YÜREĞİME DOĞ (Tamamlandı)

YÜREĞİME DOĞ (Tamamlandı)

book_age18+
1.2K
FOLLOW
5.9K
READ
second chance
drama
actor
like
intro-logo
Blurb

Hiç bitmeyecek sandığımız günler vardır biterler,

Hiç dinmeyecek sandığımız fırtınalarda dinerler,

Ve asla yaşayamayacağımızı sandığımız duygular vardır, aniden kapımızı çalan.

*****

Simay, sert adımlar atan sert bir kadındı, yumuşak kumların üstünde yüreğinin de yumuşayacağını bilmeden, kararlılıkla yürüyordu kendi yolunda…

Borkan, nasıl ve ne kadar değişebileceğini hayal bile edemediği katı kuralların içinden çıktı Simay’ın yoluna.

Bu iki birbirine benzemez insan, nasıl oldu da film gibi bir öykü yarattılar birlikte?

Cevabı bu kitabın içinde…

*****

“Okyanusun ortasında iki yabancı gemiydik. Kendi rotamızda giderken fırtına çıktı, yanyana geldik. Kurtulmak için birbirimize yardım etmek zorundaydık, yoksa batacaktık.”

ic_default
chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM
YAZARIN NOTU: Kitap olarak basılan eserimdir. Basımı tükendiği için okurlarımın çoğu kitabı alamadı. Bu yüzden yayınlıyorum. İleride tekrar kitap olarak basılabilir bu yüzden zamanı gelince kaldırabilirim. Buyurun Simay ve Borkan’ın hikâyesine… KEYİFLİ OKUMALAR   YÜREĞİME DOĞ   BERRİN KARAPINAR Hiç bitmeyecek sandığımız günler vardır biterler, Hiç dinmeyecek sandığımız fırtınalarda dinerler, Ve asla yaşayamayacağımızı sandığımız duygular vardır, aniden kapımızı çalan. ***** Simay, sert adımlar atan sert bir kadındı, yumuşak kumların üstünde yüreğinin de yumuşayacağını bilmeden, kararlılıkla yürüyordu kendi yolunda… Borkan, nasıl ve ne kadar değişebileceğini hayal bile edemediği katı kuralların içinden çıktı Simay’ın yoluna. Bu iki birbirine benzemez insan, nasıl oldu da film gibi bir öykü yarattılar birlikte? Cevabı bu kitabın içinde… ***** “Okyanusun ortasında iki yabancı gemiydik. Kendi rotamızda giderken fırtına çıktı, yanyana geldik. Kurtulmak için birbirimize yardım etmek zorundaydık, yoksa batacaktık.” GİRİŞ Hançeri her zamankinden daha fazla nefret ettiğim adamın göğsüne dayadım. “Bana parmağının ucunu sürecek olursan saplamakta bir an dahi tereddüt etmem.” Yüzüme bile bakmadan, küçük bir kasnağın üzerinde duran devasa sinideki üzümlere uzandı, birini koparıp ağzına attı. “Geceyi sonlandırmamızı bekliyorlar.” Ses tonu hiç değişmemişti. Alaycı ve ukala… Göğsüne dayadığım hançeri görmüyor gibi davranıyordu. Tavrına sinir olmaya başlamıştım, biraz daha ittim. Beyaz gömleğinde kan belirdi. “Umurumda mı sanıyorsun bu belayı başıma açan sensin, temizlemesi de sana düşer” Kılı bile kıpırdamamıştı,“Benim suçum olmadığını sen de biliyorsun.” diyerek ikinci üzüm salkımına uzandı. Ayağımla siniyi devirdim. Üzümler yerlere dağıldı, bana değil dağılan üzümlere bakıyordu. “Yazık ettin çok lezzetliydiler.” “Ben hiçbir şey bilmiyorum. Tek bildiğim, benim yerime öteki kızı seçmen gerektiğiydi. Bilerek beni işaret ettin.” “Yanlışın var seni önüme atan büyükbabandı, seni seçmem için zorlayan oydu.” Hançeri göğsüne biraz daha bastırdım, kan lekesi genişlemeye başlamıştı… Taş gibi hareketsizdi tek bir kası bile oynamıyor, karşılık vermiyordu. “Senden nefret ediyorum. Seni öldürmemem için bir sebep söyle.”  “Beni öldürdüğün anda kendini de öldürmüş olursun. Tabi bunu başarabilirsen...” Birden, ne olduğumu anlamadan, bileğimden tuttuğu gibi çevirdi. “Kesici aletlerle oynamamalısın, bir yerini kesersin sonra, canın yanar.” Alaycı sesi, yüzündeki küçümseyen ifadeye eşlik ediyordu. Bileğime o kadar çok baskı yapıyordu ki, parmaklarım kendiliğinden açılınca hayretle çığlık attım. “Bu çok iyi, dışarıdakiler görevimi tamamladığımı düşünecekler.” Yüzündeki iğrenç sırıtıştan nefret ediyordum. “Pislik herif!” Hançeri ayağıyla uzağa itti, kapmak için hamle yaptığımda bedenini üzerime iyice bastırdı. “Bir kadın kocasına saygılı olmalı.” “Sen benim kocam değilsin, asla olmayacaksın.” Saçlarımı sıkıca bileğine dolayıp başımı geri çekti. “Sebep sorumuştun ya Simay, sen sebebini çok iyi biliyorsun.” “Senden nefret ettiğimden başka bir şey bildiğim yok.” diyerek dizimi kasıklarına geçirdim, öfkeyle homurdanarak iki büklüm oldu. Umduğum kadar sert vuramadığımı, kolumdan tutulup yerde yapılmış olan zifaf yatağının üzerine savrulunca anlamış oldum. Hızla doğruldum. Üzerime giydirdikleri saçma sapan ipek giysiler