Ateş
Diyarbakır’ın sabahları başka kokar. Güneş, dağların arkasından doğarken, bu şehirde yaşanan ne varsa kokusunu taşır üstünde. Toprağın, insanın, acının, sevinçlerin kokusu… Ama benim burnuma hep aynı koku gelir; kül kokusu.
Rojda’mın gülüşü var bir de. Sabahları gün ışığı gibi gelir, kalbimdeki karanlığı dağıtır. Annemin ardından benim nefesim oldu o. Herkese sertim, mesafeli. Ama Rojda’ya bakınca, bütün duvarlarım yıkılıyor. Ne olursa olsun onu koruyacağım. O benim ailem, annemden geriye kalan tek şey. Bazen gözlerinde annemi görür gibi olurum. Ama o gözlerde bir karanlık var. Bilmediğim, göremediğim bir yarası…
Şirket işleriyle uğraşıyorum. İstanbul’daki toplantılar, Ankara’daki anlaşmalar… Ama ne yaparsam yapayım, kafam hep burada. Diyarbakır’da. Dedem bu mirası bana bırakacak. Öyle dedi.
-Bu toprağın ağası sensin artık, dedi. Ağa olmak kolay mı? Bu yükü taşımak, bu insanlara sahip çıkmak? Dedem taşıdı. Babam sustu. Ben taşırım. Taşırım da, bazen insan yükü değil de, yalnızlığı taşır gibi hissediyor.
Rojda’nın yüzüne bakıyorum. Bir sır saklıyor gibi. Gözlerime bakmıyor eskisi kadar.
- Ateş abi diyor, sesi titriyor. Bir şey mi oldu? diyorum. Başını çeviriyor. Beni kandırmaya çalışıyor ama kalbim bilir. Bir şey oluyor. Bir fırtına yaklaşıyor. Ve ben bu fırtınada Rojda’yı kaybetmekten korkuyorum. En çok korktuğumuz başımıza gelmez miydi zaten? Çok sordum. Çabaladım. Lakin üzüldüğü için yanındayım dedim. Ne olursa olsun yanındayım. Bana gel dedim. Anlatmak istediğinde gelecekti. Biliyordum. Zorlamak istemedim. Güzellikle anlatır dedim.
Ertesi gün oldu.
- Gülnaz Rojda nerede? diye sordum. Ben sorunca herkes gülnaza döndü.
- Uyuyor ağam. Kaldırdım yemek istemiyormuş.
Yerimden kalkacaktım ki ilk defa babam konuştu.
- Bırak dinlensin. Üstüne gitme, dedi. Şaşkın bir şekilde ona döndüm. Babam konuşmazdı. Gerçi konu Rojda olunca konuşurdu. Onu severdi. Yutkundum. Baba sevgisi güzeldi. Rojda abisi ve babasının sevgisiyle büyümüştü. Rojdayla konuşmuş olmalıydı. Bu yüzden geri yerime oturdum. Kahvaltıya devam ettik. Bir şey yiyemedim. Nedense canım sıkılmıştı. Dedem gözlerimin içine bakıyordu. Lakin kimseyi umursayacak halim yoktu. Bekledim.Rojda kahvaltıya gelmedi.
Odamdan çıkarken içimden onun yine keyifsiz olduğunu düşündüm. Kaç gündür yüzü asık, konuşmaktan kaçıyor, gözlerini hep yere dikiyordu. Küçükken de böyleydi; içine kapandığında, bir şeyin onu gerçekten üzdüğünü anlardım. Ama büyüdükçe o duvarları daha da yükseltti. Ben bile bazen o duvarları aşamaz oldum.
Onun odasının kapısına vardım. Bir an tereddüt ettim. Son zamanlarda onunla doğru dürüst konuşmamıştım. Belki de bana anlatması gereken bir şey vardı ama ben fark etmemiştim. Kapıyı çalıp içeri girdim.
Yatakta oturuyordu, kucağında bir kitap, gözleri boşluğa dalmıştı. Beni fark ettiğinde zoraki bir gülümseme takındı. Ama o gülümsemenin ardında başka bir şey vardı. Bir şeyler saklıyordu.
