♫ ♪ ♫
Dedublüman – En Dibine Kadar
Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi araladım. Bedenimdeki yorgunluğu en dibine kadar hissedebiliyordum. Dün öğrendiğim durumu sindirebilmek tüm geceme mal olmuştu. Ne yaşanmış olursa olsun, ihtimalleri bilsek bile gerçekler ile yüz yüze kaldığımız an kaçamıyorduk, yaralanıyorduk. İnsandık, bir yerde hep inciniyorduk...
Kızımı kaldırmadan önce üstümü değiştirip, saçlarımı taradım ve kendime çekidüzen verdim. Sonra İpek'i uyandırıp, babasıyla kahvaltıya gidecekleri için hazırladım. Hava soğuk olduğu için mont, bere ve atkısını eksik etmedim. Çok sıcak olursa çıkartırlardı.
Akif'e dün evin konumunu atmıştım bugün geleceği için. Hatta birazdan gelmesi gerekiyordu. İpek'i alacak ve bir pazar gününü birlikte geçirecekti. O kadından vakit bulamadığı onca zamana sayardı umarım bunu... Emrivaki yapmış olmak beni rahatsız etmiyordu. Bir baba olduğunu hatırlamak zorundaydı, unutursa da ben hatırlatırdım. Kızımın menfaati her zaman üstün gelir!
"Baban gelecek birazdan, istediğin oyuncaklarını koydun mu çantana?"
"Evet..." dedi kelimeyi uzatırken büyük bir keyifle.
Tam o esnada kapı çaldı. İpek, heyecanla yerinden fırladı. Ne dediysem durmadı. Koşturarak kapıya doğru gitti. Büyük bir sevinçle kapının kulpunu minik elleri ile kavrayıp aşağıya doğru çekti. Kapı usulca açılırken sevinçle çığlık attı. Babasını gördüğü an çehresinde baharın en güzel çiçekleri açtı.
"Babam!" dedi kollarına doğru uzanırken.
Akif, hızlı bir hamle ile kızımı kucağına alıp onu öpücüklere boğdu. Madem böylesine özlemiştin, ben arayana kadar neredeydin?
"Meleğim..." dedi içten bir şekilde.
"Hoş geldin," diyerek İpek'in arkasına doğru ilerledim.
Sesimi işittiği an gözleri bana döndü. Çehresine dikkatle baktım. Boşandıktan sonra ilk kez bu kadar mutlu olduğunu, gülümsediğini gördüm. Solmuş olan yüzü canlanmış, gözlerinde yeniden mutluluğun ışıltıları oynaşmaya başlamıştı. Gerçekten mutluydu...
Onun için mutlu olurdum. Ne yaşamış olursak olalım, iyi bir insandı. Mutluluğu hak ediyordu. Hayatındaki sorumluluklar hafiflediğinde o yıllar önce tanıdığım pervasız, hayattan zevk almasını bilen adama dönüşmüştü. Sanırım tek sorunu bir evliliği yürütmeye çalışmakmış...
"Hoş buldum," dedi dikkatli bakışları sonunda gözlerimde durduğunda. "Nasılsın Meva?"
Sorusuna cevap vermemeyi seçtim ve sessiz kaldım. Ağzımı açsam hiç istemeyeceğim şeyleri haykırmaktan korkuyordum. Geçmişte sustuğum, yuttuğum, kırılmasın diye söylemediğim her şey hâlâ omuzlarımda yüktü. Bana nasıl olduğumu her sorduğunda bu sebepten sorusunu cevapsız bırakırdım. O genç kızın yüreğine sığmayan, taşan sevgisini ve nicesini ruhsuzluğu ile öldürmüştü. Öyle çok kırgındım ki ona...
"Gelmeden ararsınız, arkadaşımla dışarıda olacağım." Dedim suratımda en sahici tebessümüm ile.
Bir an duraksadı. Ne söyleyeceğini bilemediğini fark ettim. Bakışları suratıma bakarken adeta dondu. İpek'in türlü sevimli hareketlerine bile karşılık veremedi.
"Arkadaşın?" dedi bu kelime oldukça dikkatini çekmiş olacak ki. "Sanem mi?"
Tebessümüm giderek genişledi. Canı yandı mı, onun da canı yansın istiyordu insan. Bu his, içinde bazı duygular öldükten sonra ortaya çıkıyormuş. Bu yaşımda öğrendiğim yeni şeylerden birisiydi. Onun varlığındansa yokluğu daha çok şey öğrenmeme sebep olmuştu.
"Tek arkadaşım, Sanem, değil." Dedim ima dolu bir tınıyla.
Sözlerimden hemen sonra dudaklarımı süsleyen o gülümseme giderek akıl karıştırıcı olmuş olmalıydı. Onu inandırmaya yetecek kadar sahiciydi...
"Anladım," dedi yalnızca.
Farklı bir şey söylemezdi de zaten...
"Anneye, hoşça kal, öpücüğü ver bakalım meleğim." Dedikten sonra kızımı öptüm.