hareketlerimi engelliyordu. Eteğin ucundan tutup yırtınca rahatlamıştım, ters dönüp bacağımı yukarı kaldırarak yüzüne savurdum. “Bacakların çok güzelmiş.” Ayak bileğimden yakaladı, tekrar yatağın üzerine düşürdü. Hızlı tekmeme hazır değildi, karnına tüm gücümle vurdum. Ne yazık ki ayağımdaki ipek, patiksi ayakkabıların tabanları sert değildi. Bir an duraksayarak üzerime oturdu, tırnaklarımla yüzüne saldırmaya çalıştım, bileklerimi bir araya getirip yatağın yanındaki kordona doladı. “Ne o beceremeyeceğini anladın, bağlayarak mı emeline kavuşacaksın. Sen erkek misin ha erkek misin?” Altından kurtulmak için kıvranıyor ağır vücuduyla baş edemiyordum. Verdikleri ilaç ne zıkkımsa vücudum hâlâ uyuşuktu, gücümü tam anlamıyla toplayamıyordum. Bir eliyle çenemi tuttu, sıktı.  “Bana alışmak zorundasın.” “Asla, senden tiksiniyorum.” “Ben de senden.” “İyi o zaman boşa beni, bırak gideyim.” “Bu şimdilik imkânsız...” Üzerimden kalkarak duvara yaslandı elini göğsüne götürdü, parmağına bulaşan kana baktı.  “Niye saplamadın?” “Kendi ülkemde olsaydım, seni çoktan öldürmüştüm.” Birden ayağa kalktı, gömleğini çıkardı… “Sakın prens bozması, sakın aklına geleni yapma, yemin olsun ilk fırsatta hayalarını keserim. Ölmeyi bile umursamam.” Yatağın yanına geldi, hızla altımdaki çarşafı çekip göğsüne bastırdı. Köşede duran dolabın yanına gidip yeni bir gömlek alarak üzerine geçirdi. “Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” Sanki beni duymuyordu. “Borkan, ne yapıyorsun dedim.” “Kapa çeneni, yoksa ağzını da bağlayacağım.” Kapıya gitti biraz araladı, elindeki çarşafı dışarı uzattı. “Hanımınızın dedesine götürün. Artık karımdır, bu da kanıtı…” ******  3 AY ÖNCE Yorgundum, kemiklerim bile sızlıyordu. Emniyetten içeri girmeden önce, kahvemi rahat içebilmek için, duvarın kenarına oturdum. Omzum demire değince resmen inledim, piç kurusu herif sıkı çıkmıştı. Koca kıçını yanıma sığıştırmaya çalışan İbrahim’i öfkeyle ittim “Bir rahat bırak.” “Mesai çoktan başladı, amir seni çağırıyor.” “Bir kere çağırmasanız olmaz, sabaha karşı anca uyuyabildim.” Biten kahvemin kâğıt bardağını elimde sıktım, karşımda duran çöp kutusuna attım. Omzumdaki acıyı unutmuş, ıskalamıştım. İbrahim kıkırdadı “Gittikçe çaptan düşüyorsun komiserim.” “Sırtım ağrıyor kolumu incitmişim.” diyerek olayı geçiştirmeye çalıştım. Çömezin bile maskarası olmuştum. İyiydi hoştu da duracağı yeri bilmeyen biriydi. “Önünüze gelene saldırırsanız olacağı buydu, her kuşun eti yenmez.” Ayağa kalktım, zaten yorgundum bir de bu zevzeği çekemeyecektim “Kendine gel, kiminle konuştuğunu unutuyorsun.” İbrahim, ayağa kalkıp hazır ola geçer gibi karşımda durdu. Çömez, polis akademisini daha yeni bitirmişti. Acemi polislere hep iyi davranırdım ama bu gün havamda değildim… “Bardağı yerden al, çöpe at!” “Simay acele et…” “İlk önce bir günaydın de Esen.” Saçlarını savurdu, polis değil güzellik kraliçesi gibi hareket ediyordu. “Günaydın demem senin için bir anlam ifade etmeyeceğinden, konuşup ağzımı yormak istemedim. Ayakta uyuyor gibi bir halin var.” “Aynen dediğinden, koyu bir kahveye daha ihtiyacım var.” “Kalktığından beri kaç kahve içtin?” Konuşamayacaktım elimi kaldırıp orta parmağımı bir olarak gösterdim. Çevremizden geçen erkek mesai arkadaşlarımızdan birkaçı kıkırdadı. “Ne o kızlar birbirinize hareket mi çekiyorsunuz?” Kaşlarımı çatıp kötü kötü bakınca gülüşmeleri kesildi. İçlerinden biri, “Buna da şaka yapılmıyor.” deyince ona da orta parmağımı gösterdim. Her olaya salça olamayacaklarını öğrenmeliydiler. Esen, “Simay’a bulaşılmaz, hadi işinize bakın, şu kızın huyunu bir öğrenemediniz gitti. Üç dört kahve içmeden kendine gelemez.” dedi. En yakındaki makineden kahve koyup uzattı, ilk yudum sanki midemi delmişti. “Kim bu kadar kahve koyuyor ya, sanki zift içiyoruz.” “Biz erkekler, nazik bayanlar gibi bulanık su değil koyu kahve içeriz.” “Erkekliğinizi kahvenizle kanıtlıyorsanız… Bir daha, mide ilacın var mı Simay, dersen acı kahvenin acısını çekmeye devam etmeni tavsiye edeceğim komiserim.” Ofis çok kalabalıktı. Üniformalı ve sivil kıyafetli mesai arkadaşlarımın hareketleri başımı döndürüyordu. “Simay, seninle konuşalım.” “Yine bir olay var dersen gidecek halim yok Erdem, hem amir çağırmış...” “Beş dakikanı almaz, kahveni al terasa çıkalım.” “Niye bu gizlilik, yoksa beni oğluna