Bu sefer erken vazgeçiyordum çünkü bir öncekinin bedeli yıllarıma mâl olmuştu.
Elimle kapıyı işaret ederken dağılıp parçalarıma ayrılmam an meselesiydi ama bu sefer karşısında olmasına izin vermezdim. Gözlerimin içine bir acıyla baktı. Ben acını sineme gömerdim Ahmet Kürşat, sen bendeki seni kalbime gömdürdün…
Son bir bakış… Son bir duruştu şimdi yaşadığımız. Bitişti bu, biliyordum. Hiç başlayamayan hikâyemizi bitiren ben değildim. Bunu kendi elleriyle mahveden oydu. Yine de ben kahrolmuştum. Nedense en çok kendimin üzüldüğünü düşünüyordum. Hak etmemiştim. Bunu gerçekten hak etmemiştim…
Gidişinin ardından geniş sırtını seyrederken acı dolu hıçkırıkların boğazıma kadar yükseldiğini hissediyordum. Usulca kapıyı açtı. Son kez dönüp bakacak kadar cesareti vardı. Hâlâ onu durdurabileceğimi düşünüyordu ama yanılıyordu. İhaneti affedemezdim, kendime bir de bunu yakıştıramazdım. Son bakışındaki acısı bile sahici görünüyordu. Son sahnesinde bile ne kadar gerçekçi oynuyordu diye düşünmeden edemedim. Meğer ne güzel oyuncuymuşsun Ahmet Kürşat…
Kapı kapandığında gözlerimi yumdum. Gözyaşlarım yıkılmış Konstantinopolis surlarından akın eden Türk askerleri gibi akmaya başladı yanağıma doğru. İçim sonsuz bir acıyla ihanete teslim oldu. Bir gün gelecekti ve bugünkü kadar yanmayacaktı canım, en iyi ben biliyordum fakat bildiğim bir diğer şeyse onun ihanetinin bırakacağı boşluktu.
Onu affetmeyecektim çünkü beni, bizi eksik bırakandı…
Yere çöküp sessiz iç çekişlerimin arasından ardından gözyaşlarımı akıttım. Bunlar sondu. Yarın uyanacak, hazırlanacak ve dimdik bir şekilde ayağa kalkacaktım.
Ev sahibimi aramam ve bu evden gideceğimin haberini vermem gerekecekti. Annemle ayak üstü konuşmuştum. Eğer ki ev sahibi kalan kirayı talep ederse onlardan borç alacaktım. Yarın ilk işim bunlardı. Bitmeliydi bu yas. Hayata yeniden karışmak, devam etmek zorundaydım bunun başka olur yolu yoktu.
***
Günün ilk ışıklarıyla ayaklandım. Duşun ardından hazırlandım. Saçlarımla bir hayli uğraştım. Fazla uzadıklarını o an fark ettim. Gerçi tümü bir bahaneden ibaretti. Onun ellerinin değdiği her telden kurtulmak istiyordum. Kendimi hazırladıktan sonra kızımı da uyandırıp onun isteği üzerine pembe fışkıran bir kombin yaptık. Hazırlıklarımız bittiğinde yine eşyaları elime alıp, kızımın elini tutup evden çıktım. Asansöre binip giriş kata indik. Apartmanın dış kapısını açıp bahçesine çıktığımda gözüm etrafı taradı. Onun arabasını görmediğimde derin bir nefes çektim ciğerlerime.
İlk işim her zamanki gibi kızımı kreşe bırakmak oldu. Ardından işime doğru yola çıktım. O esnada çalan telefonumla bakışlarım birkaç saniyeliğine iç ekrana kaydı. Arayanı gördüğümde yüzümü buruşturmadan edemedim.
“Günaydın, Meva.”
“Günaydın, Akif.” Dedim kısaca.
Sesi ne kadar neşeliydi benimse aksine bir o kadar duygusuz.
“Nasılsın?” diye sordu normal bir sohbeti başlatmak istercesine.
“İyiyim, sen nasılsın?”
“İyiyim, teşekkür ederim. Dün gece annemle konuşurken laf arasında taşınacağından bahsetti. Haberim yoktu…”
Sözlerini işittiğimde sıkkın bir nefes bıraktım. Annem Gülizar Teyzeye o da Akif’e söylemiş olmalıydı.
“Evet, işime daha yakın bir yere taşınmak istiyorum.” Dedim kısaca.
