Firuze
Yanıma gelip oturan adam dikkatle bana bakmış ve sonrasında nasıl olduğumu sormuştu.
Kısık çıkan sesimle " teşekkür ederim" diye bilmiştim. Çünkü bu adamı hiç tanımıyordum. Ama sonra açıldığında ses çıkarıp gıcırdayan bu eski tahta kapı yine açılmış ve odaya 65 yaşından büyük olan bir kadın elinde tepsiyle girmişti.
"Kızım, uyanmışsın" diyerek yanıma gelmiş ve yatağın kenarına oturarak getirmiş olduğu tepsini diğer adamın kucağına koymuştu.
"Hadi oğlum tut bunu. Bakalım kızcığaz nasılmış" demişti.
Demek beni bunlar bulmuşlardı. Öncesinde bu adamı tanımadığım için korkmuştum, ama şimdi oğlu olduğunu öğrenmiştim. Yine de hiç birini tanımıyordum, ama tanımadığım bir erkekle üstelik bu sakat halimle yalnız kalmak düşüncesi daha korkunç gelmişti.
İlgili tavırla bana yaklaşan kadın eliyle yaralarımı yoklamış, hepsinde de yüzümü buruşturmuş, ya da "acıdı" diyerek sızlanmıştım. Bence sızlanacak yüzüm de olmamalıydı. Çünkü bunların hepsi benim salak salak hareketlerim sonucu olmuştu. Sefasını çeken cefasını de çeker gibisinden ata binmiş şimdiyse cefasını çekiyordum.
"Sana çorba yaptım kızım. İç bir az enerjin olsun. Halsiz gözüküyorsun" diyerek kadın beni doğrultmuş ve oğlunun kucağına vermiş olduğu tepsiyi almıştı. Öncesinde bana yedirmeye çalışsa da izin vermemiş ağrılarıma rağmen kendim çorbamı içmiştim. Çorba gerçekten de iyi gelmiş ve hafif de olsa ağrım dinmiş gibi olmuştum.
Konuşmak için enerji topladığımda "Teşekkür ederim efendim. Ama beni nereden buldunuz?" diye sordum.
"Ben değil, oğlum buldu seni. Tepenin aşağısında yuvarlanmış halde yatarken bulmuş seni. Öylece kucaklayıp getirmiş. Eve seni getirdiğinde görebildiğim yerlere ilk tıbbi müdahele yaptım. Eski hemşireyim ben kızım. O yüzden merak etme bir yerini kırmış olsan böyle rahat uzanamazdın. Ama doktora gitmekte bir fayda vardır" dedi kadın. Sonra benim nasıl bu hale geldiğimi sorduğunda Çıtırın beni bu hallere soktuğunu anlatdım.
Aniden acaba Çıtır nereye gitmiş diyerek de düşünmeden edememiştim. Her halde evin yolunu bulur. Yoksa bir de o yüzden kendime kızardım. Ve ev ahalisi beni merak etmiştir. Aklıma gelen soruyla
"Saat kaç acaba?" diye sormuş ve aldığım cevap ise saatin 6nı geçtiği olmuştu. Bir azdan hava kararacaktı, ama ben evin yolunu hatırlamıyordum ki. Etrafıma bakındığımda telefonumu aradım ama aklıma onu konakta bıraktığım geldi. Bu unutkanlık beni hepten sinir etmeye başlamıştı. Bedenine sahip olduğum Firuze neden böyle unutkandı acaba? Doktor düzeleceğini söylese de ben bir fark görmüyordum. Eski ben olsam hafızam hepsini anında hatırlar, unutmazdı. Fakat ne hayıflanmanın, ne de sızlanmanın zamanı değildi, bu salak kafamın yaptıklarına bir çare bulmam gerekiyordu.
Daldığım sorular aleminden yaşlı kadın benı çıkararak " Kızım kimlerdensin? De haber verelim de gelip seni götürsünler" diyerek tam da aradığım cevabı bana vermişti.
