Bir anda onu karşımda görünce çok şaşırdım. Gerçi benim odamın kapısını ancak, Roy denen bu kovboy böyle yumruklar gibi çalabilirdi ama arada bir özellikle de heyecanlanmışsa, Andy'nin de kapımı böyle gürültülü çaldığı olurdu.
O bana şaşkın ve sanki biraz da kararsızmış gibi bakarken, ben sorduğum soruya cevap vermesini bekliyordum.
Hiç istemiyor olsamda kalbim, yine onu gördüğüm için bana tam bir ihanet içindeydi ve tıpkı onun kapımı delirmişçesine çaldığı gibi, göğüs kafesimi yumruklamakla meşguldü... yine asla kapılmak istemediğim o umut, beni sevebileceğine dair umut kuşu, aklımın köşelerinde çoktan tura çıkmıştı bile ve bu his, bastırmaya çalıştığım bu istek, ister istemez heyacan duymama neden oluyor.
Hâlâ bana cevap vermesini bekliyorum ve onu ele geçiren, benim de iyiden iyiye daha fazla görmek zorunda kaldığım o kararsızlığı, umudumu daha çok beslememe neden oluyor ama aynı anda kendimle bunun boş bir umut olduğuna dair iç savaşını veriyorum.
'Salaksın, aptalsın işte Megan... böyle bir şey olabilir mi ya? kesin seni azarlamaya geldi'
İç sesim doğru söylüyor olabilir ama kalbime söz geçiremiyorum ki.
"Ben... şey için, şey için.," derken, sanki odama neden geldiğine dair geçerli bir açıklama yada doğru sözcükleri bulmaya çalışıyormuş gibi bir hali var ve şey, şey diye takılıp kalmışken, odamın içine sanki bir şey, tutunacak bir şeyler arıyormuş gibi bakıyor, gariptir ki bunun da hiç farkında değil ama ben farkındayım ve onun bu hali, bir yandan aklımı karıştırıyor, öte yandan izlemek zorunda kaldığım bu ruh hali, kalbimi resmen uçuşa geçmesini sağlıyor.
"Şey... için geldim," dedi yine ve beni ele geçiren umut dolu sabırsızlığımla, kelimeler firar etti dudaklarımdan bir anda.
"Ne şey şey ya? niye geldiğini mi unuttun?"
"Patlama!" diye çıkıştı bana tüm kızgınlığıyla. Anlayamıyorum, bu kızgınlığı bana mı yoksa kendisine mi? ve kahrolası sabırsız aşık yüreğim yine beni konuşturdu.
"e söyle artık sende! bunaklar gibi şey şey! ne bu şey ya?"
Kızmaya da başladım artık. Belliki asla duymak istediklerimi söylemeyek işte. Düpedüz hayal kırıklığı yaşıyorum. Tam bir aptal gibi hissediyorum kendimi. Belli işte.. boşu boşuna umuda kapıldım yine ya ve ardından gelen canımı yakan hayal kırıklığı... işte bunu yaşamaktan nefret ediyorum ya..
Ne söyleyecekse söylesin ve beni rahat bıraksın artık.. çıksın, gitsin istiyorum şimdi de. Yaşadığım o hayal kırıklığı her an yeniden ağlamama neden olabilir ve bunu görmesini hiç istemiyorum.
"O ağzından çıkanı kulağın duysun! Bunayacak kadar daha yaşlanmadım ben Megan! Yemek odasında işim bitti, artık rahat rahat orayı kazıyabilirsin.. işte bunu söylemeye gelmiştim.. ama ağladığını görünce aklım karıştı... yani, şaşırdım.. yani... offff!...öyle bir şey işte ya! Ah Tanrım! Sen cidden sinirlerimi bozuyorsun çocuk ve ayrıca bundan sonra tanımadığın yabancılarla konuşmanı da istemiyorum, anlaşıldı mı?" diye resmen uyarıda bulundu bir anda bana, hemde o lanet olası parmağını yüzüme doğru sallayarak ve o sesinini git gide daha çok yükselterek söyledi tüm bunları... o en son söylediği şey anında zaten hızlanan nabzımı bir üst seviyeye taşıdı.
"Hooop! Yavaş ol biraz kovboy! Kimle konuşacağıma ancak ben karar veririm. Sen hangi hakla bana karışabiliyorsun ya? Kimden, nerden alıyorsun bu cesareti Roy Stewarth?"