“İhtiyacınız olan bir şey var mı, taşınmanız için tanıdık birilerini ayarlayalım. Evde paketleme işini bile yapıyorlar artık hem yorulmamış olursun…”
Dudaklarım alaycı bir sırıtışla kıvrıldı. Ah Akif, ah… Bir enkazı diriltemeyeceğini keşke öğrenebilsen.
“İlk kez taşınmıyoruz Akif. Teşekkürler teklifin için, çok incesin ama biz yine kızımla başımızın çaresine bakarız.”
Evet, laf sokmuştum. Çünkü bir önceki seferde bir aydan daha uzun bir süre kızını aramak dahi aklına gelmediğinden taşındığımızdan bile haberi yoktu. O zaman nasıl umurunda değilsek bugün de öyle umursamamalıydı ama kan kokusu almış köpekbalığı misali adeta üşüşmüş gibi duruşu insanın canını sıkıyordu.
“Meva… İlk taşındığın zaman haber vermiş olsaydın o zaman da yardımcı olmak için elimden geleni yapardım.”
“Kızını arayıp sorsaydın haberin olurdu.”
Artık kimseye acımayacağıma, kırılmasınlar diye fikirlerimi filtrelemeyeceğime kendime bir söz vermiştim. Ben kimse kırılmasın istedikçe bin bir parçaya bölmüşlerdi beni.
“Sorumsuz davrandığımı biliyorum ama bu sefer bırak yardım edeyim.”
Neden bu kadar ısrarcıydı ki? Normalde taşınmışım, taşınmamışım, ölmüşüm umursamayacak adam bir anda ilgiye boğuyordu.
“Teşekkürler Akif, bir ihtiyaç hasıl olursa haber veririm, şimdi iyi günler.”
Telefonu kapatmaya yeltendim.
“Meva, bu akşam işiniz yoksa bir yemek yiyelim.”
Bu sefer derin bir nefes çektim ciğerlerime. Acaba her zaman mı bu kadar ısrarcıydı?
“Müsaidiz, akşam yedi gibi alırsın o zaman.” Dedim kestirip atmak için.
Kızıydı sonuçta, elbette bu konularda onu reddetmeyeceğimi biliyordu. Hele de uzun zamandır aynı anda vakit geçirmiyorduk. Kızımın iki ebeveyniyle birlikte de vakit geçirmesi gerektiği için reddetmedim. Sonrasında görüşmeyi sonlandırdım. Akif’in gereksiz mutluluğu sinirimi bozuyordu. Gerçi şu günlerde bunu yapmak için kimsenin çabalamasına gerek yoktu. Tüm duygularım fazlasıyla yıpranmış olduğundan zaten olur olmadık her şey beni öfkelendiriyordu…
İş, her zamanki gibi yoğun tempoda geçti. Birkaç işe alım görüşmesi gerçekleştirmem gerekiyordu. Ardından İSG (İş Sağlığı ve Güvenliği) iş yeri uzmanımızla bir toplantı gerçekleştirdik. Çalışanların yıllık izin, fazla mesai ve metrikleri takip etmem gerekti. Uzun zamandır bunları takip etmediğimi de böylelikle anlamış oldum. Kafam neredeydi acaba?
Eğitim departmanıyla bu ay çalışanlara verilecek eğitimler için toplantıyı yaptıktan sonra kafamın patlayacakmış gibi ağrıdığını hissettim. Neyse ki bugünün son toplantısıydı.
Masamda oturmuş şakaklarımı ovarken Polen yanıma geldi. Elinde iki tane karton bardak tutuyordu. Birini usulca masama koydu.
“Berbat görünüyorsun,” dedi bana endişeyle bakarken.
“Çok yoğun bir gündü.” Diye mırıldandım ve kahve bardağına uzandım. “Teşekkür ederim, Polen.”
“Rica ederim, iyi misin Meva?”
Bir an o şefkatli sesiyle bu soruyu sorduğu için bile hüngür hüngür ağlayabileceğimi hissettim. Kül oldum da diyemiyordu işte insan.
“Olacağım.” Diye mırıldandım yalnızca.
Yalan söyleyecek takat bile bırakmamıştı bu ihanet bende.
“İstersen izin al, biraz kafanı dinlersin hem.”
“Bu ara isteyeceğim son şey bile kafamı dinlemek olamaz, Polen. Düşüncelerimden kaçabildiğim kadar uzağa kaçmak istiyorum.”
