"Hepinizi arabada bekliyorum, oyalanmadan gelin!" dedi ve hiçbirimizin yüzüne bakmadan kapıdan çıktı, gitti. Sesi çok yorgun çıkmıştı. Konuşanın o olduğuna bir an inanamadım. Canım daha çok sıkılmaya başladı.
Dönüp Peggy'e baktım, dokunsalar ağlayacaktım ama belli etmemeye çalıştım. Birbirimize gülümsedik, ama çok isteksiz bir gülümseyişti bu.
"Almamı istediğin bir şey var mı Peg?" diye sorduğumda, "hayır canım, sen elbiseni idare et.. Andy tüm yiyecekleri araca taşıdı zaten, teşekkür ederim." dedi.
Biliyorum, onunda aklı Roy denen bu adama takılıp kalmıştı.
Hangimizin kalmamıştı ki?
Dün gece odamda bana davranışı ve o söyledikleri yeniden gelince aklıma, kalbim acıdı. Gözyaşlarım bana saldırmak için acele ediyordu ama buna izin veremezdim. Geceyi, odamdan yalnız kalacağım zamanı beklemek zorundaydılar.
Derin bir nefes aldım. Hiç istemiyor olsamda yine akşam odamda olanları düşünmeye başlamıştım.
Bana niye öyle davrandı ki, niye o sözleri söyledi ki? İnsan hiç mi düşünmez, ben böyle konuşuyorum ama bu kız bundan, incinir, kırılır ve o son hali neydi ki öyle? Hala anlamış değilim, anlayabileceğimide sanmıyorum.
Bana, "o elbisenin yakası çok açık ve ona bir çözüm bulmadan bu haliyle giyinemezsin, buna izin veremem," dedi bir anda ve ben neye uğradığımı şaşırdım. Sinirlerim bir yay gibi gerilirken yine de sakin kalmayı başarabildim.. Bu kadar saçma bir bahane sunabileceği o anda aklıma gelmemişti.
Bana doğru adım adım yaklaşırken, sanırım şaşkın bakışlarımı fark etti ki, "yani elbisen çok güzel, sana da çok yakışmış ama böyle olmaz.. kasabada bu şekilde giyinmene izin veremem," dedi ve kendince ortalığı toparlamaya çalıştı ama farkında değildi, aslında çok pis dağıttı her şeyi.
"Sen buna açık mı diyorsun, çok daha açıklarını giydim ben ve bu söylediğin inan bana çok saçma!" diye atladım hemen.
Tutamadım çenemi.
"Megan, geldiğin o yerde istersen bikini yada mayo ile sokaklarda, caddelerde gezebilirsin.. bu beni zerre ilgilendirmiyor ama..." dedi ve bir anlığına sustu, derin bir nefes aldı ve sonra sözlerine devam etti. "ama, benim çatımın altında, benim çöplüğüm olan o kasabada ve benim olduğum yerde giyinemezsin. Başımı belaya sokma! Kasabada son zamanlarda yeni serseriler türedi, her yerdeler ve muhtemedir ki yarınki kutlamalarada geleceklerdir... senin yüzünden ne benim, ne Andy'nin başı belaya girsin, ne de o serseriler gelip çiftliimi bassın," dediğinde resmen ağzım açık kaldı. Şok olmuştum. Bu adam üstü kapalı bana ne demeye çalışıyordu? İnanılır gibi değildi ve ben bir an kendimi bir fahişe gibi hissettim.
Ona şaşkınlıkla bakarken ilk anda ne diyeceğimi bilemedim. İlk kez böyle bir şey yaşıyordum. Kalbimin kırıldığını, çok kötü sızladığını hissetmeye başlamışken, söylediklerini düşündükçe aynı anda tüm hücrelerime sızan deli bir öfkeylede başbaşa bıraktı beni. İşte koptuğum, kendimi kaybettiğim an, ikimizide yakaladı.
Tüm öfkemle onun üstüne yürüdüm ve saldırdım ona. Hem ağlıyor, hem avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Evdeki insanların beni duyması umrumda bile değildi. Çok kırılmıştım. "Sen beni ne sanıyorsun ha, ne sanıyorsuuun!" derken, o göğsüne durmadan ellerimle vuruyordum. Benden böyle bir tepki beklemediği o kadar belliydi ki! Şaşkındı, hatta ürkmüştü.
Bir umutla beklediğim sözler bunlar değildi ki benim. Hayal kırıklığımın haddi hesabı yoktu.