-Ne oldu Rojdam? diye sordum, doğrudan. Lafı dolandırmayı hiç sevmem. O da bilir.
-Hiçbir şey abi, dedi sessizce, ama sesindeki kırılganlık yüreğime dokundu.
Yanına oturdum. Ellerini tuttum. O eller, hep çocukluğundaki gibi narindi.
- Rojda'm, senin moralin bozuk olduğunda, sadece kendini değil, beni de üzüyor. Bana ne olduğunu söylemeyecek misin?
Başını eğdi, dudaklarını ısırdı.
- Abi, sadece biraz yoruldum. Hepsi bu.
Yalan söylediğini biliyordum. Ama üzerine gitmedim. Onu daha fazla sıkıştırmak istemedim. Bunun yerine, konuyu değiştirdim.
-Bugün işlerle uğraşmayacağım, dedim. Şaşkınlıkla bana baktı. Ne yapalım? dedim, sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak.
-Ne? dedi, anlamamış gibi.
- Abi-kardeş günü yapıyoruz, dedim. Hadi, söyle. Ne yapmak istersin?
Gözleri biraz olsun parladı. Küçük bir kızken birlikte vakit geçirdiğimiz o günleri hatırlatmış olmalıydı.
-Gerçekten mi? diye sordu, biraz mahcup bir şekilde. Hem heyecanlı hem üzgündü. Pişman gibiydi. Ama neye?
-Gerçekten, dedim. Bugün sadece sen ve ben. Ne istersen yapacağız Rojda'm.
Birlikte çıktık ve O gün birlikte çok şey yaptık. Parka gittik, dondurma yedik, eski günlerden konuştuk. Onu güldürmek için elimden geleni yaptım. Gözlerinin içi güldüğünde, dünyada hiçbir şeyin beni daha fazla mutlu edemeyeceğini hissettim. Çünkü o, benim tek gerçek ailemdi. Annemden kalan son yadigardı. Annemden sonra babam hep susmuştu. Rojda ile ilgilenmişti. Bende hep rojdamla ilgilendim. Şuan mutluydu.
Ama aklımın bir köşesinde hep bir soru vardı. O gülümsemenin ardında sakladığı şey neydi? Anlatmadığı neydi? Onu nasıl bu kadar kırılgan bir hale getiren neydi?
O gece, onu odasına bıraktım.
-Rojda'm, dedim kapıdan çıkmadan. Sana ne olursa olsun, her zaman yanındayım. Bunu unutma olur mu abim?
-Biliyorum abi, dedi sessizce, ama gözleri dolmuştu. Sarıldık. O an, onun gözyaşlarını omzumda hissederken, içimde bir huzursuzluk büyüdü.
Ama anlam veremedim. Ve onu o haliyle bırakıp gittim. Yalnız kalmak istediğini biliyordum.
Ağalık, güç, para… Hepsi bir yana. Rojda’ya bir şey olursa, Ateş yanar. Ve biliyorum, bir kere yandım mı, bu ateşi kimse söndüremez.
Gece oldu. Yorgundum. Uyuyakalmışım.Sıçrayarak uyandım. Rüyalar yine peşimi bırakmamıştı. Annemin yüzü... O yüzü her gördüğümde, içimde yıllardır kapanmayan o yara yeniden kanıyordu. Yatağın içinde doğrulurken alnımdaki soğuk teri sildim. Nefesim düzensizdi, göğsüm sıkışıyordu. Her şey o kadar gerçekti ki sanki yine o günü yaşıyordum; annemin beni bir anda karanlıkta bırakıp gidişini...
Kalkıp pencerenin önüne yürüdüm, dışarısı ağır bir sessizlikle kaplıydı. Köyün havası bile farklıydı bu gece. Huzursuzluk içimi kemiriyordu. İşte o an, kapının sertçe çalınmasıyla irkildim. Gelen kimdi bu saatte? Kalbim hızlandı, elim kapıya giderken titriyordu.
