Karşımda durmuş, tıpkı annesinin bazen baktığı gibi o mavi gözleriyle baygın baygın bana bakıyor ve yine beni incelemelerde.
Umarım bu defada burnumdan, kulağımdan yakalamaz beni. İşte buna dayanamam artık.
Bu düşünceninde etkisiyle bir adım geriliyorum. "Rica ederiz Megan, odanı beğendiğin için mutlu olduk, ama sen..." "kaç kişisin sen?" sözümü tamamlayamadan tuhaf bir soru soruyor ve yine aklımı karıştırıyor.'Ne demek kaç kişisin sen ya?' Aklımdan geçeni tabiki dile getirmiyorum. Gözlerimi kısarak ona bakıyorum ve o, dudağının kenarında muzip bir tebessümle gülümsüyor. "Yani demem o ki sürekli konuşurken kendinle ilgili çoğul ekler kullanıyosun. Ben karşımda senden bir tane görüyorum," dediğinde buna ne diyeceğimi düşünürken, parmaklarım alnıma gidiyor ve alnımın kenarını kaşıyorum. Gerçekten sıkıldım ve sanki saçlarımda bir şeyler kalmış gibi parmaklarımı saçlarımın arasına daldırıyorum.
Gerçekten hep çoğul mu konuşuyordum ve bunu niye yapıyordum? O söyleyene kadar farkında bile değildim. Saniyeler içinde bunları düşünürken, yine faka bastırıyor beni ve parmakları bir anda saçlarımın önüne dalıyor! Ne yapıyor ya? Bir adım geri gidip, yine o koyu mavilerini kısarak, beni incelemeye koyuluyor. İşaret parmağı kırmızı dudaklarının kenarında dolaşıyor.
Çok rahatsızım şu yaptığından. Sürekli beni gerecek şeyler yapıyor. Saçlarıma dokunma isteğide neydi öyle? Belli yine o aklından garip bir şeyler geçiyor.
"Ya cidden çok karışık bir adamsın sen! Ama eninde sonu seni kime benzettiğimi bulucam, kesinlikle bulucam!"
Tanrıım! Derdine bak ya! Kime benziyormuşum? İyice canımı sıkmaya başladı bu kız bu benzetmeye çalışmlarından, aniden böyle pervasızca dokunmalarından cidden çok sıkılmaya başladım.
"Eminim elbette bulacaksındır da!.." "dası ne?" diye kesti yine sözümü. 'Ne sabırsız bir şey bu kız ya?' "da sı odandan memnun olduğun için mutluyum,"derken tekil şahısı özellikle üstüne basa basa kullandım ve onun bunu farkettiğinin bilincindeydim.
Hay lanet! Pis pis sırıtıyor şu an. Görmezden geliyorum. "Seninde bir konuda beni, hatta hepimizi sevindirmeni istiyorum. Bir daha evin ortak kullanım alanlarında bu şekilde dolaşmazsan mutlu olurum," dedim. Daha kibar nasıl söylenir bilmiyordum ve konuşurken aynı anda işaret parmağımla üstündeki bornozunu özellikle işaret ettim.
Aslında uyarıma hiç şaşırmamasını bekliyordum ama söylediklerim karşısında ilk anda oldukça şaşkınlık yaşıyor ve bana da yaşatıyor. Yüzündeki o garip tebessüm soldu bir anda. 'Çok mu tuhaf bir şey söyledim ben ya?' Resmen kendimi sorgulatıyor bana ve ben daha sorgumu bitirmeden gözlerinde garip ışıltıyla, benim etrafımda tam bir tur atıyor ve gelip, yeniden karşımda duruyor, gülümsüyor. Bu gülümseme de neyin nesi? Anlayamıyorum.
~Megan~
"Annem, senin tıpkı babama benzediğini söylemişti. Görünüşüne bakarsak, babamdan tabiiki daha gençsin. Annemle yaşıtmışınız, demekki sende kırk bir olmalısın... hatta bunu istersen iltifat olarak kabul et, daha da genç gösteriyosun...eh yakışıklısında... işte bu konuda kesinlikle babamdan ayrı düşüyosun! ama belli ki huyların tıpkı onunkilere benziyor ve ben babamı çok severim...demektir ki seni de çok sevicem Roy Baba!"
Son iki cümlem kesinlikle yalandı ve ben çok iyi yalan söylerim. Babamı eh işte severim ama çok sevmek mi? Kuralcı insanları hiç sevmem ve karşımda kasım kasım kasılan bu kovboyuda fazlasıyla kuralcı gibi duruyor. Onu sevmeye hiç mi hiç niyetim yok.
Aslında alışkanlıkla bornozumla geziniyodum evin içinde, bana göre bunda bir gariplik yok ama belli ki tutucu biri ve buna sinir olduğunu görebiliyorum. Ohhh! elime çok güzel bir koz verdi bilmeden şaşkın.
Burda geçiriceğim birkaç gün,çok eğlenceli olacağa benziyor.
