Babamla birbirimize baktık ve aynı anda canımızdan bezmişçesine başımızı salladık. Megan'ın delirtmek için kendisine seçtiği yeni hedefi Andy'di ve ben asla onun yerinde olmak istemezdim. Sanırım yavaş yavaş sıramı savıyordum ve bu durumdan da fazlasıyla mutluyum.
Sebebini anlayamadığımız bir tartışma ikisini ele geçirmişti ve yukarda başlayan atışmaları, merdivenlerde birbirlerini ite kalka aşağı inerken devam etmiş, şimdi de mutfakta tam yarım saattir masada devam ediyor ve bitecek gibi de görünmüyor.
"Bu yaptığını asla affetmeyeceğim Andy ve elbette sende benim elime düşeceksin! O zaman görüşeceğiz seninle,"
"Ne o prenses, gece sana bebek bakıcılığı yapmadığım için mi bu kızgınlık? büyü artık!"
"Kes sesini pislik!"
"Asıl sen kes sesini Megan! Gece korkudan altına yapmışsındır umarım!"
"Hiçte bile... çok güvenli bir yerdeydim," dediği an, kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü ve tam o anda içtiğim çay adresi karıştırdı, nefes boruma kaçtı. Deli gibi öksürmeye başladım.
Artık, babam ben ve Peggy neden tartıştıklarını anlamıştık.
Peggy o koca cüssesiyle kendisinden beklenilmeyecek bir hızla yanımda bitti ve kocaman avuçlarıyla sırtıma ard arda indirmeye başladı. Çayla boğulmaktan değilse de Peg'in ellerinde her an can verebilirdim.
Öksürüğümle dikkatlerini çektiğim o iki çılgının bakışları üzerimdeydi ve bir süreliğine susmayı başardılar çok şükür, ama dinen öksürüğümle yeniden birbirlerine azılı iki düşman gibi bakmaya başladılar.
Andy, sandalyesinde geriye doğru yaslanırken, koca bir adam olmuşçasına kollarını göğsünün üstünde birleştirdi ve buda yetmezmiş gibi tam bir erkek gibi bacak bacak üstüne attı. Anladığım kadarıyla pes etmeye hiç niyeti yoktu, tam tersi Megan'ı sinir etmekten büyük zevk alıyordu. Eh bir süre öncesine kadar Megan ile yaşadıklarımı düşündükçe oğluma hak vermiyor değilim ama şu an durum başka bir boyut almaya başladı ve beni de bir korkudur aldı. Dikkatle izlediğim oğlumun, Megan'ı aynı dikkatle inceleyen kısarak baktığı gözlerinde artık soruşturan bir bakış, bir kuşku vardı.
"Neresiymiş o güvenli yer küçük hanım?" diye sorduğunda, aynı kuşku sesinede yansıdı ve ben tüm tedirginliğimle Megan'a baktım.
Ah aptal kız! Nasılda kendini ele verdi?
Peki beni de verebilir miydi? Bildiğim nefesimi tuttum. Her an geceyi benimle geçirdiğini söyleyebilirdi, onda o potansiyel vardı çünki.
Heyecandan ölebilirim her an ve Andy'nin hala şüpheyle bakan gözlerine diktiği gözlerini bana çevirip bakmasından ödüm koptu.
"Sanane, bu seni niye ilgilendiriyor, hem bu tavırlar, bu oturuş şekli de ne böyle? Kıçımın kenarı! Büyüdünde adam mı oldun sen?" diye vahşi bir kedi gibi tısladı bir anda.
"Bana bak! sakın beni babamla karıştırma! Ben onun kadar sabırlı değilim... kıçının kenarıymış, ağzından çıkanlara dikkat et," diyen Andy bir anda ayağa fırladı.
Bunlar delirdi mi ya?
Andy, bir an dönüp onları bir film izler gibi izleyen bizlere baktı, derin bir nefes aldı ve ardından yeniden az önceki gibi sandalyesine oturdu.
