~Roy~
O günden sonra çiftliğim tam bir savaş alanına döndü. Kahrolası, baş belası beni çıldırtmak için elinden geleni yaparken, ben artık zamanımın çoğunu sanki çok ihtiyacım varmış gibi onu engellemeye çalışmakla geçiriyordum.
Sinirlerimi iyiden iyiye bozmayı başardı baş belası pislik ve gelinen bir buçuk ayın sonunda, artık o eski sakin, sabırlı halimden eser kalmamıştı.
Bazen, "Tanrım nasıl bir günah işledim ki bu deliyi başıma bela ettin," diye söylenmekten alamıyorum kendimi.
Oysa kendi halinde, belli bir rutini olan hayatım vardı ama artık, adeta tam bir cehenneme döndü ya! Bu cehennemin adı kesinlikle Megan ve ben buna daha ne kadar dayanabilirim hiç bilmiyordum.
Resmen bana savaş açmıştı ve beni de bu savaşın içine çekmeyi başarmıştı. Kullandığımız silahlar ise her ikimizinde öfkeyle bakan gözlerimiz ve özellikle de Megan'ın kullanmaktan vazgeçmediği adeta zehir saçan diliydi.
Bu özelliğini belliki annesinden almıştı ve ben, belki de hayatım boyunca duymadığım sözlerin, hakaretlerin, benzetmelerin muhatabı olmak zorunda kalıyordum.
Ben duymaktan yoruldum, nefret ettim ama o bana yeni isimler bulmaktan yorulmadı.
"Sen kim oluyorsunda bana emirler verebiliyosun, nesin sen kainatın efendisi mi? Tam bir kazmasın, hatta beyzbol sopası bile senden daha duyarlıdır.. sen tam bir odunsun, fosilsin işte..yabansın sen yaban, tam bir mağara adamısın! Senden nefret ediyorum lanet olası kovboy artığı, at hırsızı manyak herif, bok suratlı, horoz kıçlı, patates kafa!" ve daha neler neler...
Evdeki herkes, bu gergin ortamdan, bu sinir harbinin ortasında kalmış ve hiçbir şey yapamıyor olmaktan bezmişti. Bunu görebiliyordum. Kim bezmezdi ki?
Her gece yattığımda "ona uymayacağım, çocukla çocuk olmayacağım," desemde beni delirtecek şeyler yapmayı mutlaka beceriyordu baş belası.
Sürekli sert rüzgarların estiği çiftliğimizde, kahvaltıda başlayan atışma, gün boyunca hiç hız kesmeden karşı karşıya geldiğimiz her an devam ediyor ve geceleri birbirimize ve bunun yanında kendime olan kızgınlığımla da yatak odalarımızın kapılarının adeta kırmak istercesine hızla kapatılmasıyla, ve o gün, bir sonraki güne kaldığımız yerden devam etmek üzere sona eriyordu.
Aramızda İpler iyice kopmuştu. Megan, yaptıklarıyla beni iyiden iyiye çileden çıkarmayı başarırken, resmen aklımı kaçırmanın eşiğine geldiğim çok oluyordu ve her defasında soluğu evin dışında alıyordum.
Megan'a ağıllara ve kümeslere girmesini kesinlikle yasakladığım halde, en ufak fırsatı kaçırmıyor, soluğu ya ağıllarda koyunları korkutmak için yada kümeslerde tavuklarla iş pişiren horozu yakalamak için alıyor, onlara yapmadığını bırakmıyordu.
Hiç söz dinlemiyor olması, başına buyruk davranışlarına devam etmesi kelimenin tek anlamıyla beni, sabrı ve sakinliğiyle kasabada nam salmış beni, Roy Stewarth'ı çıldırmanın eşiğine getirmişti.
Özellikle çok sevdiğim horozumu her gördüğü yerde kovalaması, hayvana taş atması ve sürekli "pis sapık, rahat bırak tavukları," diye bağırması beni deli ediyordu.
Zavallı horozum, Megan'ın sayesinde uzun koşu sporcularına dönmüş ve birazda zayıflamıştı, ve artık yorgun düşmüştü.
Koyunlardan sonra dikkatini çeken sığırlar, o manyak kız için ayrı bir merak konusu olmuştu.
Bir gün onu çitlerin içinde, sığırların arasında gördüğüm an, hissettiğim öfke, kızgınlık ve tabiki korku sayesine az kalsın düşüp bayılacaktım, gerçekten hayatında bayılmak nedir bilmeyen ben bayılacak gibi hissettim ve bu his çok kötüydü. Ruh hastası kız,onlarla oyuncakmış gibi oynuyor, ağzında tuttuğu otları onlara yediriyordu.
Yine başka bir gün, onu bir sığırın sırtında, çitlerin içinde gezinirken gördüğümde ise, yüreğim ağzıma geldi ve artık onun tam anlamıyla bir kaçık olduğundan emin oldum.
Korku nedir, tehlike nedir bilmiyordu. Onu, sığırın tepesinden indirmeye gittiğimde ise Megan öyle bir çığlık attı ki ürken sığırda sırtında onunla birlikte korkarak sağa sola kaçışırken, benim ah benim telaşla açık bıraktığım kapıdan kaçtı sığır en sonunda.
Megan'ın ilk anda korkudan ödünün koptuğunu anlamış olsamda bu duygu, gördüğüm kadarıyla yerini bir süre sonra eğlenceye bıraktı. Çocuklar gibi eğlenmeye başlamıştı ve ardından koştuğumu gördüğünde üst üste kahkahalar atmaya başladı.
Tanrıım! İnanılır gibi değildi. Yaşadığım korkuyu ömrüm boyunca unutamayacağım.
Deli kız, farkında olmadan hayvanın kulaklarına öyle bir asılmıştıki, canının yanmasına dayanamayan sığır en sonunda kıçını sağa sola hızla savurmaya başlamıştı. O anda, o halleriyle gerçekten rodeocu bir kızdan farksızdı ve ben gördüğüm manzara karşısında kalbimin teklediğini hissettim. Bu kız bu gidişle benim sonum olacaktı.
Hayvanın o sert savurmalarına daha fazla ayak uyduramayan benim delim, dengesini yitirip, bir anda kendisini yerde, sırt üstü buldu ve ağlamasını beklerken yerde, çılgınlar gibi kahkahalarla gülmeye başlamıştı yine.
Koşarak yanına vardığımda kan, ter içinde, nefes nefese kalmıştım ve gözlerime inanamadım.
O günden sonra birbirimize tamamen düşman olduk. Ondan nasıl kurtulacağımı, onu nasıl durduracağımı bilemezken, en sonunda çareyi onu odasına kilitlemekte buldum.
Tabii buna razı olacağını beklemek saflık olurdu ama hiç umrumda değildi. Gerçekten bıkmış, usanmıştım artık.
Kapının ardında kilitli kaldığında, kapısını yumrukluyor ve bas bas bağırıyordu. "hayvan herif, burdan çıktığımda ilk iş seni öldürücem! bana bunu yapamazsııın! çıkar beni burdaan!"
Peki ben ne yaptım? Elbette onu duymazdan geldim, yetmedi evdekileride uyardım, hemde hiç alışık olmadıkları şekilde.
Tanrıım! Neler yaptırıyordu bu kız bana öyle?
"Onu dışarda görürsem, hatta evin içinde bile görürsem, hepinizin canına okurum! anlaşıldı mı?"
Bütün öfkemle bağırarak söylediğim bu sözler, ev halkı için asla dikkate almayacakları bir uyarı değildi. Evden çıkacakken, "hatta ona ne kahvaltı, ne de öğlen yemeği verilmeyecek bundan sonra! Bir iki gün sadece akşam yemeği vereceksin Peggy, eğer başka bir şey verdiğinizi görürsem, anlarsam külahları değişiriz! Yetti canıma, yetti lanet olası!" diye bağırdım yine.
İki gün boyunca odasında kilitli kaldı ama çok iyi biliyordum ki asla akıllanmış değildi, hatta tam tersi iyice yoldan çıkmıştı.
O cezasının bittiğini düşünürken, çok yanılıyordu. Çıldırtma sırası bendeydi, ehh! benim onun için başka planlarım vardı ve açıkçası bundan büyük bir zevk alıyordum, aynı anda kendimede inanamıyordum.
Tabiat boşluğu sevmez ve boş yeri mutlaka doldurmak ister. Onuda boş bırakmaya gelmezdi.
İkinci cezası mutfakta Peggy'e yardım etmesiydi. Özellikle Peg'e bol soğanlı yemekler yapmasını, soğanlarıda laftan, güzellikten anlamayan bu şehirli kıza doğratmasını söyledim.
Beni o güne kadar hiç o kadar ciddi görmeyen Peg, mutfağında başka biri görmeye tahammülü olmadığı halde, bana korkudan ses çıkaramadı ve tüm o soğanları Megan'a doğrattı. Tamda istediğim gibi bol bol soğan doğruyan Megan'ı gözlerinden yağmur gibi yaşlar akarken görmek, inanılmaz bir zevkti ve bliyordum, o aslında soğanı değil beni doğruyordu. Bundan adım gibi eminim. Soğanlara her salladığı bıçakla beni küçük parçalara ayırdığını hayal ediyordu. Bunu arada bana kaçamak bakışlar atan gözlerinde görüyordum.
O soğan doğrarken, mutfakta karşısına çektiğim sandalyede bacak bacak üstüne atıp, o nefret ettiği sigaramı tüttürüp, o dumanı ona doğru solumak, kahvemi içmek ve gözümü ondan ayırmadan onu izlemek inanılmaz mutluluk vericiydi.
Yemin etmiştim, o nasıl ki beni canımdan bezdirmişti, aynısını ona yapacaktım, yapıyordum da. Pislik! İçimden bir canavar çıkarttı ya!
Soğan doğrama işi bittiğinde bütün çıkan bulaşıklarıda yıkattırdım. Hayatında elini sıcak sudan, soğuk suya sokmayan kızını, bu halde görse Cynthia ne düşünürdü acaba?
Peggy'e bulaşık suyunu özellikle çok ısıtmasını söyledim. Benim hayvanlarımın canını çok yakmıştı, sıra şimdi ondaydı. "Ayy offf çok sıcak ama," diye sızlandığında, "canın odanda kilitli kalmak istiyor galiba, bundan büyük zevk alcağımdan emin olabilirsin çok sevgili kızım," diye de resmen tehtid ettim. Pis pis bakıp, sessizce söylendiğinde, "seni duyabiliyorum baş belası, kes sesini! çenen değil, ellerin çalışsın!" diye hırladım resmen.
Aynende öyle oldu ama bu seferde fazla sessiz olması dikkatimden kaçmadı.
İşi gücü bırakmış, cehennem zebanisi gibi tepesindeydim ve o çok sessizdi. Açıkçası bunun fırtına öncesi sessizliğe benzetiyordum ve korkmadım değil. Kimbilir o şeytanlığa çalışan kafasından neyin planlarını yapıyordu yine.
Onunla tam bir kaos ve cehennem azabı gibi geçen bir buçuk ayı geride bırakırken, yine beni deli edecek bir şey bulmuştu.
Ağıllar, kümes ve içindeki folluklar, tavuklar, horozum ve koyunlarım biraz olsun rahat nefes almışken bu defada "at binmek istiyorum" diye tutturdu. Üstelikte en asi atı gözüne kestirmişti. Ben inatla karşı çıkarken, o inanılmaz ısrarına devam ediyordu. İstesem ona iki günde at binmeyi öğretirdim ama bu defada adım gibi emindim ki atı aldığı gibi kaçak gezintilere çıkacaktı ve sonrasında al başına belayı.
Yemek odasınsaydık ve sayesinde şöyle huzurla yemek yemeği unutmuştuk ve yine şu at binme olayı yüzünden bana çok kızgındı. Hoş benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu. Sabah saatlerinde yine çok şiddetli tartışmıştık ve onun öfkesi hala dinmemişti.
Masanın diğer ucunda oturuyordu ve bana çok kızgın bakıyordu. Bekliyordum, bakalım ne zaman bomba gibi patlayacaktı. Ehh, fazla beklememe gerek kalmadı. İçimden o çıngıraklı yılan gibi dilini kesmek geliyordu.
"Bu çiftliğe geldiğim günden beri yapmak istediğim her şeye karşı çıktın. Bana muhalefet olmak için mi dünyaya geldin sen?"
Tüm öfkemle ona baktım. Onu gerçekten bir kaşık suda boğabilirdim. Ona cevap vermeye hazırlanıyordum ki babam araya girdi.
"Tanrı aşkına, lütfen yine başlamayın çocuklar...sakin bir havada yemek yiyemeyecek miyiz şu evde? Hiç olmazsa bu akşam için barış yapın!"
Farkındaydım tabiiki, sakin bir yaşantıya alışık olan ailem, tıpkı benim gibi Megan'ın çılgınlıklarından, benim de delirmelerimden bezmiş durumdaydılar ve artık bu hislerini gizleyemiyorlardı.
Tüm bunları bize yaşattığı için o küçük çılgını öldürebilirdim. Megan'a sabitlediğim bakışlarım babamı buldu ve, "bunu yanında oturan küçük şeytana söyle baba!" dedim ve sonuna kadar haklıydım.
"şeytan olan sensin, hemde eli üç dişli mızraklı olanından pis oturan boğa!" diye atladı hemen. Şaşırdık mı? Aslaaa! eğer susmuş olsa şaşırıdım kahrolası küçük şeytan!
"Kapa çeneni Megan! Kes sesini ve yemeğini ye!"
"Asıl sen kapa çeneni Bay Stewarth! Hem susmazsam nolur? Ne yapacaksın?"
"Biliyor musun beni hasta ediyorsun! Bir tek Tanrı'nın günü uslu uslu otursan, saçmalamasan, mantıklı bir şeyler istesen ölür müsün?"
"Sen mantıktan ne anlarsın be? Senin için kendi bildiklerin ve isteklerin var sadece şu kahrolası çiftliğinde ve inan bana asıl beni deli eden sensin. Seni tanıdığım güne lanet olsun! yabansın işte..Kadınların, erkeklerin yaptığı her şeyi yapabileceklerini kabul edemeyecek kadar yabanisin sen, tam bir mağara adamısın ve bu çiftlikte senin kahrolası mağaran!"
Gelde dayan bu sözlere! Cinler tepeme toplanmaya başlamıştı ve yemeğimi yine boğazıma dizmeyi başarmıştı.
Daha fazla kalamazdım o odada, o masada..
Onunla daha fazla tartışmak istemiyordum ve sessiz kalmayı tercih ettim. Yeterince çocukla çocuk olmayı başarmıştım zaten.
Sinirden yine damarlarım kasılmaya ve başım ağrımaya başlamıştı yine. Masadan kalktım ve kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım.
"Heey sen! Her zamanki gibi sıkıştığında yine kaçıyorsun dimi bay mantık? Boşuna demiyorlar erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır ve sende bunun hakkını fazlasıyla veriyorsun! Bir de adam gibi adamım diye kasım kasım kasılıyorsun! Hiç boşuna uğraşma alt tarafı bir kovboysun, daha doğrusu kovboy bozuntususun!"
Tanrım! Bu kez gerçekten kanımın beynimde kaynadığını hissediyorum. İçimden bir ses bas git, uğraşma şununla desede, dayanamadım. Bu kıza haddini bildirmenin zamanı gelmişti, geçmişti bile. "Çok küstahsın! Biliyor musun, çok şükür ki senin gibi bir evlada sahip değilim ve dostum adına çok üzgünüm. Hayatım boyunca, senin gibi haddini bilmez,ne söylediğini bilmez bir insanla hiç karşılaşmadım. Hoş, sen insan mısın ondan bile şüpheliyim artık. Saygısızsın, ukalasın ve aslında çok cahilsin. Seni tanıdığım için,üstelik en yakın dostumun kızı olduğun için, hem senden hem sana uyduğum için kendimden utanıyorum. Çiftliğime gelmene izin verdiğim için çok pişmanım. İflah olmazsın kızım sen! Terbiye yoksunu ve çok çirkin ruhlusun,"
Sözlerimi bitirdiğimde, daha fazla orda kalamadım ve evin dışına attım kendimi. Hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum ve onun yüzünü görmeyi hiç istemiyordum.
~Megan~
Evet, bu defa baltayı gerçekten taşa vurdum. O sözleri söylerken, aklımdan ne geçiyodu ki? Resmen onun adamlığıyla, erkekliği ile dalga geçtim ve sonucunda tüm o sözleri hak ettim.
