Boran
"Tıpkı bu kalbin seni düşündüğü gibi. Senin de bu kalbi benim düşündüğüm gibi düşünmeni istiyorum" dedim ama o büyülü an bozulmuştu çünkü biri bizi görmüştü.
"Firuze" diyen biri hızla bize doğru geliyordu.
Bize koşar adımlarla gelen Firuzenin kardeşi Firdevsti.
Sonrasında "Abla, abim buraya doğru geliyor, sizi böyle görürse yalnış anlar " diyerek yanımıza gelmiş ve Firuzeyi yanımdan götürüp aparmıştı.
Adeta kızı yanımdan kaçırmış ve ben bir şey yapamamıştım. Aslında yapabileceğim çok şey vardı. Fakat Firuzeden öncelikle benim duygularıma karşılık bekliyordum. Ondan bir hamle görmeden bir şey yapamazdım. Evet, ben ona ilk görüşte aşık olmuştum.
Ben Boran Kızılay. Buranın eski sülalerinden olan Emin Kızılayın ikinci oğluydum. Abimin ağa olmak gibi bir niyeti olmadığından babamın yerine ben ağa olacaktım. Ama henüz işleri babam ve abim hallediyordu. Abim şirket işleriyle ilgilenmeyi ağalıktan daha çok severdi. O yüzden ağalığı bana devretmişti. Aslında büyük oğul ağa olurdu, ama abim istemediği için bu iş bana kalmıştı. Ama ben de öncesinde şart koşmuş buralardan 5 yıl önce yani 23 yaşımda çekip gitmiştim. Aslında okumaya gitmiştim. Makine mühendisliyini okumuştum ve bir süre daha İstanbulda yaşayıp öyle buralara gelmiştim.
Mardine geldiğim bir kaç gün olmuştu ve bir gün Harun beni evlerine davet etdi. Söylediğine göre babası Adnan amca beni görmek istiyormuş. Çok severdim kendisini. Ailecek iyi dostdu babalarımız. Hatta şimdiye kadar bazı işleri bile birlikte yapmışlığımız vardır. Çocukken bu konakta az oynamamıştım. Aslında Firuzeyi ilk görüşüm değildi. Çünkü kendisini küçükken, hatta en son 19 yaşında görmüştüm. Hatırladığım kadarıyla okumak için başka şehire gitmişti. Ondan sonra görmemiştim. Ben de ondan bir süre sonra buralardan çıkıp gitmiştim. Tabi nerede okudu, hangi mesleği okudu bilmiyorum.
Ama bu gün eve girdiğimde karşıma aniden çıkması kalbimin adeta yerinden çıkacakmış gibi atmasına sebep olmuştu. Tanımamıştım öncesinde. Bir yerlerden çıkarır gibi olmuş, ama kim olduğunu anlamamıştım. Fakat Harunun kardeşim Firuze diye tanıtması bir yandan içimin kıpır kıpır olmasına sebep olsa da, diğer yandan arkadaşımın kız kardeşine aşık olmak işten değildi. O yüzden bir süre ondan uzak durmuştum. Çünkü onu her düşündüğümde buralara çok ta has olmayan sarı saçları, mavi gözleri, dolgun dudakları aklımdan gitmiyordu. Hele o gözlerinin içine dalıp çıkmamak , o dudakların bir kere tadına bakmak beni mahvediyordu. Kendimi defalarca bu yüzden tenbihlemiş o konağa gitmemiştim. Çünkü bunu aşk olarak değil de, sadece bedenine dokunmak isteği olarak algılamıştım.
Çarşıda onu gördüğüm an ise beynimden vurulmuşa döndüm. Ürkek ceylan gibi bir o tarafa, bir bu tarafa bakınıyordu. Hiç bir şey hatırlamadığı için ona üzülmüştüm. İnsanın bunca yıl yaşadıklarını unutması kadar zor ne ola bilirdi bilmiyorum. Şu an hayata sıfırdan bsşlıyordu. Bir bebek gibi yeniden öğreniyordu her şeyi.