mı almaya karar verdin?” “Ah keşke büyük olsaydı.” “Yapma Erdem şimdilerde büyük kadın modası var.” “Sen yirmi beş, benim oğlan beş olunca, oldukça büyük oluyorsun.” Terasa çıktık, koruma demirlerine yaslanarak çevreme bakındım. İstanbul’u her zaman çok sevmiştim ama son zamanlarda kalabalığı beni çok fazla yoruyordu. “Anlat bakalım büyük sır neymiş?” “Polat!” “Başına gelenleri duydum, çok üzüldüm. MİT’e istifasını vermiş.” “Büyük başın derdi büyük oluyor.” “Sıkıntısı varsa yardım etmek isterim, Polat’ı çok severim.” “Sevdiğini bildiğim için yardım isteyince aklıma ilk gelen sen oldun.” “Tamam, ne yapıyoruz?” “Neden olduğunu sormayacak mısın?” “Koşulsuz şartsız yardım isteğine koşacağım nadir arkadaşlarımdan biridir.” Bitirdiğim kahve bardağını kapı girişinde duran çöp kovasına fırlattım, tam isabet. “Polat’ın arkadaşını tanırsın, Kerem.” “Yakışıklı Kerem.” “Hemen oğlumdan vazgeçtin bakıyorum.” “Aranızdaki yaş farkı çok dedin kalbimi kırdın.” “Kerem’in sevdiği kadının başı beladaymış. Polat, güvenilir koruma tanıyıp tanımadığımı sordu.” “Korumamı istiyor? Bundan kolay ne var. Takip nerede yapılacak onu söyle.” “Kaş” “Güzel yermiş, tatile ihtiyacım vardı.” “Tek gitmeyeceksin, ben de seninle geleceğim.” “Oldu bil, amire ne söyleyeceksin?” “ Polat telefon açtığında yanındaydım. Haberi var gizli görevle gideceğiz.” “Haa beni ondan çağırttı demek ki. Ne zaman hareket ediyoruz?” “Hemen, sen amirle görüşür görüşmez” Oyalanmanın anlamı yoktu aşağı iner inmez, amirimizin odasının kapısını çaldım.  “Gel Simay,” “Günaydın amirim.” “Günaydın, olayları öğrenmişsindir.” “Öğrendim amirim.” “Çok yorgun görünüyorsun, sana da biraz değişiklik olur diye düşündüm.” “Gerçekten yoruldum, iznimden birkaç gün istemek niyetindeyken bu görev pek isabetli oldu.” “Evine git hazırlan, ne kadar süreceği belli değil.” “Emriniz olur amirim.” “Yerli yersiz kendini tehlikeye atma sakın. Dün gece olanları duydum.” “Ummadığım taş baş yardı, adam Jackie Chan çıktı.” “Bu takip özeldir, Polat’ın ricasını geri çeviremedim.” “Ona yardım etmeyeceğiz de kime edeceğiz” “Dostluğunuzu takdir ediyorum. Hadi şimdi evine git hazırlan, uçak biletlerinizi hemen aldırıyorum. Gece çıkarsınız.” ***** Erkenden eve gitmek canıma minnetti, gecenin uykusuzluğunu bir nebze olsun giderebilirdim. Arabama binerek yola çıktım. Polis olmak çocukluk hayalimdi. Kız çocukları bebeklerle oynarken; ben silahlarla oynar, hayali suçluları kovalar, kendimden büyüklere kafa tutardım. Lise son sınıfta, hangi mesleği seçeceğime henüz karar verememiştim. Bir gün amaçsız bir halde yolda yürürken, adamın birinin boynuma sarılıp silahını başıma dayaması, dönüm noktam olmuştu. Saldırganı etkisiz hale getirip beni kurtaran, Polat’tı. Mesleğinde ilk günüydü. O gün tanışmış, benim ısrarla aramam sayesinde arkadaşlığımızı sürdürmüştük. Polisliğin nasıl bir meslek olduğunu sorup duruyor, başının etini yiyordum. Rehberim olmuştu, onun desteği sayesinde polis akademisine girmiştim. Polat MİT’e geçtiğinde çok üzülmüştüm, zira birlikte çalışma hayallerim suya düşmüştü. Polat gençti yakışıklıydı birçok kişi, buna annem de dâhil, bizi yakıştırsalar da ikimizde biliyorduk ki aramızda kadın erkek ilişkisi yoktu. Daha çok dost, kardeş gibiydik. Seneler içinde bağımızı hiç koparmadık, başım sıkışsa koşacak kişilerin başında olacağından çok emindim. Ben de onun için her şeyi yapardım. Çıkmaz sokaktaki son ev olan küçücük bahçe içindeki binamızda anneannem ve annemlerle birlikte yaşıyorduk. Oyuncak ev gibi görünüşünü her zaman çok sevmiştim… “Simay, niye erken geldin?” Anneannem çok güzel bir kadındı, elli sekiz yaşında olduğuna bin şahit isterdi. Kırklı yaşlarda gibi duruyordu. Bej rengi keten pantolonu, basenlerini kapatan pembe çizgili gömleği ile her zamanki gibi çok şıktı. Bir tutamı bile dağılmamış; aralarında nadir görünen kırlarıyla, açık sarı renkte saçlara sahipti. Başıma ne geldiyse bu saçlardan geldi, diyerek sıkıca topuz yapardı, açık bıraktığını hiç görmemiştim. Saçlarımın renginin anneanneme benzemesini çok isterdim. Benimkiler neredeyse siyahtı… Boyum, gözlerimin laciverte yakın maviliği, saçlarımın gürlüğü ve vücudumun kıvrımlarının benzediğine şükretmem gerektiğini biliyordum. Annemin kızı gibi değil, anneannemin kızı gibi duruyordum. Annem; çok esmer tenli koyu renk saçlı, kahverengi