Ben onu severken, ona aşık olmuşken ve birde tüm bu duygularımı gizlemek için her yolu denerken, bir yaka yüzünden duymak zorunda kaldıklarım çok canımı yakmıştı.
"Geri kafalısın işte.. sen bu yüzyıla ait olamazsın! Defol git odamdan Tanrı'nın belası herif, defol giit!" diye bağırıyordum ve o bir anda beni bileklerimden yakaladı, olanca hızıyla, kızgınlığıyla beni geri itti. Az daha arkaya, yere düşüyordum.
O uzattığı parmağını yine salladı bana!
"Kendine gel! Senin karşında yaşıtın yok! Sana daha en başında ilk geldiğin gün söyledim.. bu evin kuralları var, benim kurallarım var ve burda benim sözüm geçer! Haddini bil! O elbisenin yakası olması gerektiği gibi ya kapanacak, ya kapanacak... duydun mu beni!" diye oda bana bağırmaya başlamıştı.
"Defol git dedim sana! Seninde, kurallarınında canı cehenneme... asla sözünü dinlemeyeceğim... ve hiçbir değişiklik yapmayacağım.. sende bunu duydun mu kaz kafalı herif!" diye bağırdım yine.
Bana çok kızgın bakıyor olması beni daha da delirtiyordu. Tüm öfkemle yine saldırdım ona.
"Pisliksin işte tam bir pislik.. ben neyim ha senin gözünde neyim ben ya!" dediğimde, yine bileklerimden yakaladı beni ve ben onun beni tekrar geri itmesini beklerken, bir anda kendisine çekti. Yüzüm yüzüne çok yakındı, adeta öfkeyle alıp verdiğimiz nefeslerimiz birbirine karışıyordu ve o kızgınlıkla rengi daha da koyulaşan yeşilleri, gözlerimi talan ediyordu. Oda, bende kapıldığımız öfkemizle tiriyorduk. Tanrı biliyor ya şimdi beni bırakıp, tokatı basacak yüzüme diye bekler olmuştum. Az önce, bana o sözleri söyleyen adamdan artık her şeyi bekliyordum ve o hiç konuşmadan gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Çok hızlı nefes alıp veriyordu ve gözlerindeki o kızgınlık dolu bakış, tuhaf bir şaşkınlığa geçiş yaptı. Ne beni bırakıyor, ne de bir şey söylüyordu. Anlayamadım ki ben! Niye sanki beni ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu ki?
Bir anda bileklerimi bıraktı ve birkaç adım geri gitti. Hala o bakışlarında, yüzünde garip bir ifade vardı ve açıkçası bunu görmekten korkmaya başlamıştım.
"Seni... seni hiçbir şey sanmıyorum! Sadece seni korumaya çalışıyorum.. sen benim kızım sayılırsın ve aklına gelmeyecek, gelemeyecek şeyleri düşünmek benim görevim," dedi ama sanki bana değilde kendisine söyler gibiydi. Öfkem yavaş yavaş beni terkederken, aklım karışmaya başladı ve sanki onunda aklı karışmıştı.
Bir anda arkasını döndü ve odamdan çıkmak için harekete geçti. Ben onu öylece izliyordum. Şaşkındım, korkmuştum.
Tam kapının ağzında durdu ve başını hafif yan çevirip odaya baktı. Son sözü, "o yaka kapanacak!" oldu ve daha fazla oyalanmadan çekti gitti... ve sonrasında olanlar iyice aklımı karıştırdı.
Yemekte hepimiz çok sessizdik ve o bana hiç bakmadı. Hiçbirimizle ağzını açıp tek kelime etmedi. Yemek bitincede salona çekildi, kapısını kapadı. Carl baba yanına gitmek istediyse de kabul etmedi. Kilitlediği o kapıyı hiç açmadı.
Ben ve Andy verandaya çıkmıştık ve saatlerce, nerdeyse hiçbir şey konuşmadan öylece oturduk. Peggy mutfağından arada bir hole çıkıp salonun kapısına bakıyordu. Bir ara Peggy'nin büyükbaba Carl'a, "bu çocuk orda ne yapıyor Carl, iyiye işaret değil bu, sende biliyorsun," dediğini duyduk Andy ile ve ben biraz daha korktum.
"Yukarda ne oldu öyle Megan, adamı delirttin sanırım en sonunda," dedi Andy, ama öyle kızgın değildi. Daha çok benim için endişelenmiş gibi bakıyordu bana.