Benim ona baktığımı görünce telaşlanıp elindekileri düşürdü. Hemen yanına gidip toparlamasına yardımcı oldum ve yine kafası göğsüme çarpmıştı. Bu kız bana her dokunduğunda bende ters giden bir şeyler oluyordu. O an anlamıştım. Ben onun bedenini değil, kalbini istiyorum. Tamam bedenini de seviyorum, ama onun kalbinin benim için atmasını istemiştim o an. O ürkek bakan gözlerin sadece bana bakmasını istemiştim. Onunla konuştuğum sırada yanımızdan geçen bazı genç erkekler ona arzu dolu gözlerle baktığında adeta ona bakan gözlerini çıkarmak istemiştim. Fakat Firuzenin onlara değil bana baktığını gördüğümde içimde patlamağa yol alan yanardağ adeta üzerine su dökülmüş gibi olmuş ve az önce olanları unutmuştum. Tabi Harunla küçük kardeşi Firdevs bizim huzur dolu anılarımızı bozmuştu.
O gün zaten dayanamamış Firdevsden numarasını "bilekliğimi kaybetdim, belki Firuze görmüştür" bahanesiyle almıştım. Aslında aşkımı yüz yüze söylemek istemiştim. Ama dayanamamış telefonda yazmıştım. Fakat Firuzeden hiç bir cevap gelmemişti. Ne olumlu, ne de olumsuz bir yönde cevap alamamıştım.
Günler geçmiş ve ben sadece beklemiştim. Artık beklemekten gına geldiği için Harunla bir yol evlerine gelmiştim. Gelmiştim gelmesine de gördüğüm manzara beni daha fazla heyecanlandırmıştı. Firuzenin beyaz tenli olduğuni biliyordum, ama bacaklarını böyle görmek beni fazlasıyla heyecanladırmıştı, fakat sonrasında ben değil de başkası girmiş olsaydı içeri onda ne olurdu diye düşünmüş ve kıskanmış, sinirlenmiştim.
Aslında konağa gelmek amacım onu bir köşeye sıkıştırıp aşk ilanı yapmak ve ondan cevap almak değildi. Sadece görmek istemiştim. Fakat yine bacaklarını dışarıda bırakmış ayaklarını yıkaması ona yanaşmama neden olmuş ve yanına gitmiştim. Utangaç sevdiğim ise beni görünce şaşırmış suyu üserime tutmuştu. Öncesinde aşıktım, şimdiyse sözün gerçek anlamında sırılsıklam aşık olmuştum. Geçen gün yaptıkları gibi bunda da Harunla Firdevs bize mani olmuş. Fazla konuşamamıştık. Ben bu kızla nerede konuşacaktım peki. Bu Harun ve Firdevs ikilisi adeta bizi izliyor gibiydiler. Nerede Firuzeyle konuşsam oradan çıkıveriyorlardı. Allahtan benim ona aşık olduğumu bilmiyorlardı. Bilseler onlardan çekeceğim vardı. Aslında onlardan değil de Harundan çekeceğim vardı. Harunun buna karşı geleceğini biliyordum. Beni kardeşiyle tanıştırmış bense ona ilk görüşte aşık olmuştum. Ama kalbime söz geçirememiştim. Harun iyi bir arkadaştı. Benim halimden anlardı. Her yolu denemeye hazırdım. Yeter ki Firuzeden bir " evet" cevabını alayım.
*****
Firdevs
Aslında Boran abinin ablamdan hoşlandığını anlamıştım. Çarşıda onunla konuşması, numarasını bileklik bahanesiyle istemesi benden kaçmamıştı. Bu konuda tam bir baldız gibiydim. Ama Harun abimden de ablamı korumam gerekiyordu. Öncesinde her işimde bana yardımcı olan ablama şimdi ben yardım edecektim. Çünkü hafızasını kaybetmişti. İlk başlarda annemlere yalan söylüyor diye düşünmüş hastaneye de bu yüzden gitmekte ısrar etmemiştim. Ama geldiğinde gördüğüm beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Doğduğum andan bu yana yani 22 yıldır beni koruyup kollayan ablam şimdi yaşadığımız hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Yine de eskisi gibi iyi geçiniyorduk. Ama eski hatıraların olmaması beni üzüyordu.