"Ben Firuze Arslanoğlu. Arslanoğlu konağımdanım. Adnan Arslanoğlunun kızıyım" diyerek hayatımda ilk defa babamla ilgili gururla konuşmuştum. Ne yazık ki hayatımda kendine has hatıralar olacak kadar yer edinemeden göç eden babam için hiç bir zaman böyle konuşamamış, hissetmemiştim. Hep babasız annesiz olduğum için hor görülmüştüm. Oysa şimdi durum başkaydı. Çocuk ruhum böyle konuşmamdan etkilenmiş ve yüzümde tebessüm oluşturmuştu.
Kadının oğlu "Şehirdenmi bura geldin? Babanı tanıyorum. İyi biridir" diye benimle konuşmaya başladı. Çünkü odaya girdiğinden beri hiç bir konuya karışmamıştı.
"Evet. Atımla geldim, ama anlatdığım gibi olaylar beni bu hale getirdi" dedim utanmış halde.
Adam " Ben hemen haber yollarım babana. Bir azdan gelirler sen meraklanma" diyerek odadan çıkmış annesiyle beni yalnız bırakmıştı.
"Sen bakma oğluma. Soğuk nevaledir. Ama dediğini yapar. Aslında o da Midyatda yaşıyor. Ailesi de orada. Yalnız kaldığım için beni buralardan götürmeye gelmişti. Ama ben buraları seviyorum, hem komşularım da var. Bana telefon da almış zaten. O yüzden keyfi yok bir az. Sana özel bir şey değil yani. Sen tasalanma." demiş ve su getirmek için odadan çıkmıştı.
Hiç değilse iyi insanlara denk gelmiştim. Yoksa halim ne olurdu. Hiç bilmem. Kadın yeniden odaya girmiş bana su ile ağrıkesici verip gitmişti. Aldığım ilaç beni uyutmuş ve uykunun kollarına bırakmıştım kendimi.
Ne kadar uyudum bilmem ama evin dışından gelen seslerden biri bana fazlasıyla tanıdık gelmişti. Bir erkek sesiydi. "Firuze nerede?" diyerek dışarıyı hatta evin içini inletiyordu. Fakat bana yardım eden kadınla oğlunun sesi gelince sakinleşmiş ve eve giren kapının sesi gelmiş hemen de ardından benim odamdaki tahta kapı açılmıştı. Odaya giren adamsa Borandan başkası değildi. Uyku sersemi olduğum için sesi doğru duymadığımı düşünmüştüm. Ama odaya girdiğinde onu gören uykum hemen bir yerlere kaçıp gitmişti.
*****
Boran
Mavişimin şalını bulduktan sonra tepenin yakınındaki köyü kapı kapı gezip Firuzemi bulmakta kararlıydım. Köye indikten sonra bir kaç kapıyı çalmış olumsuz cevap almıştım. Ama koyunları getiren çoban bana Bahtiyar isimli birinin baygın bir kız bulduğunu söyleyip evlerine yönlendirmişti. Öncesinde Firuzeme bir şeyler yaptıklarını düşündüğüm için sesim fazla gür çıkmıştı. Fakat bana olayı anlatdıklarında sakinleşmiş ve mavi gözlü meleğimin yanına gitmek ona sarılmak istemiştim.