gözlüydü. Boyu da benden kısaydı ve oldukça tombul vücutluydu. “Göreve gideceğim, uyumak için erken geldim.” “Yine mi? Şu polis olma hevesinden kurtulamadın, kadına yakışıyor mu? Evlenemeyeceksin de bu gidişle. Gecesi gündüzü birbirine karışmış kadınla hangi erkek evlenmek ister.” “Ben evlenmek istemediğime göre sorun yok.” “Senin kadarken, on yaşında çocuğum vardı benim.” “Anneanne kendini bana örnek gösteremezsin. Çocuk yaşta evlenmiş, çocuk yaşta annemi doğurmuşsun. Dedeni gördüğüme bin pişman oldum keşke o gün evden çıkmasaydım. Çocuk yaşta hayatım karardı, diyen ben değilim.” “Benim yaşımda evlen, demedim herhalde. Annende on yedi yaşında evlenmeye kalkışınca karşı çıktım ama ne söylesem dinletemedim. Allahtan mutlu oldu da üzülmedim… Başıma gelenlerden sonra bu kelimeyi asla kullanmam.” Anneannemin zayıf tarafını biliyordum, “Arap erkekleri çok hoş ama yaa.”dememle, umduğum tepkiyi alınca kıkırdadım. “Simay cesedimi çiğner öyle gidersin bir Arap erkeğine.” “Öyle deme anneanne şöyle bir şeyh oğlu bulsam fena mı olur? Adamların arabası altınla kaplı… Klozetleri bile altından.” “Paraları batsın onların.” Üzerimi hızlıca değişip yatağıma yattım, çocukluğumdan beri anneannemin anlattıklarını masal gibi dinlerdim. “İyi uykular kızım.” “Gitme anneanne hadi anlat.” “Dinlemekten bıkmadın mı?” “Ninni gibi geliyor.” Elimle yatağımın üstüne vurdum “Anlat.” Yastığı yatağın başına yasladı. Terliklerini çıkarıp, yarı oturur pozisyonda hikâyesine başladı. Sesi ninni söyler gibi geliyordu… ***** “Simay, telefonun çalıyor.” Kan ter içinde yataktan fırladım, anneannemin anlattıklarının etkisinde kalmış olmalıydım ki, rüyamda çıplak ayaklarımla kızgın çöl kumlarının üzerindeydim. Kumlar, ayak tabanlarımı yakıyordu; beyaz uzun elbise giymiş bir adam tarafından, iki elime bağlanmış iple zorla yürütülüyordum. “Ne Araplarmış rüyama bile girdiler. Anneanne, Arap erkeklerinin giydiği beyaz elbisenin ismi neydi?” “Kandura, başlarına örttükleri bezin adı da kefiye. O kaymasın diye bağladıkları halkanın adı da gigel.” “Ooo maşallah bir de adamlara kızmasan ne olur bilmem.” “Kaç sene orada kaldım tabi ki bileceğim, sen niye bu kadar merak ettin anlamadım.” Söylese miydim acaba, rüyamı anlatsam bir daha eskilerden bahsetmezdi. Dinlemek hoşuma gittiğine göre… “Yoo öylesine sordum.” Erdem’in, gelmek üzere olduğunu söylediği telefon konuşması kurtuluşum oldu, hemen duşa girdim. Minik bir valize, rahat kıyafetler koydum. Silahımı, kimliğimi kontrol ettim. Araba kapıya yanaşırken anneanneme öpücük verip yürüdüm. Annemle babam her yaz olduğu gibi tatile gitmişlerdi, üst katın karanlık pencerelerine baktım… Üst kat ve alt kat birbirlerinden ancak bu kadar farklı olurdu. İlgisiz anne baba, üzerime titreyen anneannem… Arabaya binip, kapısını sertçe çektim. Erdem’in “Kırsaydın Simay.” sözüne gülümseyerek karşılık verdim. Adam haklıydı… ***** Dalaman’a indikten sonra, orada bekleyen araçla Kaş’a geçtik… Kerem ve Hasret çiftinin kaldığı otele çok yakın bir pansiyonda yer ayırtılmıştı. Otelde yer bulmak mümkün değildi. Zira Araplar otelin tüm katlarını tutmuşlardı. Burada bile Araplarla karşılaşmak kaderimdi herhalde. Henüz gece devam ettiğinden ikimizde uyumayı tercih etmiştik. Görev ertesi sabah başlıyordu. Kalkar kalkmaz kısa bir duş sonrası odamdan çıktım. Erdem’le hafif bir kahvaltı yapıp buraya gelme nedenimiz olan Hasret ve Kerem çiftini takip etmeye başladık. Birbirlerine bu kadar yakışan bir çift az görülürdü. Her yerde peşlerindeydik. El ele göz göze diz dize. Görülmediklerini sandıkları yerlerde dudak dudağa öpüşüp, koklaşıp duruyorlardı. Kendimi röntgenci gibi hissetmeye başladım, Kerem Hasret’i ağaca yasladı, o ne öpüştü, yanaklarımın kızardığını hissettim ki kolay kolay kızaran tiplerden de değildim. Erdem telefonla konuşmaya başladı.  “Ne o hanımını mı özledin?” “Yok ya bizim oğlanı merak ettim.” “Külâhıma anlat sen bu martavalları, istersen akşam uçağıyla git.” “Simay!” “Dur, dürbünü ver birilerini gördüm gibi… Yok, başka bir çiftmiş, geçip gittiler.” Daha yakından izlemeliydik, yanlarından geçen çift onlara zarar vermek isteseydi verebilirdi. Polat’ı arayıp, olayı tam anlamıyla öğrenmiştik. Hasret’in üvey abisi, Hasret’i öldürmeye çalışırken polis kurşunuyla canından olmuştu. Oğluna çok düşkün olan annesi de o günden sonra ortadan kaybolmuştu. Kadının Hasret’ten intikam alacağı, daha doğrusu onu öldürmeye çalışacağı yönünde ciddi duyumlar vardı. Nihayet ağaçlık alandan ayrılıp düz yolda yürümeye başladılar. Kerem, birden geri dönüp bize doğru koşmaya başlayınca, zannettiğimiz kadar gizli hareket etmediğimizi de anlamış olduk. “Yakalandık ortak.” “Amir duyarsa canımıza okur, diğerleri de alay eder.” “Sen söylemezsen ben söylemem.” dedim ağzıma fermuar çektim… “Anlaştık Simay, benimde ağzım mühürlendi.” Kaçmanın, onları takip etmiyormuş gibi yapmanın anlamı yoktu, bekledik. Kerem nefes nefeseydi. “Keşke bu kadar koşmasaydınız,” deyince, Erdem’in yüzü değişti gülmemek için öksürdü. Kerem’in yüzü öfkeli, biraz ilerimizde duran Hasret ise endişeliydi. “Sakin olun biz Polat’ın arkadaşlarıyız. Koruma olarak burada bulunuyoruz.” “Polat bildirmedi, o kadından her şeyi beklerim kimliklerinizi gösterin.” “Kimliklerimize bakarken Polat’ı ararsanız daha iyi olur. Her kimliğe güvenmemelisiniz.” Kerem dikkatle yüzüme baktı “Sizi bir yerden tanıyor gibiyim.” “Doğrudur, iki dakika gördünüz daha önce. Polat’a evrak teslim etmiştim yanınızda.” Yine de Polat’ı arayıp, koruma olacağını neden söylemediğini sordu. Kendi aralarında olan mevzuuydu. Hasret yanımıza gelmişti beni süzdüğünü biliyordum, ne hikmetse dış görünüşümden dolayı tüm kadınlar beni kendilerine rakip olarak görürlerdi. Samimiyetle gülümsedim bu gülümseme kadınca hisle anlaşılırdı, senin erkeğinde gözüm yok rahatla, gülümsemesiydi. Hasret duygusal mesajımı almıştı. Kerem de durumu anlatınca tedirginliği geçti. “Sizi rahatsız etmeden takipte olacağız Hasret Hanım.” “Lütfen Hasret de, aynı yaşlardayız.” “Sen de bana Simay dersen, olur.” Hep birlikte yürümeye başladık, arada bir Erdem geride kalarak çevreyi gözüyor bir süre sonra görevi ben devralıyordum. Dışarıda fazla dolaşmalarının tehlikeli olduğunu söyleyerek otele dönmeye ikna ettik. Odalarına çıktıklarında sorun yoktu. Yine de hiç kimseye, bu otel çalışanı dahi olsa, bize bildirmeden kapılarını açmamalarını söyledik. Otel kalabalıktı, birçok katı Araplar kapatsa da yine de fazla insan vardı. Havuz kenarındaki şezlonglardan birine uzandım az biraz şekerleme yapabilirdim. Değişik dillerde konuşmalar kulağıma geliyordu. Birçok dil biliyordum; İngilizce, Almanca, kısıtlı olsa da biraz Yunanca… En iyi bildiğim dil Arapçaydı, anneannem ve anlattıkları sayesinde öğrenmiştim… Arapça konuşanlar kim, diye gözümün ucuyla baktım. Kıyafetlerimizle havuz kenarında oturarak biz ne kadar sırıtıyorsak, siyah takım elbiseli adamlar da en az bizim kadar göze batıyorlardı. Araplar seslerini kontrol edemiyorlardı sanki herkes onları dinlemek zorundaymış gibi birbirleriyle bağırarak konuşuyorlar etrafı rahatsız edip etmediklerini umursamıyorlardı. Muhabbetleri, seslerinden de rahatsız ediciydi üstelik. “Keyif çatmakta abilerini geçti.” “Tabi, o karılarla istediğini yaparken biz burada yutkunuyoruz. Karılara bak be hepsi cıbıl cıbıl birkaç tanesini kolundan tutup götüreceksin odaya, sonra…” “Beş karın var hâlâ gözün doymadı mı?” “Bana söyleyene bak on dört yaşında kıza teklif götürdüğünü duydum. Kaçıncı karın olacak?” İğrenç herifler akılları fikirleri kadınlardaydı. “Babası çok para istiyor bu iş bitince kız benim.” “Çok genç değil mi? O seni istiyor mu?” “Kızın fikrini soran kim? Bastırırım parayı alırım kızı. Benden daha iyisini mi bulacak?” “Körpe kız iyidir benim karılar yaşlandı artık en genci yirmi yaşında. Taze birini almak şart oldu. Ben de bakınayım, ya senin kız kaç yaşındaydı?” “On üç.” “Dönünce konuşalım iyice.” Çığlık atmamak için, tırnaklarımı avuçlarımın içine batırdım. Yattığım yerden fırlayıp iki pisiliği tekme tokat dövmemek için kendimi zor tutuyordum. Sanki kadın; çengeldeki et gibi, ayaklarının altındaki değersiz paspas gibi, alınıp satılacak malmış gibi konuşuyorlardı. İki kadın yanlarına gelince toparlandılar, ellerindeki havluları kadınlara uzattılar. “Ben olsam bunları çıplak çıkarmazdım. Bizimki gâvur yerlerinde yaşayınca, aslını bozmuş günahı unutmuş.” Çocuk yaşta kızla evlenmeye çalışmak, kızları kendi isteği dışında kullanmak hayatlarını dört duvar arasında geçirmeye zorlamak, seçme hakkı tanımamak günah değildi sanki. Arapların, sadece Arapların mı dünya yüzünde yaşayan bazı erkeklerin, kadına bu şekilde