~Roy~
Bu yeni heyecan verici gelişme karşısında evliliğimizin ikinci yılında baba olacağımı düşündükçe uyuyamaz hale gelmiştim. Geceleri, Elenor uyurken, ben onun o masum yüzünü izliyor ve hayallere dalıyordum.
Kalan yedi ay nasıl geçecekti hiç bir fikrim yoktu ama sevdiğim kadınla her zamankinden daha fazla ilgilenir olmuştum, tabii ki bu konuda yalnız değildim. Tüm ev halkıda benim gibi hissediyor, Elanor'a karşı daha hassas davranıyorlardı ama hassas davranmayan tek bir kişi vardı ve bu da beni deli ediyordu. Ah Elenor...sanki onun haricinde çiftlikte herkes hamileydi ve bir tek o değildi. Hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi beni sinir ediyordu. Sinirli olmak nasıl bir şeydi bilmezken, sayesinde onu da öğrenmiştim.
Çiftlik işlerinin nerdeyse tamamından uzak durmasını yasakladığım halde, o bu yasakları delmeyi iyi beceriyordu.
"Yapma, git dinlen," dedikçe sanki inadına onu ya follukta, ya da ağıllarda süt sağarken bulabiliyordum. Sonunda bir gün olan oldu ve beni çileden çıkardı.
Yine gizli saklı ağıllara girmiş ve koyunları sağıyordu. Onu orda yakalayınca, kan beynime sıçradı ve tüm kızgınlığımı, uzun süre aynı pozisyonda oturarak sağdığı koyunlardan çıkan süt dolu kovaya, hiç düşünmeden tekmeyi basarak çıkarmıştım. Canıma yetmişti çünkü.
Beni ilk kez öylesi öfkeli ve kızgın gören Elanorum, korkmuştu ve bir an titrediğini gördüğümde pişmanlık yaşamıştım ama belli etmemeyi tercih etmiştim. "Bir daha seni burda görürsem, doğuma kadar odanda kapalı kalırsın, şimdi istiyorsan süt sağmaya devam et!" demiş ve yanından hızla uzaklaşmıştım. Eğer kalırsam, ona sarılıp özür dileyecektim ve ben bunu onun iyiliği için yapamazdım. Yaşadığımız bu tatsız olay ve birazda tehtidim işe yaramış olacak ki doğum olana kadar sadece evde, oda yine çok yorulmayacağı işlerde anneme ve Peggy'e yardım eder olmuştu. Bu durumdan hepimiz fazlasıyla memnunduk.
Temmuz ayı yaklaşırken, tüm Stewarth Ailesi olarak heyecanın doruk noktasını zorluyorduk. Belli aralıklarla kasabadaki doktora kontrollere gidiyor, gelişmelerin iyi yönde olduğunu öğrendikçe rahatlıyorduk.
Güneşin çekilmesiyle, biraz serinleyen akşamlarda kısa yürüyüşler yapıyor, günün sonunda o artık ağırlaştığı için, bense hem heyecan hemde belli etmemeye çalışsamda tedirginliğimden uyku nedir unutmuştuk.
Sonunda sonsuz bir heyecanla ve beraberinde ailece birbirimizden gizlemeye çalıştığımız korkuyla beklediğimiz o müthiş gün gelmişti. Korkuyorduk çünkü gelenekçi karım, "illede evde doğum yapacağım," diye tutturmuştu ve ben aslında hastane ortamında hem onun hemde bebeğimizin daha güvende olacağını düşündüğüm ve istediğim halde sırf onu üzmemek, daha fazla gerilmemesi adına onun bu isteğini kabul ettim.
Dışarda cehennem sıcağıyla ortalığı kasıp, kavuran güneşe tezat, Elanor buz gibi ter döküyordu ve doğum sancıları git gide daha çok sıklaşıyordu.
Bir an sanki bedeni ikiye ayrılıyormuş gibi acı feryatlar attığını duyduğumda, odamızın kapısında ne yapacağımı şaşırıyordum.
Annem, Peggy ve doktor, içerde ben, babam odanın kapısında öylece bekliyorduk. Hiçbir şey yapamıyor olmak beni deli ediyordu.Onun öyle acı çektiğini bilmek dayanılır gibi değildi.