Bu ne şimdi böyle ya? Ben salak gibi ne bekliyordum o bana neler söylüyor... Tanrım! her sn delirebilirim.
Ve al işte! tepemi attırdı sonunda.. fark ettimki ona bağırıyorum ve gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Benim kimle ne yaptığım, ne konuştuğum onu niye ilgilendiriyor ki? Bu nasıl bir saçmalık ki? Düşündükçe öfkeleniyorum ya.
"O sesini önce bir ayarla küçük hanım.. ve evet sana karışırım. O hakkı kendimde buluyorum. Eğer benim çatımın, benim kanatlarımın altında yaşıyorsan bunlara dikkat edeceksin ve sözümden çıkmayacaksın... burda benim kurallarım, benim sözüm geçer Megan! Bunu asla unutma ve sözümden dışarı çıkma!" dedi ve yine tüm o sözleri bas bas bağırarak söyledi. Ayrıca odamın içinde deli gibi dolaşıyor olmasıda beni çileden çıkardı sonunda.
"Seninde, kurallarının da canı cehenneme... asla ve asla senin o saçmalıklarına uymayacağım. Çık git şimdi... rahat bırak beni.. saçmalık ya saçmalık! Başka hiçbir şey değil bu söylediklerin...değil işte benden istediğin şu şey!.. rahat bırak benii"
O nasıl bana bağırdıysa bende ona bağırdım.. şaşkındı ve öylece bana bakıyordu. Delirtti beni bir anda.. yaşadığım hayal kırıklığı yetmiyormuş gibi üstüne sanki çok kötü bir şey yapmışımcasına azarlanmak, iyice canımı sıktı. Sinirlerimin yıprandığını hissediyorum ve her an ağlayacak hale geldim ya.
Öylece birbirimize bakıyoruz ve ben, ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi şaşırmış haldeyim. Niye bana böyle davranıyor ki, niye sinir uçlarımla oynuyor ki? Ne yapmaya çalışıyor ya?
Oysa ben tamda onun istediği gibi günlerdir ondan uzak durmuştum.. aklım iyice karıştı ya. Çıkıp gitsin artık!
"Megan! Burda.... durup... seninle... tartışmayacağım... işine... bakabilirsin artık!" dedi ve konuşurken her bir kelimeyi sanki ezmek ister gibi, sanki yok etmek ister gibi üstüne basa basa söyledi, sözleri bittiğinde de bir anda dönüp, git gide daha çok hızlanan o adımlarıyla basıp gitti.
Yeniden yalnız kaldığım odamda, ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi şaşırmış halde öylece olduğum yerde kaldım. * * *
Kendimi dışarı zor attım. Anlayamıyorum, bana ne oluyor böyle? Resmen onun karşısında heyecandan ölecek gibiydim ve lanet olsun ki ne konuşacağımı şaşırdım ya!
Bu heyecanda neyin nesi böyle ? ve kıza resmen başkalarıyla konuşmayacaksın diye emrettim ya!
Şurda bir hafta öncesine kadar yüzünü görmek, sesini duymak istemiyordum ama şimdi sürekli efrafımda olsun istiyorum... hatta bu bile yetmiyor, nedense onunla tartışmak istiyorum... ona bağırıp, onun da bana eskisi gibi cevap vermesini istiyorum.
Megan sen bana ne yapıyorsun böyle?
Evin önünde, öylece yere bakarken buldum kendimi ve içimden yükselen o çok güçlü ses, dön ve onun odasının camına bak! dedi ve tüm bedenimle dönüp yukarıya, onun camına baktım. Yanılmamışım... o ordaydı ama yukarıya baktığımı görünce, hiç beklemeden adeta korkak bir kuş misali camın önünden içeri kaçtı.
Başımı yine önüme eğdim ve ne düşündüğümü bilmeden öylece yere baktım. Aklım, ruhum karmakarışıktı.. öyle tuhaf şeyler hissediyordum ki, o hissettiğim karmakarışık duygularının hiçbirinin adını koyamıyordum ve böyle hissediyor olmak, tüm bunları onun yüzünden hissediyor olmaktan nefret ettim. Benliğimi ele geçiren öfkemle toprak zemine bir tekme savurdum ve yerden havaya kalkan toz bulutu, sonra yavaş yavaş ait olduğu o toprak zenmine indi ama benim içimi toza dumana katan o öfkem dinmek nedir bilmiyordu. İçimden deliler gibi, haykırmak, sesim kısılana kadar bağırmak geliyordu.. belki o zaman kızgınlığım geçer, öfkem dinerdi... ama yook! tutamadım kendimi..
