Damatlıkla sap gibi ortada kalışımın üzerinden dile kolay koskoca altı ay geçmişti. Aldığım yara iyileşmesi gerekirken azalmak yerine neden ilk gün ki gibi canımı yakmaya devam ediyordu. Sevip de sevilmemek benim kaderim miydi?
Kış kreasyonumuzun eskizleri elimde geçmişe dalmışken asistanım Nur çok yorgun göründüğümü söyledi. “Alper bey acaba kendinizi küçük bir tatille ödüllendirseniz mi. Çok yoruldunuz. Biraz mola vermek size iyi gelecek.”
Eskizleri masanın üzerine fırlatıp sırtımı koltuğa yasladım. Kız haklıydı. Özellikle son üç ay benim için çok yoğun ve yorucu geçmişti. Kalbimin sesini duymamak için deli gibi çalışmış, bedenimi fazlasıyla yormuştum. İşlerden biraz uzaklaşmak belki de iyi gelecekti. Ama nereye gidecektim. Deniz ve güneşi baştan eledim. Denize girmek istemiyordum. Artık keyif vermiyordu. Sezondan dolayı kayak yapacak bir yere de gidemezdim. En azından sevdiğim ülkelerde kar yoktu. Kendi kendime bu sefer bir değişiklik yapıp Fas’a gitmeyi düşünürken telefonum çaldı. Ekranda üniversiteden yakın arkadaşım Asaf’ın ismi yazıyordu. Asistanıma çıkabileceğini söyledim. “Hayırdır oğlum beni rüyanda mı gördün” diye cevap verdim.
Gülerek “ Evet “dedi. “Rüyamda kız kardeşimin düğünü için buraya geliyordun”
Şakayla davet ettiği düğüne gitmemek için bir sürü bahane sıralamama rağmen ısrar etti. Asaf’ın yerinde başka birisi olsa kabul etmezdim belki ama adam benim iptal olan düğünüm için Mardin’den Adana’ya gelmişti. Bu esnada aklıma rahmetli dedemin sözleri geldi. “Dünyanın neresine gidersen git, Mezopotamya’yı görmeden ölme demişti. Neden doğu olmasındı. Belki çocukluk arkadaşım Ilgaz’ı da yanıma alırdım. Bayılırdı gezmeye. Kafa çocuktu. Ama tabii evlenmemiş olsaydı. Karısının kıskançlıkları aklıma geldiğinde vazgeçtim. En iyisi tek gitmekti. Her an her dakika karısına konum bildiren, görüntülü görüşen, her attığı adımın hesabını veren bir yol arkadaşı bana ayak bağı olurdu.
***
Bir hafta sonra Mardin’e gitmek için erkenden kalktım. Dört yaşındaki pug cins köpeğim Kurt etrafımda dolaşırken kendime küçük bir bavul hazırladım. Uçak yolculuğundan ise arabamla gitmeye karar vermiştim. Böylece konaklayarak yavaş yavaş ilerlerim diye düşündüm. Durduğum yerlerde bol bol fotoğraf çekmekte bana iyi gelecekti. Arkamda Kurt, elimde bavulla odamdan çıktığımda düğün için hazırlattığım yatak odasının önünden geçiyordum. Eğer Nisan ile evlenebilseydik o oda bizim olacaktı. Son altı aydır kapısını hiç açmamıştım. Odanın önünden geçtikten sonra durdum. Uzun bir aradan sonra kapıyı açtım. Tavanından duvarlarına kadar ayna olan odanın içinde göz gezdirirken gözüm kırmızı led ışığın çevrelediği yatağa kaydı. Odada bulunan tek eşyaydı yatak. O yatakta sevişecektik ama bırak sevişmeyi öpüşememiştik bile. Nisan için kurduğum hayalleri düşünmek acımı katlarken Kurt yatağın üzerine atladı. İnatçı köpek yatağın tam ortasına yattı. “Kurt! Çabuk in oradan”
Odayı yaptırırken kurt aynalarda kendini gördüğünde korkmuştu ama alıştığından artık tepki göstermiyordu. Miskince yataktan indi, yanıma geldi. Kapıyı hızla çektim. Kurtla vedalaşıp koşar adımlarla dışarıya çıktım. Kapıda ev işlerime ve köpeğime bakan Asuman hanımla karşılaştım. “Ev ve Kurt size emanet. En geç bir haftaya kadar dönerim” dedim.
Perşembe günü Şanlıurfa’daydım. Geleli iki gün olmuştu. İki gün içinde Mardin ve çevresi başta olmak üzere bir çok tarihi yeri gezmiştim. Doğu seyahati beklediğimin aksine bana gerçekten çok iyi gelmişti. Hafiflemiştim. Dedemin dediği gibi buranın ayrı bir havası, büyüsü vardı. Sanki toprakları şifalıymış gibiydi.
Akşamüzeri Balıklı Göl’e geçtiğimde fotoğraf çekerken duyduğum kıkırtılara döndüm. İki oğlan çocuğu gülümseyerek bana bakıyorlardı. Objektifimi onlara çevirdim. Fotoğraflarını çekeceğimi anlayınca birbirlerine sarılıp poz verdiler. O kadar saf ve masum görünüyorlardı ki, sırıtırken görünen dişleri keyfimi yerine getirdi. Sahi, onlar gibi dişleri görünerek gülmeyeli ne kadar olmuştu. Hatırlamıyordum.
Çocukların fotoğrafını çekerken anneleri yanımıza geldi. İzinsiz görüntü aldığım için özür diledim. Kadın sağ olsun anlayışla karşıladı. İki çocuğun elinden tutup yanımdan uzaklaşırlarken çektiğim fotoğrafa baktım. O an yakaladığım kareye giren, çocukların hemen arkasında gölün kenarında oturan kara çarşaflı kadın dikkatimi çekti. Yüzü açıktı. Sadece sureti görünüyordu. Ekranı büyüterek kadını incelerken az önce oturduğu yere baktım. Yoktu. Tekrar fotoğraf makineme döndüm. Gür kirpiklerinin çevrelediği yeşil gözleri hüzünle göle bakıyordu. Sanki biri dokunsa ağlayacak gibi bir hali vardı. Fazlasıyla gizemliydi. Mutlulukla gülen çocuklara baktım bir de gölün kenarında az önce kızın oturduğu yere. Aynı kareye giren iki farklı duygu, düğün ve cenaze gibiydi.
Akşam otelde duşumu alıp bornozumla yatağa uzandım. Gün içinde çektiğim fotoğraflara göz atıyordum. Gülen çocukların ve çarşaflı kızın olduğu kareye gelince tekrar ekranı büyüttüm. Fakat hayatımda ilk kez gördüğüm kadını incelerken telefonum çaldı. Asaf arıyordu. Gülerek “İki dakika sonra kapı çalacak. Misafirlerin gönlünü hoş etmek adettendir” dedi. Dediğinden bir şey anlamadım. Ta ki çalan kapıyı açıncaya kadar. “Karşımda uzun boylu sarışın, seksi bir hatun vardı. “Selam” dedi.
Aynı şekilde karşılık verdim. Konuşmadan kapıyı kapatıp yatağa geçtim. Ben yatağın üzerine otururken kadın soyunmaya başladı. Elbisesini çıkarttı. Üzerinde sadece siyah jartiyer takım vardı. Beli bedenine göre oldukça ince kalçaları büyük ve dikti. Spor yaptığı belliydi. Onu öyle görmek bile tahrik olmama yetmişti. İki yastığı arka arkaya yerleştirip sırtımı üzerlerine yasladım. Kadın Ayak ucumdan yatağa tırmandı. Bornozumun kuşağını açtı. Ne yapacağını merak ederek onu izlerken bacağımın arasına girip aşağıya kaydı. Tam iki bacağımın ortasında durdu. Erkekliğimi eliyle kavradı, aşağı yukarı sıvazladı, zevk suyumu yaladı. Başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. O kadar iyi gelmişti ki. İşini çok güzel yapıyordu. Ama son bir haftadır kimseyle ilişkiye girmediğim için benimde irademin bir sınırı vardı. Kadın dondurma yalar gibi dilini aşağı yukarı kaydırıp var gücüyle erkekliğimin ucunu emerken dayanamadım. Her an patlayabilirdim. “ İlki biraz hızlı olacak” dedim. Elinden tutup yatağa çektim. Hemen ters çevirip arkasına geçtim. İçine girdiğimde dudaklarımdan hırıltılı bir inleme koptu. Omuzlarına asıldım Olabilecek en sert şekilde arka arkaya gidip gelirken o da inlemeye başladı. Yanımda kondom bulundurmadığım için kalçasının üzerine boşalmak zorunda kaldım. Bana gülümsedi. “Çok iyiydin” dedi. Kendini temizledi.
“Bütün yattığın adamlara bunu söylüyor olmalısın” dediğimde güldü.
Yanında getirdiği minik çantadan prezervatif çıkarttı. “Herkese değil. İkincide bunu kullanırsın”
Geçirdiğim müthiş geceden sonra düğün günü Midyat’a geçtim. Erkekler için sıra gecesi hazırlığı yapılmıştı. Erkekler ayrı kadınlar ayrı yerde eğleniyordu. Bir yandan içip diğer yandan bol bol fotoğraf çektim. Seyahatimin son akşamı Asaf beni önceki günlerde olduğu gibi çok iyi ağırlamıştı. Alkolü abarttığım için düğünden erken ayrılmak zorunda kaldım.
Düğünün ertesi günü sabah İstanbul’a dönme vakti gelmişti. Asaf ile veda kahvaltısı yapıyorduk. Altı ay önce iptal olan düğünümden konu açıldı. Keyfim kaçtı. Asaf dünyanın sonu olmadığını, hayatıma başka insanlar girebileceğini, tekrar evlenebileceğimi söyledi. Hatta bana baldızından bahsetti. Şakaya getirerek bacanak olabileceğimizi dile getirdi. “Tövbeler olsun, Allah korusun” dedim. “Reddedilen bir evlenme teklifi ve iptal olan bir düğün bana yetti kardeşim. Ben o defteri kapattım.”
Bakır tavada pişen tereyağlı yumurtadan bir çatal alırken erken konuştuğumu söyledi. “Hayat sürprizlere gebe. Bak sonra bu söylediklerini hatırlatırım sana. Bence kendine son bir şans vermelisin”
Gülerek üniversite günlerinden konuşmaya başladığımızda telefonu çaldı. Müsaade isteyerek cevap verdi. Birden suratı asıldı, panikle ayağa kalktı. Kötü bir haber olduğu değişen ten renginden belliydi. “Acil gitmem gerekiyor kusura bakma” dedi. “Bizim damat… Zinar kendini öldürmüş”
Onunla birlikte ayağa kalktım. Zinar akşam ki düğünde evlenen kız kardeşinin eşiydi.