Fakat hafızası konusunda bir şeye çok sevinmiştim. O da onu seviyorum diyen Emir şerefsizini unutması içimin yağlarını eritmişti resmen. Öncesinde ona defalarca söylesem de bana kızmış ve " onu seviyorum" demişti. Sonrasında üzerine gitmemiştim. Hiç değilse neler yaptığını biliyordum. Fakat o adamda hoşlanmadığım bazı şeyler vardı. Bir kaç arkadaşım asıl amacının kızlarla yatmak, gününü eğlendirmek olduğunu söylemişti. Ama ablam bunu görmeyecek kadar kör olmuştu. Üstelik kim bilir o gün ablama ne yapmıştı da ablam kendini arabanın üzerine atmıştı. Kesin onun bu işte bir parmağı vardır. Ama kanıtlayacak bir delilim de yoktu. O yüzden susmuş, dile getirmemiştim.
Bildiğim ve duyduğum kadarıyla Boran abi iyi, dürüst, sözüne sadık, mert bir adamdı. Ablama yakışır görünüşteydi üstelik. Belki kolay olmazdı ilişkileri ama olmayacak bir iş te değildi. Fakat ablam hafıza kaybından sonra fazla utangaç olmuştu. Bizlere alışmaya bsşlamıştı, ama bir yerlerde hep bize çekimser davranıyordu. Yaşadıklarını saysam normaldı bence.
Halı yıkadıktan sonra ablam ayaklarımı yuyacağım diyerek bahçe girişinde olan musluğun yanına gitmişti. Açamaz diyerek yanına gitdiğimde gördüğüm manzaraya bakarak gülmüş, hatta fotoğraflarını bile çekmiştim. Boran abi ablamın elini kendi kalbi üzerine koymuş bir şeyler söylüyordu. " Ne kadar da romantik" dedim ağzımın suyunu akıtarak. Ama Harun abimin bura doğru geldiğini gördüğümde istemesem de onların aşk dolu anlarını bozmalı olmuştum. Çünkü ablamı götürüp kaçırmıştım.
Kolundan tutduğum gibi koşarak odama çıkarmıştım.
"Abla, kafayımı yediniz siz. Az daha konağın ortasında aşkınızı ilan etseydiniz. Abimi görmesem ne olurdu biliyormusun?"
"Abim görse ne olurdu?" diye sordu. Bu kadar konuşmamdan sadece bunumu anlamıştı.
" Boran abiyi döver, dışarı atar, seni de odaya kitler biriyle evlenmeni beklerdin"
"Yok artık. Hangi devirdeyiz biz. İstiyorsa bir de dedem yaşında biriyle evlendirsin" diyerek benimle alay ediyordu. Hafızasını kaybetmesi ailemizin nasıl idare olunduğunu da unutdurmuştu.
"Bizim burada devir bir az değişik abla. Sen belki hatırlamıyorsun buralarda hala bazen kan dökülüyor" dedim. Çünkü bazen gerçekten de bazıları olur olmaz birine aşık oluyor , kızı kaçırıyor sonra da ya kan dökülüyor, ya da berdel yapılıyordu. Fazla olmasa da hala bu mantıkla giden bazı aileler vardı. Bizde hala böyle bir şey yaşanmamıştı, ama bu hiç olmayacağı anlamına da gelmiyordu.
"Hmm. Ben bilmiyorum ki" dedi Firuze. Ve yatağıma uzandı. Yorulmuştu yanaklarının al al olmasından yorulduğu, yandığı belli oluyordu. Ben de yatakda kendime yer ayırıp yanına uzandım. Birlikte eski günlerdeki gibi mavi tavana bakmaya başladık.
"Abla, seviyormusun Boran abiyi" diye sordum.
Ablam "Bilmem. Aşık olmak nasıl bir duygu ki. Ama onu gördüğümde acayip oluyorum. İçim kıpır kıpır oluyor. Yerimde duramıyorun. Elim ayağıma dolanıyor" dedi.
"Farkındamısın aşkını itiraf ediyorsun. Sen de ona aşıksın"
"Ama abimin arkadaşı o. Olmaz"
"Neden olmasın? Eğer gerçekten seviyorsa abim anlar" dedim ve bana döndü
"Gerçekten anlarmı diyorsun?" diye sorduğunda yüzünde güllür açmıştı adeta.