"Görüşürüz," diyerek el salladı.
Akif, son kez gözlerime baktığında söylemek isteyip de sustuğu şeyler olduğunu gördüm gözlerinde. Yıllarımız beraber geçmişti. Ben çok değişmiştim son süreçte fakat onda olan pek bir değişim yoktu. Daha hafiflemişti yalnızca. Gerisi hep bildiğimiz Akif'ti.
Bir şey demeden asansöre yöneldi. Düğmeye basıp beklemeye başladı. O esnada ben de kızıma öpücük yolladım, o da sanki havada kapmış gibi yaparak kıkırdadı. Asansör bulunduğumuz katta durup, kapılar açıldığı an kızımın dudaklarından dökülen sözler ile resmen şaşkına döndüm.
"Güzel Abi," demişti son harfi fazlasıyla uzatarak.
Ona sevecen bir şekilde el salladığını ve kıkırtılarıyla eşlik ettiğini resmen ağır çekimde izledim. Akif'in, adama öldürecekmiş gibi bir bakışı vardı ki o an bunu uydurduğumu bile düşündüm.
Adam, asansörden indiği vakit kızıma bakarak kocaman sırıttı. Ona doğru uzattığı elinin birini tutup öptüğünü gördüğümde başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Tam olarak yaptığım blöfün üstüne de tüy dikmişti!
"Fıstık," dedikten sonra kızımın yanağından bir makas aldı.
Korku filmi izliyormuş gibi gerildim. Akif'in o an bana dönen ela gözlerine bakakaldım. Bunu beklemediği aşikârdı, ben de beklemiyordum açıkçası fakat Akif'in şaşkınlığı daha fazlaydı. Yıllarca gözü ondan başkasını görmemiş olan biri olduğumu biliyordu, bundan dolayı normaldi. Bir tek onu sevdiğimden farklı bir adamla olabilme ihtimalime bile inanamıyor olmalıydı. Çünkü onu öyle çok sevmiştim ki ben bile içimde bir başkasına yer kalmadığını düşünmüştüm.
"İyi günler," diyen adamın sesi ile bakışlarım ona döndü. Düz bir şekilde bana bakıyor oluşu Akif'in zihninde yeni kurgular oluşturmuştu kesin! Üstüne tek söz edemeyip şaşkınlıkla kalmış olmam da yaratıcılığını arttırmıştır!
"İyi günler," dedi ima dolu bir sesle Akif.
Adamın bakışları merakla ona döndü. Başı ile selamladı yalnızca onu.
"Akif, ben." Dedi kendini tanıtmasına anlam veremezken. "Meva'nın eski eşiyim."
İpek'in babası olduğunu değil de benim eski kocam olduğunu söylemesinin tek amacı gövde gösterisiydi! Aynısı ben yapsam basit, reddedilmeyi kabullenememiş bir dul olurdum ama ona gelince çifte standart işlerdi tabi!
"Ahmet Kürşat," dedi karşısındaki adam kendinden emin bir şekilde. "Komşularıyım."
Akif'in gerilen yüz hatlarını görebildim. O an sanki vahşi doğadaymışız gibi karşısındaki adamı bir tehdit olarak algıladığını anlamak zor değildi fakat şunu bilmesi gerekirdi, bu hayat benimdi ve ne yapacağıma kendim karar verirdim. Toplum yargılarının daha önce evlenip boşandığım için ne diyeceğini umursamazdım. Bu hayatta kör topal bodoslama daldığım tek şey ona olan aşkımdı, onun dışındaki her şeye karşı savaşmıştım! Hele de kendisinin aleni bir şekilde hayatında biri olduğunu ilan etmesinden sonra böylesine ilkel davranmasını anlamlandıramıyordum. O yapabilirdi ama dul ve çocuklu olan kadın yapamaz mıydı yani?
Sevmek suç muydu?
Karşı kapının açıldığını işittim. Orta yaşlarının sonunda bir teyze göründü. Adamı gördüğü an gözlerinde bir ışık parladı, çehresinde güller açtı. Ancak bir annenin evladına baktığı an görebileceğiniz bir sahneydi. Gözlerinden taşan sevgiyi net bir şekilde görebilirdiniz.
"Oğlum," dedi mutlulukla.
Beni bir telaş aldı. Elim ayağım resmen birbirine dolandı. Birkaç dakikalık andı ama sanki asırlar sürmüştü.
"Dikkatli olun," dedim Akif'e hitaben. Zaten daha ne kadar orada durmayı düşünüyordu?
"Merhaba," dedi kadına doğru el sallayan kızım.
Hayretle bakakaldım. Oldukça dışa dönük ve ebeveynleri boşanan çocuklara nazaran neşeli bir yapıya sahipti. İnsanlarla çabuk kaynaşır, hemen alışırdı. Kalabalıktan korkmaz, çekinmezdi ama bazen bu kadar samimi oluşunu yadırgamadan edemiyordum!
"Merhaba, güzellik." Dedi tatlı bir ifade ile kadın.