Kabul etmeliyim ki bu kez gerçekten çok ileri gittim..
Tanrım! Yüzünde gördüğüm o dehşeti asla unutmayacağım.
Düşünüyorum da aslında ona ne kadar kızgın olursam olayım, ne kadar inkar edersem edeyim, yüreğimin derinliklerinde onu sevdiğimi, hatta çok sevdiğimi ve ayrıca onu delirtmeyi her şeyden daha çok sevdiğimi biliyorum.
Odamın cam çıkıntısında bacaklarımı kendime çekmiş, kollarımı dizlerimin üstüne dayamış öylece oturuyorum ve tüm bunlar aklımda resmi geçit yaparken, dışarı bakıyorum.
Geceleri biraz olsun hava serinliyo ve ben sıkılmakla meşgulüm ama bu sıkıntı, öyle bir şey yapmadığım için değil, anlam veremediğim garip bir his ve fark ediyorum ki bekliyorum, gözlerim onu arıyo.. neden ki?
Karmakarışığım ben.
Offf! Bir yanım evimi, odamı nasıl da özledi...hatta annemi, o gıcık olduğum babamı bile özledim ya ben! Şaşırıyorum, onları özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Demek ki hayatta her şeyin ilki varmış.
Bazen kendimi tanıyamıyorum. Tamam, uçarılıklarım hep vardı, her zaman biraz hırçındım ve aslında benliğimin derinliklerinde kendime bile itiraf etmek istemesemde bunun nedenini biliyordum ama hep inkar ediyordum, 'çocuk muyum ya böyle şeylere takılayım' diyodum ama buraya geldiğimde bunu daha iyi anladım.
Ailemden aslında ilk kez böyle uzak kalıyorum ve bu Stewarth'lara baktıkça, bizim ailenin, yani kendi çekirdek ailemin aslında birbirimizden ne kadar uzak olduğumuzu kavramış olmak canımı yakıyo ve bu beni daha da hırçın yapıyo.
Annem de babam da o mesleki hayatlarına kendilerini öylesine kaptımışlardı ki, varlığımla sanki onlara yük gibi hissetmeye başlamıştım son zamanlarda ve hırsımı sürekli annemle didişerek çıkarıyodum.
Aslında onun sandığı gibi sinema oyuncusu falan olmak istemiyodum. İstediğim tek şey, onlarla gerçek bir aile olabilmekti ama sanırım aptallığım sayesinde yanlış strateji uyguladım ve bir anda tam bir aile olmayı başaran, bunun hakkını sonuna kadar veren bu bu insanların içinde buldum kendimi.
Çok akıllıyım ya ben! Tombulum Peggy'nin ilk geldiğim günlerde bana dediği gibi aptalım aslında ve şu son zamanlarımı aptallıklarıma, aptallık katmakla geçirdim ama birkaç gündür duruldum, kabuğuma çekildim.
Geldiğimden beri özellikle son bir aydır, İçimdeki şeytan beni sürekli gıdıklıyodu. Yapmıcam dediğim her şeyi yaptırıyo bana.
Üzgünüm, kızgınım ve kahrolası bir çaresizliğin kucağında ters takla atıp duruyorum.
Geldiğimden beri sorun çıkartmaktan başka bir şey yapmadım ve işin garibi bundan cidden müthiş keyif aldım ama birkaç gündür fark ettim ki bununda sonu yok ki.
İnsanların bir düzeni var ve ben küçük, yaramaz bir çocuk gibi elimden geldiğince ortalığı karıştırdım.
Şimdi düşününce yaptıklarıma ben bile şaşırıyorum ama kendime engel olamıyodum. Özellikle o kovboy, önümü kesmeye kalktıkça daha çok bileniyodum.
Bir işe yaramak istiyordum ve o kuralcı pislik, hep bana karşı çıktı, sürekli itti beni. "başına bir şey gelirse annene ne hesap veririm ben, düşünsene biraz bunları!" demiyor muydu? İşte o anlar delircek gibi oluyodum ya!
Sanki anneminde çok umrundayım. Tek korktuğu sinema oyuncusu olmam. Eminim bunun sebebide yine kendi ünü ve prestiji adına korktuğu içindir, yoksa beni düşündüğünden falan değil.
Şu kovboy bile beni ailemden daha çok düşünüyo ya! Hoş oda anneme karşı sorumluluk hissettiği için, bana bayıldığından değil.
Oysa beni sevmesini, çok sevmesini ne çok isterdim ama biliyorum ki sadece bana bir şey olacak diye korkuyodu ve bende işte onun tarafından gerçekten ben olduğum, Megan olduğum için sevilmediğimi farkettiğimde kalbimde bir şeylerin acıdığını hissediyodum. Sonuçta deliren bir kovboy, delirten bir Megan olarak muhteşem ikili olup çıktık.
Ne ikili ama?
Dışarda yine hareketlilik var.. evet, işte yine o çok sevdiği çitlerine gidiyo. Hemen hemen her gece izliyorum onu böyle, karanlıkta camın çıkıntısında. Birazdan sanki ayaklarının altında yay varmış gibi zıplayıp, çitlere oturacak ve hemen bir sigara yakacak.
Benden öncede yaparmış bunu. Peggy'le yine yaptığım bir halt yüzünden beni cezalandırıp, mutfakta tombulumun yanına yamak olarak bıraktığında sohbet ederken söylemişti bana bunu ve ben geldikten sonra daha çok yapar olmuş..şimdilerde her gece çıkıyo, oturuyo o çitlere.
Tombulum, o gün, sadece bunu söylemedi bana, daha bir çok şey anlattı. Aslında hiç dinleme taraftarı değildim ama o günlerde Andy ile olan yakınlaşmam yüzünden kulak kabartmıştım.
Off ya şimdi düşünüyorum da annem beni buraya gönderirken, bu aile hakkında hiç bilgi vermemişti bana.
Tutturmuştu gideceksin de gideceksin diye.. benim de hiç aklıma soru sormak gelmemişti, hem anneme hemde beni kabul ettikleri için bu aileye fazlasıyla kızgındım.
O gün Peggy'nin anlattıklarını dinlediğimde sadece Andy için çok üzülmüştüm. Daha doğar doğmaz annesiz kalmış olması çok etkilemişti beni ama Roy Stewarth için aynı şeyleri hissettiğimi söyleyemem.
Fark ediyorum ki şimdi onun içinde üzülüyorum. Bazen o çitlerde otururken, ard arda sigara içiyor ve eğer dolunay varsa uzun uzun ona bakıyo, sanki orda o çok sevdiği, biricik aşkı Elanor'un yüzünü görmek ister gibi.
İşte yaktı ikinci sigarasını ve dönüp eve bakıyor, nereye bakıyo o ya!
Aman Tanrım!..
Tanrııım! benim odama doğru bakıyo ve ben o sanki beni görebilecekmiş gibi bu karanlıkta yerimden fırlıyorum, camın yanına ilişiyorum hemen. İçimden bir ses, 'çekil! görebilir seni,' dese bile, istesem bile bir yere kıpırdayamıyorum.
Emin olmak zorunda hissediyorum kendimi ve şimdi döndü yine ilerilere bakıyor.
Ses çıkarmaya, hatta nefes alıp vermeye bile korkuyorum, sanki nefes alışverişlerimi duyacakmış gibi tuttum resmen nefesimi. Bacaklarım sanki beni taşıyamayacakmış gibi, adeta yaprak gibi titriyor ve tireyen sadece bacaklarım değil ki.. tüm bedenimi anlam veremediğim bir titreme aldı. Korkuyla hemen geri çekiliyorum ve bir anda kendimi odamın ortasında dikilirken buldum.
Çok şaşkınım. Ellerim saçlarımın arasında anlamsızca geziniyor ve ben, şu an ne yaşıyorum gerçekten anlayamıyorum.
Noluyo bana ya?!
Çok garip, kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Ne diye böyle vuruşları göğsümü yumrukluyor gibi ve niye böyle heyecanlandım ki ben?
Kahrolası aklımdan bir sürü şey geçiyor ve ben bile hızına yetişemiyorum.
Kalbimin atışları iyice hızlandı ya! sanki nefes alamıyorum.
Tanrım! Noluyo bana böyle ya! Şu an ciddi ciddi korkuya kapıldım.
Düşünceden düşünceye yüksek atlama yaparken yine aklıma bazen geceleri uyuduğumu sanıp, sessizce odama gelişi, 'ah deli kız' diyip, üstümden sıyrılan pikemi omuzlarıma kadar çekişini ve saçlarımı usul usul ama aynı anda korkarak okşamasını hissettiğimde ne kadar mutlu olduğum, yine böyle heyecanlandığım geliyor ve fark ediyorum ki aslında bana ne kadar çok kızsada beni seviyor, o beni seviyor ya!
Bir babanın kızını sevdiği gibi seviyor beni ve ben buna mutlu olmam gerekirken niye üzülüyorum ki?
Lanet olsun! Sanki ortaçağın karanlığından çıkar gibi bir aydınlanma yaşıyorum şu an ve çok şaşkınım, korkuyorum ve kapıldığım bu duygularla deli gibi ağlıyorum ya!
Sürekli düşünen beynim, düşünce üretmekten yorulmazken, bu tuhaf hislerle ruhumun, benliğimim yorulduğunu hissediyorum. Bacaklarım daha fazla taşıyamıyor beni ve olduğum yere dizlerimin üstüne çöküp kaldım.
Son zamanlardaki o garip hallerimi düşünüyorumda, ben sürekli onu düşünür olmuşum ya ve bu da yetmezmiş gibi gece yatarken, sabah uyandığımda yine ilk olarak hep aklımda o vardı ve onu düşünürken salak salak sırıttığımı anımsıyorum.
Ama ben, ben bunun onu kızdırmaktan zevk aldığım için böyle olduğumu düşünüyordum.
Yok, bu öyle bir şey değil ki! Sabah uyandığımda bir an önce giyinip, aşağıya nasıl indiğimi şaşırıyordum. Onu görmek için delice bir istek duyuyordum. Eğer aklımda o varsa ki şimdi daha iyi fark ediyorum ki aklımdan aslında hiç çıkmıyormuş, kalbimin ritmi tıpkı şimdi olduğu gibi anında bozuluyor, göğüs kafesimde sanki taklalar atıyor, hızlanan soluklarımı düzene sokmak için epey bir çaba harcamam gerekiyor.
Andy geliyor bir anda aklıma ve evet, onunlaykende böylesi duygular yaşadığım olmuştu ilk zamanlar ama o zamanlarda bile bir süre sonra o duygular geldiği gibi gidiyordu, hem bu kadar yoğun hissetmiyordum ki.
Gözlerimin önünde o kovboyun bana bakışları ve o çok tatlı gülümsemesi, yüzünde yerini aldığında resmen aklımın başından gittiği anlar var. Saatlerce o gülümseyişini izleyebilirim.
Yine şimdi fark ediyorum ki o öyle gülümsedikçe kalbime bir şeyler oluyor, sanki kalbimin içinde kalpler, bir gülün yapraklarını açtığı gibi açılıyor.
Kahretsin! Tüm bunlar ne anlama geliyor? Şimdi odamın içinde deli gibi dolaşıyorum, yok! böyle bir şey olamaz ya! Olmamalı!
Tanrım nasıl olur? Aşk dedikleri şey bu mu yoksa? Ben daha önce hiç aşık olmadım ki! En fazla hoşlandığım olmuştu birkaç kişiden.
Amaan Tanrııım! Ben hiç aşık olmamam gereken birine mi aşık oldum?
Şu angerçekten büyük bir şok yaşıyorum. Tanrım, odanın karanlığı boğuyor beni ve koşup hemen ışığı açtım.
Sanırım deliriyorum! Yerimde duramıyorum ya! Ciddi ciddi Roy Stewarth denen şu adama aşık olmuşum ben ya! ve ben bunu nasıl gizleyeceğim ya?
Annem duysa beni öldürür, kovboy duysa beni hemen geri postalar!
Gitmek mi, eve dönmek mi? Bu onu görememem demek! Bunun düşüncedi bile nefesimi kesti bir anda.
Panik haldeyim! Hem ona aşık olduğumu kavradığım için, hem artık onsuz bir hayat düşünemediğim için!
Peki ben ne yapacağım şimdi ya?