"Kız abla sen kör kütük aşık olmuşsun. Haberin yok", "Ee ne söylüyordu bizim cici enişte sana"
"Bana aşkını itiraf ediyordu" dedi kıkırdayarak. " Ama ben bir şey söylemedim. Beklermi beni. Ne diyorsun?" diye sorarak yüzüme bakındı. Sanki cevabı bende saklıydı.
"Seviyorsa bekler. Sen en iyisi odana git ve uyu. Bu kafayla fazla düşünme"
Ayağa kalktı ve " kafa var sanki de düşüneyim" dedi ve bane eliyle öpücük gönderip odadan çıktı.
*****
Firuze
Yine geçen günki olayın üzerinden bir kaç gün geçmiş ve Borandan hala bir haber çıkmamıştı. Beni sevdiğini söylüyor, ama kendisi ortalarda gözükmüyordu.
Yatağımdan kalkmış aşağıya inmiştim. Ailecek kahvaltı yapdıktan ve sofrayı topladıktan sonra sıkılmaya başlamıştım. Yapacak bir işim olmadığını gören annem
"Kızım, neden atına hiç bakmıyorsun? Az daha 1 ay oldu, ama hiç atına gidip te bakmıyorsun?" dediyi an şaşırmıştım. Benim atımmı vardı?
"Benim atımmı var?" diyerekten gözlerimi belertdim.
"Evet, var. Kardeşine söyle götürsün yanına. Buradaki can sıkıntısından kurtulursun bir az"
Ne demem gerekiyordu ki şu an. Çünkü ben eski hayatımda hiç at binmemiştim. Ama yeni hayatımda bir atım vardı. Ona nasıl dokunacak, nasıl binecektim ki? Ben tam düşüncelere dalmışken Kıymet abla
"Kızım, gel ben seni götüreyim. Sen hatırlamasan da o seni hatırlar" dedi.
Beni arka bahçeden bir az ilerleyerek hayvanların olduğu yere götürdü. Aslında burada hayvanlar olduğunu biliyordum da fakat bana özel birisinin olduğunu akıl edememiştim. Ne bileyim ben.
Atların olduğu ahıra taraf gelirken dikkatimi bir at çekti. O da adeta benim gibi sarışın bir atdı. Acayip ama diğer siyah, beyaz atlar vardı fakat bu at bana daha tanıdık gelmişti. Uzun sarıyla beyaz karışımı renkli yelesi bana tanıdık gelmişti. Oysa emindim hayatımda ilk defa görüyordum bu atı. Kıymet abla atları bir bir bana tanıtdığında sıra benim sarı güzele gelmişti.
"Bak kızım bu da senin atın. 6 yaşı var. Adnan ağa sana benzetmiş o yüzden bu kızı küçükken sana 18 yaşında doğum günü hediyesi olarak almıştı.
"İsmini tahmin edebilirmisin?" dedi ve gözlerime baktı. Babamı tebrik ederim bu konuda. Güzel bir atdı. Gördüğüm an zaten dikkatimi çekmişti. Ama ben nasıl ismini bilebilirdim ki. Şansıma aklımdan geçen ilk ismi söyledim.
" Ceylanmı?"
"Hayır. Hatırlamıyorsan önemli değil. Atının ismi Çıtır" dedi. Söylediği isme gülmüştüm. Gerçekten de çıtır dediği kadar çıtırdı. Ama ben buna nasıl dokunacaktım.
"Kızım uzak durma. Yakına gel. Sen hatırlamasan da o seni hatırlıyor. Gel bak seni sevecektir" diyerek Kıymet abla beni atın yanına itekledi. At beni görünce sesini çıkardı. Galiba eski Firuzesini tanımıştı. Ayaklarını azıcık yere vurmaya başladı. Bu Çıtır hanım söylendiğine göre sakin ve uysal bir atmış. O yüzden fazla korkmaya gerek yokmuş.
Kendimi toplayarak ona yaklaştım. Önce yüzüne dokundum ve bu atın hoşuna gitdi. Benim de hoşuma gitmişti. Hiç görmediğim bir at bana tanıdık gelmişti. Yelesini okşamaya başladığımda başını bana doğru yaklaştırdı. Öncesinde korksam da, bir şey yapmadığını sadece sevilmek istediğini görünce sakin kalmıştım.