İpek, el sallarken babası daha fazla beklemeden yeniden asansör düğmesine bastı ki kapılar açılsın. Bana geç kalmayacaklarına dair bir şeyler zırvaladıktan sonra gözden kayboldular. Orada öylece kaldık mı üç kişi?
"İyi günler," dedim biraz çekingen, kapının arkasına gövdemi saklarken. Oradan kaçmak için an kolluyordum. Az önceki atmosfer sebebi ile adının Ahmet Kürşat olduğunu öğrendiğim adamın yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum.
"İyi günler kızım, siz yeni taşındınız değil mi?" dedi hem sıcak hem de meraklı bir sesle.
Saçımın tutamını kulağımın arkasına sıkıştırırken sorusunu yanıtladım. Dudaklarını anaç bir tebessüm kapladı.
"Hoş gelmişsiniz, hayırlı olsun." Dedi samimi bir şekilde. "Ben Tülin, daha geniş bir günde tanışırız İnşallah."
"İnşallah, Tülin Hanım. Ben sizi daha fazla tutmayayım, iyi günler dilerim." Dedim kapıyı yavaş yavaş kapatmaya çalışırken.
Bakışlarım karanlık kuyuyu andıran gözlere çarptığında o okuduğum kitaplardaki, izlediğim filmlerdeki sanki zamanın yavaşladığını hissettikleri anın gerçekten de olabileceğini anladım. Simasında barınan ifadeleri anlamlandırmak mümkün değildi ama bakarken insanın içini huzur kaplardı ya, aynen öyle yumuşak bir his ruhumu sarmaladı. Başıyla beni selamladığı an ne yapacağımı bilemedim ve aynı şekilde karşılık verdim. Çarçabuk kapıyı kapattıktan sonra sırtımı yanındaki duvara yasladım. O adamla her karşılaşmamızda sanki zaman yavaşlıyormuş gibi mi hissedecektim?
Düşüncelerden sıyrılabilmek için mutfağa gittim. Kendime pratik bir kahvaltı hazırladım. Düşünmemi engellemek için kendime ekstra iş çıkarttım ve evde artık düzeltecek, temizleyecek bir şey kalmadığı zaman durdum.
Sanem'le gerçekten buluşacağımız için hazırlandıktan sonra üstüme montumu giyip ayakkabılarımı elime alıp evden çıktım. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra botlarımı giydim. Asansöre yönelip düğmesine bastım. Zemin katta olduğundan bulunduğumuz kata birkaç saniyede gelecekti. Beklediğim esnada o kapının bir kez daha açıldığını işittim. Bir anda yüreğime resmen sancı girdi. Adrenalin pompalamaya başladı vücudum damarlarıma. Sakin olmak için kendimi teskin ettim. Bir şey yoktu!
Asansör hemen gelirse biner ve kaçardım. Akif'le yaşanılan o garip an için de bir şey demem gerekmezdi. Eski kocamın, tehdit olarak gördüğü için kendisini öyle tanıttığının farkındadır diye düşünüyordum. Bu utanmama sebep oluyordu!
Asansör kapıları iki yana açıldığında derin bir nefes aldım. Aceleci adımlar ile içine girdim. Bakışlarımı çevirdiğim an gördüm onu. Elini, kapının ucuna bastırmış ve kapıların kapanmasını engellemişti. Yüreğim ağzımda atmaya başladı. Yapılı bir cüssesi vardı. Hızlıca asansöre bindiğinde resmen nabzım kulaklarımda atıyordu.
Sakin kalmalıydım! Zemin kat düğmesine uzandığım esnada aynı hareketi onun yapması ile ben de sakinliğin artık zerresi kalmamıştı. On beş yaşında ergenlik dönemlerimde bile böylesine saçmaladığımı hatırlamıyordum! Eli, elime değmek üzereyken durdu ve elini geri çekti. Tam o esnada göz göze geldik. Yine ve yine zaman yavaşladı adeta! Hızla bitmesi için yalvaran yanıma rakip olarak bitmesin diye haykıran bir yanım çıkageldi! Kendi iç dünyamda karmaşaya boğuldum. Ben gerçekten ipin ucunu yakalayamıyordum!
"Resmi olarak tanışamadık," dedi bariton ses tonuyla. Sözlerini işittiğim an irkildim. "Ahmet Kürşat, annemle komşusunuz."
"Meva," dedim içimde kıyamet koparken dümdüz bir sesle.
Bu kadar soğuk ve mesafeli olmam mıydı acaba evliliğimin bitmesinin sebebi? Fakat dikkat etmem beklenmiyor muydu benden? Sonuçta boşanmış, çocuklu bir kadındım. Ne yaparsam yapayım toplumun beni eleştirebileceği bir yer illa olacaktı ya!
"Kızınızın ismi nedir?" dedi resmi bir şekilde.
Ona bakarken dudaklarımda oluşmuş tebessümden bihaberdim. Konu kızım olduğu her an mutlulukla doluyordum.
"İpek," dedim ve bakışlarımı ona çevirme gafletinde bulundum.