Sustum! Ne diyebilirdim ki! Bende hem çok şaşkındım, hemde kalbim ona çok kırgındı ama içerde ne yaptığını da merak etmekten alamıyordum kendimi.
Saatler artık gece yarısına yaklaşırken, uykum gelmeye başlamıştı ve o hala içerde, kendisini kapattığı o kahrolası salondaydı.
Daha fazla bekleyemezdim. Andy'e odama çıkacağımı söyledim ve tam verandadan içeri giriyordum ki salonun kapısı açıldı bir anda. Nedenini bilmiyorum ama yine korkuya kapılıp, hızla verandaya geçtim. Dönüp Andy'e baktığımda hemen yanıma geldi ve içeri bakınca beni kendiyle beraber kenara çekti.
Gizli gizli dış kapının yanından onu izliyorduk. Roy Stewarth, bildiğimiz sarhoş olmuştu. Resmen ayaklarını sürükleyrerek merdivenlere yöneldiğinde, bir an düşecek gibi oldu ve o an sanki kalbim durdu. Korku ve heyecanla onu gizlice izlemeye devam ediyordum ve çok şükür ki mutfakta olduğunu bildiğim büyük baba Carl, koşup onu yakaladı. Omuzunun altına girdiği oğluna yürümesi ve o basamakları çıkması için yardım ediyordu ve ben tüm bunlar için kendimi suçlamaya çoktan başlamıştım.
Onu ne kadar kızdırdığımı o zaman anladım. Bana çok kızdığı ve sakinleşmek istediği için çareyi sarhoş olmakta bulduğunu düşünüyordum. Onu ilk kez bu halde görmek hem acı verici, hemde ürkütücüydü.
Şimdi ister istemez o araca tek başıma gitmeye korkuyorum. Söylediği, daha doğrusu emrettiği gibi elbisenin yakasını, sonradan içerden eklenen geniş bir dantel parçasıyla kapattık. Onu daha fazla kızdırmayı göze alamadım ve Peggy'e bunu söylediğimde bir an şaşırmış gibi baktı bana. Aklından ne geçti bilmiyorum ama o da ilk anda bir tuhaf baktı bana ve, "ahh o kurallar, kurallar," dedi ve gülümsedi.
Bazen bu insanları anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Kalbim çok kırgın ona ama yinede geceyi benim yüzümden kötü geçirdiği için üzgünümde.
Bir an önce gitsem iyi olacak artık! * * *
Bu yılda her zamanki gibi panayır yeri dediğimiz büyük çayrlık çok kalabalık ve ben şu an baş ağrısından ölüyorum.
Andy, babam ve Peggy ile birlikte benim baş belamda çoktan kutlama havasına girdiler bile. Ortalık insandan geçilmiyor ve tamda dün Megan'a söylediğim gibi değişik tuhaf tiplerde gelmiş.. tamam, aralarında derli toplu tiplerde var ve onlar gördüğüm kadarıyla zaten turistler.
Kasabada kısa bir yürüyüşe giden Andy ve Megan, az önce geldiler. Kulak misafiri olduğum kadarıyla bir zamanlar annesinin de doğup büyüdüğü bu kasaba onu gerçekten çok etkilemiş ve yerinde duramayan bir çocuk gibi, Andy'nin defalarca gördüğü o sokakları, evleri, yolları sanki oğlum daha önce hiç görmemiş gibi ona anlatıyor.
"Vay be! Sanki zaman buraya hiç uğramamış yakışıklım, sanki western filmlerinde gibi hissettim kendimi ya!" dediğinde, gülümsediğimi fark ettim.
Ne çeşit bir kız bu ya? Bazen bir bakıyorum sanki karşımda yaşıtım var gibi çok olgun, çok akıllı, istediğinde gayet düzgün konuşabilen biri olmayı çok iyi başarıyor ama bazende insanı gerçekten çıldırtabiliyor tıpkı dün akşam yaptığı gibi ve sonrasında o yine bana hissettirdikleri. Düşünmek istemiyorum... düşünmek canımı sıkıyor... yok, düşünmemeliyim..
Biraz önce kasaba başkanının her yıl yaptığı konuşmasının bir benzerini daha dinledik ve alkış, kıyamet koptu. İnsanlar gerçekten çok haklı. Yüz yıllık bir geçmişe sahip olan bu kasaba, zaman içinde her ne kadar değişmiş olsada ilk kurulduğu yıllardaki orjinalliğini hemen hemen korumaya devam ediyor.