İçerde ne olup bittiğini bilmiyordum ama sanki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve ben bunları sonradan öğrenecektim.
Anlamıştım. Karım, biriciğim,sevdiğim içerde ölüm kalım savaşı veriyordu. Belliydi, çok zor bir doğum olacaktı. Sonradan öğrendiğime göre rahim çatısı çok darmış ve bebek dışarı çıkmakta zorlanıyormuş. Bebeğin kafası, çatıyla rahim boyu arasında sıkışıp kalmış ve bu durum hem Elenor hemde bebeğimiz için çok tehlikeliymiş.
Aslında ben doktoru almaya gittiğimde kanaması varmış ve her geçen dakika gücü azalıyormuş ama yinede direniyormuş savaşçı kadınım.
Tanrıım! O kapının önünde öyle çaresiz kalmak tüm gücümü alıp götürüyordu benden ve babam, her zaman olduğu gibi benim en büyük destekçimdi ve beni sakinleştirebilmek için bildiği tüm numaralara baş vuruyordu.
Bir ara annem odadan çıkıp yanımıza geldiğinde her ne kadar gizlemeye çalışsada korktuğunu ve bunun yanında acı çektiğini sararmış yüzünden anlayabiliyordum. Bu zor doğum sanırım geçmişte bıraktığını sandığı kendi acısınıda saklandığı yerden çıkarmıştı.
Doktorun gelmesinin üzerinden yarım saat geçmişti ve aslında sancılar başlayalı birkaç saati geçmişti.
İçerde ne olup bittiğini öğrenmek için hayatımı feda edebilecek hale gelmiştim. Kalbimin atışları düzensizdi ve genç olmama rağmen beni yoruyordu. Bu işkenceye daha ne kadar katlanabilirdim hiç bilmiyordum. Hissettiğim endişe ve korkuyla artık, tüm bedenimin kas katı kesildiğini bunun yanında çok istesemde odaya girmeye cesaretimin olmadığının farkındaydım.
Zaten kör kütük geleneklere bağlı eşim, odaya girmemi yasaklamıştı. Utanırmış ve benden söz almıştı. O vurgunu olduğum ela gözlerini kocaman kocaman açarak, "Asla odaya girmeyeceksin, eğer gelirsen seni öldürürüm Roy Stewarth," demişti ve bende uslu bir çocuk gibi söz dinledim, hiç girmedim içeri. Zaten onu acı çekerken görmeyi yüreğim de kaldırmazdı benim.
O kapının önünde çaresizliğin dikenli kollarında nefes almak çok zordu ve bir an geldi, artık dayanamayacağımı anladığımda kendimi evin dışına attım.
Verandanın basamaklarla buluştuğu noktaya oturdum ve hiç beklemeden bir sigara yaktım. Sigaradan nefret eden ben, Elanor hamile kaldıktan bir süre sonra sanırım o gizli endişelerim yüzünden sigaraya başlamıştım.
O oturduğum yerde ard arda kaç sigara içtim hiç bilmiyorum ve onca sigaraya rağmen bir nebze olsun sakinleşemiyordum. Böyle bir heyecan ve artık korkumda benim gibi sakin, sabırlı bir insan için bile çok fazlaydı. O an kendi varlığım bile ağır geliyordu bana.
Karmakarışıktım ve bir an omuzumda bir el hissettim. Bsşım önümdeydi ve yavaşça kaldırdım. Karşıya bakıyordum. O omuzumdaki el babama aitti ama sanki onun değildi. Bilirdim ben babamın elinin sıcaklığını, gücünü, hissettirdiği güveni.
Omuzumu destek olmak istercesine sıkan bu el, bu parmaklar evet babamındı ama neden böyle buz gibiydi ve neden titriyordu ki?
Nefesimi tutmuştum ve güçlükle yutkunurken başımı yukarı kaldırdım ve onun o bembeyaz yüzünü, yaşlara boğulmuş gözlerini ve o gözlerdeki kahredici acıyı gördüm.
Babam, o hiçbir şeyden yılmayan, korkmayan, gücünden hiçbir şey kaybetmeyen babam, ilk kez ağlıyordu yada ben onu ilk kez ağlarken görüyordum.