yaklaşmasından nefret ediyordum. Çalışanları böyleyse efendileri kim bilir nasıldı. Acıkmıştım, “Erdem yemek zamanı geldi uyan artık, üzerimizi değişip gelelim terden patladım.” Kerem’e telefon açıp haber verdik. Bu sıcakta daha rahat kıyafetler giymek vardı da sonuçta vazife başındaydık. Yine rutin kıyafetim olan kotumu giyip, silahımı çantama koydum. Saçlarımı kurutmama bile gerek yoktu, otele geri dönene kadar kurumuşlar iri dalgalarla kıvrılmışlardı. Cebimden lastiğimi çıkarıp saçlarımı atkuyruğu yaptım. Erdem,“Niye hapsedersin güzelim saçlarını bilmem” diyerek hafif yollu saçımı çekti. Eline vurdum, saçlarımı tekrar düzelttim, “Bir şey olursa, koştururken yüzüme gözüme gelmesin diye… Yeterli mi?” Yemek salonu kalabalıktı. Hasret açık büfenin başındaydı, hemen yanına gittim. Tatlıları tabağına dolduruyordu. Beni görünce samimiyetle gülümsedi, “Çikolatalı olanlara dayanamıyorum.” Hasret’e kanım ısınmıştı. “Ben de öyle, her gün tatlı yemeden duramıyorum.”  “Spor yapıyor olmalısın, ben ipin ucunu biraz kaçırsam kesin şişmanlarım.” “Ben de dikkat ediyorum, en güzel yiyecekler zararlı olanlar biliyorum ama yine de vazgeçemiyorum.” “Aynen, bak bundan yedin mi? Vişneli, muhteşem bir tadı var.” “Güzelse ben de alayım,” diyen adam, tabağını burnumun ucuna uzatmıştı, beni çalışanlardan birimi sanmıştı ne… Ters ters baktım, elimle buyurun işareti yaptım. Kadınların kendisine hizmet etmesine alışık tiplerden olmalıydı. Hasret “Simay, istersen birlikte yiyebiliriz.” deyince adamı yok saymak kolay oldu. Teni oldukça koyuydu Araplardan biri olmalıydı. Yanından hemen uzaklaştım… “Sizi rahatsız etmek istemem,” diyerek Hasret’in teklifine cevap verdim. “Nasılsa hep bizi gözleyeceğine göre bari yakınımızda ol.” Birlikte masaya doğru yürümeye başladık. Yüksek sesli konuşmalar duyunca arkama baktım sarışın bir genç, az önce benden hizmet bekleyen adama bağırıyordu… Adamın çevresi birden siyah elbiseli korumaları tarafından sarıldı, nüfuzlu biri olmalıydı… Genç, hemen uzaklaştırıldı. Adam hiçbir şey olmamış gibi, üç kadının olduğu masaya geçip oturdu. Kadınlardan ikisini havuzda görmüştüm. Masamız hemen çaprazlarındaydı… Kadınların sululuklarını, yüksek sesle attıkları kahkahaları, sürekli adama yaslanıp oralarını buralarını sürtmeye çalışmalarını film izler gibi izliyordum. Bu ucuz gösteriyi seyreden sadece ben değildim. Hasret’in kulağına doğru eğilerek “Kimmiş bu?” deyince kıkırdadı, “Gördüğün gibi, haremi olan bir prens, Omar Borkan Al Fayed’miş adı… Arap ülkelerinden olmalı.” “Zaten harem onlara yakışır, doyumsuz insanlar.” “Araplardan hoşlanmıyor musun?” “Çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim, anneannem bunun gibi birinin kurbanı.” “Nasıl yani?” “Annem Arap kökenlidir, dedem anneannemi kaçırmış ülkesine götürmüş. Evliliklerinden kısa süre sonra, bizde adettir diyerek üzerine kuma getirmeye çalışmış. Tabi anneannem asla kabul etmemiş. Annemi alarak Türkiye’ye dönmüş.” “Anneni nasıl bırakmışlar?” “Dedem bırakmak istemese de gelen kumalar peş peşe oğlan çocukları doğurunca. Annemi bırakmakla kalmamış unutmuşlar bile.” Konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım, Erdem de Kerem’le muhabbet ediyordu. Koruduğumuz çift, tam kafa dengimiz çıkmıştı… Sık sık etrafa bakınıyordum, her an bir şeyler olabilir diye diken üzerindeydim. Biraz evvel sorun çıkaran yabancı uyruklu genç, yanında birkaç kişiyle birlikte hızla Borkan denen adamın masasına doğru yürüyorlardı, ellerini ceplerine sokunca yerimden nasıl fırladığımı bilemedim. Polis içgüdüm, hemen harekete geç, demişti. Adamın üzerine atladım ve birlikte yere devrildik. Sağımda solumda patlayan yumurtaları gördüm, silah olmaması içimi rahatlatmıştı.” Pis Araplar” diye İngilizce bağırıyorlardı… Adamın korumaları gençleri itip kakmaya başlayınca, arbede büyüdü, sanki üçüncü dünya savaşındaydık. Gençler elemanların da yardımıyla kısa sürede uzaklaştırıldılar. Doğrulmak için elimi adamın göğsüne yasladığımda sırtımda bir el dolaşıyordu, şaşkınlıkla adamın yüzüne baktım, sırıtıyordu. “Hemen hemen her kadın üzerime atlar ama senin gibisine rastlamadım, biraz ani olmadı mı?” deyince şaşkınlığım daha da arttı… Hızla doğruldum, hâlâ yerde yatıyor beni süzüyordu… Doğrulurken adamın eline sıkıca bastım… Ağzından çıkan acı dolu inlemeyle yüreğim ferahlamıştı. “Seni kurtarmaya çalışanda kabahat.” Adamın biçimli dudakları, çapkın bir gülüşle kıvrıldı“Birkaç yumurtadan ölmezdim.” “Hata ettim ceplerinden çıkanların yumurta olduğunu düşünseydim bırakırdım.” Korumalar, sahiplerinin üzerini temizlemeye çalışıyorlar “Prensim yaranız var mı?” diye hep bir ağızdan konuşuyorlardı. Biraz evvel korkuyla masanın altına saklanan kadınlar telaşla adamın yanına koştular… ‘Bebişim çok korktum, ay benim tırnağım kırılmış, küpemin teki nerede.’ Her kadından ayrı bir ses çıkınca prens bozuntusu eliyle susun işaretini yaptı, kadınlar bir anda sus pus oluverdiler. Kadınlar eğitimli köpekler gibi hemen susunca, yüksek sesle gülmekten kendimi alamadım. Bunun gibilerle; kadınları köle gibi kullananlarla, işim olmazdı, sırtımı döndüm masamıza doğru yürüdüm… Adam kolumdan tuttu, beni kendine çevirdi. Boyu, boyumdan yarım baş kadar uzundu. Araplarda pek görülmeyen bir özellikti bu. Başımı kaldırıp gözlerine baktım hareli yemyeşil gözleri vardı ve bu da değişikti. Yakışıklıydı oldukça yakışıklı, ne yazık ki… “Sen kimsin?” deyince kendime geldim. “Sizi ilgilendiren biri değilim, hareminiz bekliyor.” diyerek, onun kadınlara yaptığı hareketi yaptım. Omar’ın yüzü karardı, hızla yemek salonundan ayrılırken kadınlarla korumaları peşinden koşturuyordu. Nihayet ortalık sakinleşmişti, Kerem “ On bir eylülden beri, tüm yabancıların Arap ülkelerine bakışları değişti.” deyince, Erdem “Sadece Arap ülkelerine mi, halen devam eden katliamlar yüzünden tüm Müslümanlık âlemi zan altında kalıyor.” diyerek devam etti, “Yabancılar kendi yaptıklarını hiç görmezler, her olayı kendi yararlarına çevirirler. Bir grubun suçunu tüm bir ulusa yüklemek, hatta tüm İslam âlemine mal etmek haksızlık.” diyerek muhabbetlerine katıldım, konu siyaset olursa bitmek bilmezdi… Benim Arap’lara olan yargım anneannemin çektiklerinden dolayıydı. “Siyasetçilerin oyunları halkın hırpalanmasına neden oluyor, her neyse bunları düşünerek keyfimizi kaçırmayalım.” diyen Hasret ayağa kalktı “Biraz yorgunum.” Biz de kalkınca oda kontrolü için gelmemize gerek olmadığını, Prensle aynı katta kaldıklarından korunmalarının tam olduğunu söyledi… “Gördük beyzadenin korumalarını, hepsi göstermelik. Gençlerin elinde silah olsaydı şimdi o korudukları paşazade yaşamıyor olurdu.” Kerem’le Hasret odalarına çıkınca biz biraz daha oturduk. Kerem’den havuz kenarına inecekleri mesajı geldi. Biz de içeceklerimizi alarak o tarafa geçtik. Hava uyunmayacak kadar bunaltıcıydı. Geldiler, bizden çok uzak olmayan şezlonglara uzandılar, karanlıkta kaldığımızdan bizi görmemişlerdi. İçgüdülerim alarmdaydı, “Dikkatli ol sanki bu gece olay olacakmış gibi.” Erdem ofladı “Bitse de kurtulsak oğlumu özledim.” “Bana tatil gibi gelen sana eziyet geliyor.” “Çocuğumla karım yanımda olsaydı gelmezdi,” Eş sevgisi, çocuk sevgisi bilmiyordum. Belki ileride seveceğim birine rastlarsam, çocuğum olursa, ben de Erdem gibi düşünecektim. Sustuk, daha fazla dikkat ederek çevreyi kolaçan etmeye başladık. Hava çok güzeldi, yıldızlar çok yakın gözüküyordu. “İyi geceler” diyen sesi duyduğumda doğruldum. O adamdı yine, ama bu kez çevresinde korumalar da kadınlarda yoktu. “Sizi rahatsız ediyorsam gidebilirim” dedi. Sesleri bizim oturduğumuz yere kadar geliyor, konuşmalarını ister istemez duyuyorduk. Kerem “Vakit geçirmek için çıkmıştık, nişanlımın uykusu kaçtı” dedi, adam Kerem’in yanındaki şezlonga oturdu. “Benim de uykum kaçtı bir dolaşayım dedim.” “Korumalarınız nerede?” “Kalabalıktan fenalık geliyor, arada bir kafamı dinlemek için kaçıyorum.” “Kalabalıktan hoşlanmıyorsanız neden bu kadar korumayla, eşle seyahat ediyorsunuz?” “Korumalar, bulunduğum statü için gerekli. Bu akşam gördünüz, olur olmaz yerde tehlikede olabiliyorum. Sadece bunlar gibi protestocular yok, ailemin konumu dolayısıyla edinilen düşmanlar da var.” Sustu iki elini birden, saçından geçirip arkasına yaslandı. “Eşlere gelince onlar karım değil sadece bana eşlik eden kadınlar. Sizi yalnız bırakayım,” diyerek ayağa kalktı. Düşüncesiz adam, sevgililerin yanında uzunca süre oturulmayacağı yeni aklına gelmişti. Havuzun ışığında adamın yüzü çok sıkkın görünüyordu. Hasret “Ülkenizde ne iş yapıyorsunuz?” diye alakasız bir soru sorunca adam tekrar oturdu… Konuşmaya ihtiyacı var gibi duruyordu. “Ana işimiz petrol; yanında inşaat