Biz üç şaşkın, oturduğumuz yerde öylece kaldık. Andy, "ve şimdi söyle bakalım gece nerdeydin sen?" diye yüzünde garip bir ifadeyle sorduğunda durduk yere olaya Andy beni de dahil ettiği için ona kızgındım ama bu duygumu bastırmak zorundayım ve oğlumun beni de bu duruma bulaştırmış olmasına inanamadım.
Tanrım! Kabak yine benim başıma patlayacaktı. Tam ağzımı açıp, ikinizde kapayın çenenizi diyecektim ki bu defa Megan bir anda ayağa fırladı. O kıstığı gözlerindeki deli bakışlarıyla oğlumun üstüne atlayacak sandım. Durum kontrolden çıkıyor gibiydi ve ben aslında son derece şaşkındım. Benim oğluma da bir haller olmuş gerçekten. Huyu değişmiş, sanki her zamankinden daha bir özgüvenli olmuş ve anlayamadığım bir şekilde Megan'ın üstünde çok rahat hakimiyet kuruyor. Bunun sebebi neydi ki ve ben bunları düşünürken, yine Peg ile göz göze geldik.
"Ben... geceyi..." dediği an Megan, sırtımdan aşağıya ter damlalarının hızla indiğini hissettim. İşte patlama noktasına gelmişti ve ben dilim tutulmuşçasına onlara hiç müdahele edemiyordum. Sanki felç geçiriyor gibiydim. Korkudan ölmek üzereydim. Ah nasıl bir aptallık yapmıştım ve Megan'ı gece odama kabul etmiştim. Bunun öğrenilmesi utanç vericiydi. Oturduğum yerde sanki dikenler vardı ve kahrolası bir yerlerime batıyor gibiydi. İç sesimle Tanrı'ya yalvarıyordum, nolur söylemesin Tanrım derken, bildiğim tüm duaları içimden okuyordum.
"geceyii... merdivenlerde.. geçirdim!" dediği an tuttuğum nefesimi yavaşça bıraktım.
Lanet olsun! Ömrümden ömür giderken, Andy'in sonsuz bir neşeyle patlattığı kahkahasını duydum, daha doğrudu duyduk.
"Gül sen gül! Bunu sana ödettirmezem bana da Megan demesinler!" dedi benim çılgın ve bir hışımla mutfağı terk edip gitti. Carl, Peggy ve ben, dut yemiş bülbül gibi hala gülmekte olan Andy'e bakıyorduk.
Hayatımın en heyecanlı, korku dolu anlarından birini yaşamıştım ve bir daha asla Megan'la aynı oda da aynı yatakta bir gece daha geçirmemeye yemin ettim.
Bir daha mı? yüz bin kere asla! * * *
Ah Tanrım! Günlerdir deli bir koşturmacaya girdik Peggy ile. On gündür Andy ile aramız çok kötü ve sürekli tartışıyoruz. Otlaklara gitmeyi de bıraktım ve Pegg'nin gölgesi gibi sürekli onun peşindeyim.
Andy domuzunun bir açığını yakalamaya çalışıyorum ve son birkaç gündür var onda bir haller, bende öğrenmek için çıldırıyorum. Arada bana kaçamak bakışlar atan gözlerinde, benimle eskisi gibi olmaya, hatta ihtiyacım olan şeyi bana vermeye hazır olan şeyi görüyorum ve sabırla bekliyorum. Biraz yumuşasam mı acaba diye düşünmeden de edemiyorum.
O kahrolası alışveriş günüyle bana başlayan kızgınlığı, aynı gece fırtınanın kopmasıyla ona sığınmaya çalıştığım halde bana sırt çevirmesiyle hala devam ediyor. Bana sürekli korkak, ödlek diye isimlerle hitap etmesi sinirimi bozuyor ve anlıyorum ki bende benim kazmanın sinirlerini böyle bozuyormuşum.
Ahh Tanrım... insana bir başkasına yaptığını nasılda yaşatıyorsun!
Bana çok kızgın Andy götü ve bende ona çok kızgınım.
Neymiş, babası ona müşterilerin önünde ilk kez bağırmış ve bu onun o içine sıçtığım gururuna çok dokunmuşmuş!