Bana anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Ardından uzanıp elimi tuttu ve sıktı. İşte bu kadardı. Bir insanın desteğini hissetmek bundan ibaretti ama biz insan evladı öylesine meraklıydık ki karşımızdakileri parçalamaya. Sırf bunun için, kalp kırmak için daha büyük çabalar harcıyorduk. Bir insanı anladığını belli etmekse işte bir el tutuşu, sıkışı kadar kolaydı.
“Canını neyin sıktığını bilmiyorum ama sen çok güçlüsün, Meva. Yıkılmayacağını biliyorum. İyileşeceksin çünkü bunu başarırsın.”
Sıkıca birbirimize sarıldıktan sonra iş bitimiyle işten ayrıldım. Arabama binip kızımı almak üzere yola çıktım. Onu almaya geldiğimde koşarak kollarıma atılmasıyla içimi huzur kapladı. İşte beklediğim koşulsuz sevgi…
“Annem…” dedi müthiş bir bağlılıkla.
“Meleğim…” dedim onu öperken.
Öğretmeniyle vedalaştıktan sonra el ele çıktık oradan. Onu kucaklayıp koltuğuna oturttuktan sonra emniyet kemerini taktım ve yerime geçtim.
“Bu akşam babanla yemeğe çıkacağız, meleğim.”
“Oley!” diye bir sevinç çığlığı attı. “Babam geliyor…”
“Evet güzel kızım, hep beraber yemek yiyeceğiz.”
“Ersan Alp’te gelecek mi?” diye sordu usulca.
Bir an yutkunamadığımı hissettim. Ben Ayla’ya durumu nasıl açıklayabileceğimi hiç bilmiyordum ki.
“Bugünlük hayır, meleğim.”
Oflayan sesini duydum. Bugün olmazdı ama. Ayla ile yüzleşmeye henüz hazır değildim. Hem ne diyecektim ki? Onların da haberi olmadığına emindim ve elbette bu durumda bile sorumlu biri gibi davranıp Ahmet Kürşat’ı ifşalayamazdım. Ne kadar kırmış, ihanetiyle de taçlandırmış olsa da yapamazdım işte. Kendime yakıştıramazdım…
Eve geldikten sonra üstümüzü değiştirdik. Kızıma akşam da serin olduğu için uzun kollu, ekose desenli, üst kısmında fırfırlar olan krem bir elbise giydirdim. Çok tatlı görünüyordu. Doğal lülelerini sallaya sallaya aynada kendine poz veriyordu cimcime.
Bense hâkî rengi takımımı çıkarttım. İçine ip askılı krem bir triko giydim. Hazırlık faslını bitirdikten sonra saate baktım. Tam o sırada Akif aradı ve aşağıda beklediğini söyledi. Kızımı yeniden elinden tuttum ve evden çıktım. Apartmanın dış kapısından çıkarken Akif ile göz göze geldik. Kapıda bekliyordu. Camlı kapıyı açtığım gibi kızım babasının kollarına atladı. Usulca onların sarılmalarını izledim.
“İyi akşamlar,” dedi bana dönen Akif.
“İyi akşamlar, Akif.”
“Hadi gidelim.” Dedi heyecanlı sesiyle.
Canlı, mutlu görünüyordu. Onun adına seviniyordum. Sanırım bu sefer doğru kadını seçmişti. Aynısını kendim için de dilemekten başka çarem kalmıyordu. Gerçi tekrar aynı şeyi yapacağımdan da şüpheliydim…
Araba yolculuğu kızımın istediği şarkılarla geçti. Konuşmak zorunda olmamak beni mutlu etti. Akif’in yemek için seçtiği mekâna vardığımızda kaşlarım havalandı. Böyle yerler bilmesine şaşırdım.
“Beğendin mi?” diye sordu yüz ifademden şaşırdığımı anlamış olacak ki.
“Çok güzel,” dedim kısaca.
Birlikte içeri girip, bizim için ayırttığı masaya geçtik. Tam olarak boğazı görüyor oluşu çok hoştu. Yemeklerimizi söyledik, arada sırada dahil olduğum kısa anlar dışında kızımla babasının konuşmalarını dinledim yalnızca. Neyse ki kızım çok konuşkandı da annesini konuşma zahmetinden kurtarıyordu. Bize bir sürü şey anlatmış, yemek boyunca yüzümüzü gülümsetmişti.