Yüz ifadesini görmek istemiştim sanırım. Çehresine yayılan gülümseme gerçekten görülmeye değerdi!
"Gördüğüm en cana yakın çocuk," dedi gülümsemesini korurken. "Hiç İpek gibisini tanımamıştım."
"Teşekkürler," dedim kekelemeden bunu başardığıma kendim bile inanamazken. "Oldukça sosyaldir, pek annesine çekmemiş."
Sözcükler dudaklarımdan kendiliğinden dökülüyordu resmen. Her kelimesini tartarak konuşan o Meva değildim o esnada. Rahatlamış ama gergin, yüklerinden arınmış ama tedirgin... Çünkü hareketlerimden bir anlam çıkarabilirler ve bununla hayatıma dinamit döşeyebilirlerdi!
Sözlerim onun da keyiflenmesini sağladı. Asansör zemin katta durdu ve kapıları açıldı. Kahvenin en koyu tonundaki gözleri yeniden benimkileri buldu. Olduğum yere mıhlanmamı sağlayacak kadar tuhaf bakıyordu. Birinin zamanı hızlandırması gerekiyordu artık...
"Annesine benzer özellikleri oldukça fazla göründü bana." Dedi içimi gıdıklayan bir ses tonu ile.
Hareketlendiğini gördüğümde onu taklit ettim. Asansörden çıktığımızda ise afallamış bir halde kalakaldım. Resmen hırçın bir ummanın ortasında alabora oluvermiş gibiydim. Sonunu bile bile ucu bucağı olmayan bir dehlize sürükleniyor gibi hissediyordum.
"İyi günler, Meva..." dedi tüm resmiyeti bir kenara fırlatırken.
Büyük adımlar ile apartmanın çıkışına doğru yürüdüğü esnada gözlerimi üzerinden alamadım. Kendimi tokatlama ve sarıp sarmalama isteğini aynı anda hissediyordum. İsmim dudaklarından döküldüğü ana kadar kulağa böylesine melodik geldiğini fark etmemiş olmama şaşırıyordum.
Yazar, eline kalemi almış ve benim için yeniden yazmaya başlamıştı sanki. Son, diye bitirdiği hikâyemi yarım bırakmak gelmemiş içinden de devam ettiriyor gibi... Mutsuz ve aşksız bir sonun romanlara yakışmadığını biliyor olmalı ki, mutlu son için kolları sıvamış gibiydi...
***
Bakışlarımı boğazın eşsiz güzelliğinden çekip karşımda oturan arkadaşıma çevirdim. Elinde tuttuğu kupayı parmakları ile sarmış, sıcak çikolatasına doğru usulca üflüyordu. Ellerini, kupanın sıcaklığından faydalanarak ısıtmaya çalıştığını anlayabiliyordum.
"Kırk yıl düşünsem Akif'in bir başka kadınla olabileceği aklıma gelmezdi." Derken düşünceli görünüyordu.
Kahvemden bir yudum aldım. Bu hayatta ne olmaz dediysem başıma geldiği için artık her şeye açık biri olmuştum. Ama bu bile karşılaştıklarımın beni yaralamasını engelleyemiyordu.
"Herkesten her şeyi beklemeye başladım..." dedim biraz düşünceli.
"Akif'in kaprislerine katlanabilen tek insandın. Ben bu sebepten başkasıyla olamaz, kıymetini de anlar diyordum ama öyle olmuyormuş demek ki." Derken ifadesi biraz sertleşti.
Omuz silktim. İnsan âşık olunca gözü hiçbirini görmüyordu, aşk bittikten sonra fark ediyordu çoğu şeyi. Ben de o hesap işte...
"Demek ki tek değilmişim." Dedim bu sefer.
Sanem, oturduğu yerde dikleşti. Ellerini masaya yerleştirip biraz eğildi ve dikkatle gözlerimin içine baktı. Orada ne görmeyi umduğunu bilmiyordum ama gözleri parladı.
"Kıskanmıyorsun," dedi hemen sonrasında büyük bir mutlulukla. "Demek ki gerçekten senin içindeki o koca aşkı öldürmeyi başarmış!"
Acı bir gülümseme döküldü dudaklarımdan. Başarmıştı tabi yoksa hangi kadın yuvasını bozmak gibi bir harekette bulunurdu? İçimde ölen öleneydi. Öyle çok şeyi öldürmüştü ki, ben hangi birinin yasını tutacağımı şaşırmıştım. Çabalamıştım da tüm bunlara rağmen kurtarmak için savaşmak istemiştim ama bazı savaşlar tek başına verilemezdi!
"Boşanma kararını her şey bittiği gün verdim, Sanem. Bir kadın gidiyorsa artık savaşabileceği bir şey kalmadığı içindir."
Başını ağır ağır olumlu anlamda salladı. Güzel giden bir ilişkisini o da aynı sebepten sonlandırma kararı almıştı. Tek başına savaşmaktan daha fazla yoran hiçbir şey yoktu.