sektörü, hayvancılık, at yetiştiriciliği. Aklınıza ne gelirse...” “İşiniz çok zor olmalı. Ben de inşaat sektöründeyim, Hasret veteriner. Ülkemize gezmeye mi geldiniz?” “Birçok kere gelip gittim, daha çok yatımla gelerek kıyılarınızı dolaştım. Bizim gibiler için sadece kendi ülkemizde değil yabancı ülkelerde bile rahatça hareket etmek hayal.” “Çok para çok dert, sizi çok iyi anlıyorum şu an biz de paradan dolayı bu haldeyiz.” “Nasıl?” “Nişanlımın üvey ailesi sadece para için yapmadığını bırakmadı. Adam kaçırma, cinayete teşebbüs, haneye tecavüz, rehin alma aklınıza ne gelirse yaptılar. Uzun hikâye” Omar güldü “Paranın varlığı da yokluğu da dert. Benimki sadece para kaynaklı değil neredeyse nesiller boyu süren düşmanlıklar mevcut… İki abim öldürüldü, bu yüzden korumalarım bu kadar fazla ve ben neredeyse nefes alamaz hale geldim.” “Başınız sağ olsun, Türkiye’de ne kadar kalacaksınız?” “Burada bir iki gün kafamı dinlemek istedim. İstanbul’a geçeceğim. Bizim için, sizin ülkenizde yatırım yapılacak çok iyi yerler var.” “Ne gibi?” “Kalıcı yatırımlar. Rezidanslar, kuleler, hatta tatil köyleri. Atlarımız çok iyidir at çiftliği açmayı da düşünebilirim.” “Biz de İstanbul’da oturuyoruz… Tanıdıklarım var, bağlantı kurmanızı, görüşme yapmanızı sağlayabilirim. Tatil köyleri yani ufak aile evleri benim alanım… Büyük ölçekli binalar içinde mimar ve mühendisler önerebilirim.” Kerem’i içimden tebrik ettim akıllı adamdı hemen iş bağlantıları için zemin hazırlığı yapıvermişti. “Neden olmasın… Size özel numaramı vereyim en kısa sürede görüşelim. Nişanlınız uyukluyor.”  “Az olay atlatmadı, çok yorgun, onu kaybedeceğimi düşündükçe ölüyorum sandım.” “Bir kadını ölesiye sevmek bana çok uzak.” “Ben de sizin gibi düşünüyordum, şimdi canımı istese veririm.” “Âşık olmak güzel olmalı.” “Hem de nasıl. Hayatım boyunca hissettiğim en güzel duygular.” Aşk konusu beni sarmıyordu. Biraz ilerimizdeki temizlikçi kadının hareketleri dikkatimi çekti, bu kadar geç saatte ne işi vardı. “Erdem fırla bu beklediğimiz kadın olmalı.” Hızla harekete geçtiğimiz anda, kadının, silahını çıkarıp Hasret’lerin olduğu tarafa doğru ateş ettiğini gördüm “Kendinizi koruyun.” diye bağırdım. Kadın, “Öldüreceğim seni orospu,” diye bağırıyordu. Yakınlaşmıştım “Silahını at” diye uyardım. Beni duymamış gibi peş peşe ateş ediyordu. “Tülin, konuşarak bu işi çözebiliriz, silahını bırak.” Kadın sesime döndü ateş etti kolumun yandığını hissettim, günah benden gitmişti. Ateş ettim… Peş peşe atılan kurşunlar ve ardından derin sessizlik… “Siz iyi misiniz yaralanan oldu mu?” diye bağırdım… Kerem “Yok,” dedi içim rahatladı, kolumu tutarak dizlerimin üzerine çöktüm. Parmaklarımın arasından kan sızmaya başladı. Tülin yüz üstü yatıyordu etrafı kan gölü olmuştu. “Sen yaralanmışsın.” Borkan yanıma diz çökmüştü. “Bilmediğim bir şey söyle.” diyerek ayağa kalkıp kolumu tutan elini ittim. Erdem yerde yatan kadının şah damarına parmaklarını koydu “Ölmüş.” dedi, Hasret kadının yanına diz çöktü…“Neden, neden annem olamadın. Neden para senin için bu kadar önemliydi? Değdi mi ha yaptıklarına değdi mi?” Hıçkırarak ağlıyordu, Kerem Hasret’e sarılarak yerden kaldırdı. Gelen polis arabalarının, ambulansların ışıkları çevreyi aydınlatmıştı; yanıma doğru yürüdüler. “ Vuruldun mu? Çok üzgünüm.” “Üzülme bu benim işim, hem ufak bir sıyrık. Daha önceden fark etmeliydim, kadını ateş edene kadar tanıyamadım hizmetlilerden sandım. Onların üniformasını giymişti. İlk kurşunu isabet ettirememesine çok sevindim.” Omar Borkan, geçmiş olsun diyerek yanımızdan ayrıldı. Olan bitenden ortalık ayağa kalkmış kadınları ciyaklayarak çevresini sarmışlardı. Birinin beline kolunu dolayıp, birinin omzuna sarılınca “Pislik herif” demekten kendimi alamadım. Ayakta duracak halim kalmamıştı Kerem Hasret’i otele götürürken, Tülin Hanım ceset torbasına konuyordu. Kolum oldukça fazla sızlıyordu, yaram temizlenip ağrı kesici iğne yapılınca hastanede daha fazla kalmak istemedim, pansiyona gelip nasıl uyuduğumu anlamadım. ****

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

AŞKLA BERDEL

read
70.8K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
13.1K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
352.2K
bc

Dilsiz Yürek

read
13.4K
bc

HÜKÜM

read
200.1K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook