Hikayede +18 bölümler detaylıdır. Ona göre okumanız önemle rica olunur.
ATEŞ MİROĞLU
- Ateş naptın kıza! dedi dedem şaşkın bir şekilde.
- Ne yapabil...
- Öptü beni! diye sözümü bölen ürkek kuşa baktım. Aniden ağzından çıkan şeyle dudaklarım kıvrıldı. Fark etmeden bir anda söylemişti. Korkuyla bana baktı. O da ne yaptığını anlamış gibi hemen iki eliyle yüzünü utançla kapattı. Babası, abisi, dedem, ağalar yani tam yeriydi ürkek kuş.
Yine de bu hali komik gelmişti. Yüzümde bir an küçük bir tebessüm oluşturdu bu görüntü. Sonra hemen sildim. Kimse görmesin diye lakin ben silene kadar biri zaten görmüştü.
- Doğru mu bu ? diye öfkeyle babası sorunca alayla güldüm.
- Evet doğru dedim , neşeden uzak bir şekilde gülerek.
- Nasıl öpersin lan kardeşimi diyen soysuza baktım. Öfkeyle ona dönünce sesi içine kaçtı. Korkak. Erkek olsa gelirdi. Elbet bedelini ödeyecekti. Onları daha fazla kızdırmak istedim.
- Bak böyle! deyip kendime çektiğim kızın dudaklarına yapıştım. Gözleri kocaman olmuştu. Nefesini tutmuş hala yaptığım şeyi algılamaya çalışıyordu. Dudakları şeker gibiydi. Beğendiğimi anlayınca hemen uzaklaştım. O soysuzun kardeşini beğenmemeliydim.
Herkesten bir aaaa sesi çıkmıştı. Hayretle beni izliyorlardı. Bense bana gözleri dolu dolu bakan ürkek kuşu...
ZELAL KALENDER
Lapa lapa kar yağıyordu. Annemlerden gizli çıkmıştım. Kız başıma dışarı çıkamazdım. Lakin ben çıkmak istiyordum. Çıkmıştım. Umarım fark etmezlerdi. Gerçi varlığımla yokluğum birdi. Fark etmezlerdi. Yine de onlardan gizli çıktığım için korkmuştum. Kar yağıyordu. Hemde lapa lapa. Bu görüntü karşısında her şeyi unuttum. Böyle bir güzellik yoktu. Yürüye yürüye evden çok uzaklaşmıştım. Tepeye zor da olsa çıkmıştım. Gökyüzüne baktığımda efsunlanmış bir şekilde bakakaldım. Sayısız kar tanesi vardı. Hızlı hızlı yer yüzüne düşmelerine rağmen birbirlerine değmiyorlardı. Yalnızlardı. Aynı benim gibi. Yalnız hissetmediğim tek zamanlar kar yağdığı zamanlardı. Çünkü bir sürü kar tanesi vardı. Elimi açıp kaldırdım. Kar taneleri tek tek avucuma düşüp eriyordu. Elim sıcaktı diye eriyordu. Öğretmenim söylemişti.Avucuma değen kar tanelerine hayranlıkla baktım. Hayranlıkla izlendiğimi bilmeden neşeyle kahkaha atarak etrafımda döndüm. Fark etmeden uçuruma yaklaşmıştım.
Etrafımda neşeyle dönünce gözüm görmedi. Dönerken aniden uçurumla göz göze gelmiştim. Ayağım kaydı. Korkuyla gözlerimi sımsıkı kapattım. Dudaklarımdan sadece bir çığlık kaçtı. Düşecektim.Ne olduysa o anda oldu. Bir anda kolumdan tutulup çekildim. Uçurumdan uzaklaşıp bir bedenin üstüne düştüm. Sert bedenin üzerine düşmemle inledim. Korkuyla hızlı hızlı nefes alıyordum. Yumduğum gözlerimi korkuyla açtım. Kafamı kaldırdığımda daha önce hiç görmediğim kahvelerle karşılaştım. Burnuma gelen güzel koku ve büyülendiğim gözlerle şaşkın bir şekilde üstüne düştüğüm gencin gözlerine bakıyordum.