Kapıyı açtığımda, karşımdaki kişinin yüzünden anlayamadığım bir şey vardı. Gözleri yere bakıyordu, kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. Bir şey diyemeden içeri daldı.
-Ağam, oturman gerek, dedi. Oturacak hâlim yoktu. Bu saatte hayr olmadığı belliydi.
-Ne oldu?! diye haykırdım, öfke ve korku sesime karışıyordu.
Sonunda gözlerini kaldırıp söylediği kelimeler zihnimde yankılandı:
- Kardeşin... Hanımım... Rojda... Kendine kıymış.
Bir an donup kaldım. Kelimeler bir tokat gibi yüzüme çarptı. Kardeşim... Rojda... İçimde bir şeylerin kopup gittiğini hissettim. Bacaklarım beni taşıyamaz oldu, olduğum yere çöktüm. Kulağımda sadece kendi nefesimin sesi yankılanıyordu, sanki dünya durmuştu.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir öfke dalgası göğsümde kabarmaya başladı, kontrol edemiyordum. Rojda'nın bana bıraktığı tek şey, anneminkine benzeyen bir sessizlik oldu. Ve o sessizlik, beni içten içe paramparça ediyordu.
- Yaşıyor mu Aziz , dedim çaresiz ve korkuyla. O ise üzgünce başını iki yana salladı.
- Kaybettik ağam, deyince yıkıldım. Nefesim kesildi. Kriz dalgası tüm vücudumu sardı.
Onu cansız bulduklarında, içimdeki o huzursuzluğun ne olduğunu şimdi anladım. Onu kaybetmek üzere olduğumu hissetmiştim ama anlamamıştım. O an, sadece bir abi olarak değil, bir insan olarak da her şeyimi kaybettim.
- Rojdaa , diye acı çığlıklarım tüm evi inletti. Yıkıldım. Ellerim başımda iki yana akli dengemi yitirmiş gibi sallanıyordum. Zaten çok akıllı sayılmazdım. Annemden sonra tedavi görmüştüm. Dayanağım kardeşim olmuştu. Her şeyi o mutlu olsun diye yapıyordum. Şimdi o da gitmişti. Hemde en korktuğum şekilde.
- Ağam, diye telaşla Aziz yardım etmeye çalışsa da kimseyi gözüm görmüyordu. Aslan, amcam herkes gelmişti. Hepsi ağlıyordu. Kimse umrumda olmadı. Kardeşin öldü dedi. Ne demek kardeşin öldü. Ben ömrümü feda ettim. Kardeşim canına nasıl kıydı? Yine o küçük çocuk oldum. Annem gözlerimin önünde son nefesini veriyordu . Onun değil de benim nefesim kesiliyor gibiydi. En son kendime vurmaya başladığımı hatırlıyorum. Tüm ev haklı toplanmış engellemeye çalışıyorlardı. Lakin gözüm kimseyi görmüyordu. Kalbim hızla göğsüme vuruyordu. En son bir anda her şey durdu. Gözlerim kaydı. Herkes dönüyordu. Her şey bulanıktı . Sonrası karanlık. Acıyla sol gözümden yaşlar aktı. Annemin acısını kaldıramayan kalbim kardeşimin acısını da kaldıramayacaktı. Son duyduğum ses, Aslanın kükreyen Ambulans sesi olmuştu.
Gözlerimi açtığımda boş bir odadaydım. Beyaz ışık gözlerimi kamaştırıyordu. Nerede olduğumu anlayamadım önce . Başım zonkluyordu. Elimi hareket ettirince, koluma bağlı serumu fark ettim . Kalbim bir şeylerin eksik olduğunu haykırıyordu ama zihnim ne olduğunu anlamıyordu. Doktoru çağırdılar. Kapı açıldı, içeriye bir adam girdi.
- İyi misiniz Ateş Bey? dedi.
-Bir şeyim yok, dedim önce. Sonra bir anda her şey üzerime çullandı. Rojda… Yüzümün rengi değişti, nefesim sıkıştı . Kolumdaki serumu çekip fırlattım.