Siktir... kıçımın kenarı!
Peg'İn marifetli parmaklarının arasında tuttuğu iğnenin hareketlerini elbisenin üzerinde batış çıkışlarını, izlerken içimden yine Andy'e kızmakla meşgulüm.
Şehre gidip yaptığımız alışverişte, çok zorda olsa beğenebildiğim ve aldığımız kumaş artık yavaş yavaş şekilleniyor.
O şehre indiğimiz gün çok fazla dolaştığımız ve eve birkaç saat rötarla döndüğümüz için, yol boyunca önce Andy ve dolaşmaktan ayaklarına kara sular indiğini söyleyen Peggy'nin azarlarını, sızlanmalarını dinlemek zorunda kalmıştım. Kumaş beğenmek bahaneydi aslında. Amacım aslında biraz daha eve dönmemek için zaman kazanmaktı. Yol boyunca, şehirde dükkan dükkan dolaşırkende aklımda hep o vardı ve sürekli kendimi sorgulamıştım. Ben gerçekten ona aşık mıydım, yoksa aşık olduğumu mu sanıyordum? Aşkla deneyimi olmayan ben, sandım ki biraz ondan uzak kalırsam, görmezsem sanki bu saçma sapan sorularıma cevap bulacağım... ama nerdee?
Günün sonunda eve dönerken, aslında o biçim özlemiştim onu ve nihayet çiftliğe vardığımızda onun ilk işi önce Andy'i haşlamak oldu. Hemde çiftliğe epey bir sığır almak için gelen müşterilerin önünde ve Andy, ağzını açıp tek kelime edemedi o anda.
Sonrasında Roy sığırının okları bana döndü. O kızgınlıkla ateşler yanan yeşillerinde de, 'seninlede sonra hesaplaşacağız, sıranı bekle,' bakışı vardı ve ben belki de ilk kez ondan korktum.
Şimdi, elbisemin son provalarını üstümde yapan Peggy'e bakarken, o günü düşünüyorum ister istemez.
Yarın müthiş gün ve ben hayatımda ilk kez böylesi bir kutlamaya katılacağım.
"Meg, bu elbise gerçekten sana çok yakıştı kızım.. şu fırfırlarınıda ekledik mi tamamdır tatlım. Aman Tanrım! Yarın kasabadaki gençlerin başını döndüreceksin... ilk dansını seninle yapmak isteyecek gençler sıraya girecek," dedi Peggy ve ardından hepimizin çok sevdiği ve alışık olduğu şen kahkahasını patlattı yine. Onun bu hallerine bayılıyorum. Bu kahkahaları atarken bütün bedeniyle bir top gibi zıp zıp zıplıyor. O simsiyah iri iri gözlerini öncesinde yerinden fırlayacakmış gibi açıyor ve Tanrım, o gözlerin beyazları bende burdayım dercesine bas bas bağırıyor. Onu izlerken kendime engel olamadım, bende gülmeye başladım. İlk zamanlar çok sinir olduğum tombuluma çok alıştım ve onu çok seviyorum.
Ahh Tanrım, ben onları bırakıp, nasıl gideceğim? Gülmem sona ererken, içimi yine hüzün kapladı.
Öyle çok alıştım ki bu çiftliğe ve içindeki her şeye. Sanki bende artık buranın, bu ailenin bir parçasıymışım gibi hisediyorum. Ait olduğum yer burasıymış gibi ama işte, çok yakında gideceğim. Bunu bilmek ve her geçen gün gideceğim günün yaklaştığını bilmek canımı yakıyor, bunun da ötesinde paniklememe neden oluyor.
"Megan dön bakayım şöyle!" diyen tombulumun sesiyle içine düştüğüm düşünce girdabından çıktım bir anda.
"Aynada kendine bakabilirsin!" dediği an nedense birden heyecanlandım. Pahalı mağazalardan, marka kıyafetler alıp giymeye, yada annemin sayesinde dünyada isim yapmış tasarımcıların elinden çıkan elbiseleri denerken bile bu kadar heyecanlanmamıştım. Kalbim göğsümde pırpır uçan bir kuş gibi.