Yeniden eve koştum, yarı açık kalmış o ahşap kapımızı tüm gücümle geri ittim, git gide hızlanan hatta koşarak merdivenlere yöneldim ve yine o merdivenleri uçarcasına çıkmaya başladım ve tam son basamağa gelmiştim ki merdiven başındaki Megan ile karşılaştım. Sanırım oda aşağıya inmeye karar vermişti ve o şaşkındı... şaşkındım... korkuyordu... korkuyordum hemde deli gibi korkuyordum.. engel olamadım kendime.. o son basamağıda çıktım ve kolundan onu yakaladığım gibi odasına sürüklemeye başladım.
"Heeey!! ne yapıyorsun sen ya... delirdin mi?" dediğini duyuyordu kulaklarım ama engel olamıyorum kendime.. onu odasına soktuğum gibi kapısını kapadım ve bir anda hızla kapıya yapışmış buldu sırtını.. canı yanmıştı, kısa bir anlığına gözlerini sımsıkı kapadı ve bunu gördüğümde bana dengemi bozdurduğu için ona daha çok kızdım ama aynı anda canını yaktığım için benimde canım yandı sanki.. iki elimi başının her iki yanına yapıştırdığımda, korkuyla ellerime baktı önce ve sonra başını çevirdi, yüzüne çok yakın duran yüzüme bakmaya başladı. Öyle yakındık ki nefeslerimizi birbirimizin yüzünde hissedebiliyorduk ve o bir an, nefesini tuttu, sonra hızlıca soluğunu havaya bıraktı.
Göğsünün hızla kalkıp inmeye başladığının farkındaydım. Artık ikimizinde nefes alış verişleri delicesine hızlanmıştı ve ben gözlerimi, o okyanusları hatırlatan, çekinmeden baktığım zamanlarda baktığımda sanki derinlere dalmışım gibi hissettiren o koyu mavilerinden alamıyordum...
"Senden nefret ediyorum... bu evde varlığına artık dayanamıyorum. Bu yemek işi bittiğinde, hemen ertesi gün defolup evine gidiyorsun! Anladın mı beni... anladın mı?"
Ona bu sözleri sıktığım dişlerimin arasından söyleyen ben miydim? ve bana korkarak, ağlayarak bakan ve "peki... giderim... anladım!" diyen Megan mıydı?
Bana direnmeyen, kedi gibi uysal, başını önüne eğerken, o yanaklarından pırlanta değerinde gözyaşı akıtan ve bana yine, "tamam anladım... gideceğim söz!" diyen benim deli Megan'ım mıydı? Ne ona, ne de kendime inanamadım. Geri çekildim bir anda... korkuyla yüzüne bakıyordum, gitmeyi kabul etmişti sonunda ve içimin çok acıdığını hissettim.
Deli gibi çarpan kalbime şimdi garip, yakan, acıtan bir kasvet çöktü ve aynı anda delice bir korku, bir yılan gibi gelip yüreğimde çöreklenip oturdu... Yüreğimin atışlarıda ağırlaştı bu anlamsız, bir anlam veremediğim, bir anlam yüklemekten korktuğum o kasvetle iyice ağırlaştı her şey... öylece durmuş ona bakıyordum ve o ıslak simsiyah kirpiklerinin çevrelediği gözlerini, yavaşça yerden kaldırıp bana baktı.. omuzları sanki bin yılın ağırlığını taşıyormuşçasına düşmüştü ve acı dolu bir tebessümle gülümsedi bana... gözyaşları birbiri ardına yanaklarından süzülüyor ve çenesinin altında birleşiyordu.
"Tamam... buraya kadarmış işte," dediğinde kalbim durdu..
"Anlamıyor musun sen bana çok geç kaldın!!" diye bağırdım, tutamadım, engel olamadım kendime.