-Hayır, diye fısıldadım. Hayır, olamaz!
Odanın kapısını sertçe açıp koridora çıktım. Ayaklarım beni taşımıyor gibiydi ama bir şekilde ilerliyordum.
Aziz’i gördüm. Kapının önünde bekliyordu, yüzünde tarif edemediğim bir hüzün ve korku vardı.
-Rojda’m nerede? diye sordum ona. Aziz başını öne eğdi, sustu.
-Sana bir şey sordum Aziz! diye bağırdım. O suskun kaldıkça içimdeki öfke kabarıyordu.
-Rojda’m nerede!
-Morgda… dedi sonunda, sesi titriyordu. Kelimeyi duyduğum an dünya üzerime yıkıldı.
-Götür beni, dedim. Aziz’in dudakları titredi, gözleri doldu.
-Aziz, ne oldu? Söyle ne oldu?! Aziz geriye bir adım attı, gözlerini benden kaçırdı.
-Yüzü tanınmayacak halde , dedi sonunda. O an her şey durdu. Sanki vücudumun ağırlığını taşıyamadım. Dizlerimin üzerine düştüm, bir çocuk gibi hıçkırarak ağladım.
-Rojda! diye haykırdım. Sesim duvarlarda yankılandı, acım herkese duyurulsun ister gibiydi. Yalnız değildim ama bir o kadar yapayalnızdım . Rojda’m yoktu artık . O benim canımdı. Annemin yerine koyduğum, hayatta tutunduğum tek dalımdı. Ve şimdi o dal kırılmıştı.
Bir süre sonra, gözyaşlarımın yerini öfke aldı. Ayağa kalktım, titriyordum . Aziz’e döndüm.
- Kim yaptı? dedim . Gözlerim birer kor gibi yanıyordu. Aziz, yutkundu.
- Mehmet… dedi, sesi fısıltı gibi.
- Kim Mehmet?
-Kalenderlerden, dedi. Hamileymiş… Hanımım da söyleyince, Mehmet kabul etmeyip kaçmış…
-Yeter! dedim, elimi kaldırarak. Daha fazlasını duymaya dayanamazdım. İçim öfkeyle dolmuştu. Kardeşimi karnında çocuğu ile terk eden adamı yaşamayacaktım. Biliyordum. Kardeşim canına kıymazdı. O adam buna sebep olmuştu.
- Ağam Aslan ağam ve Serdar ağam o soysuzu arıyor. Senin uyandıktan sonra onun peşine düşeceğini biliyorlardı.
- Haber var mı?
- Maalesef ağam. Henüz bir haber yok. Elleri önde mahcup bir şekildeydi.
-Hazırlanın, dedim. Gidiyoruz. Yol boyunca intikam ateşiyle yandım. Yandığım kadar yakacaktım.
Kalenderlerin kapısına hızla vardık. Öfkemi bastırmaya çalışıyordum ama içimdeki yangın beni kontrol ediyordu.
-Mehmet nerede? diye bağırdım kapının önünde. Yüzüme kimse bakamıyordu.
-Kaçmış, dedi biri, sesi titrek ve korkak. Kaçmış. İyi etmiş. Çünkü elim ona değse, ellerim kana bulanırdı. Bulanacaktı da.
Ama bu iş burada bitmeyecek. Kaçacak bir yer bulamayacak. Nereye giderse gitsin, Ateş Miroğlu’nun nefesi ensesinde olacak. Rojda’mın kanını yerde bırakmayacağım. Asla!
- Kız kardeşim öldü lan benim. Hepsi sizin yüzünüzden. Kana kan. Öldüreceğim onu. Oğlunuz nerede dedim, dedim öfkeyle.
- Bilmiyoruz. İnanın bilmiyoruz diye konuşan adama döndüm öfkeyle.
- Nasıl bilmiyorsunuz lan, dedim bağırarak.
Gözlerim katili arıyordu. Sonra bir şey oldu. Sırtında çantayla birini gördüm. Gördüğüm mavi gözlerle bilinç altım da tanıdık bir his uyandı. Sonra içim yine öfkeyle doldu. Zaten kız da gözlerimde gördüğü öfkeden sonra bir adım geriledi. Korkmuştu. Rojdam da benden korktuğu için mi söylememişti. Bir ona iyiydim. Rojdamla birlikte gözümü yine öfke bürüdü.
- Söyleyeceksiniz! O soysuzun yerini söyleyeceksiniz? Silahı babasının alnına dayadım. Kadınlar çığlık çığlığa bağırıyordu.
- Ağam yalvarırım yapmayın! Yemin ederim bilmiyorum, diyen adamın korkmuş yüzü umrumda dâhi değildi. Lakin daha yeni öfkeli gözlerimle korkmuş kızın bu görüntü karşısında ne kadar korkmuş olabileceği gelince aklıma kafamı kaldırıp o yöne baktım. Ama kimse yoktu . Zaten gidecek gibi duruyordu . Gitmesi iyi olmuştu . Bu halde beni görmesini nedense istemedim.
- Söyle o soysuz oğlun nerede? İntikam duygusu sesime de yansımıştı.
- Ateş diye kükreyen dedemin sesini duydum. Dönmedim geriye. İçim yanıyordu. Dedem dur dedi diye duracak değildim. O soysuz gelecekti. Bedelini ödeyecekti.
- Ateş dedim. Bırak o silahı. Berdel kararı verildi, deyince öfkeyle dedeme döndüm. Fırsattan istifade soysuzun babası ayağa kalktı.
- Ne berdeli? Ne saçmalıyorsun dede ? dedim tüm öfkemle.
- Kızları Zelalle evleneceksin! Ağalar meclisi toplanıp töreye uygun kararı verdi.
- Evlenmem soysuzun kardeşiyle. Kardeşim öldü . Bu soysuzların oğlu yüzünden kardeşim öldü . Kan almaya geldim . Gelin almaya değil. Ateş olup her yeri yakmamı istiyorlardı. Başka bu karar nasıl verilirdi.
- Gel benimle Ateş , dedi dedem dışarıyı göstererek. Sertti sesi . Daha fazla bu soysuzların yanında dedeme karşı gelmemek için çıktım.
- Dede evlenmem. Ben kan istiyorum dede. Kardeşimin canını alan o soysuzun canını istiyorum.Sinirden damarlarım şişmişti. Korkunç görünüyordum. O soysuz bu kadar kolay kurtulamazdı.
- Evleneceksin. Tam sözünü bölecektim ki susturdu elini kaldırıp.
- Rojda evlilik dışı hamile kalmış. Yaşasa da ya ölecekti. Ya da yine berdel olacaktı. Tüm Ağalar toplandı . Berdel kararı verildi. Töre ne derse o. Töreyi çiğnersen eğer seni ağaları olarak kabul etmezler. Haşim geçerse başa neler olur sen biliyorsun. İntikam almak istiyorsan önce kızlarını alacaksın ellerinden. Ateş olup canlarını yakacaksan kızlarıyla evlenerek canlarını yakacaksın dedi, öfkeyle.
- İstemiyorum dede, dedim sinirle.
- Karar verildi. Töreyi aşarsan seni tanımam oğul. Karşı çıkarsan kötü olur, deyip içeri geçti. Eski topraktı. Biliyordu beni nasıl ikna edeceğini. Haşim başa geçerse yıllardır emek verdiğim her şey yerle bir olurdu. Haşim kuma getirmek isteyen herkesi onaylardı. Kız çocukları okumazdı. Herkes perişan olurdu. Kan davaları tükenmezdi. Kendi acım için herkesi yakabilir miydim ? Öfkeyle duvara vurdum. Tüm sinirimi çıkarmak istiyordum.
Öfke tüm bedenimi sardı. İntikam duygusu vücudumu ele geçirdi. Andım olsun! Bu soysuzlar Mehmet'i öldürseydin keşke diye yalvaracaklar. Ben nasıl yandıysam onlarda öyle yanacak.