Nefesim boğazımda düğüm düğüm olurken, o hiçbir şey söyleyemeyecek haldeydi ve bende ne olduğunu soramıyordum. Babamın bu halinin nedenini öğrenmeyi hem deli gibi istiyor, hemde ölesiye korkuyordum.
Kalbim artık dört nala delicesine çarpıyordu ve kulaklarımda bir anda var olan uğultu sanki beynimi de ele geçirmişti.
Babamın gözlerindeki o derin acı ve o gözlerden yağmur damlaları gibi birbiri ardına yarışa giren gözyaşları çok şeyi anlatıyordu. Sanki ruhum bedenimden çekiliyor gibi hissediyordum ve ağır ağır ayağa kalktım. Hala birşey soramadan babama bakarken, anlamıştım. Demek bebeğimiz daha bir gün bile yaşayamadan ölmüştü.
Dokuz ay boyunca her gün, her geceyi heyecanla geçirirken ve sürekli bebeğimizle ilgili yaşayacaklarımızı hayal ederken, onu belliki bir kez kucağıma alabilecektim. Bunu düşünmek damarlarımda ateş gibi yanarak akan kanımı bir anda dondurmuştu. Resmen buz kesmiştim.
Babama hiçbir şey soramazken, parmaklarımın arasında külü uzayan sigaramı fırlatıp atmış ve hemen eve girmiştim.
Tanrıımm... istemiyorum artık düşünmek, hatırlamak ama o kapıyı açtım bir kere, o söz beni nerelere getirdi bıraktı ve yeniden, canlılığından kaybetmeden her şeyi o günki gibi nasıl yaşıyorum? İşte gözlerimin önünde o lanet olası merdivenleri deli gibi koşarak çıkışım, işte odamıza giden koridorda ilerliyorum ve aynı anda düşünüyorum, düşünebildiğime şaşırıyorum. "Olsun," diyorum kendi kendime, "olsun, biz hayattayız ya, yine çocuğumuz olur ama bir daha seni dinlersem becersinler beni Elenor," diye belki de ilk kez küfrediyorum kendime. Lanet olası koridor bu kadar uzun muydu ya? Git git bitmiyor sanki ve ben odaya yaklaştığım her adımda kendime Elanor'u dinlediğim için daha çok kızarken, onu nasıl teselli edeceğimi düşünüyorum aynı anda. Offf! Yüreğim nasılda ağırlaşıyor, sanki nefesim ciğerlerimde sıkışıp kaldı. Neden böyle ayaklarım geri geri gitmek istiyor ki ben bir an önce sevdiğime kavuşmak istedikçe?
İşte kapının önündeyim, kahretsin! Bacaklarım çok titriyor, birazdan yere yığılıp kalmasam iyi. Elimi kapının yuvarlak tokmağına uzattım ve kararsızlık yaşıyorum. Ne diyeceğim ben şimdi Elenor'a? Bebeğini kaybetmiş bir anne, çiçeği burnunda bir anne nasıl teselli edilir ki? ama yapmak zorundayım, kocasıyım ya ben onun? tek başına yapmadı ya bu çocuğu? kaçamam ki bu sorumluluktan!
Offf Tanrım, güç ver bana ne olur? O acısını yaşarken, ben kalbime gömebileyim acımı, sonra yaşatırsın bana ne yaşatacaksan! Sabır Tanrım, sabır ver şimdi bana.
Çeviriyorum o kahrolası tokmağı ve çıkan o ince gıcırtılı ses, beynimi oyuyor sanki.
Odamız iki bölümlü. İlk girdiğinde küçük bir oturma odası karşılıyor beni. Elanor ile şöminemizi yakıp, ne çok sohbetler yapmışlığımız var bu odada, tek büyük kanepemizde. Ne çok konuştuk burda bebeğimizle ilgili, şöyle büyüyecek, şurdan camdan dışarı bakar, burda tutunarak yürür ve daha ne çok şey.
Ağlıyorum artık, tutamıyorum kendimi, yüreğimdeki acı çok yakıcı.. görmesin ağladığımı, bilmesin böylesine yüreğimin kavrulduğunu, hatta duygusuz desin bana. Razıyım, yeterki o üzülmesin, acımasın kalbi çok fazla. Ben ikimizin yerine çekerim bu acıyı.
Yatak odamızın kapısı ardına kadar açık ve hiç ses yok! Neden yok ki? ağlaması, bağırıp çağırması gerekmez mi? Yapmaz ki benim Elanorum, yapmaz, yapamaz.Utanır o. Acısını yaşamaya, insanlara göstermeye utanır, çekinir, kimseyi üzmek istemez o. İçinde yaşayacak biliyorum ve bu beni daha çok kahredecek. Ağlasana be kadın! Sen ağlaki bende sana sarılıp ağlayabileyim!
Ağır adımlarla odamıza doğru ilerliyorum işte ama o da ne? Bir ses geliyor içerden. Tanrım! Nasıl olur? Çivilenip kalıyorum adeta durduğum yerde. Soluğumu tuttum, vermeye korkuyorum. Taş kestim resmen.
Aman Tanrıım! Kulaklarıma inanamıyorum ve dudaklarımdan kopan bir hıçkırıkla gülüyorum aynı anda. Bu bebek sesi ya! Ağlamıyor ama, garip sesler çıkarıyor ve annemin sesi..ninni söylüyor, şimdiden ninni söylüyor ona.
Sanki kışın dondurucu ayazıyla buz kesmeye dönmeye hazır yüreğime bahar geldi bir anda ve nasıl mutluyum?
Demek minik yaramaz bize oyun oynamış şimdiden? Gitmemiş, bırakmamış bizi öyle ıssız. Ne çok seviniyorum şimdi.
Ohhh Tanrım, ne kadar teşekkür etsem az sana ve müthiş bir rahatlama duygusuyla odaya giriyorum, annemle göz göze geliyoruz. Kaçırıyor gözlerini benden ve hemen yanımdan geçip gidiyor. Ağlıyor mu ne? ama neden ki? yaşıyor işte bebeğimiz ve Elenor ne diye bu kadar sessiz? Dönüp yatağa baktığım an gördüğüm şey inanılası değil! Nasıl yani ya? Niye yüzüne o lanet beyaz çarşafı çekmişler ki? Nefessiz kalacak ya? Hangi akla hizmet yaptılar bunu?
Yok, ben yanlış görüyorum herhalde! Niye yer ayağımın altından kayıyor gibi hissediyorum ki? Gülüyorum ama ağlıyorum da! Deliriyorum sanırım!
Biri bana bu gördüğümüm gerçek olmadığını söyleyebilir mi acaba?
Benim karım, benim aşkım, benim sevgilim, benim her şeyim ama her şeyim lanet olası beyaz çarşafın altında öyle hareketsiz, nefessiz yatamaz, ölü gibi kıpırdamadan duramaz...
"ÖLÜ GİBİ"
ne saçmalıyorum ben ya?
Sanki bir dev o kocaman eliyle tokat attı bana, sanki kör kuyulara atıldım bir anda, sanki biri geldi acımasızca "o, öldü! Kabul et!," dedi bana ve ben titremeye başladım, olduğum yerden duvarlara fırlatılıp, zemine çarpılmış gibi hisettim..."hayır ya! Bu doğru olamaz, gidemez, hayıııırr!"
Lanet olsun!. tüm evin her yerinden duyulabilecek o acı çığlığım, sayısız hayırlarım, koşup baş ucuna gidişim, korkarak elimi uzatışım, o içine sıçtığım ölüme denk, acımasız beyaz çarşafı hızla çekişim... dünya durdu, zaman durdu, nefesim durdu, kalbim ise ahh o baş belası kalbim yerinden çıkıp, onun duran kalbi olmak için çırpındı durdu ama yapamadı, çaresizlikle, acıyla, kahırla kavrulmaya başladı... acıya kardeş, acıya eş oldu..
Yatağın baş ucunda öylece kaldım, gözyaşlarım yanaklarımı tuzuyla yaka yaka, kavura kavura, ard arda yağmur misali gözlerimden boşalırken, ben dudaklarımı kanatırcasına ısırıyor ve öylece bakıyordum kadınıma.
Beni şu dünyada insafsızca onsuz bırakıp, terk edip giden sevdiğime inanmak istemeyen, gözlerimle, kör olmasını istediğim gözlerimle ona bakıyordum.
Tanrıım! Sevdiğim kadının beni bıraktığına hiç inanasım gelmiyordu. Bu gerçek olabilir miydi yoksa pis bir şaka mıydı? O çok sağlıklıydı nasıl olurdu bu? Bir zamanlar çılgınlar gibi seviştiğimiz bu yatakta böyle cansız, hareketsiz yatan gerçekten Elenor muydu? Yok, yok... aklım, gözlerim onunla el ele vermiş oyun oynuyor olmalılar bana?
Etrafımızdaki hiçbir şeyi algılayamıyorum. Her şey çok yabancı bana. Şu an baş ucunda dikildiğim bu yatak, bu oda, hatta kendim bile çok yabancıyım, bir tek o tanıdık ama cansız, yoksa uyuyor mu?
Eğiliyorum yavaşça yüzüne doğru, dokunmaya korkuyorum ama dokunmalıyım, hissetmeliyim onu..
Tanrııım! Gözlerinden yanaklarına ve şakaklarına doğru süzülen gözyaşları nerdeyse kurumaya yüz tutmuş, dokunuyorum yavaşça yanağına parmak uçlarımla. Hala sıcak, yoksa ılık mı? Anlayamıyorum. Rengi ne kadar da beyaz, sadece yanakkarında hafif bir pembelik var ve o gözleri... o hiç kimsede rastlamadığım ela gözleri kapalı. Açsana be gözlerini açsana be aşkım! Açıpta bir daha baksana yine tüm sevginle bana?
Çok gençsin daha çook! Yakışmaz ki ölüm sana, gençliğine..daha yeni anne oldun sen? Var mı böyle bebeğimizi bırakıp gitmek, hadi beni terk ettin onu nasıl bıraktın? Hani çok iyi bir anne olmak istiyordun tıpkı annem gibi, tıpkı annen gibi, hani onu çok sevecektin, yaramazlıklarına kızmayacaktın, uykusuz kaldığında şikayet etmeyecektin, Yapma be aşkım? Uyan hadi, yeter bu kadar üzdüğün, acıttığın...
Bak saçlarını yine topuz yapmışsın. Dedim ya sana bir defa topuz çok yakışıyor diye sana. Alnına düşen şu birkaç tutam saçın nasılda terli?
Çok acıdı canın değil mi aşkım? Çok mücadele verdin ve sonra pes ettin öyle mi? O güzel başın nasılda sağ yanına düşmüş? nasıl yorgunsun be aşkım?
Daha çok eğilip bakıyorum yüzüne, taşımıyor artık bacaklarım beni, oturuyorum yanına. Ellerine bakıyorum, şimdiden göğsünün üstünde birleştirilmiş olan ellerine.
Sarılmak istiyorum ona, son kez kollarımın arasına almak istiyorum. Omuzlarından tutup yavaşça kaldırdığımda kolları kayıyor yavaşça göğsünden, yanına düşüyor.
Çekiyorum kendime ve sımsıkı sarılıyorum. Acım delice bir feyat olup kopuyor dudaklarımdan. Nasıl vedalaşacağım onunla nasıl? Saçlarını son kez kokluyorum, son kez ciğerlerim doluyor o güzel kokusuyla saçlarının..
Offf Tanrım!! Dayanılır acı değil ve o gün, bugündür yüreğimde hep aynı acı...aradan geçen onca yıla rağmen hiç mi dinmez, hep mi kanar bu yokluğunun, gidişinin acısı?
Bilseydim eğer böyle olacağını, bilseydim eğer kan kaybından gideceğini, bilseydim eğer bebeğimiz için kendinden vazgeçeceğini, dinler miydim ben seni be aşkım? Nasıl bir pişmanlıkla başbaşa bıraktın beni? Adı "Andy olsun," dediğin bebeğimizi annesiz, beni sensiz bırakıp nasıl gittin?
Yeter Tanrım ne olur yeter! Hatırlatma daha fazla, yakma canımı...yirmi bir yıldır, her hatırladığımda aynı acıyla kanatma böyle yaramı.
Çok özledim karımı ve dayanacak gücüm kalmadı. Bitsin artık bu özlem, ayrılık! Gidebileyim artık bende onun yanına, kavuşabileyim ona. Yeter artık beklediğim..yeter artık acımı içimde yaşadığım, kimselere anlatamadığım yeter. Yoruldum, tükenmek üzereyim, yeter artık... * * * * *