilgilenmiyordum doğrusu. İstediği kadar kadınla birlikte olmakta özgürdü ama kızımız ikimizin evladıydı. Bir karar verdiyse ve bu konu İpek'i ilgilendiriyorsa her ikimizin de fikrini söylemesi gerekirdi. "Haberim olsaydı keşke," dedim alayla. "Gelirken bir şeyler alırdım ama şansınıza küsün, İpek'in bugün tanışması gereken bir de abisi var!" Sözcükler dudaklarımdan döküldükten sonra ne dediğimi fark ettim. Kendimi parçalamak istedim o ilk an bile! Akif'in yüz ifadesindeki anlık değişimi Yelda'nın görmediğini ummak istiyordum çünkü ben gerçekten kırılırdım. Resmen ifadesi dağıldı. Şaşkınlık ve dehşet aynı anda onu ele geçirdi. Ne dediğimi anlayamadı ilk an sonrasında ise öfke ile doldu. Çenesi kasıldı, gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. "Ne abisi?" dedi Akif, öfkesini gizleme gereği duymazken. Ses tonunda resmen dünyada görülmemiş soğuk rüzgârlar esiyordu. Yelda'nın olduğu yerde kıpırdandığına şahit oldum. Düşüncesiz pisliğin tekiydi. Söz konusu kendi duyguları ise bir başkasınınkini asla umursamazdı. Bana bunu yıllarca yapmıştı tam şu anda da Yelda'ya yapıyordu. "Ses tonunu ayarla, Akif. İpek'in karşısında bir kez daha seninle kavga etmeyeceğim!" dedim dişlerimin arasından öfke ile. "Yelda'ya ayıp oluyor." Hiç art niyet olmadan söyledim o sözleri. Yanımızda hayatındaki kadın olarak tanıştırdığı kişi varken böylesine pervasız davranamazdı. Bencilliği umurumda değildi. Bunu hiçbir kadın hak etmezdi! Bizim evliliğimiz bitmişti, benim hayatımda da biri olabilirdi ve bu kimseyi alakadar etmezdi. İpek dışında herhangi bir konuda söz hakkına sahip değildi. Ben nasıl yanlarında soğukkanlılık ile duruyorsam aynısını yapmak zorundaydı, o kadar! "Bence de ses tonuna dikkat etmelisin, Akif. İnsanların içerisinde olmamızı geçtim, İpek'in arkadaşları ve onların aileleri etrafımızda. Sakin ol!" Bakışlarım şaşkınlıkla kadına döndü. Akif'in hayatındaki kadın olmasa çok iyi arkadaş olabileceğimizi o an anladım. Düşünceli insanlara hayrandım fakat o Akif'in hayatındaki kadındı. Onunla arkadaş olmamız sanırım tüm toplumu şaşkına çevirirdi. "Meva cevap verirse, sakinleşeceğim. Benim kızımı elin adamları ile neden tanıştırdığını çok merak ettim." Dedi bu sefer ses tonuna biraz da olsa dikkat ederek. "Sana ne, Akif?" dedim tek kaşımı kaldırırken. Ardından Yelda'ya döndüm. "Ben tanıştığımıza gerçekten çok memnun oldum. İpek ile daha sonra görüşmek istersen de Akif'e söyleyebilirsin. İpek'te Yelda Ablasını çok sevmişe benziyor." "Evet." Diyerek el çırptı kızım. Her ikimizde gülümseyerek baktık onun bu tatlı haline. Kadının gözlerinde parlayan minneti gördüğümdeyse içim garip bir mutlulukla doldu. Beklediği karşılama bu değildi sanırım ama bundan farklısı ona haksızlık olurdu. Bizim sorunumuz Akif'leydi. Onun hayatındaki kadın bana hiçbir şey yapmamışken ona düşman olmam saçmalıktan ötesi olamazdı. Hele de hemcinsime bu kötülüğü asla yapamazdım! Bu savunduğum tüm ideolojiye hakaret olurdu! "Çok sevinirim, memnun oldum Meva." Dedi mutlulukla şakırken Yelda. "İyi günler," dedikten sonra kızım babasına el salladı. "Görüşürüz, babacım..." dedi küçücük avuçlara öpücük kondurup