"Sizin komşuyu gördüğü anki surat ifadesini görmeyi çok isterdim," derken keyiflendi. "Her zaman ondan başkasını sevemeyeceğine inandığından, bu kadar kolay gördüğünden yaptı onca şımarıklığı. Senin gidebileceğine o kadar inanmıyordu ki, her şeye sırf sevdiğin için katlanacağını sanıyordu fakat öyle bir bitirdin ki hâlâ kendine gelemediğine yemin edebilirim!"
Gülümsemem genişledi. Gerçekten o ifadesi tabloluktu. Yıllarca onu sevmiş kadının bir başka adamı yüreğine alabileceğine hiç inanmamıştı zaten. Dünyada sanki tek o varmışçasına bir özveri ile onu sevdiğimden olsa gerek, her şeye rağmen yine de onu severim sanmıştı ama yanılmıştı. Bir yere kadar tek başına severdi kadın. O son durak geldiğinde ise karşı yola geçer ve gerisin geri dönerdi o yoldan.
"Çünkü sevmek yetmiyormuş..." dedim mırıl mırıl bir sesle.
"Sevmek yetseydi..."
Cümlesini tamamlamadı ama ben ne demek istediğini anladım. Sevmek yetseydi, bitirmezdik. O çok sevdiğimiz, tüm dünyayı karşımıza almayı göze aldığımız adamları ardımızda bırakarak gitmezdik. Ama bitiyordu da gidiyorduk da...
"Komşundan bahsetsene, nasıl biri?" dedi bir anda durduk yere.
Bakışlarım şüpheyle üstünde dolaştı. Gerçekten bazen beni dehşete düşürüyordu. Dudaklarındaki imalı gülüş, bakışlarındaki o çapkın eda görülmeye değerdi.
"Tanışamadık ki... Yani tam bilmiyorum."
"Tipinden bahset sen, canım." Dedi göz kırparken.
Yüzümü saran sıcaklığı o anda hissettim. Buz gibi esen rüzgâra meydan okuyordu resmen.
"Sanem..." dedim utancımı saklayamazken.
"Meva!" dedi heyecanla. "Kızım sen kızarıyorsun!"
"Saçmalama..." dedim kendimin bile duyamadığı bir ses tonuyla.
"Hemen bana ondan bahset!" dedi hararetle.
Elimdeki bardağı masaya koyup gözlerimi yumdum. Ellerimle yüzümü yelpazelemek dürtüsüyle dolsam da bunu yapamazdım. Sanem'in ima dolu sözcüklerini şu anda kaldırabileceğimi pek zannetmiyordum.
"Uzun boylu, yapılı bir adam. Saçları koyu kumral, gözleri siyaha yakın bir renk. Başka bir şey hatırlamıyorum..." dedim sesim her kelimemde kısılırken.
"Daha ne olsun!" dedi heyecanla arkadaşım. "Asansöre birlikte bindiğiniz anı detaylı anlat şimdi."
Ve anlattım. Sohbetimizin başında bu anı yaşamamak için üstün körü geçmiştim fakat Sanem yine bir yerden yakalamış ve beni sıkıştırmayı başarmıştı. Detayları duydukça da oldukça memnun kalmıştı. Gözlerimin içine mutlulukla bakıyordu.
"En kısa zamanda sana gelmeli ve bu utana sıkıla anlattığın adamı görmeliyim!" dedi deli dolu bir sesle.
"Beni mahvediyorsun..." dedim bezmişlikle.
"Sen mahvolmuşsun zaten canım arkadaşım, sen yanmışsın hatta!"
Uzun uzun sohbet etmiştik. Sanem'in kendi aşk hayatında ne kadar başarısız olduğunu unutarak bana verdiği bin bir nasihati de dinlemiştim. Kendimi kapatmamamı, bir anne bile olsam sevmeye ve sevilmeye hakkım olduğunu, insanların ne dediğinin öneminin olmadığını ve buna benzer onlarca cümleyi defalarca kez söyledi anlamamamdan korkuyormuş gibi. Bunları çok düşünen birisi değildim ama yine de duymamak için dikkatli davranmaya çalışırdım.
Boşanmış ve çocuklu bir kadın olduğum için toplumsal yargılardan korkmuyordum. Bu normaldi, herkes anlaşmak zorunda değildi. İkinci bir evlilik yapan onlarca insan vardı. Bazen doğru olanı ilkte bulamayabilirdi insan elbette...
İlerleyen saatlerde Sanem ile ayrıldık. Evime yakın bir semtte oturduğumuz için eve gitmem de kolay oldu. Arabadan indiğim sırada biraz ileride park etmiş olan Akif'i gördüm. Eve gelmeden önce araması konusunda anlaştığımızı sanıyordum.
Arabamı kilitleyip usulca onlara doğru ilerledim. Kızım hâlâ arabadayken kendisi indi. Kapıyı usulca kapattıktan sonra hemen yanında durdu. Biraz daha ilerleyip yakın bir yerde durdum.