- Dikkat et, dedi endişeyle. Az kalsın düşüyordun. Sesi de gözleri ve kokusu gibi içimi huzura buladı. Konuşunca utançtan yanaklarım kızardı. Rezil olmuştum. Hızlıca kalkmaya çalıştım ki ayağım kaydı ve tekrar üstüne düştüm. Bu sefer inleyen oydu. Endişe ve korkuyla bu sefer daha dikkatli bir şekilde kalktım.
- Özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Bilerek olmadı... Ard arda sıraladığım özürleri nefessiz bir şekilde sıralıyordum. Bu halime gülerek bakınca utandım. Heyecanlandığım ve korktuğum zamanlar sözüm kesilmeden konuşmaya çalışıyordum. Bana zarar verecek diye korktum. Abim olsa döverdi. Gözlerim doldu. Karşımdaki genç benden büyük duruyordu. Heyecanla konuşmamı ilgiyle dinlerken gülerken kalktı. Sonra gözlerimin dolduğunu gördü. Endişe ile eğilip gözlerime baktı. Boyu çok uzundu. Eğilip bakmak zorunda kalmıştı.
- Canını mı acıttım , dedi şefkatli ve masum bir ses tonuyla. Bense onun şefkati karşında ağlamaya başladım. Korkmuştum.
- Bir yerin mi acıyor. Ben ağlayınca daha çok korkmuş ve endişelenmişti. Döversin diye korktum. Ailem yüzünden herkesi kötü sanıyorum. İlk defa bir başkası bana şefkat gösterdi. Beni düşündü diyemedim.
- Hayır. Sadece düşmekten korktum, dedim ağlamaklı sesimle.
- Hepimiz düşeriz. Bak şimdi kalktık dedi. Merhamet dolu sesiyle. Kalbim hızla atıyordu. Ritmi değişmiş. İlginin karşısında ne yapacağını bilmiyordu.
- Haklısın teşekkür ederim. Sesim mahcup çıkmıştı. Utanıyordum. Kalbimin sesini duyarsa diye elim ayağım birbirine dolanmıştı.
- Kusura bakma adını sormayı unuttum. Ben Ateş. Ya sen? dedi, meraklı bir şekilde. Yanaklarım daha çok kızardı. Beni merak ediyor olabilir miydi?
- Zelal , dedim gülümseyerek. O da başını gök yüzüne kaldırıp birbir yere düşen kar tanelerine baktı.
- Memnun oldum kar tanesi dedi, tam gözlerimin içine bakarak. Sanırım kar taneleri gibi yalnız olduğumu anlamıştı. Kar taneleri yalnızlığımı giderecek birini karşıma çıkarmış olabilir miydi? İşte o an bir şey oldu. Mavilerim, kahvelere farklı bir duyguyla bakmaya başladı. Daha önce hiç tatmadığım bir duyguyla, aşkla.
********
Kar tanesi ve Ateş: Bir Berdel Hikayesi
Zelal, adı gibi saf ve narin bir kar tanesi. Koyu mavi gözleri ve simsiyah saçları, bölgede dillere destan güzelliğiyle tanınır. Ancak Zelal'in kaderi, ailesinin omzuna yüklenen kan davasıyla bambaşka bir yola sapar. Diğer yanda ise Ateş, adı gibi ateşin ta kendisi. Uzun boyu, heybeti ve gözlerinde taşıdığı derin öfke, bir ağanın otoritesini iliklerine kadar hissettirir. Ateş, kardeşinin canını alan bu davanın intikamıyla yanıp tutuşurken, çözüm yolu olarak sadece bir karar kalır: berdel. Zelal ve Ateş’in yolları bir kış günü kesişir. Ateşle kar tanesinin aynı sofrada buluştuğu, intikamla masumiyetin aynı kalpte çarpıştığı bu hikaye, iki ailenin karanlık geçmişini aydınlığa çıkarabilecek midir? Zelal'in ürkek bakışları ile Ateş’in sert duruşu arasında filizlenen beklenmedik bir bağ, bu kanlı geleneği sona erdirmek için bir umut olabilir mi? Yoksa ateş kar tanesini eritirken, geride yalnızca külleri mi bırakacaktır? Bu eşsiz hikayede, aşkın ve intikamın birbirine meydan okuduğu, geleneklerin kaderlere zincir vurduğu bir dünyaya adım atın. Son sayfayı çevirdiğinizde, kimin galip geldiğine siz karar vereceksiniz.