Peg'in koyu renk mobilya çerçeveli, oval uzun boy aynasının önüne geçtiğimde ve kendimi o elbisenin içinde son haliyle gördüğümde bildiğim nefesim tutuldu. Değme tasarımcılara taş çıkarır bir işe imzasını atan Peg'e tüm şaşkınlığımla dönüp baktım. Resmen ağzım açıkta kalmıştı ve yeniden aynaya baktığımda gerçekten gözlerime inanamadım.
Bu elbiseyle resmen o western filmlerinde gördüğüm kadın oyunculara benzemiştim. Başka bir zaman olsa, başka bir yerde olsa sadece bir film kostümü yada kıyafet balolarında giyinebileceğim bu elbisenin anlamı benim için çok büyüktü. O yaşlanmış gözlerinde, gözlükleriyle günlerce ve saatlerce uğraşarak bunu bana Peggy dikmişti ve bu elbise hiç olmadığım kadar kendimi değerli hissetmeme neden oldu. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Her bir kıvrımında, her bir noktasında onun emeği vardı ve ben bugüne kadar hiç böyle şeylere değer vermeyen ben, ona nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. İçimden gelen isteğe rngel olamayarak dönüp tüm sevgimle ona sarıldım. Ağlıyordum ve o çok şaşkındı.
"Bu muhteşem olmuş Peg! Ben ne diyeceğimi bilemiyorum, çok ama çok teşekkür ederim," dediğimde pat pat o iri elleriyle sırtıma vurdu.
"Sen mutluysan bende mutluyum aptal kız," dediğinde güldüm. İlk geldiğim günlerde de bana birkaç kez aptal kız demişti.
"Bakalım bu evin erkekleri de beğenecek mi?" diye düşüncesini açıkladığında aklımdaki sadece Roy Stewarth'tı ve onun beğenmesini çok istiyordum. Tombulumdan ayrılıp tekrar iki parçadan oluşan elbiseme baktım. Rengi çok tatlı bir bordoydu, hatta vişne rengiydi. Kısa ve Peg'in karpuz kol dediği kabarık kollarımın uç kısımlarına alışveriş sırasında beğenmekte çok zorlandığım ve Peg'i deli ettiğim tatlı krem renginde dantelleri küçük pilelerle iliştirmişti. Elbisemin yakası derin bir v şeklinde inip, benim isteğimle biraz açıktı ve aynı dantel detayı tüm yakamın etrafında kıvrımlar oluşturarak, kendisini tamamlıyordu. Biraz göğüs çatalım görünüyordu ve ben bundan hiç şikayetçi olmadım. Çokta hoşuma gitti. Daha açıklarınıda giyinmiştim hemde ebeveynlerimin tüm itirazlarına rağmen. Elbisemin üst kısmı tamamen bedenime oturuyordu ve yakamın tam ortasından, belime kadar minik düğmeleri vardı ve bunlarda yine kumaş üstüne dantelle kaplıydı.
Elbisemin ikinci parçası, alt kısmı belime otururken, aşağıya doğru kloş olarak iniyordu ve yine uç kısımlarda aynı dantel detayı vardı. İki kısmı birleştiren geniş kuşağım, belimin inceliğini iyice ortaya çıkarmıştı. Bu elbiseyi iki şekilde de giyinebilirdim. Altına biraz kabarık durması için tarlatanımda yine Peg'in hünerli ellerinde hayat bulmuştu.
"Şunu bir deneseydin Megan," dediğinde bende aynı şeyi düşünüyordum.
"Hadi deneyelim," dedim ve tombulumunda yardımıyla üstü yine birkaç kat tüllerle kaplı çemberli tarlatanıda giyindim.
"Aman Tanrım Peeeg! Böyle daha güzel oldu sanki," dediğimde oda başıyla aynadaki yansımama bakarken gülümsedi ve beni onayladı.