Eski püskü bir evdi girdiğim ev. Benim boyumdan kısa olduğu için başımı eğerek girme mecburiyetinde kalmıştım. Daha sonra beni başka bir odaya yönlendirdiklerinde yine başımı eğerek içeri girdim ve gördüğüm manzara beni mahvetmişti. Mavişim yatakda boylu boyuna sargılar içinde uzanmış bana bakıyordu. Onu görünce kalp atışım hızlanır gibi oldu. Dudaklarımdan kısık sesle
"Firuze sen..." diye bildim ki lafımı yarı bölüb
"Boran" diyerek ağlamaya başladı. Ve uzandığı yatakta doğrulmak ve oturur bir pozisyon almak için kalkmak istedi. Fakat yaraları acıdığı için yüzünü buruşturmuş ve acı içinde inlemişti. Hemen yanına diz çökerek ona sarıldım. Öyle güzel kokuyordu ki. Şalından duyduğum koku kendine has kokusu yanında sönük kalırdı. İlk defa onu bu kadar yakındım. Bu yakınlık, saçlarını okşamam ve kokusunu hissetmem beni dünyanın en mutlu adamı yapmıştı. Çünkü sevdiğim kadını bulmuştum. O kadın şu an kollarımın arasındaydı. Ama o buna mutlu olmamıştı. Çünki sarıldığımda kendimi kaybetmiş olsam gerek Firuzemi fasla sıkmışım "Ahh. Boran acıyor"demesi üzerine kendime gelmiş
"Affet mavişim. Seni kaybetdiğim için çok üzülmüştüm. Başına bir kötülük geldi diye düşünmekten aklını kaybediyordum adeta" diyerek karşımdaki kadının saçlarını okşamaya devam ediyordum. Bu sarı saçlar adeta güneş altında yanmış gibiydi. Ve bu kadar yumşak olması beni ona daha fazla dokunmaya zorluyordu. Daha fazla dokunmama sebep olan başka bir şeyse Firuzenin bu durumdan hoşnut bir halde bana gülümsemeye çalışmasıydı.
"İyiyim ben. Sen tasalanma. Bak bu iyi adamlar beni bulmuşlar" diyerek arkamızda olduğunu unutduğum anne oğula baktım. Ona olan ilgili tavrımı anlamış ve kadın yüzünde sevimli tebessümüyle bize bakıyordu. Oğluysa önceki halina nazaran daha adam gibi bakıyordu.
Arkamı bize bakan adamlara döndüm ve "Firuzeye yardım etdiğiniz için teşekkür ederim" dedim. Kadının oğlu ise " Teşekküre ihtiyaç yok. Biz insanlık vazifemizi yaptık" demişti. Sonrasında lafına devam etmiş ve "Ben Firuzenin babasına haber gönderdim gelirler" dedi. Ama buna hiç ihtiyaç yoktu. Ben Firuzemi kendim götürürdüm.
"Teşekkür ederim. Onlara gelene kadar geç olur. Ben Firuzeyi hemen doktora götüreceğim" deyince onlar da ısrar etmediler ve bize yol açtılar. Öncesinde uzakta olan arabamı evin önüne getirdim. Sonrasında kadınla oğlu bize kapıya eşlik edince kucağıma aldığım mavişimle arabaya doğru yol aldım. Kollarını boynuma dolamış başını da boyun girintime yaslamış vaziyetde evden çıkmış ön koltuğa getirmiştim. Ağrısı varsa arkada uzanabilir diye söylesem de "hayır, önde oturmak istiyorum" diye söylemiş ve ben de onu yavaş hareketlerle kucağımdan ön koltuğa oturtmuştum. Emniyet kemerini takmış ve ikimiz de arkada bize bakan anne oğula teşekkürlerimizi ileterek Mardin devlet hastanesine yol almıştık.
Yolculuk sessiz geçiyordu. Firuzenin ağrıları olduğu belliydi. Çünkü başını koltuğa yaslamış bazı anlar yüzünü buruşturur gibi yaparak camdan dışarı bakıyordu.
"İlk defa görüyorum buraları. Çok güzelmiş." diye söylediği lafı bana bakarak söylemişti. Yüzünde oluşan saf mutluluk beni bir gün kalpten götürecekti. Ne zaman bilmem orasını.
"Hiçmi bir şey hatırlamıyorsun?"
"Hayır. Hiç" dedi
"Beni o zaman hiç hatırlamazsın" diyerek yalandan güldüm. Çünkü beni hatırlamasını istemiştim o an. Kalbinde önceden bana yer varmıydı bilmek istemiştim.