Yemekten sonra Akif mekânın çok beğenilen tatlısını yememiz gerektiği konusunda ısrar etti. Tiramisu önümüze geldiğinde bedenim kaskatı kesildi. Gözlerim sanki bir suçluymuş gibi tatlıya kitlendi. Bu tatlının anısı vardı…
Onunla gerçek anlamda, açık seçik bir şekilde flörtleştiğimiz o ilk an parkta bu tatlıyı yemiştik. Dudağımın kenarına bulaşmış kakaoyu nasıl da nazikçe silmiş, yüreğimi ağzıma getirmişti. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu kadar rahat bir şekilde, sahtekârlıkla bir insanı kandırmak suç olmalıydı… Onun basit emelleri uğruna benim anımsadığımda bile canımı böylesine yakan bir anıyı büyük ustalıkla oynayışını nasıl sindirecektim?
“Meva, iyi misin?”
Akif’in sesiyle dünyaya geri döndüm. Dudaklarıma sahte bir tebessüm yerleştirip tatlının tadına baktım. Tok olduğum için daha fazla yiyemeyeceğimi söyleyerek kızımla birlikte benim tatlımı da yemelerine müsaade ettim.
“Meva.”
Bakışlarım bir anda boğazın muntazam manzarasından Akif’e döndü. Anlam veremediğim bir şekilde beni seyrediyordu.
“Efendim?” dedim merakla.
“Seni, kızımı, bizi… Aile olmayı çok özledim.”
Sözlerinin ağırlığı altında sarsıldığımı hissettim. Geldi mi üst üste gelmek zorundaydı değil mi? Ben kafamın içindekilerle boğuşurken bir yenisini daha ekleyemezdim onlara.
“Bunları konuşmak için çok geç, Akif.” Dedim kestirip atarken. “Ayrıca Yelda’ya ayıp oluyor.”
Sözlerimle oturduğu sandalyede dikleşti.
“Yapamadık.” Dedi bir anda.
Öylece gözlerinin içine baktım. Konuşmayacağımı, bu konu hakkında yorum yapmayacağımı anlamış olacak ki devam etti.
“Ben ailemi çok özlüyorum. Sizin içinizde olmadığı bir aile düşünemiyorum. Biliyorum, çok zor bir karar. Bunca yıldan sonra da tuhaf gelecek ama bana tekrar bir şans verir misin?”
Tüm bedenim ayazda kalmışçasına titremeye başladı. Kâbus görüyor olmalıydım, bunun başka açıklaması olamazdı. Beni istemeyen, benimleyken ruh gibi dolaşan, sorumlulukları altında ezildiği için bile beni suçlayan adam şimdi tekrar denemekten bahsediyordu. Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım.
“Hayır,” dedim usulca oturduğum sandalyeden kalkmak için hareketlenirken. “Ben aynı hatayı tekrar yapmayacağım.”
Kızıma uzandım. Onun şaşkınlığı altında kucakladım. Çantamı aldıktan sonra çıkışa doğru hareketlendim. Bu saatte asla taksi bulamayacaktım. Bulsam bile taksicinin keyfi yolcu almak istemezse yine ortalıkta kalacaktım. Tüm bunlara rağmen oradan uzaklaşmak için canhıraş bir çabayla çıkışa ilerliyordum. Arabamı almamak gibi bir ahmaklık ettiğime inanamıyordum.
“Meva!” diye arkamdan seslenen adamı duymazdan geldim.
İstemiyordum. Hiçbirinizi, hepinizi, topunuzu da istemiyordum. Güçlüydüm, kendi ayaklarımın üstünde dimdik dururdum. Kimseye ihtiyacım yoktu benim.
Öyleyse bu boğazımdaki acı da neyin nesiydi?
Ah o acı sanırım ihanetin acımtırak tadıydı ve ben geçeceğini hiç zannetmiyordum. Kolumdan tuttuğunu hissettiğim sırada mekânın merdivenlerinden iniyordum.
“Meva, oturup konuşalım lütfen böyle kestirip atma…” dedi çaresizlikle Akif.
Ya ben sizin gözlerinize yalvararak baktım. Pes edip, ardımda bıraktıktan sonra mı kıymete biniyordum anlamıyordum ki!
“Akif, şu anda seninle konuşmak istediğim hiçbir şey yok.”
“Anne…” dedi kızım biraz korkmuş.
“Sorun yok, meleğim. Eve geç kaldık sadece.” Diyerek geçiştirdim onu.
“Meva, lütfen…”
Beni dinle diye yalvardığım akşamlarım, gündüzlerim vardı sana Akif. Ardını dönüp gittiğin, bir başıma karanlıkta bıraktığın gecelerim vardı. Ben o gecelerin sessizliğine gömmüştüm tüm söyleyeceklerimi. Sen de öyle yapacaksın, ne kadar acı olduğunu öğreneceksin.
Kolumu tutan ellerinden kurtuldum. Mekânın önündeki taksilerden birini durduran valeye minnetle baktım. Aksi halde başkasının duracağını hiç zannetmiyordum. Hızlıca taksiye binip evimin adresini verdikten sonra oradan uzaklaştım. Ardımdan hüzünle bakan adamın duygularını önemseyemezdim.
O beni yalnızlığımla ağlatmıştı, gecenin sessizliğinde ağlatmıştı, tartışırken ağlatmıştı, kızımla beni evde bir başımıza bırakıp çekip giderken ağlatmıştı, yıldızların altında ağlatmıştı, bir kaldırım taşının üstünde bile ağlatmıştı. Şu an onun duyguları benimkilerden mühim değildi. Yaşadığım şoku ve dehşeti anlatabileceğim kelimelerim yoktu benim. Ben artık sadece gülecektim. Her şeye ve herkese inat, tek başıma, kızım için dimdik durarak gülümseyecektim. Belki güneş kadar sıcak, ısıtan bir gülümseme olmayacaktı. Demirde dövülmüş bir gülümseme olurdu ancak ama olsun, gülümseyecektim…
Eve geldiğimde taksicinin ücretini ödeyip hızlıca indim. Kızım yolda uyumuştu bile. Onun kadar dünyadan habersiz olabilmeyi dilerdim ama olmuyordu işte. Topuklarım asfalt zemini döverken apartmanın bahçe kapısına yanaştım.
“Canını mı yaktı?”
Hayır, hayır, hayır! Şu anda görmek istediğim son insan bile değildi.
“İşine bak!” dedim ters bir şekilde.
“Mübrem… Canını mı yaktı?”
Yutkunamadım. Şu anda mahallenin tam ortasında durmuyor olsaydık yüzüne yiyeceği okkalı tokadı hayal ettim. Utanmadan hâlâ bana bu şekilde seslendiği yetmiyormuş gibi bir de canımın yanıp yanmadığıyla ilgileniyordu.
Hışımla ona döndüm ve kimseyi umursamadan dibinde bittim. Ona doğru yanaştım ve zehirli sözcükleri yılan gibi tıslayarak bir bir söyledim.
“Can mı bıraktın bende ihanetinle de canımı yakabilsin bir başkası?”
“Meva…”
Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Onu tekme tokat dövme arzuma karşı koyamıyordum adeta.
“Karşıma çıkacak yüzün olmasına şaşırdım…”
“Ben yanlış hiçbir şey yapmadım.” Dedi yüzsüzce!
“Hah…” diye bir nida döküldü dudaklarımdan arsızlığına şaşıran. “Arsız gördüm de senin gibisini de ilk kez görüyorum.”
“Haksızlık ediyorsun.”
“Sen benim hayatımın orta yerine pimi çekilmiş bombayı bırak sonra vay efendim haksızlık ediyorsun… Konuşmaya bile değmezsin!”
Onu ardımda bırakıp hızlı adımlarla uzaklaştım yanından. Apartmanın önce bahçe kapısını ardından giriş kapısını açıp içeri girdim. Asansöre bindiğim sırada içeri girdiğini gördüm. Asansörün kapılarını kapatan düğmeye yüzlerce kez bastım ki yetişemesin. Kapılar kapanırken onu son kez görüyor olmayı diledim. Fakat durmadı. Kapılar tam kapanırken arasına elini koyarak yeniden açılmasına neden oldu. Ardından hiç utanmadan kabine bindi.
Derin derin nefesler almama rağmen yetmediğini hissediyordum. Tüm umutlarımı tükettiği yetmiyormuş gibi oksijenimi de çalmıştı sanki.
“Konuşacağız ama önce o adamın sana ne yaptığını söyle.”
“Sapık gibi beni mi takip ediyorsun?” diye sordum iğrenir gibi suratına bakakalırken.
“Unuttun sanırım,” dedi dudakları alayla kıvrıldı. “Görevim bu!”
Başımdan vurulmuşa döndüm. Bu kadar aleni ihanetini dillendirmesine inanamadım. Bu kadarına da pes be adam!
Asansör durup kapıları açıldığı gibi indim. Hızla kapımın anahtarını çıkartıp kapıyı açtım. Kapatacağım sırada koca bir avuca çarpıp gerisin geri açılmasıyla dehşete kapıldım. Daha neyi konuşacaktık Allah aşkına?
Kucağımda kızım varken daha fazla onunla didişemeyeceğimi fark ettim. Onu taşırken zaten çok fazla yorulmuştum. Bu yüzden umursamadan kızımın odasına yöneldim. Üstünü değiştirdikten sonra pikesini örtüp salona döndüm. Beni orada beklediğini biliyordum.
“Tahminen ne zaman düşeceksin yakamdan?”
Sorumla başını kaldırıp bana baktı. Emanet gibi duruyordu salonumun ortasında. O an uzun boyu, yapılı fiziğini düşündüm. Spor salonuna gidecek vakit bulamayan bir adam için fazlasıyla fitti. Demek ki antrenman yapabileceği bir saha vardı. Çalışırken mesela…
“Beni dinle ya da dinleme Meva, gerekirse kendimi zorla dinlettireceğim!”
“Hain olduğun yetmedi bir de zorba mı olmaya karar verdin?”
“O adam sana zarar mı verdi?” diye sordu yeniden sanki ben bambaşka bir dilde konuşuyormuşum gibi.
“Seni alakadar etmez!” dedim dişlerimin arasından öfkeyle.
“Nasılsa öğreneceğimi biliyorsun!”
“Hâlâ bana hiç yalan söylememiş gibi mesleğin hakkında böyle ince nüanslarda mı bulunacaksın gerçekten?”
“Meva…”
“Evlenme teklifi etti!” dedim bu sefer tek nefeste. “Yeniden evlenmeyi teklif etti, oldu mu? Memnun musun öğrendiğin için?”
Karşımda sinirlenen Hulk gibi öfkeden devleştiğini hissettiğim bir andı. Ne yapacağını bilememek insanı gerçekten korkutuyordu.
“Bana tüm kemiklerini kırdırmak istiyor!” dedi öfkeli bir sesle. “Beni azıcık uzaklaştırdın ve olana bak!”
“Azıcık mı?” dedim hayretle. “Ahmet Kürşat, sen bana yalan söyledin. Sen bize ihanet ettin. Sen beni kandırdın, neyin azıcığı Allah aşkına?”
“Ben sana ne ihanet ettim ne yalan söyledim ne de seni kandırdım! Beni hiç tanımamış gibi böyle alçakça şeyleri yapabileceğimi suratıma haykırıp durma artık kaç bin parçaya bölüneceğimi şaşırdım, Meva!”
Karşımda yeniden oynamaya başladığına inanamadım. Her şeyi bilmesem birazdan kucağımda ağlayacak diye düşünür üzülürdüm ona haksızlık ettiğim için.
“Savunma ve İstihbarat Teşkilatındanım. Seni tanıdığımda ne babanı biliyordum ne de hakkında tek bir şey. Sadece Meva’ydın benim için ve hâlâ da öylesin. Seni tanıdığım esnada Milli Muharip Uçağı projesinde mühendis olmak dışında bir görevim de yoktu. O dönem görevlendirme almamıştım. Uzun zamandır da farklı bir görevlendirme almıyordum çünkü öncelik uçaktaydı.” Diye bir anda dökülmeye başlamasına inanamadım. “Sonra sen buraya taşındın. Bu tamamen benden bağımsız bir durum, sen buraya taşın diye uğraşmaya dahi vaktim yoktu. Senin babanın albay olduğunu, annen Mürüvvet Hanımın evini bastığında öğrendim onda da sen kendin söyledin. Sonrasında da peşine düşmedim neden düşecektim?”
“Tabii…” dedim imayla.
Burun deliklerini genişleten bir nefes aldı ve aynı sertlikle serbest bıraktı.
“Görev, pikniğe gideceğimiz gün verildi.”
“Tabi…” dedim yine aynı alaylı.
“O gün canımın sıkkın olma sebebi buydu. Gökalp ile o sabah bilgilendirildik. Baban, farklı bir ekip tarafından araştırılıyordu. Annemle komşu olduğunuzu öğrendikleri için bizim ekibe devredildi görev.”
Titrediğimi hissettim. Bu kadar güzel rol yapabiliyor olmamalıydı. Şu anda dürüst olduğuna inanmak için neler vermezdim.
“Ne oldu çok gizli görevine, şimdi niye anlatıyorsun madem? Neden o gün dürüstçe söylemedin?” diye çıkıştım kendimi tutamayarak.
Gözlerimin içine düz bir şekilde baktı.
“O gün söyleyemezdim.”
“Neden?”
“Çünkü o gün seni kaybetmemiştim, Mübrem…”