"İyi akşamlar, gelmeden arayacaktınız." Dedim imalı bir sesle.
"Unutmuşuz," dedi aynı ima dolu sesle.
Tek kaşım kendiliğinden havalandı.
"Sorumluluk konusunun hâlâ üstüne çalışıyorsun sanırım," dedim dişlerimin arasından.
Bu nasıl bir pervasızlıktı? Koskoca adamdı, neden hâlâ ne yapması gerektiğini başkalarından duymaya ihtiyaç duyuyordu ki?
"Fazla şıksın, Meva." Dedi bir anda. Hayretle yüzüne bakakaldım. "Nereden böyle?"
Suratım nasıl bir ifade aldı bilmiyordum ama sorusu karşısında gerçekten öfkem bir anda beynime sıçramıştı. Ne demekti bu?
"Bir yıl oldu," dedim o an.
"Anlamadım?" dedi şaşırarak.
"Bir yıl oldu, biz boşanalı."
Sözlerim ile irkildi. Sanırım bunu unutuyordu arada!
"Boşanmamız ile konumuzun ne alakası var?" dedi.
Sesinde öfke vardı. Suçlayıcı ve iğneleyiciydi. Gerçekten hakkının olduğunu düşünmesi ise komikti.
"Birbirimizin hayatı bizi ilgilendirmiyor, alakası bu Akif." Dedim dümdüz bir sesle. "Kızının hayatında olmaya devam edeceksin, benim değil!"
"Hayatından hiç düşünmeden çıkarıp attın zaten beni..." diye başladığı esnada bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.
Bu konuları hiç sesli konuşmadığımızı o an fark ettim.
"Hiç düşünmeden?" dedim öfke ile. "Akif, seninle bu konu hakkında daha fazla konuşmayacağım..."
"Daha fazla mı? Sen benimle neden boşanmak istediğini bile konuşmadın zaten. Geldin, boşanalım dedin ve ben de tamam dedim..."
"Ne zaman savaştın ki Akif?" dedim bir anda içimde patlayan öfke ile. "Sen ne zaman bu ilişki için savaştın ki beni hiç düşünmeden bu kararı almak ile suçlayabilirsin? Ben resmi olarak boşanalım dedim çünkü sen iki sene öncesinde çoktan çıkıp gitmiştin o evden. Ben bedeninin de mahkûmiyetini bitirdim yalnızca! Özgürlüğüne kavuşmana yardım ettim!"
Şokla kalakaldı öylece karşımda. Diyecek bir şeyinin olmaması normaldi, ona ne yaptığını hiç söylememiştim. O ruhsuz bir beden olarak evin içinde gezerken onu karşıma alıp, sorunların birlikte üstesinden gelebileceğimizi, çözebileceğimizi tekrarlardım hep ama demezdim ki sen şöylesin ya da böylesin. Ona daima yapıcı olarak gitmeye çalışmış, kırmadan bir şeylerin farkına varmasını istemiştim ama olmamıştı. Ben de prangalarından kurtarıp onu özgür bırakmıştım yalnızca!
Gözlerim İpek'e kaydığı an ağladığını görerek vurgun yedim resmen. Gözlerime yaşlar hücum ederken atik bir hareketle arabanın önünden dolaşıp onun olduğu tarafın kapısını açtım.
"Kızım..." dedi kemerini açıp kucağıma alırken. "Annem..."
"Anne..." dedi sıkıca sarılırken.
Seslerimiz onu korkutmuş olmalıydı. Evliyken bile böyle bir ana şahit olmamışken şimdi böyle görmesi beni kahretti. Kendimi kaybedip böylesine pervasızca davrandığım için bin pişman oldum. Bir anne olduğumu ve arabada kızım olduğunu unuttuğum için kendime küfürler ettim.
"Meleğim..." diyerek yanımıza geldi Akif. "Neden ağlıyorsun güzel kızım?"
"Anne bağırma..." dedi acı dolu bir sesle.
Kendimi tokatlama isteği ile dolup taştım.
"Ben hallederim." Dedim Akif'e bakarak.
Kızımı kollarıma alıp binaya yöneldim. Bahçe kapısından içeri girip apartman girişine yöneldim. Elimde tuttuğum anahtar ile kapıyı açarken bir yandan da kızımı sakinleştirmeye çalışıyordum. Ona bunu yaşattığım için kendimi asla affedemeyecektim.
Asansöre bindiğimizde onu sakinleştirebilmek için her yolu deniyordum ama başını omzuma koymuş, gözlerini yummuş ve ağlamaya devam ediyordu. Uykusunun olduğu da aşikârdı, bu kadar etkilenmesinin bir diğer sebebi de bu olmalıydı.
"Annem, bir şey yok. Yalnızca konuşuyorduk babanla, neden böyle korktun?"
"Üzülme anne," dedi benden beklenilecek bir olgunlukla. "Ben seni hiç üzmeyeceğim."
Ah yavrum, melek kalplim...
"Sen üzülürsen ben çok üzülürüm, bebeğim. Üzülme olur mu?"
