Zelal
Dün gece kolumu sıkmaktan morartmışlardı. Dövmek için yeltenen abime baktım. Ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Babam sadece tutmuştu. Normalde tutmazdı. Dedesinin uyarısından dolayı tutuyordu. Beni düşündüğü için değil. Düşünse küfür etmesini önlerdi.
- Orospu... Namusuz, diye ağzından tükürükler çıkararak bağırıyordu. Babam ve annem hiç sesini çıkarmıyordu. Cidden dövmesini geçtim. Ama küfür ederken de kızardınız. Öyle zoruma gitti ki kendimi tutamadım. İğreniyordum. Kendi pislik herifin tekiydi. Bana demediğini bırakmamıştı. Dövecekse dövsün. Sanki daha önce yapmadığı şeydi. Ama hakaret edemezdi. Sanki kendim kaçtım. Kimse namusuma laf edemezdi.
- Sensin namusuz. Kızı hamile bırakıp gidiyorsun. Ben mi namusuz oluyorum,dedim öfkeyle. Babam ve annemin kaşları çatıldı. Sabahtan beri bana küfürler edilirken sorun yoktu. Abime gelince aslan kesilmişlerdi. Abim mosmor oldu. Gebersin. Bilseydim Ateşe para teklif ederdim öldürsün diye.
- Kes sesini öldürürüm seni, diye naralar atmaya başladı. Umrumda değildi. Onun zoruna gidiyorsa benim de zoruma gidiyordu. Kendisi namusuz olabilirdi. Ama ben değildim.
- Abinle düzgün kon..
-Asıl orospu sensin, dedim bağırarak. Erkek orospusu.
Artık tutamıyordum. Bana hak etmediğim hakaretleri söylemesi canımı yakıyordu. Halbuki Ateş Miroğlunun karşısında ne kadar acizdi.Bana gelince kükrüyordu. Gücü yeten yetene...
Yüzüme yediğim ani tokatla ağzıma gelen kanı tükürdüm. Başımı yavaşça kaldırdığımda babamı karşımda buldum. Gözlerimi kinle babamın gözlerine bağlandı. Artık içimde sevgiye dair hiçbir şey kalmamıştı.
- Bir de utanmada konuşuyor musun? Seni orospu, deyince sessizleştim. Arkadan gülen abime nefretle baktım. Keşke Ateş seni öldürseydi. Keşke. Beni bilerek gaza getirmişti. Sırf babam dövsün diye.
- Demek şehirli kızlar gibi okuyup yollu olacaktın, dedi acımasızca. Hayır sizin gibi cahil olmaktan kurtulacaktım dememek için kendimi tutuyordum. Sonra niye tutayım, dedim. Zaten ölmüştüm. Daha fazla ne olabilirdi.
- Sizin gibi cahil olmamak için okudum. Amenna artık cahil değilim. Nefret ediyorum sizden!
- Kes lan , diye kükreyip saçlarımı tutup çekti. Acıyla inledim. Bu sefer boğazıma yapıştı. Nefesim kesilmişti. Acıdan inlesem de sustum. İnce boynumu kırmak için sanki var gücüyle sıkıyordu. Gözlerim yaşlandı.
- Öldürürüm seni. Allah şahidim öldürürüm, deyince bari Allah'ın adını almayın diyecektim ama nefessiz kalmıştım. Beynime oksijen gitmiyordu. Öldür de kurtulayım baba. Saçlarımı okşamak yerine çeken bir babaya sahip olmak kadar acı bir şey yoktu. Öldür baba. Öldür de kurtar beni. Bana yap bir iyilik.