~Roy~
Yok bu kız beni buraya delirtmeye gelmiş. Derdi ne ki bizimle hiç anlayamıyorum. Ahh Cynthia!!! Yaktın yine başımı! Bu arada bu kız annesini aradı mı diye bir düşünce düştü aklıma ve aynı anda büyük salondaki telefon çalmaya başladı. "İzninle," dedim ve salona yöneldim. "Evet," dediğim anda tahminimde yanılmadığımı gördüm. Arayan tabiiki Cynthia idi. "Rooy, merhaba... Tanrım, sizden hiç ses çıkmadı, geldi değil mi bizim haylaz?" 'gelmez olaydı,' diyesim var ama ne çareki sadece "evet, geldi.." diyebildim.
Cynthia beni çok iyi tanır ve hemen sesimden bir gariplik olduğunu anlıyor. "Her şey yolunda mı Roy?" diye sorduğunda bir an ne diyeceğime karar veremedim ve nedense dönüp arkama bakmak ihtiyacı hisettim ve döndüğüm anda Megan'ın bana bir nefes kadar yakın olduğunu gördüm. İrkildim. Ne diye bu kadar dibime girer ki bu kız?
Ne zaman gelip arkamda dikilmişti ve ben niye bunu hiç hissetmedim? Oysa o japonların giydiğine benzer tokyolardan vardı ayaklarında ve yürüdükçe tuhaf bir ses çıkarıyordu. "Her şey yolunda dostum," diyerek yalan söylemek, deli gibi canımı sıkıyordu ve bu kız yüzünden bunu yaşamaktan ölesiye nefret ettim. "Hatta şu an yanımda, hemen veriyorum telefonu ona," dediğim an "bir dakika Roy, yalan söylüyorsun... unuttun mu karşında ben varım! Üzüyor mu seni yoksa?"
Gözlerimi bana inatla bakmaya devam eden o koyu mavilerden kaçırıyorum ve bir anda elini kolumda hissediyorum.
"Alıyım şu ahizeyi," diyor bana ve daha ben ona telefonu vermeden bir anda kapıyor ahizeyi. "Alo, anne! Beni merak etme..git dedin geldim ve her şey yolunda... görüşürüz," diyip tekrar ahizeyi bana uzattı ve aynı anda hattın minik düğmesine işaret parmağıyla basarak konuşmayı sonlandırdı. Bu durum karşısında ben sessiz bir fırtınanın içinde kalmış gibi hissettim kendimi.
Ben böyle hissederken Megan bir anda "eee nerde kalmıştık?" demez mi? Bu nedir ya? Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşamaktan bıktım ve üstüne birde sürekli yaptıklarıyla, söyledikleriyle her defasında aptalmışım gibi hissettiriyor beni.
"Heeey! Sana diyorum Roy Baba!"
Kendi halime ve ona, güleyim mi kızayım mı hiç bilemiyorum şu an. Üstelik bir kıza nasıl davranılır, nasıl konuşulur hiç bilmiyorum ki. Kız çocuğum olmadığı için hiç tasalanmak zorunda da kalmamıştım ama ne yalan söyleyeyim, ikidir bana Roy Baba demesi de hoşuma gitmedi değil. Düşününce fark ediyorumki bir kızın ağzından bunu duymak epey bir keyifli oluyormuş. Bir sürü duyguyu aynı anda nasılda yaşatıyor bana? Birazda gülümseyerek bakıyorum ona ama aklımda hala az önceki annesiyle olan diyaloğu var ve annesine olan tavrınada takılmış durumdayım.
Ellerini göğsünde birleştirmiş muzipçe bana bakıyordu. "az önceki uyarımı dikkate alacağından eminim kızım, ha bu arada karışmış gibi olmak istemem ama az önce annene pekte hoş davranmadın gibi geliyor, bence biraz daha ılımlı olabilirsin," dediğimde samimiydim gerçekten ama bana bakan o gözlerde gördüğüm tek şey kızgınlıktı ve patlaması çok zaman almadı. "Üstüne vazife olmayan şeylere karışma Roy Stewarth!" Tanrıım. Neden söyledin bunu? Hissettiğim şeyin tarifi yok ve onunla daha fazla konuşacak hal bırakmadı bende. Lanet olsun! Beni nasılda bir anda geçmişe savurup attı o son söylediği ile. Telefonun yanına bıraktığım şapkamı alıp başıma kazık çakar gibi geçirdim ve birbirine karışan duygularımın, en çokta acımın haddi hesabı yok ve orada daha fazla durmaya sabrımda yok. Gitmeliyim bir an önce yoksa hiç görmesini istemediğim bir yanıma şahit olacak. İşte bunu hiç kaldıramam. Yanından fırtına misali hızla geçerek kapıya doğru ilerliyorum ve hiç beklemeden kendimi dışarı atıyorum. Çok ama çok kötüyüm ve resmen nefessiz kaldım.
Bazen bir kelime, bir cümle nasılda insanı allak bullak edebiliyor, nasılda canını yakan anılara seyehate çıkarabiliyor ve unuttuğunu, alıştığını sandığın her şeyi nasılda açığa çıkarabiliyor? Islanan gözlerimi siliyorum tüm hırsımla, öfkemle.
Verandanın basamaklarından inerken, babamı görmüyorum ve adeta çarpışıyoruz. Babamın yüzüne bile bakamıyorum, basıp gidiyorum yanından. Kayboldum yine.