Yavaş yavaş kuzu çevirmeler başladı. Peggy'de dahil, kasabanın kadınları yine gelenek olduğu üzere evlerinde hazırladıkları türlü türlü yiyecekleri, turtaları, kekleri, salataları ve şu an seçemediğim daha birçok yiyeceği ve tabiiki yanlarında meşrubatları, ev yapımı şurupları uzun up uzun, birbirine yapıştırılmış üzerine yine bugüne özel bir kenarda bekletilen örtülerin üzerine serildiği masalara yerleştirme telaşındalar. Küçük çocuklar her yıl olduğu gibi çoktan etrafta koşturmaya başladılar ve yerel bandomuz, kendileri için yapılan platformda, başta kasaba marşı olmak üzere çeşitli yerel ve popüler olan müzikleri çalmaya başladılar bile.
Kasabanın her yerine kurulan taklar gibi, burda da aynı taklardan var. Kimisinde çiçekler varken, kimi üçgen şeklinde ulusal bayraklarımız asılı ve ortalık git gide şenlenmeye başladı.
Gözlerim ister istemez bizim çocuklarda, özelliklede Megan'da ve gördüğüm kadarıyla tıpkı annesinde olduğu gibi onda da şeytan tüyü var. Akranlarıyla çoktan iletişime geçmiş bile ve Andy, onu hiç yalnız bırakmıyor. Bir nevi koruma görevini almış üstüne ve sanki Megan'a olan bakışlarında, son zamanlardaki davranışlarının aksine bugünkü tavırlarında bir farklılık var. Basbaya hayran hayran bakıyor kıza. Peggy haklı olabilir mi acaba? * * *
Roy Stewarth ve ailesinin de katıldığı kutlamalar tüm hızıyla devam ediyordu. Büyük bir u şeklinde hazırlanmış masalarda, insanlar karşılıklı oturmuş, imece usulü yapılmış tüm yiyeceklerin o leziz tatlarına bakmakla meşguldüler.
Megan ilk kez bir parçası olduğu bu kutlamaların şen havasına çoktan kendisini kaptırmıştı. Annesinin kasabası olan bu yerdeki hiç tanımadığı ve çoğunluğunu ilk kez gördüğü bu neşeli değişik yaştaki insanlar sanki onun ailesiymiş gibi hissediyordu. Bir yere, bir şeye ait olmak böyle bir şey olsa gerek diye düşünüyor, hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu.
Tam yanında oturan Roy'a arada bir kaçamak bakışlar atarken, iç sesi 'keşke senin kalbinede sahip olabilsem, sende beni sevebilsen,' diyordu ama bunun gerçekleşme olasılığının sıfır olduğununda ister istemez bilincindeydi. Aklını esir alan düşüncelerden yapılan anonsla sıyrıldı.
Yemek sonrası çeşitli etkinliklerin başlayacağının bildirildiği anonsu dikkatle dinledi ve bunun için heyecanlandığını hissediyordu.
Yemek sonrası tıpkı söylenildiği gibi geleneksel yarışlar bir saat sonra başladı. Bunların arasında meşhur çuvalla zıplama, cauntry dans ve müzik yarışması, kasabanın en güzel ve en yakışıklı delikanlısının seçilmesi, en hızlı bira içme yarışı ve daha birçok etkinlik birbiri ardına yapılmaya başladı.
Ağustos ayının bu ilk günlerinde, artık akşam saatlerininde gelmesiyle güneş kızgınlığını yitirirken, çıkan tatlı esinti yarışmacılara biraz olsun nefes aldırıyordu.
Çuvalla zıplama yarışmasına katılan Andy, tüm hünerini göstererek yarışmanın birincisi olurken en büyük destekçisi ona çılgınlar gibi tezahurat yapan Megan'dı.
Andy'nin tüm sevinciyle yanına koşup giden Megan'a, üstü başı toz toprak ve tüm bedeninin terli olmasını umursamadan sarılan oğlunu, uzaktan gülümseyen ve gurur dolu gözlerle izleyen Roy'un bakışları değişti bir anda. O yeşil gözlerde artık şaşkınlık vardı. Andy, onca insanı görmezden gelerek, Megan'ın dudaklarına yapıştı bir anda ve uzun, ateşli bir öpücük bıraktı.
"Ahh Peggy! Sen çok haklısın galiba!" * * *