Birden babaannemin Kıymet ablayı çağırdığını duyduk.
"Kızım, ben gideyim. Hemen geleceğim. Tamammı?" dedi ve başımla evet diyerek hızla yanımdan uzaklaştı. Çünkü babaannem birini çağırdığı zaman yanına geç kalındığında fazla sinirlenen biriydi. Huylu huyundan el çekmez ki zaten. Yaşlanmış olsa da bazen kendi otoritesini hala sürdürmek istediğini gösteriyordu.
Bir süre atın yanında kalarak ona daha çok alışmıştım. Fakat içimden bir ses " ata bin" diye söylemeye başladı. Öncesinde bu sesi dinlemek istemesem de galiba şeytanın sesine uyacaktım. Çünkü hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yapıp at binecektim. Aslında bunu yapmamın mantıklı bir açıklması vardı. Bu beden eğer eski Firuzeninse o zaman ata binilecek hareketleri de el alışkanlığından hatırlamam gerekiyordu. İnsanlar hafızasını kaybetdiği zaman bile el alışkanlığını unutmazlar. Çünkü okuduğum bir kitap vardı. Cengiz Aytmatovun "Gün var asra bedel" isimli kitabında oğul hafızasını kaybetmiş olsa da onu esir tutanların sözüne kanarak okla annesini vurmuştu. Ok kullanmayı çoçukluktan öğrendiği için hafızasında bu el hareketi kendine yer edinmişti. Yani ne kadar hafızanı kaybetsen de hep bir yerlerde bedenin yaptığı işlerde her daim hatırladığını ele veriyordu. O yüzden birden cesaretlenmiş ve ata binmeye karar vermiştim.
"Haydi bismillah" diyerek atı olduğu ahırdan çıkardım. Ve bir kaç hareket sonunda atın üzerine binmiştim. Haklıydım. Ben bunları yapamazdım, ama eski Firuze yapardı. O yüzden kendimi onun nasıl at bindiğini bilmediğim bedenine teslim etmiştim.
Çıtır denildiği kadar uysal bir atdı. Çünkü bana hiç zorluk çıkarmamıştı. Belki de bu yüzden kolay binebilmiştim. Bir az ahırın yakınlarda at bindikden sonra dışarı çıkmak gibi bir düşünceyle doldu aklım. Hiç yalnız dışarı çıkmamıştım. Ama yolları tanıyordum artık. O yüzden bir deli cesareti deyip arka kapıdan Çıtırla birlikte çıktık. İnsanlar olmayan yerden yürüyorduk. Çünkü ata bineceğimi bilmediğim için yine etek giymiştim. Fazla olmasa da bacaklarım at yürüdüğü an azacık dışarıda kalıyordu.
Nihayet bir tepenin önüne kadar gelmişik. Güzel bir manzaraydı. Hiç buralara kadar gelmemiştim. Bu şehrin güzellikleri beni her gün daha fazla büyülüyordu. Kolumdaki saate baktığımda 1 saatdan fazla yürüdüğümüzü anladım ve Çıtırla geri konağa dönmek için yola koyulduk. Tepeden inerken Çıtırın acayip sesler çıkardığını gördüm. Sesi çıkmayan at farklı sesler çıkarıyordu. Anlamını bilmediğim için yavaş adımlarla inmeye devam etdim. Fakat tam o sırada bir yılan ata doğru tıslayınca Çıtır ayaklarını havaya kaldırarak ani hareketle yere vurdu. Kendimi kaybetmeyerek ata tutunmuştum. Yoksa orada yere düşerdim. Sonraysa hemen hızlandı ve koşar adımlarla tepeyi inmeye başladık. Bense atdan yapışmış kalmıştım. Zar zor tutunmuştum. Heyecandan sakinleştiremiyordum da. İkimiz de heyecanlandığımız için nasıl yapılacağını kestiremiyordum. At hızla aşağı inmeye devam ederken artık ata yapışmış kollarım dayanamamış kendini yere bırakmıştı. Bir kenarda yuvarlandığımı hatırladım en son. Sonrası zaten beyaz bir oda. Ya da siyahmı desem. Çünkü kendimi uykunun kollarına teslim etmiştim.