Asansörden indiğimiz sırada sakinleşmişti neyse ki. Başını olumlu anlamda sallayıp sessizleşti. Derin bir nefes alıp evin kapısına yöneldim. Kapının anahtar deliğine anahtarı yerleştirmeye çalıştığım esnada elimden düşmesi ile gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. İpek, çoktan omzumda uyuklamıştı bile. Onu sarsmamaya özen göstererek eğildim ve anahtarı elime alıp yeniden doğruldum.
Gözlerimdeki yaşların bulanık görmemle ve beni zorlamasıydı sebebi, farkındaydım. Kendime kızmadan edemiyordum. Onca zaman susup şimdi bunları söylemenin ne anlamı vardı sahiden?
"Her şey yolunda mı, kızım?"
Düşüncelerime dalmışken arkamdan açılan kapının sesini de işitmemiştim. Anahtarı yuvasına yerleştirmeyi başardığım esnada usulca arkamı döndüm.
"Evet, teşekkürler." Dedim tebessüm etmeye çalışırken.
"Ağlıyor musun?" diyen kadın ile neye uğradığımı şaşırdım.
Gözlerim dolmuştu ama ağladığımı asla fark etmemiştim. Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece kadının suratına baktığım esnada dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Elimle ağzımı kapattıktan sonra gözlerimi yumup kızımı sarsmamak için direnirken kendimi dizginlemeye çalıştım.
Kadın telaşla ev terliklerinin ayağında oluşunu umursamadan yanıma geldi. Önce kucağımdan kızımı aldı. Ardından beni de kolumdan tuttuğu gibi evine götürdü. Salonun ikili koltuğuna İpek'i yatırdığını, üstünü örttüğünü yarım yamalak hatırlıyordum. Başımı ellerim arasına alarak dudaklarımı birbirine bastırıp içli içli ağladım. En son ne zaman böylesine ağladığımı hatırlamıyordum bile. Dün, hayatında birinin olduğunu öğrendiğim zaman bile böylesine üzülmemiştim. Geçmişin acı hatıraları zihnime balyozla vururken kendime hâkim olamıyordum. O dönemde öyle çok sıkmıştım öyle çok susturmuştum ki kendimi, şimdi taşıyordum sanırım.
Elinde, bitki çayı olduğunu kokusundan anladığım bir kupayla yanıma geldi Tülin Hanım. Yanıma otururken önümüzdeki sehpaya bardakları koydu.
"Kusura bakma kızım, sesinizi duyunca camdan baktığımda gördüm. Sanırım eşinle tartıştınız..." dedi sırtımı anaç bir tavır ile okşarken. "Olur öyle..."
"Boşandık biz..." dedim iç çekişlerimin arasında. "İçimde kalanların ufak bir dökülüşüydü, kusura bakmayın lütfen."
"Olur mu öyle şey kızım?" dedi ardından sehpadaki bardağı alıp ellerime uzattı.
Bardağı alıp bir yudum içtim. Melisa çayı, sinirlerimi yatıştırması için yapmış olmalıydı. Minnetle baktım Tülin Hanımın çehresine.
"Benim Bey, yıllar önce göçtü gitti bu dünyadan ama bazen aklıma gelir de tartışmalarımız hâlâ ne kadar kırgın olduğumu hissederim. Bazı yaralar kapanmaz kızım, iyi bilirim..." derken o da çayından bir yudum aldı. "Dök içini, susma. Ben söyleyemediklerim için hâlâ pişmanlık duyuyorum. Allah rahmet eylesin, çok iyi birisiydi eşim ama bazen çileden çıkartırdı insanı."
İstemsizce gülümserken buldum kendimi.
"Çok teşekkür ederim," dedim minnettar bir sesle.
"Tülin Teyzen her zaman burada kızım, insan tanıdıklarındansa tanımadığı ile daha güzel dertleşir. Ne zaman istersen çal kapımı, her zaman dinlerim seni."
Bir süre daha orada sohbet ettik. Ardından yarın iş, okul olduğundan ben müsaade isteyerek ayaklandım. İpek'i usulca kucağıma aldım. Evin dış kapısının önünde durdum, Tülin Teyze kapıyı açtı ve tam o esnada çarptı gözlerim kapkara bir kuyuyu andıran harelere. Her karşılaşmamızda olduğu gibi sanki zaman yavaşladı.
Dağılmış bir halde olduğumdan hızlıca gözlerimi kaçırdım. Kucağımda İpek'le çokta beklemeyeyim dedim ve harekete geçtim.
"Yeniden çok teşekkürler, Tülin Teyze."
"Her zaman gel kızım," dedikten sonra oğluna döndü. "Bu saatte buralara gelir miydin oğlum sen?"
"Telefonumun şarjını unutmuşum," dedi gözleri hâlâ benim üstümdeyken. "Bir de Meva Hanımın anahtarı kapısının üstünde kalmış. Kapınızı çaldım çaldım ama açılmayınca bir şey olmasın diye anneme teslim edecektim. Buradaymışsınız zaten..."