ona doğru üflerken. "Meva!" diyen Akif'le dengem altüst oldu. "O adam mı?" Sorusu ile bedenim kaskatı kesildi. Kimi kastettiğini elbette anladım. Ondan başkasını da görmemişti zaten ama yakıştırmayı o ilk an gözlerinde görmüştüm. Ahmet Kürşat'tı belirttiği kişi. O gün kapının önünde zaten kafasında kurguladığı senaryo buydu. Ona cevap vermeyi tercih etmedim. "İyi günler, Yelda..." dedim yalnızca, onun sorusunu es geçerek. Dikkatli adımlarla bina girişine doğru ilerledim. Yaptığım şey yüzünden utanıyordum. Neden yaptığımı tam kestiremiyorum. Sanırım, Akif'e benim de sevilebileceğimi kanıtlamak istiyordum. Çünkü ben gerçekten onu çok sevmiştim ama onun hislerinin bu duyguya yakın dahi olduğunu düşünmüyordum. Onun benimle birlikte olmasının sebebi bile onun için çabamın hoşuna gitmesiydi. Yıllarca uzaktan uzağa sevmiş, aklım ermezken bile yüreğimde onun sevgisinin ateşini taşımıştım. Aklım ermeye başladığında da bu devam etmiş ve nihayet cesaretimi toplamayı başardığımda karşısına açık yüreklilikle çıkmıştım. Gerçek anlamda bu birliktelik için yırtınmış hatta tepinmiştim. Sürekli bir şekilde karşısına çıkmış, kendimi hatırlatmanın bin bir yolunu bulmuştum ve nihayet kazanmıştım. O zamanlar aklıma bile gelmezdi, geriye baktığımda Akif için yalnızca bir başarı olarak bahsedeceğim. Belki de yürümemesinin en büyük sebebi buydu. Akif bu ilişki için çabalamak zorunda kalmamıştı. Boşanma kararımı sesli dile getirene kadar benim gidebileceğime bile inancı yoktu. Çünkü daima bir köşede onu bekleyeceğimden emindi ama yıllar sonra artık beklemeyeceğimi söyleyebilmiştim. Öğrendim ki, çok seversen biterdi çünkü kadın daima kalmak için bir sebep bulurdu. Fakat adam hiç çaba sarf etmemişse zaten kalmanın ne demek olduğunu bile bilmezdi. Bedenen yanında durmaktan ibaret sanırdı ama ruhen çekip giderdi. O yüzden ilişkilerde dengenin önemi büyüktü. Hiçbir zaman bir tarafın daha fazla çabalamaması gerekirdi. Her zaman dengeleyebilmek gerekirdi. İpek'i koltuğuna oturttuktan sonra kemerini bağlayıp arabadaki yerimi aldım. Ellerim direksiyonu kavradıktan sonra derin bir nefes aldım. İpek'e söz verdiğim sinema filmine gitmek üzere yola çıktık. Kafamı oyan düşüncelerden kurtulmak için bir yol aradım ama yolu ararken bile kayboldum... *** Filmden çıktıktan sonra yemek yiyebilmek için yemek bölümüne geçtik. İpek, pizza yemek isteyince ben de ona uydum. Bir küçük boy pizzayı paylaştık. Zaten bir dilimden sonra ikincisiyle oynamayı seçmişti yaramaz kızım. Üstünü başını ketçap yapmasın diye kollarını katladım. Yemeğimizi yedikten sonra biraz da alışveriş yaptık. İpek birkaç tane oyuncak istedi, yalnızca bir tanesini seçmesi konusunda anlaştıktan sonra kıyafet bakmaya başladık. Anne kız uyumlu kombinleri gördüğümüzde İpek onunla aynı şeyleri giymem için oldukça ısrar edince bir takım aynı kombinden aldık. Ardından kızım da ben de fazlasıyla yorgun düştüğümüzden eve gitmek için hareketlendik. AVM'nin otopark katına inip arabayı alarak dönüş yoluna çıktık. Biraz trafik vardı, İpek o esnada uyuyakaldı. On beş dakikalık bir gecikmeyle eve varabildik. Arabadan indim, kapımı kapattıktan sonra kızımın olduğu tarafın kapısını açtım. Kemerini çözdükten sonra onu sarsmamaya özen göstererek kucağıma aldım. Anahtarlar ile birlikte apartmana yöneldim. "Siz yeni taşınan hanım kızımız mısınız?" diyen sesi işittiğimde biraz şaşırdım. Merakla sesin geldiği yöne döndüm. Birkaç orta yaşlı kadın birlikte durmuşlar bana bakıyorlardı. Ben de mahalle kültürü ile büyümüştüm, meraklı teyzelere bir hayli aşinaydım. "Evet," dedim biraz şaşkın. "İyi akşamlar, Meva ben." "İyi akşamlar," dediler hep bir ağızdan. "Eşin yok mu?" İçlerinden birinin sorusu ile şaşkınlığım bir üst seviyeye çıktı. Hayretle kadına bakakaldım. İsmini bile söyleme gereği duymadan, hoş geldin demeden bunu demesi beni biraz şaşırttı. "Anlamadım?" dedim afallamış bir halde. "Kız Mürüvvet, Allah iyiliğini!" dedi bir teyze hemen. "İnsan bir, hoş geldin, der önce." Lafı ağzımdan almıştı teyze ama helal olsun. Kadının üslubu, soruyu sorma biçimi şaşırtıcıydı. Anladım ki biraz fazla hayatım üstüne konuşmuşlardı. Bu apartmanda tek başına yaşayan, çocuklu bir kadın olmasını yadırgamış olmalıydılar. "Hoş gelmişsiniz kızım," dedi tonton teyzelerden bir tanesi. "Ben Seyhan Teyzen, yan apartmanınızda oturuyorum. Ne ihtiyacın olursa kapımı çal kızım, her zaman buradayız." Kadının samimiyeti ve içten oluşu ile havanın soğuk olmasına rağmen içim ısındı. Böyle insanlar olduğu için dönüyordu dünya. Çünkü başka bir sebep yoktu. İnsanlığımıza veda edip herkesin kuyusunu kazma gayretinden başka bir şeyimiz kalmamıştı. İyilik denen şey bizi terk etmişti... "Çok teşekkür ederim Seyhan Hanım." Dedim biraz resmi. Nasılsa alıştıktan sonra teyze diye hitap ederdim. "Kızım eşin nerede, çocuğu sen taşıyorsun. Yazık sana." Dedi yine Mürüvvet Hanım. Ona şaşkınlıkla baktım. Zaten biliyordu büyük ihtimalle ama illa duymak istiyor olmalıydı. İnsanların hayatına olan bu meraklarının sebebi neydi? Ne olacaktı duyunca Allah aşkına! "Evli değilim, Mürüvvet Hanım." Dedim biraz sert bir sesle. Hâkim olamamıştım kendime! "Dul musun?" dedi bir anda. Resmen ağzım açık kaldı. Böyle patavatsız insanlara haddini bildirmek için yanıp tutuşan bir yanım vardı ama ailemin bana öğrettiği gibi büyüğüme saygısızlık etmeyecektim! "Mürüvvet ne durun var ne yavaşın gerçekten." Dedi Seyhan Hanım biraz öfkeli. "Sana ne yahu, rahat bıraksana insanları." "Bir şey mi dedim Seyhan Abla, Allah aşkına ya!" dedi pişkin pişkin. "Evet," dedim bu sefer de aksi bir ses tonuyla. "Boşandım!" "Ah kızım yıkmasaydın yuvanı..." "Seyhan Abla, bu kadın ağzını kapatacak gibi değil." Dedi kadınlardan birisi. "Bize müsaade kızım, daha fazla sıkmayalım canını. Hayırlı akşamlar sana." Seyhan Hanıma minnetle baktım. Biraz daha orada durursam kriz geçirecektim zaten. Bu dul yaftalamasını hiç anlamıyordum. Boşanmış, dul ya da her ne ise neden böylesine tuhaf bir şeymişçesine dillendiriliyordu? Bunlar normal şeylerdi, herkes herkesle anlaşmak zorunda değildi ve bir yerde yollarını ayırabilirdi ya da eşi ölebilirdi de. İlla bu durumu tanımlamak için böylesine artık kulağa nahoş gelen bir sıfat kullanılmak zorunda mıydı? İnsanlar bir de bu kelimeyi karşısındakini örselemek için kullanıyorlardı. İnsanın asabını bozuyorlardı! Evime girdikten sonra İpek'i yatağına yatırıp salona geçtim. Televizyonu açıp biraz önüne oturdum. Kendime bir çay demledim ve uyuyacağım saat gelene kadar keyif yaptım. Ardından uyumak için ayaklandım. Gitmeden son kez İpek'i kontrol etmek için odasına gittim. Üstünü örttükten sonra eğilip dudaklarımı alnına bastırdım. Hissettiğim sıcaklık ile duraksadım. Komodine yöneldim ve çekmeceyi açıp ateş ölçeri aldım. Kızımın yanına gidip dereceyi kol altına yerleştirdim. Aklımda bin bir düşünce varken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum sonuçta yanılmış da olabilirdim. Evet, İpek çok çabuk hastalanabilen bir çocuktu. Hiçbir şey yokken bir anda yatak döşek hasta olmasına bir nevi alışıktım. Annem çocukken benim de böyle olduğumu söylerdi fakat ilk kez böyle bir anda yapayalnızdım! Ölçümün bittiğini haber eden sesi işittiğimde onu kızımın kol altından aldım. Otuz dokuz dereceyi gördüğümde beni bir panik aldı. Korku ile İpek'in üstünü açıp onu korkutmamaya özen göstererek ismiyle seslendim. "Annecim..." dedi mırıl mırıl. "Bebeğim, iyi misin?" derken sesim titriyordu. Üstündeki uzun kollu tişörtünü dikkatle çıkarttım. Atleti ile kaldığında mızmızlanıp elleri ile vücudunu sardı. Ona bakarken yüreğim parçalandı. Ben nasıl fark etmezdim bunu? "Soğuk..." dedi biraz huysuz. "Annecim, biraz ateşin var. Duşa girelim hadi." "Hayır..." dedikten sonra ağlamaya başlamasıyla yüreğim dağlandı. O ağlarken gözlerime yaşlar hücum etti. Banyoya girdiğimizde ağlaması şiddetlendi. Boynuma sıkı sıkı sarılıp bırakmadığı için bu şekilde suyun altına girmekten başka çarem kalmadı. Ilıyan suyun altına usulca girdik. İpek çığlık atıp kucağımda çırpınmaya başladı. Onu belinden ve başından sıkıca tutarak bir süre suyun altında tuttum. Bir süre sonra alıştı ve sakinleşti. Sonrasında suyu kapatıp çıktık. Üstümüze hemen bornozlarımızı giydirdim. Hızlıca odaya geçtik. Kızıma yazdan kalma sıfır kol tişört ve dizlerinde biten bir şort giydirdim. Üşüdüğünü söyleyerek mızmızlanmaya devam etti. Onu da alıp odama geçtim. Yatağımın üstünde huysuzlanmaya devam ederken üstümü değiştirdim. "Yavrum, biraz sakin dur annecim. Ateşin yüksek, böyle yaparsan düşmeyecek de!" dedim sanki anlayacak gibi. Bir saat kadar mızmızlanması ile uğraştım. En sonunda kucağımda yorgunlukla uyuyakaldı. Bir kez daha ateşini ölçtüm. Biraz düştüğünü gördüğümde içim rahatlasa da yine de tedirgindim. Gecenin geç saatlerine kadar başında bekledim. Alnına ve vücuduna annelerimizden öğrendiğimiz gibi nemli bezler koyarak ateşinin normale dönmesi için uğraştım. Bir ara ateşinin düşmesi için çocuklara özel şurubunu da içirmeyi ihmal etmedim ve beklemeye koyuldum. Saat gece dördü gösterirken ateşinin düşmek bir yana ilk seferinden daha yüksek çıkması ile artık soğuk kanlılığımı yitirdim. Bu andan sonra yapabileceğim başka bir şey olmadığını bilmek paniklememe sebep oldu. Hemen önce kızımı giydirdim. Ardından üstümde ne olduğunu bile umursamadan montumu giydim. Araba ve evin anahtarını alıp kucağımda kızımla evden çıktım. Elim ayağım birbirine dolanırken ayakkabılarımı giyemeyeceğime kanaat getirerek terliklerimi