"Biliyorum... işte bu yüzden gideceğim bende.. belki bir gün, kendisine geç kalmadığım birini severim ha.. ne dersin Roy Stewarth?... bulurum öyle birini ve sende benden sonsuza kadar kurtulmuş, hatta benim için sevinmiş olursun... mutluluklar diliyorum kartını bekleyeceğim," dedi ve kapıyı açtığı gibi odadan çıktı, o koridorda koşmaya başladı ve hiç dönüp bana bakmadan, beni kendi odasında yalnızlığa mahkum bırakıp, merdivenlerden aşağı inmeye başladı, hemde koşarcasına inmeye başladı... nereye gidiyordu ki? Yüreğimi bambaşka bir korku esir aldı... yapmıştım yine yapacağımı ve canını çok kötü yakmıştım... * * *
~~İKİ HAFTA SONRA~~
~~ 5 EKİM~~
Hala öksürüğüm geçmedi ama iyiyim ya, iyiyim artık ve Tanrım, nihayet şu ertelenen yemek bu akşam gerçekleşecek.
Birkaç gün hasta yattıktan sonra, o gün kalbime aldığım o yeni darbenin, yeni yepyeni yıkılmışlığımın, kırgınlığımın, kızgınlığımın ardından tüm enerjimi bu evi temizlemeye harcadım.
Sanki sürekli temizlik yapınca kalbime hançer gibi batan, acı veren o sözlerin etkisi azalıyordu. Sonradan benden özür dilemesede tüm davranışları, tavırları, bakışları pişman, çok ama çok pişman olduğunu fark etmemi sağlıyordu ve ben, kimi zaman öfkemin önüne geçemeyip onunla tartıştım.
O, tüm öfkemin temizlik yüzünden olduğunu sanıyordu ve oda tıpkı eskisi gibi benimle tartışıyordu.
Öğrenmiştim artık... oynamayı, sanki onu sevmekten vazgeçmişim gibi tavırlar sergilemeyi öğrenmiştim ve hastalık sonrası sanki eski Megan geri gelmişti. Bunu en çokta Peggy için yaptım, çünkü çok ama çok üzülüyor ve her fırsatta onunla tartışıyordu... hatta bir tartışmasında ona, "eğer o kız bu evden giderse bende onunla giderim bok kafalı!" diye bağırdığını duydum.
Odamın kapısı açıktı ve ben yattığım yerde bunu duyduğumda, hem çok üzülmüş, hemde çok ağlamıştım.. Peggy'nin beni böyle sahiplenmesi, sanki öz evladı gibi sevmesi kalbimi iyileştirirken, aynı anda onu da üzüyor olmaktan çok acı çekiyordum.
Kovboy tarafından yeniden kovulmuş olmaktan zaten çok acı çekiyordum, üstüne birde tombulum ve büyükbabanın, Andy'nin de çok üzüldüğünü görmek, bilmek iyice kendimi kötü ve suçlu hisetmeme neden oluyordu. Evet, kesinlikle gitmeliydim. Kovboy zaten her ne kadar gizlemeye çalışsada tam bir atmaca gibi beklemeye geçmişti... daha fazla ne kendime, ne de burda kalmamı isteyen o insanlara eziyet edemezdim.
Şu yemek işide bitip, biraz daha toparlandıktan sonra aldığım kararı uygulamaya geçip, gideceğim burdan. Daha fazla kalmam için hiçbir sığınacak dalım kalmadı.
Ahh Tanrım! şu koca evle uğraşmak, bir çeşit terapi oldu sanki bana.. nerdeyse, aşağı katta temizlik yapmadık hiçbir şey, hiçbir yer bırakmadım. Tüm odaların, mutfağın, holdeki kapının her iki yanındaki renkli vitraylı, uçan kuşlar desenli camları bile sildim. Gördüğüm ne varsa, koltuklar, sandalyeler, halılar, avizeler ne varsa tüm objeleri tek tek sildim, misafirler için kullanılan ama uzun zamandır kimse ağırlanmadığı için dolap içinde unutulmuş kalmış olan gümüş çatal kaşık takımlarını tek tek parlattım. Evin içinde sanki yüzlerce Megan aynı anda koşturuyordu.
Bir an kendimi, "Andyyyy!!!! kafasına sıçtığımın velediii nerdesiiin?" diye bağırırken buluyordum ve Andy evin içinde aylak aylak dolaşırken, ne zaman ondan bir şey isteyecek olsam hemen sıvışıyordu.
Yıkanan, esli model o perdelerin asılma işini onun yapacağını söylediğim halde her defasında toz oluyordu ve ben evde, dışarda onu aramakla, ona seslenmekle vakit kaybediyordum. Yaramaz çocukluğu tutmuştu sanki ve beni deli ediyordu.