Okuduğumu öğrenmişlerdi. Yediğim tokattan sonra zaten sustum. İnsanlar evladı okusun kimseye muhtaç olmasın isterdi. Bizimkiler onlara muhtaç olalım isterlerdi. Kız çocuğu okuyup ne yapacaktı? Demiyorlardı okur, kendi ayaklarının üzerinde durur. Milyonlarca kadın vardı. Kocası çalışmayan tembel olup üstüne evde huzursuzluk çıkaran. Her şeyi yapmasına rağmen kocasından dayak diyen. Kaynanası kendini üstün görüp kızlarıyla birlikte gelini ezmeye çalışan. Bu tür durumlara bir sürü kadın katlanıyordu. Lakin okuyup bir dayanakları bir işleri olsa belki de bu tür şeylere maruz kalmayacaklardı. Gerçi okumuş kadında her türlü eziyet görüyordu. Lakin kaçacak bir imkanı oluyordu. Bu dünya da kadın olmak zordu. Kadının en büyük düşmanı yine kadındı. Anneler oğullarını yetiştirip evlendirse her şey hallolurdu. Büyümemiş herkesin başına bela olmuş çocuklarını bizim gibi temiz kadınlarla evlendirmeye çalışıp bizim hayatımızı da yakıyorlardı. Böyle bir evlilik yapmak istemiyordum. Ben evlenmek bile istemiyordum. Bazen hayal ederdim. Nikahı, düğünü, mutlu bir aile olmayı. Her kız hayal ederdi. Annemlerin, amcamların, abim veya ablamların evliliği gibi olmasın diye düşünür her kız bir konuda evliliği düşünürdü. Bense bir gün okuyup mesleğe geçtikten sonra aşık olup evlenmeyi düşünmüştüm. Şimdi her şey yerle bir olmuştu. Abim yine hayallerimi ateşe vermişti.
Babam daha fazla boğazımı sıkıyordu. Nefesim kesildiğini görünce yere itti. Karnıma vurduğu tekmeyle daha nefes almadan acıyla inledim. Tekrar dövecekti ki Annem araya girdi. Vücudumda iz kalsın istemiyordu. Canım yanar diye babamı durdurmadı. Ona göre zaten hak ediyordum. Sadece iz kalırsa laf olurdu.
Sonra tuttu kolumdan beni kaldırıp odaya kapattı. Yalvardım. Yakardım fayda etmedi. Kimse bana acımıyordu. Görmüyorlardı. Ne kadar acı çektiğimi görmüyorlardı. Sabaha kadar ağlamıştım. Boğazım yanıyordu. Saçlarımı yolmuştu. Saçlarımı onlar çekmesin diye çok uzatmazdım. Uzun olunca daha çok acırdı. İlk saçlarımı tutarlardı. İlk defa okuldan dolayı yine uzatmıştım. Yine saçlarımdan yaralamışlardı. Saç unutmaz derlerdi. Saçlarım bana yapılan tüm eziyete şahitlerdi. Saatlerce ağladım. Canım çok acıyordu.
Biri bile gelip nasılsın diye sormadı. Pişman olacaksın diyen adam bana daha ne yapabilirdi? Ben yaşadığım her gün pişmandım. Ölüm mü? Ölüm benim için kurtuluştu. Ateş Miroğlu ölümle beni korkutamazdı. Ben zaten yaşarken her gün ölüyordum.
Sabah kapıyı açmıştı annem. Bu sefer ben çıkmak istemiyordum. Yine de odamda daraldım. Çıktım. Boğazım yanıyordu. Su içmek için Mutfağa gittim.
Evin ağır havası, nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Suyu kurumuş dudaklarıma değdirdiğimde canım yandı. Dudağım patlamış, boğazım yanıyordu. Vücudum yine izlerle dolmuştu.
Mutfakta oturmuş bir köşede sessizce düşünüyordum. Etrafta dolaşan ayak sesleri, mırıldanan kadınlar, yemek hazırlıkları… Ama bu kalabalık, yalnızlığımı daha da derinleştiriyordu. Bu evde kimse beni sevmiyordu. Sevgi bir yana, sanki varlığım bir yük gibiydi.
Babam, salonda yüksek sesle bir şeyler anlatıyordu. Sesinde her zaman olduğu gibi bir otorite, bir sertlik vardı. Onu çocukluğumdan beri böyle bilirdim: Sert, duygusuz, taş gibi bir adam. Babam benimle konuştuğunda sadece emirler verir ya da aşağılar, asla sevgiyle yaklaşmazdı. Ona göre ben, sadece bir kız çocuğuydum. Aileyi devam ettirecek olan erkekti; kız çocuğu, ancak bir pazarlık konusu olabilirdi. Pazarlık konusu da olmuştum.