geçirdim ayaklarıma. Asansöre doğru resmen koştum. Gözyaşlarımı durduramıyordum. Yolda annemlere haber vermeyi aklımın bir köşesine yazdım. Asansör zemin katta durduğu gibi fırladım. Apartman dış kapısına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Kapının koluna uzandığım esnada açılması ile şaşırarak bakışlarımı kaldırdım. Bir bana bir de kucağımdaki kızıma bakan adamın kaşları çatıldı. Dağılmış, ağlamaktan helak olmuş halimi gördüğü için şaşkın olmalıydı. "Meva?" dedi sesinde korkunun emareleri barınırken. "Ateşi düşmüyor, "dedim dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçarken. Kısa bir an bana baktı. Ardından elini uzatıp kızımın alnına dokundu. Gözlerinde benimkine benzer bir korkunun parladığı gördüğümde yüreğime çöreklenen korku giderek büyüdü. Gözyaşlarımı önlerindeki suru yıktılar ve oluk oluk akmaya başladılar. "Sakin ol," dedi yatıştırıcı bir sesle. Ardından kucağımdaki İpek'e uzandı ve sarsmamaya özen göstererek kucağına aldı. Hızlı adımlarla apartmandan çıktık. Kapının önüne park ettiği arabasının kilidini açtı. Arka kapıya yöneldi ve onu tek hamlede açtı. Binmemi bekledikten sonra ben oturur oturmaz kucağıma kızımı verdi. Hızlıca sürücü koltuğuna geçti. "Bu telaşla araba sürmeyi mi düşündün?" dedi biraz aksi. "Başka çarem mi var?" dedim alayla karışık bir sesle. "Annemin kapısını çalabilirdin." Dedi suçlayıcı bir ses tonuyla. "Zaten beni arardı." Cevap vermedim. Hızlı ama kontrollü bir şekilde sürdü. Neden, diye haykırmak istedim. Neden senden yardım istememi bekledin... Ama dilim varmadı. Dün evimde sebebini zaten açıkladığını anımsadım. En yakın hastanenin aciline girdik. Ben arabadan adeta fırladım. Danışmaya koşarak gittim. Aciliyeti belirttiğim için sırasını bize veren herkese binlerce kez teşekkür edebilirdim. Kızımın ateşini ölçen hemşire kırmızı barkod ile İpek'i kucağımdan aldı. Kızımın ateşi o kadar yükselmişti ki, hayati tehlike sınırındaymış... "Bir ilaç verdiniz mi?" diye soran hemşireye tüm bilgileri ilettim. Kızıma müdahale edildiği esnada orada durup elimden hiçbir şey gelmeden öylece izlerken biri yüreğimi dağlıyordu sanki. Güçlü durabilmek artık daha zor geliyordu. Nihayet ateşi biraz da olsa düştüğünde müşahede altına alındı. Odaya çıktığımızda yanımıza Ahmet Kürşat geldi. Onu gördüğüm an gözlerime yaşlar hücum etti. O an güçlü durmak zorunda olmadığım zihnime fısıldandı. Oturduğum koltuktan kalkıp ona doğru ilerlediğim esnada yalpaladım. Bunu fark etmesi ile çevik bir hareketle beni tuttu. "Meva..." dedi korku dolu bir sesle. "İpek iyi mi?" "İğne vuruldu. Doktor tedbir amaçlı kan testi istedi. Bir saat müşahede altında tutulacak." Diye mırıldandım. Konuştuğum sırada beni İpek'in yatağının yanındaki koltuğa doğru götürüp usulca oturttu. Onu görebilmek için başımı kaldırdım. Şefkatle gözlerimin içine baktı. Bakışları ruhumu ısıttı. "Biraz dinlenmelisin," diye mırıldanışı iç gıdıklayıcıydı. "Sen de." Dudaklarında çarpık bir tebessüm peyda oldu. Karşımdaki koltuğa oturdu ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Gözlerimi dikip bakmamam gerektiğini kendime anımsattım. Bakışlarımı kaçırıp odanın detaylarında