İçeri geçmek istemedim. Geçip ne yapacaktım ? O soysuz çoktan kaçmıştı. Yerini bilerek saklıyorlardı . Sakin olmalıydım. Sakin olmalı ve her şeyi düşünmeliydim. Sonra içeriden gelen konuşma sesleriyle dikkat kesildim.
- Nasıl kaçtı? Ateş yakar sizi. Kızı bulup getirin. İki gün içinde nikah olacak , diyen dedemle öfkeyle dinlemeye koyuldum. Soysuzlar kızını da kaçırıyodu demekki. Benden bu kadar kolay kurtulamazlardı. Mehmet yoksa kardeşi vardı . Elbet o soysuz kardeşi için kapıma gelecekti. Yakacaktım. Diyarbakır'ı o soysuza ve ailesine dar edecektim.
- Ne demek İstanbul. Ne okulu? Berdel kararı verildi . Kızımı yanına almaya kalkışırsan ölürsün diyen babasıyla . İntikamım için ilk yapmam gereken şeyi yapmak için hızla ordan ayrıldım. Yolda Azizi aradım.
- Aziz bana o soysuzun kız kardeşi Zelal'in hangi otobüse bilet aldığını ve resmini at, dedim sert sesimle. Sonra kapattım telefonu.
Mesaj sesi gelince hemen açtım . Aziz yeri atmıştı . Sonra yeni gelen mesaja baktım. Fotoğraftı. Gördüğüm mavilerle bir an aracın kontrolünü kaybettim . Sonra telefonu kapatıp önüme döndüm. Bu avluda gördüğüm ürkek kuştu . Demek kimseye görünmeden kaçıyordu . Dudaklarım kıvrıldı. Benden kaçamazsın . Yalnız kızda anlamadığım bir şeyler vardı . Tanıdık gibiydi . Ama daha önce onu gördüğümü hatırlamıyorum. Zelal. Başımı iki yana salladım . Ben değil o düşünecekti. Artık sonu belliydi . Abisinin cezasını çekecekti . Kardeşime olanlardan sonra kaçmaya çalışan bir kadın umrumda değildi. Kendilerini kurtaramayacaklardı . Ateş olup cihanı yakacaktım . Rojdam varken kendimi tutuyordum. Artık kendimi tutacak bir sebebim yoktu . O soysuzlar benden o sebebi çalmışlardı. Hepsi bir bir bedelini ödeyecekti. Berdel diye düşünsünler . Ben onlardan kız almayacaktım . Rojda'nın kaderini o kız yaşayacaktı. Kan eninde sonunda dökülecekti. Bekle beni ürkek kuş. Ecelin olmaya geliyorum...
Otogara ulaştığım ve hızla otobüsün kalktığı yere gittim . Otobüsün önünde telefonla konuşan kızı duyduğumda görmesem de zaten kim olduğunu anladım . Ürkek kuş. Korkudan yine titriyordu . İyice yaklaştım . Burnuma gelen koku beni geçmişe götürmek istiyor gibiydi. Lakin geçmişte hiçbir anım yoktu. Kaşlarım çatıldı . Vücudumun tepki vermesini anlayamadım. Bu durum iyice sinirlerimi bozdu . Beni yumuşatacak hiçbir sebep olamazdı . Kızın titreyip korkması daha başlangıçtı. Arkasını döndüğünde bana çarptı. Çekilmeye çalışınca ellerini tuttum. Mavileriyle bana bakmalıydı. Sonra beni duymuş gibi gözlerini kaldırdı. O korku ve şaşkınlık içindeyken ben bu yakınlığın verdiği tanıdık histeydim. Anlamıyordum. Daha önce görmüş olsam hatırlamaz mıydım? Mutlaka hatırlardım. Gözlerine baktım.Kimsin sen ürkek kuş? Seni tanıyor muyum? Tanıyordum tabi. Şimdi hatırladım. Her şey bir tesadüf olabilir miydi? Ya her şey oyunsa? Ürkek kuş neler karıştırıyorsun?