Annem de farklı değildi. Küçüklüğümden beri ne bir sarılışını ne de bir sıcak sözünü hatırlıyordum. Annem, babamın gölgesinde yaşayan, sürekli emirleri yerine getiren biriydi. Bana karşı her zaman soğuktu, çünkü ona göre ben, annem gibi olmalıydım: Sessiz, itaatkâr, baş eğen bir kadın. Ama ben değildim. Bu yüzden annem beni sevmedi; çünkü ben, onun gözünde bir hayal kırıklığıydım. Ne erkek olmuştum. Ne de emirlere itaat eden bir kız çocuğu.
Abim Mehmet ise tam bir kontrol manyağıydı. Benim en küçük hareketimi bile sorgular, bana sürekli hesap sorardı. Onun gözünde ben, hep sorun çıkaran, ailenin başını belaya sokacak biri olmuştum. Okula gizlice gidip geldiğimi öğrendiğinde, öfkesinden gözleri kararmıştı. Bana vurmuştu, bağırmıştı, tehdit etmişti. Ama bu öfkenin altında hiçbir sevgi yoktu, sadece aile onurunu koruma saplantısı vardı. Lakin sonra ona belli etmeden yine okumuştum. İki yıl benden şüphelenmesin diye ara vermek zorunda kaldım. Dönem dönem dondurdum. Sonra istediğim gibi nihayet liseyi bitirdim. Üniversite kazanmıştım. Ama her şey boştu. Gurur duymayı geçtim Ateşle evlenecek olmasam öldürürlerdi. Ateş deyince kahveleri aklıma geldi. Dudaklarıma istemsizce giden elimi son dakika durdurdum. Dudağım patlamıştı. Babamlar hıncını benden almışlardı. Ayarttın adamı diye. Ne acı gördükleri halde yine beni suçlamışlardı. Onlar gerçeğe kördü.
Ailem tarafından istenmeyen bir eşya gibi hissediyordum. Ve şimdi bu eşya, başka bir eve, başka bir hayata gönderiliyordu: Berdel.
O sabah, babam beni yanına çağırdı. Salonda, kalabalığın ortasında, gözleri bana dikiliydi. Herkesin önünde bana sert bir şekilde seslendi:
- Yeterince başımıza bela açtın. Şimdi biraz da ailen için işe yarayacaksın. Yarın düğün var. Kız gibi otur, bir daha da sorun çıkarma! Giyeceğin gelinlik değil kefen! Ölüm bile seni kapıma getirmesin artık.
Gözlerimi yere diktim. İşe yara... Ne kadar kırıcı bir söz. Cenazemi bile kabul etmiyordu. Oğlu için kızını pazarlayan babamın gözlerine son kez baktım. Bu evde vaktim dolmuştu.Kalabalığın içinde herkes bana bakıyordu. Ama hiçbirinde şefkat yoktu. Kimi alaycı bir şekilde gülümsüyor, kimi sessizce dedikodu yapıyordu. İçime attım. Karşılarında düşmemek için ağlamadım. Ama odama gittiğimde hüngür hüngür ağladım.
Sonra annem yanıma geldi. Elinde beyaz bir elbise vardı. Yüzüme bile bakmadan elbiseyi yatağa bıraktı.
- Giy şunu. Yarın rezil olma bari, dedi soğuk bir sesle ve çıkıp gitti. Odada tek başıma kaldım. Elbiseye bakıyordum. Beyazdı, süslüydü, ama benim gözümde bir kefenden farksızdı. Gerçi ailem içinde kefenden farksızdı.
Sıra geldi Kına gecesine. Dul kadınların düğünü bile böyle olmazdı. Kına gecesi bir ağıt gibi geçmişti. Kadınlar türküler söylemiş, ağıtlar yakmıştı, ama ben onları duymuyordum. Herkes gülerken, ben bir köşede sessizce oturmuştum. Kalabalık vardı ama o kalabalıkta yalnızdım. Ateş zaten hiçbir şeye katılmamıştı. O tarafta yoktu. Cenazeleri vardı. Bir de kınaya mı geleceklerdi. Babam ve abimde onlara inat kına yapmıştı. Gerçi dedeleri kabul etmişti. Anlamasam da şaşırmıştım. Yani benim için yapılmamıştı. Kına bittikten sonra annemler yine beni odaya kapattı. İntihar etmeyi düşünmüştüm. Kurtulurum diye ama intihar edeceğimi düşünmüşler gibi ortalıkta hiçbir şey yoktu. Ölmeme bile izin vermiyorlardı. Ne yaşatıyorlardı. Ne ölmeme müsaade ediyorlardı.
Ertesi gün düğün için hazırlıklar tamamlandığında, gelinlik içindeydim. Aynaya baktım. Gördüğüm kişi tanıdık değildi. Kendimi gelinlik içinde değil, bir kefen giymiş gibi hissediyordum. Kalabalıkla birlikte arabaya bindirildiğimde, gözlerim boş bir şekilde camdan dışarı bakıyordu.
Ateş’in evine getirildiğimde, onun gururlu yüzüyle karşılaştım. Ateş, her şeyin sahibiymiş gibi rahat ve kibirli duruyordu. Ona dik dik baktım. İçimde derin bir nefret kabarıyordu. Ateş bu evliliği kabul etmişti. Kendi hayatımı mahvetmiştim. Şimdi Ateş bu hayatı benim için cehenneme çevirecekti. Gururlu hali intikam alacağındandı. Bense çökmüştüm. Abim ve annem gelmemişti. Babamda beni bırakıp gitti. Nikaha bile kalmadılar. Kurtulmuşlardı. Daha ne isteyeceklerdi. Zaten Ateş de istemiyordu.
Kalabalığın içinde ne kadar yalnız olduğumu bir kez daha hissettim. Ama bu yalnızlık bana güç veriyordu. Bu evlilik, benim için bir son değildi. Bu bir başlangıçtı. Ateş’i ve beni bu hayata mahkûm eden herkesin bedelini ödeyeceği bir başlangıç... Bir gün hepsinden intikamımı alacaktım. And olsun ki alacaktım. İstemediğim ne varsa bana yaptırmaya mecbur bırakan insanların istemediği ne varsa olacaktı.
İçeri geçtim. Herkes yerlerine oturdu. Ateş heybetiyle yanımdaydı. Bana hiç bakmamıştı. Gözlerim doldu. Bir gün evlenecek olsam da böyle bir nikahım olacağını hiç düşünmemiştim. Okuyup mesleğe geçtikten sonra aşık olacaktım. Sonra aşık olduğum adamla birlikte gözlerimizin içine baka baka evet diyecektik. Hepsi geride kalmıştı.
- Mehir ne istersin kızım? diyen imama baktım. Yutkundum. Mehirde huzur ve mutluluk diyebilir miydim? Ağzımdan sessizce huzur çıkmıştı. Kimse duymamıştı. Her zaman ki gibi. Yanımdaki adam gergindi. Ben susunca o konuştu.
- Beş kilo altın, deyince herkes şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. Bende şaşırmıştım. Mehir için çok fazlaydı. Sonra üç kere kabul ettiğimizi söyledik. Benim sesim hüzünlüydü. Onun ki ise intikam dolu ve sertti. Nikah bitince dua edilirken ellerimi semaya kaldırdım.
- Allah'ım sen hayırlısını ver. Sen benim gönlüme göre ver. Bu evliliği istemediğim halde mecbur kaldım. Sen Ateşin kalbine merhamet ver. Bizi birbirimize hayırlı eyle. Sen bu evliliği bize hayr olarak değiştir, dedim sesizce içimden. Babaannem derdi. Nikahta edilen dua çok önemliydi. Etmiştim. Gerisi takdiri ilahiydi.
Resmi nikahta kıyıldıktan sonra herkes tebriklerini iletirken beni odaya aldılar. Başımda duran yengesine baktım. Başladı konuşmaya.
- Kocan ne derse ona uy. Onu memnun et. O zaten sana ne yapılacağını gösterir. Korkma. Bırak o ne yaparsa yapsın. Canım acısa da belli etme. Onu kendinden tiksindirme, deyince gözlerim büyüdü. Canım mı acıyacaktı. Başka şeyler de anlatmıştı ama hepsi acı doluydu. İstemsizce korkmaya başladım. Kadın gittiğinde gözlerim doldu. Ateş bana ne yapacaktı. Biyoloji dersinden hatırlamaya çalıştım. Orada böyle anlatılmıyordu.
İşte şimdi gerçekten korkuyordum.Ateş Miroğlu bana dokunmak isterse ben ne yapacaktım? Canım acıyacak mıydı?