Artık yemeğe saatler kala yine aynısını yaptı ve ben yine bağırıyordum. Benim çıldırmışçasına bağırdığımı duyan kovboy, mutfaktan çıktı ve hızlanan adımlarıyla tam da holün ortasında durduğum yere doğru gelmeye başladı.
"Tanrı aşkına ne diye kuyruğuna basılmış kedi gibi ciyaklıyorsun?" diye bana bağırdı bir anda.
"Kes sesini be sende! Senin o kaçak uyuz oğlunu arıyorum... hiçbirinizin bir boka yaradığı yok zaten, evi kirletmekten başka!" dediğimde, başını iki yana salladı ve elimde tomar yaptığım perdeleri bir hışımla benden çekip aldı, alırken de gözlerime kötü kötü baktı.
"Ne bakıyorsun be öyle?" dediğimde, "yürü! düş önüme... göster bana ben asarım kahrolası perdeleri.. bıktım şu temizlikten, bıktım... yeter artık!" diye sinirli sinirli söylenince bana, bende tutamadım kendimi. "ağzının değil, birazda ellerinin iş yaptığını görelim bay kazma!" dedim ve öfkesiyle dişlerini sıktığını gördüm.
"bana bak!" diye bir adım üstüme gelince, hemen bir adım geri gittim.
"ne var... bakıyorum işte! yalan mı kazmasın işte... aslında sen kazma bile olamazsın ya.. hatta ve hatta o kazmanın sapı bile olamazsın..sap bile bir işe yarıyor, sen ne işe yarıyorsun ki... sadece kurallarım var, cart curtt.. yalan mı?" diye bağırdım bende.
"Çıktı yine saklandığı deliğinden o zehirli yılan dilin... çok konuşma göster işte bana.. hangi odaya asılacak şu kahrolası perdeler?" derken, sanki benimle tartışmamak adına geri adım attı ve ben buna içten içe hem sevindim, hem deli oldum.
"yemek odasının onlar!" dediğimde, ikimizde burnumuzdan soluyorduk ve iki azılı düşman gibi birbirimize bakıyorduk.
Yemek odasında, ona yardım etmek için aşağıdan tuttuğum perdeleri asmasını sessizce izledim ve o nihayet perdeyi asmayı bitirip, üstünde durduğu merdivenden tam bir delikanlı gibi atlayarak yere indi.
"var mı başka yapılacak bir şey?" diye sorduğunda, "evet var... son kez holün tahtalarını fırçalayıp, büyükbabanın verdiği cila ile cilalama yapacağım.. birkaç saat ortalarda gezinmeyin.. ya veranda da yada artık nerde duracaksanız orda durun!" dediğimde, "zemini elli kere fırçaladın zaten.. senin yüzünden iyice aşındılar.. hayır! izin vermiyorum. Bu temizlik işi burda bitmiştir.. git duşunu al ve artık akşama hazırlan!" dedi bana ya. Resmen yine emretti bana ya!
"Eğer benim adım Megan ise bende o tahtaları fırçalayacağım.. şimdi izninizle bayım!" dedim ve onu şaşkın bakışlarıyla yalnız bırakıp odadan çıktım.
Mutfağa su içmeye gittiğimde, yine arkamda bitti kahrolası.
"eğer benim adım da Roy ise o tahtalar yeniden fırçalanmayacak!" diye bağırdı bana ve ben korkuyla boşta bulunup yerimde sıçradım.
Tombulum, bir ona bir bana baktı ve olaya dahil oldu. "Eğer benim adım da Peggy ise o tahtalar yeniden fırçalanacak... ve hatta sende Megan'a yardım edeceksin Roy Stewarth... kız fırçaladıkça, temizledikçe siz bokunu çıkardınız... ona yardım edeceksin! Nokta!"'diye bağırdı bir anda.
Bunu duyduğumda hemen dönüp ona baktım ve o yakışıklı yüzünün kıpkırmızı kesildiğini gördüm. Kahkaha atmamak için çok zor tuttum kendimi... kollarımı göğsümün üstünde birleştirirken, o çok sevdiğim ormanlarına çok pis bir bakış attım ve haince gülümsedim.
"eee! buna diyeceğiniz bir şey var mı bay sığır bekçisi?" * * * * *