Son sözcükleri söylerken dudaklarında haylaz bir tebessüm belirdi. Sabahkinin aksine bir hayli resmi konuştuğu gözümden kaçmadı.
"Unutmuşuz onu hengamede," diye mırıldandı Tülin Teyze. "Neyse ki sen bulmuşsun."
"Ne hengamesi, bir şey mi oldu?" derken bakışları annesinden hışımla bana döndü. "Bir sorun mu var?"
"Kadın kadına dertleştik, sana ne sıpa!" dedi koskoca adama benim yanımda ve şaşkınlıkla öylece kalakaldım. "Tutma daha fazla Meva Kızımı, yarın erkenci o."
"Yardımcı olayım," dediği an dehşete kapıldım.
Tülin Teyze ile aynı anda ona şaşkınlıkla bakakaldık fakat pek önemsemedi. Elindeki anahtarı annesinin kucağına resmen fırlattıktan sonra kollarımda uyuyan İpek'e yöneldi. Dehşetten ne yapacağımı bilemedim. Büyük bir şefkat ile kızımı kollarının arasına alışını izledim öylece.
Tülin Teyze sonraki an elime anahtarı verdi. Oğluna garip bir bakış attıktan sonra, "Sen de kapıyı aç kızım," dedi.
Dediğini ikiletmedim. Ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve önden ilerledim. Evimin kapısını açıp ayakkabılarımı çıkarttım. Onları içeri aldıktan sonra kucağında kızımla eve giren adama yolu göstermek için önden önden gittim.
İpek'in odasına girip yatağının yanına geldiğimde elimle işaret ettim. Tek kelime etmeden kızımı dikkatlice yatağına yardı ve üstünü güzelce örttü. İşini tamamlayıp benden tarafa döndüğünde ise göz göze geldik. O an onun da ben kadar şaşkın bir şekilde baktığını fark ettim. Daha yeni ne yaptığını idrak eder gibi bir hali vardı.
"Teşekkürler," dedim fısıldayarak.
Başını eğerek karşılık verdi. Ardından odadan koridora çıktık. Önden ilerlerken bende arkasından gittim. Kapıdan yolcu etmekti niyetim. Bir anda koridorun ortasında durması ile şaşırdım. Bakışlarım büyük bir merakla ona sabitlendi. Bana döndü ve dikkatlice baktı.
"O adam mı bir şey yaptı?" dedi daha ne kadar şaşırabileceğimi ben bile bilmezken.
"Ne?" dedim afallayarak.
"İpek'i mi incitti?" dedi bu sefer de beni dehşete düşürürken.
"Tabi ki de hayır!" derken ne yaptığımın farkında bile değildim.
"Seni incitmiş..." dediği an sanki on bin yerimden bıçaklandım.
Bunu onun dudaklarının arasından dökülen kelamlarda işitmek beni paramparça etti. Gözlerime hücum etti yaşlar. Çehresine bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Kollarım, teselli etmek ister gibi bedenimi sarmış, gözlerim yaşlarla dolu çehresine baktığım anda çenesinin gerildiğini hissettim.
"Bir sorun olursa ya da sana bir zarar verirse bize söylemen yeterli. Hiç kimse bu mahallenin sakinini incitemez!"
"Biraz geç kaldınız..." diye mırıldandım gayriihtiyari.
Sözlerimle kalakaldı. Gecenin karası sinmiş gözlerinde samimi üzüntüsünü görebildim. Ben de kendime aynen böyle üzülüyordum işte.
"Bundan sonrası için buradayız."
Dudaklarımda bir tebessüm belirmesine engel olamadım.
"Kendim halledebilirim," dedim yumuşak bir sesle.
"Mahalledeki herkes önce Allah'a sonra bize emanettir, Meva Hanım. Bu artık hem İpek hem de sizin için geçerli. Annemin bile kayıtsız kalamadığı bir durumda benim öylece izlememi kimse beklemez." Dedi oldukça ciddi bir sesle.
"Mahallenin abisi misiniz?" dedim merakla.
"Abisi, oğlu, kardeşi... Bu mahalledekilerin huzuru için çabalayan delikanlılardan yalnızca birisi. Herkes birbirini tanır ve bilir. Oldukça samimi bir şekilde büyüdük, elbette yardımcı olabileceğimiz her durum için buradayız." Diye açıkladı.
Ciddi olduğunu hiç düşünmemiştim oysaki ama gerçekten öyle olduğunu direkt onun ağzından duymuştum işte. Böyle birbirine bağlı komşuların kaldığını bilmezdim. Ben sakin, güvenli ve kiraları daha uygun diye burasını seçmiştim ama beklentilerimin üstünde bir yer vardı demek ki...
"Teşekkürler," diye mırıldandım.
"İyi geceler." Diyerek karşılık verdi.
O evimden çıkarken ardından öylece baktım. Şimdi kimse en yakınını bile düşünmezken kan bağının dahi olmadığı kimseleri düşünenlerin olduğunu görmek şaşırtıcıydı...