"Kesinlikle böyle giymelisin," dediğinde çoktan kararımı vermiştim. Hafif topuklu ayakkabılarımıda giyindiğimde nerdeyse çıkıp kutlamalara gidecek kadar hazırdım.
"Peg, biraz daha kalabilir mi üstümde?" dediğimde, nedenini bilmiyorum ama aynı anda kendimi çocuk gibi hissediyorum. Yirmi yaşındayken çocuk gibi hissetmek sanırım böyle bir şeydi. Sanki uzun süredir ayrı kaldığı yada sahip olmak istediği oyuncaı sonunda elde etmiş bir çocuk gibi heyecanlı, mutlu ve sevinç doldu yüreğim ve brn gerçekten en son ne zaman böyle hissettiğimi hiç hatırlamıyorum.
"Pekala Meg... akşam yemeği sırası yaklaşıyor, bizim deliler yavaş yavaş eve geliyorlardır. Biraz daha dursun üstünde, sob kontrolleri tekrar geçeriz üstünden,"'dediğinde, o tombul yanaklarına en sulusundan, en kocamanından birer öpücük bıraktım ve elbisemin eteklerine takılmamak için tarlatanıyla biraz önden tutup, tombulumun odasının kapalı kapısını açar açmaz, kendimi geniş hole attım ve ordanda merdivenlere yöneldim.
Odamda soluğumu aldığımda, yine gardrobumun kapağındaki aynanın önüne geçtim.
Elbiseye baktıkça bakadım geliyordu. Acaba uzun siyah saçlarıma nasıl şekil verseydim?
Yarın büyük gündü.. topuz mu güzel olurdu, yoksa yanımda getirdiğim bigodilerimle akşamdan Peg ile saçlarımı sarsa mıydık? Karar vermek çok zordu. Durmadan aynanın karşısında bedenimi bir sağa bir sola çevirip, her yönden elbisemin nasıl göründüğüne, üstümde nasıl durduğuna bakıyordum.
Odamda ne kadar kaldım bilmiyorum ve aniden kapı tıklatılınca boşta bulunup, olduğum yerde korkuyla sıçradım.
Tabii ya... evin erkekleri gelmişlerdi ve kesin hepsi de masada yerlerini almış beni yemeğe bekliyorlardı. Kapıdaki Andy domuzundan başkası olamazdı.
"Geel!" diye seslendim şımarık şımarık. Kapının yavaşça dönen topuzundaydı gözlerim ve açılan kapının hemen önünde onu görünce şaşırdım.
Neden o geldi ki?
"Demek ortalıklarda görünmemenin nedeni buymuş?" derken, bence tüm kadınların aklını başından alabilecek o tebessümüyle gülümsedi ve ben bir an nefesimi tuttum.
Kahrolası herif! şöyle gülümseme bana ya!
Açık bıraktığı kapımdan ağır adımlarıyla odamın tam ortasına kadar geldi ve orda durdu.
Onu öyle bir anda karşımda görünce, gözlerine ışık tutulmuş tavşan gibi çok kısa bir süreliğine şoka uğradım. Ayrıca yokluğumu fark etmiş olması da beni çok şaşırttı. Oysa etrafta olmadığım zamanlar çok mutlu ve huzurlu olduğunu biliyorum. Yani en azından bir süre öncesine kadar.
Şaşkınlığımdan sıyrılırken, boğazımı temizleme ihtiyacı duydum.
"Nasıl beğendin mi elbisemi?" diye sorarken, kendi etrafımda tam bir tur attım. Onun bu elbiseyi, dolayısıyla beni beğenmesini çok istiyorum ama beni izleyen o yeşillerinden hiçbir şey anlayamıyorum ki?
Salakça bir umuda kapılmıştım yine.. ve o hala çok sessizdi.
Dilini mi yuttun be adam? İyi yada kötü bir şey söylesene ya?
"Bu elbiseyi bu haliyle giyemezsin!" dedi bir anda bana ya! Ve anlayamadığım bir şekilde az öncesine kadar bana ifadesiz bakan o gözlerinde tuhaf bir kızgınlık vardı şimdi.
Şaşırdım...
Ne demekti şimdi bu? * * *