" Hatırlamıyorum. Fakat hiç görmediğim ama bana hep yakın olduğunu bildiğim biri gibisin. Farklısın benim için. Sebebini bilmiyorum ama hep aklımdasın" dedi ve söyledikleri karşısında heyecanlanmıştım.
"Seni seviyorum Firuzem. Ben sana mecburum. Aşkıma ne dersen de ama ben seni ilk gördüğüm an kalbimden vurulmuşa döndüm. Bu mavi gözlerin beni kendine hapsetdi" dediğimde dizi üstüne koyduğu elini götürdüm, dudaklarıma yaklaştırıp öptüm. Yüzüne baktığımdaysa saf gülümsemeyle bana bakıyordu.
Elini çekmemişti. Ben de bu fırsat tutduğum eli hiç bırakmadan hastaneye kadar araba sürdüm. Hastanenin önünde durdurup hemşirelerden sedye getirmelerini isteyip Firuzenin yanına dönmüştüm. Sedye gelince onu kucağıma alıp sedyeye uzatmış, kendim de yanında gitmiştim.
Kontroller yapıldığı süre zarfında Harun beni aramış çünkü köye gitmişler ve kimsenin orada olmadığı görmüşler. Kadının oğlu ismimi söyleyince ben olduğumu anlamışlar. Bense onları aramayı unutmuştum. Bir azdan burada olurlardı. Zaten bir süre sonra kontroller yapılmış ve doktorun söylediklerine göre kırık, çıkık yokmuş, sıyrılma ve doku zedelenmesi gibi durum yaşanmış. Reçeteye krem ve ağrıkesici yazarak bana vermişti. Doktorun yazdıklarını almış ve mavişimin yanına gelmiştim. Doktor gidebilirsiniz dediğinde Firuzemi kucağıma almış öyle hastaneden çıkmak istemiştim. Firuzeyse yine aynı vaziyetde başını boynuma gömmüş gözlerini kapamıştı.
Daha hastaneden çıkamadan Harun, babası ve bir kaç adam koşar adımlarla hastaneye girince Firuzeni benim kollarımda gördükleri için şaşkın gözlerle bize bakıyorlardı. Firuzeyse bu durumdan hiç haberi yok başını daha da boynuma yaslamış ve uyumuştu.
Gelecek bölümden kesinti...
"Adnan ağa oğlunun yaptığı iş değildir. Kızımı kaçırmanın cezasının ne olduğunu biliyorsun"
"Biliyorum" dedi babam. Ne kadar dik durmaya çalışsa da Harun abim yüzünden boynu eğik gibi durmuştu.
"Madem öyle. O zaman kan döküleceğini de biliyorsundur" diye söyledi tanımadığım adam. " Ya Harun ölecek ya da berdel olacak" dedi. Hala tüm her kes sus pus vaziyetde konuşulanları dinliyordu. Ama abimin kaçırdığı kız abimin arkasından yani saklandığı yerden başını çıkararak "Baba, ben hamileyim. Lütfen Haruna dokunmayın" deyince sessizlik yerini kaosa vermişti. Her kes bir yerden konuşmaya başlamış ve kızın babası buna sinirlenerek elindeki silahı abime doğrultmuş ve tetiği çekmeye hazırlaşmıştı.
"Lan sen benim kızıma nasıl dokunursun, şerefsiz" diye silahı ateşlemek istediğinde ani bir refleksle silahla abimin arasında durdum. Kalbim ağzımda gibi atıyordu.
"Ben berdeli kabul ediyorum. Abime dokunmayın" diye bir nefeste söyledim.
Fakat söylerken adamın arkasından bana bakan gözlere yani Boranın nefret kusan gözlerine bakınca kendimi kaybetdim. Bir adım geri gitdim. Abime doğru değince durdum. Ne zaman gelmişti, ne zamandan beridir konuşulanları duymuştu bilmiyorum, ama artık onunla yollarımızın ayrıldığını biliyorum. Abimi kurtarayım derken kendi kuyumu kazmış kendimi o kuyuya atmıştım.