dolaştırdım. Sakinleştiğimden olsa gerek o anda detayları fark etmeye başladım. Tek kişilik bir odadaydık. Kişiye özel odaların devlet hastanelerinde olmadığına emindim. "Özel hastanede miyiz?" diye sordum merakla ona bakarken. Başını usulca olumlu anlamda salladı. Umarım acilden girdiğimiz için yüklü bir fatura çıkarmazlardı. "En yakın hastane burası." Diye açıkladı. "Teşekkür ederim," dedim sesim titrerken. "İpek'in iyileşmesi bana en büyük teşekkür, Meva. Lütfen böyle bir şey için teşekkür etme." Dedi sakince. Başımı salladım anladığımı belirtircesine. Minnetle baktım ona. Hiç tanımadığı insanlar için bu kadar zahmete girmesi, merhametli oluşu yüreğimdeki yaranın sızlamasına neden oldu. Merhameti için yalvardığım yakınlarım vardı... "Tek başıma olsam aklımı kaçırırdım." Diye itirafta bulundum. Dudaklarını yine o esrarlı ve bir o kadar iç gıdıklayıcı tebessümü kapladı. Resmen geceyi aydınlatan bir ışığı vardı. Kaderin oyunu gibiydi. Neye ihtiyacım olduğunu kendim bilmezken, beni benden iyi anlaması deva gibiydi. Onca yaşanandan sonra başka ne olabilirdi ki? "O zaman iyi ki buradayım, Meva." İsmimi tonlaması yüreğimi sıkıştırdı. Gözlerinin içine birkaç saniye bakakaldım. Ardından, "İyi ki..." diye mırıldarken buldum kendimi. Bir saat sonra doktor hanım yanımıza geldi. Hemşire hanım ateşini ölçtü. Ateşinin düştüğünü söylediği an dünyalar benim oldum. Doktor Hanım, bunun çocuklar arasında sıklıkla görülen, el ayak ağız hastalığı olduğunu söyledi. Neyse ki İpek yalnızca taşıyıcı gibi gözüküyordu, ağzında aft ve vücudunda kızarıklık olmadığı için doktor böyle olabileceğini söyledi. Ardından taburcu olduk. Polen'e mesaj atarak durumu haber verdim. Bugün işe gitmem mümkün değildi. Kızımın başında durmalıydım. İpek'in öğretmenine de haber verdiğimde sınıftan birkaç çocukta da aynı hastalığın görüldüğünü belirtti. Hava yeni aydınlanırken eve döndük. Kucağımda İpek ile Ahmet Kürşat'ın arabasından indim. Sabahın erken bir saati olması iyi oldu yoksa bunu gören mahallelinin neler diyebileceğini düşünemiyordum bile. Magazin programı başlıklarıyla dolu sorulardan kurtulamazdım. Binanın kapısını açan Ahmet Kürşat'a minnetle baktım. Asansöre bindiğimizde artık yorgunluğum bedenimi ele geçirmişti. İpek'i taşırken bile zorlanıyordum. "Bana ver," dedi bunu fark ederek. "Yorgunsun ve zorlanıyorsun." Şaşkın bakışlarla ona bakmama engel olamadım. Dokunsalar ağlayacak kıvamdaydım. Kimsemin olmadığı anda yanımda oluşu, her kelimesine şefkatini ve inceliğini nakşetmesi öyle derin bir yaramı iyileştiriyordu ki. Belki seneler sürerdi söküğümün dikilmesi ama o yine de her sözüyle bir ilmek atmaktan vazgeçmiyordu. Benim bir şey demeyeceğimi anladığında usulca uzandı. Dikkatli bir şekilde kızımı kendi kollarına aldı. Ona doğru eğilip nazikçe dudaklarını alnına bastırdı. O anda ateşini kontrol ettiğini elbette anladım. Kucağında hafif hafif sallamaya başladığında bir çocuğu olup olmadığını merak ettim. Her halükârda harika bir baba olurdu... Hayatımda eksikliğini bile fark etmediğim bir yeri doldurduğunu anlamam uzun sürmeyecekti sanırım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD