~Roy Stewarth~
Gözleri aynı annesinin gözleriydi, hatta bakışları bile ve bu çok şaşırtıcıydı. Ben gözlerimi kırpıştırırken, o gözlerini bir an olsun benden ayırmıyor, beni adeta baştan aşağıya dikkatle süzüyor. Kendimi bir an satılığa çıkmış bir sığır gibi hissediyorum.
Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda az önceki haline kıyasla bakışlarında şimdi memnun bir ifade var... gülümsüyor...ve Tanrıım! O gözlerindeki bakış!... yani... sanki!... yoksa daha çok 'hepinizi doğduğunuza pişman etmeye geldim' bakışı mı? Aklım adeta düşünce fırtınasına tutuluyor ve tuttuğumu son anda fark ettiğim nefesimi bir solukta bırakıyorum. Yüzümdeki sahte gülümsemem de tıpkı benim gibi donup kalıyor.
Korktuğumu hissediyorum ve ben bu korkuyla başa çıkmaya çalışırken o, beni adeta şok ediyor. Hiç beklemediğim bir hamleyle bir anda beni çenemden yakalıyor. Çenem onun parmaklarının arasında,ve yüzümü bir sağa, bir sola çeviriyor, yetmiyor, zaten iri olan gözlerini kocaman açıp, yüzünü iyice yüzüme yaklaştırıyor ve taa gözlerimin içine derin bir bakış atıyor! Noluyor ya? İçimden bir ses, 'bari dişlerimede bir baksaydın!' diyor. Sanki kendisine at satın alacak? Neler düşünüyorum ben ya?
Sayesinde şaşkınlık denizinde boğulmak üzereyim. Bir anda çenemi bırakırken, "hımm" dediğini duyduğumda kendimi tam bir 'aptal' gibi hissediyorum ve bana böyle hissettirdiği için ondan da, kendimden de nefret ediyorum.
Küçük hanımı, şaşkınlıkla ve bunun yanında nutku tutularak izleyen bir tek ben değilim.
Babamda ve Andy'de tam bir şokun kucağındalar ve üçümüzü de daha çok şoka sokacak o sözleri, ilk kez duyduğum sesiyle söylüyor.
"Nasıl yaptınız bunu, mikserle mi çırptınız?"
Dönüp babama bakıyor. 'Bu' ben oluyorum sanırım, mikserle çırpılarak yapılanda ben oluyorum... omlet miyim ben ya?! Şaşkınlığım, katlarına sıçrama yaparken, dönüp babama bakıyorum ve onun da ağzının açık kaldığını görüyorum ve babam, öylece bana bakıyor.
Andy, önce son derece neşeli bir kahkaha patlatıyor ve hemen ardından adeta katıla katıla gülmeye başlıyor. Babamın ve benim kızgın bakışlarımız, oğlumu buluyor ve anında susuyor ama belli, çok belli ağzının içinde biriktirdiği yeni kahkahaları patladı, patlayacak!
Bu kadar komik olan nedir anlamış değilim doğrusu ve göz göze geldiğimiz babamla takıldığımız konu aynı..."nasıl yaptınız bunu?"
Hayatımda hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyorum.
Bu yeni gençlik, ne diye bu kadar açık sözlüydü ve ben, önümüzdeki günlerin daha ne tür kilidi açılmamış sözlere gebe olduğunu merak etmeye başlamıştım bile.
Az önce çok olağan, normal bir şey söylemiş gibi dönüp Andy'e bakıyor ve bilgiç bilgiç, "sen, James Dean'a benziyorsun yakışıklım," diyor bir anda. Neee? 'Yakışıklım mı?' Ne ara samimi oldu bunlar ya?' Andy, duydukları karşısında oldukça keyifleniyor ve siyah deri kovboy şapkasını tepesinden tuttuğu gibi başından çıkarıyor ve olabildiğince yükseğe hızla fırlatıyor, yetmiyor o biz kovboyların kendimize çıkardığımız sevinç nidalarını üst üste atıyor.
"Yupppiii yaaaa yeee, yupppii yaaa yooovvv!"
Delirdi mi bu çocuk? Ve hangisineydi bu sevinç gösterisi? James Dean'a benzetilmesinin mi yoksa 'yakışıklım' hitabının sevinci mi?
Ard arda şaşkınlık yaşamak adeta benliğimi şoka uğratıyordu. Zorda olsa, şaşkınlıktan ciddiyete hızla geçiş yaparken, dönüp Megan'a bakıyorum. Tam bir şey söylemeye hazırlanıyordum ki elini çenesine götürüp, bir profosör edasıyla düşünüyor ve "ya James Dean deseem," diyor ve dudak büküyor, "e yani evet...ama Alain Delon deseem, e onada evet... offf! bilemedim şimdi. İkisinin karışımı bir şeysin sende! Hımm...tek fark, koyu yeşilmiş gözlerin. Ordan kaybediyorsun şekercim...ama bakıyorum da üç nesil, baya bir yakışıklıymışsınız. Ahhaha!" 'Şekercim?'
Şaşkın bakışlarım, babamın afallamış bakışlarıyla buluşuyor. Aktör delisi kızımız, küçük bir çocuk gibi kıkırdıyor ve birkaç dakika içinde bu kadar şok fazla geliyor bize, özelliklede bana.
Sinirlerimin iyiden iyiye gerildiğini hissediyorum ve sakinleşmek adına boğazımı temizliyorum. Hala takılmış durumdayım, 'mikserle mi çırptınız?' demesine! Yuhh!
"Bizim buralarda insanlar, önce kendilerini tanıtırlar ve 'tanıştığımıza memnun oldum efendim' derler küçük hanım. Ben Roy Stewarth ve gayet doğal yolla yapıldım," dediğim an, ağzımdan çıkan son cümleye inanamadım. İç sesim, benden bağımsız bir kaçak gibi dışıma taşmıştı ve ben olduğum yerde kıpkırmızı kesildiğimden emindim. Öyleki kulaklarım Meksika acılı fasulyesi yemişçesine yanıyordu. Lanet olsun! Az önce ne dedim ben ya?! Ağır çekimde dönüp babama baktığımda utanç içindeydim.
Babamın bugün şaşkınlıktan açık kalmaya yeminli ağzı, artık sonuna kadar açılmıştı ve babam şaşkınlıkta sınırsızlık limitini zorluyor, tabii bende.. az daha elimle ağzıma vuracaktım.
Karşımda sinir bozucu bir şekilde kıkırdayan kızı bulduğunda kızgın bakışlarım, oda ciddileşiyor, birazda alaycı mı ne? "eee sonra bay doğal yol çocuğu Roy Stewarth?" diyor bana ya! Ne demeli ki şimdi bu kıza? Cidden aklımı karıştırmayı iyi başarıyor. En iyisi mi duymazdan gelip kaldığım yerden devam etmek! "Oğlumun adı da Andy, hoş elbette tanışmışsınızdır. Biz öyle şuna, buna benzetilmektende pek hoşlanmayız. Bize adımızla hitap edersen ve bizi olduğumuz gibi kabul edersen çok seviniriz," dediğimde hemen söze girişti. "Ama senin James Dean, hiç öyle hoşlanmamış gibi durmuyor, az önce kıçından atmadı ya o sevinç çığlıklarını!" Aman Tanrıım! Ne dedi o ya? Oğlumun kıçıda girdi şimdi devreye.
Şaşırmaktan yoruldum resmen. Ben bir kızın ağzından ne böyle bir şey duydum, ne de böyle garip davranışlar gördüm. Aslında aynı anda düşünüyordum da niye bu kadar şaşırıyorum ki? Ne bekliyordum ki? Tam bir Cynthia Fischer kızı işte! Tedirgin olmakta asla yanılmamıştım ve bunu gelir gelmez ortaya koyan kıza ne diyeceğimi bilemedim ilk anda. "Dediğim gibi, bizi biz olarak kabul edersen ve bize adımızla hitap edersen çok seviniriz," dedim güçte olsa.
Gördüğüm kadarıyla Megan adındaki bu kız, yaptığım uyarıyı hiç üstüne alınmışa benzemiyordu. Yeniden umursamaz bir tavırla etrafına bakınmaya başladı. Bende başımı çevirip babama baktım ve gözlerimdeki tek ifade, 'şimdi anladın mı ne demek istediğimi' idi, tabii yanında birazda az önceki söylediğim şeyin verdiği utançta vardı.
Daha fazla orada durmamam gerektiğini hissediyordum.Döndüm ve beni evimle buluşturacak basamaklara yöneldim.
"Heey Roy Stewarth! Bizim oralarda da öncelikle evimize gelen insanlara hoşgeldiniz deriz ve ne olursa olsun böyle senin yaptığın gibi arkamızı dönüp gitmeyiz!"
Tam bir basamak daha çıkacaktım ki, bu bilgiçlik taslayan sözleri duyduğumda olduğum yerde çakıldım, kaldım.
Derin bir nefes aldım ve yavaşça dönüp arkama baktım. Megan, ağır ağır basamakları çıkıyordu.
~Megan Fischer~
Çıktığım her basamakta yanına biraz daha yaklaştığım bu Vestern filmlerinden kopmuş gelmiş gibi duran kovboy bozuntusu, annemin çok sevgili dostunun bana dik dik bakan gözlerinde gördüğüm tek şey, kesinlikle çelik bir zırhı bile delip geçebilecek keskinlikteydi ve bana gerçekten çok kızgın bakıyordu. Hıh! Çokta umrumda!
Tam onun bir basamak altında durdum ve inatla alttan alttan gözlerinin içine bakmaya başladım. Resmen göz düellosuna girişmiştik. Ne o bakışlarını çekiyordu benden, ne de ben ondan gözlerimi ayırıyordum.
Bu kızgın bakışlarından, o baba baba laflarından hiç etkilenmediğimi görsün, bilsin istiyordum ve asıl istediğim, onları birkaç gün içinde delirtip, beni evime, odama gerisin geri sepetlemeleriydi. Bunun için elimden geleni yapıcaktım. Ne kadar akıllarını karıştırırsam, sinirlerini bozarsam o kadar iyiydi.
Düşman gibi bakışmamız nihayet onun söze başlamasıyla bitti. "Öyleyse hoşgeldiniz küçük hanım," dedi. Hah, kendince benimle dalga geçiyordu. 'Şekerim, dalga denizde olur... ben fırtınayım ve çiftliğini birbirine katmaya geldim, ha ayrıca o alayını alır, müsait bir yerine montelemeyi iyi bilirim ben... sen hiç üzülme!' İç sesim saniyeler içinde söylemek istediklerimi sıralarken, "Megan, adım Megan Bay Stewarth ve sizinle tanıştığımıza memnun oldum EFENDİM!" dedim.
Bu 'efendim' kelimesini sıktığım dişlerimin arasından, üstüne basa basa linç ede ede söyledim. Yüzüne yayılan o sinirli tebessüm, amacıma fazlasıyla ulaştığımın göstergesiydi. En azından o kadar da aptal değilmiş, şimdilik hakkında öğrendiğim en önemli ikinci şey bu oldu. Birincisi ise kahrolası eski kafalı bir kuralcı olduğu gerçeğiydi. Hoş başka ne beklenirdi ki bir sığır yetiştirisinden?
Üstelik bu tavırlarıyla aynı babam. Tanrıım. Birdi, iki oldular. Bu da demektir ki ben iki kere sinir olucam.
Öfff beee!
Bana eliyle evin kapısını işaret ederken, kenara çekildi öküz!
~Roy~
Nihayet herkes eve girmeyi başardıktan sonra ilk iş, Andy'e, Megan'ı üç ay boyunca kalacağı odasına çıkarmasını söyledim. Gözümün önünde ne kadar az dolaşırsa o kadar iyiydi.
Bir şeyler atıştırıp, hemen atla uzun bir geziye çıkmayı kafaya koymuştum. Belliki belalı bir konuğumuz vardı ve ben ona tahammül etmek zorundaydım. Sakinleşmek istiyorum. Bunun içinde evden uzaklaşıp, atla geziye çıkmak bildiğim en iyi yöntemdi.
Mutfağa girdiğimde bir şeylerle uğraşan Peggy'e, "bana hemen bir sandviç hazırla!" dedim. Lanet olsun! Sesim fazla mı sert çıktı?
~Peggy~
Roy, bu evin ikinci kuşak sahibi ve ben onu daha önce hiç bu kadar gergin görmemiştim. Yani en azından uzun zamandır böylesine sinirli olduğuna şahit olmamıştım.
Tamam gergin olabilir ama bunu bana yansıtması ne oluyor ya? Sanki hassasiyetlerimi bilmiyormuş gibi! O nasıl bir sandviç istemeydi öyle? Sanki karşısında çocuk var! Ona attığım öfkeli bakışı görmedi tabii.
Sırtını bana dönmüş, ellerini de o kahrolası ince, kaslı beline koymuş, başıda önünde... sanırsın iflas etmişizde nasıl bu işin içinden çıkacağını düşünüyor...ve benim çok sevgili mutfağımın tam ortasında dikiliyor.
Onu böyle gördükçe iyice sinir oluyorum. Şeytan diyor ki, mutfak adamın üstündeki askısında yerini almış bakır tavalarımın en ağır olanını al, gözünün yaşına bakmadan indir şu güzel kafasına. Piç kurusu diyeceğim ama babası belli.
Sığır işte!
Hiç sesimi çıkarmadan jambonlu ve domatesli bir sandviç hazırlama koyuldum. Domatesleri, kesme tahtamda özellikle tak tak diye sesler çıkararak doğruyordum ki, bir an dönüp bana baktığını ona bakmasam da görebiliyordum ve çok iyi biliyordum ki, bu sesten nefret eder ama ben şu an bir nevi domates cazı dinliyor gibiydim ve acayip keyiflenmeye başlamıştım. Bana o davranışını yanına kâr bırakmayacaktım herhalde!
~Roy~
Sandviçimin hazırlanmasını beklerken, İki tarafına kuşaklarla tutturulmuş tüllerin çevrelediği geniş mutfak camından ilerdeki çitlerimize bakıyor, kendimce kafamı oyalamaya çabalıyordum ama ne mümkün.
Kısa bir anlığına dönüp Peggy'e baktığımda onun, kesim tahtasında domateslere resmen işkence yaptığını gördüm. Tanrıım! dişlerimi adeta birbirine geçirmeme neden olan o ses yok mu? Sanki kafatasıma çivi çakılıyor gibi hissediyordum. Daha çok gerilirken yinede sesimi çıkarmadım, çıkaramadım.
Mutfağın ortasında öylece dikilirken, ne zaman şu an durduğum yere gelmiştim bilmiyorum.Aklım öyle bir allak bullak olmuş ki ve ben bunun hiç farkında değildim.
Hafif öne doğru eğilmiş, ellerimi camın hemen önündeki beyaz, porselen kaplama, geniş ve derin çiftlik evyesinin kenarına dayamış, ilerdeki çitimize bakıyorum ama sanki görmüyorum. Dalmışım.
Bir anda mutfak masasının üstünde bir patlama sesinin geldiğini duydum ve boşta bulunarak irkildim.
Ne olduğunu anlamak için dönüp arkama baktığımda, adeta fırlatılarak atıldığını bas bas bağıran, masaya çarpma etkisiyle paketi patlayan sandviçe takıldı gözlerim ve hızla dönüp ocağın yanında duran Peggy'e baktım.
"Bu da ne demek oluyor Peg?"
"Hiçbir şey demek oluyor Roy Stewarth ve hatta çok şey demek oluyor Bay Roy Stewarth," diye ters ters konuştu, yanlış! hırladı resmen bana ya! O, ancak çok kızdığında böyle hitap ederdi bana ve bu sık yaşadığımız bir durum değildi. Niye her şey üstüme üstüme geliyor gibi hissediyorum acaba? Ben böyle saçmalık ötesi bir ruh halinin kucağına düşmüşken, o kızgın kızgın konuşmaya devam ediyor. "Nerdeyse senin annen yaşındayım ve bana bu şekilde emretmenden hoşlanmadığımı bilmen gerekiyor kovboy! Bilmem anlatabildim mi?" Neee? Ben ve ona emretmek!! Bir cümlede iki kelimenin yanyana gelmesi olası bile değildi, en az geceleri güneşin gökyüzünde parlaması kadar olanıksızdı.
Bugün üst üste şaşkınlık yaşamaktan resmen kusasım geliyordu artık.
Bu çikolata renkli tombul kadın, ben kendimi bildim bileli bu evdeydi, bu evin demirbaşıydı, vazgeçilmeziydi. Çocukluğum onun ellerinde geçti sayılır. Annemin en büyük yardımcısıydı. Babam yıllar öncesinde, kasabanın küçük lokantalarından birinin kapısının önünde öyle çaresiz, yapayalnız gördüğünde hiç düşünmeden alıp evimize getirmişti onu. Hiç sorgulamamış, hiç küçümsememiş yardım elini uzatmıştı ona. O gün bugündür birlikteyiz işte ve ben ona emredeceğim öyle mi? Ne haddime ki? Güldüm bir an ve bu gülme kesinlikle şaşkınlıktandı. Ocağının yanından yarı bedeniyle dönüp ters ters baktı bana! "açıkta bir şey mi gördün de gülüyorsun haylaz çocuk?" Ufff! Böyle konuştuğuna göre oldukça kızmış olmalı. Dudaklarımı ısırırken ona doğru ilerledim ve tam yanına geldiğimde durdum. Sağ kolumu o geniş omuzuna dolayınca, küsmüşçesine omuz sillkti bana.Hımmm! Bu yaşta nazlanmalarıda bilirmiş... gülmemek için zor tutuyorum kendimi. Sol yanağından bir makas alınca, hızla başını çevirip o kapkara gözleri ateşler saçarak baktı bana. "sen bana mı sarkıyorsun utanmaz velet? çekil git, şimdi kafana şu tavayı yiyeceksin!" dediğinde kendince çaktırmadan gülümsüyordu. "Sana emretmek aklımın köşesinden geçmez Peeg...Beni affettiğini söylemeden şurdan şuraya gitmem aşkım," dediğimde Amaan Tanrıım! Utanırmışta! Dudağının kenarında peydah olan o tatlı tebessüme bayıldım.
Kaçamak bakışlar attı bana. Resmen flörtleşiyorduk. "Yürü git! Tamam affettim ama bir daha olmasın!" dedi. Ohhh! Nihayet! Bu küçük oyunum işe yaramıştı, gönlünü yeniden kazanmıştım ve artık huzurla evden çıkabilirdim. İçimden gelen isteğe karşı koyamayarak, o tombul yanağına en sevgi dolusundan bir öpücük bıraktım ve onu ocağıyla baş başa bırakarak, masanın üstündeki sandviçimi de alıp mutfaktan çıkarken ona bakmasamda ardımdan baktığını biliyordum ve gülümsüyordum.
~Peggy~
Uyuz evlat... bak nasılda biliyor damarımı, nasılda masum bir ses tonuyla konuştu benimle? Hahha! Birde yeni yetme delikanlı gibi sarkıyor bana.. işte bu çok iyiydi. Seviyorum, çok seviyorum keratayı.
Her ne kadar az önce benimle küçük bir oyun oynasada bilirim, her şeyiyle samimidir benim oğlum. Yalanı, sahteciliği, iki yüzlülüğü yoktur. Sevgisi, öfkesi, siniri, hüznü hepsi, her hissettiği gerçektir, yaşar ve yaşatır insana.
Süt gibi kabaran sinirimi nasılda yatıştırdı şu sözleriyle, o tatlı oyunuyla. Eğer onu affettiğimi söylemeseydim, bırakmazdı beni.. kendisini affettirene kadar uğraşır dururdu. Nasılda öptü kocaman beni. Deli çocuk!
Biliyorum, gergin hemde çok gergin. Benimde alınganlığım tuttu işte. Ahh Peggy! Yaşlanıyorsun artık kızım! Yıllardır bu evdeyim ve nelere şahit oldu şu an ıslanan gözlerim. Hepsi saniyeler içinde bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden.
En çokta Roy ile ilgili hatıralar, kimisi iyi, kimisi kötü anılar.Kahretsin! Yine nerden geldi aklıma ya! Onun ardından bakarken, yüreğimin o günlerdeki gibi acıdığını hissediyorum ve yine onun için akıyor bu gözyaşı az önce onun öptüğü yanağımdan..
Biri basamaklardan iniyor, ve işte bizim misafirin sesi!
~Roy~
Dış kapının girişinde bulunan ve sadece şapkalarımızı astığımız ahşap, oymalı ve ayaklı vestiğerimizden şapkamı aldım, tam başıma takacaktım ki basamaklardan yükselen şıpıdık şıpıdık adım seslerine kulak kabarttım...
hımm...yabancı bu sesin kime ait olduğunu tahmin etmek elbette zor değildi ve ben kaçmak isteği ile dolup taşarken, onun bana seslendiğini duydum. Kahretsin! 'Toz ol hemen adamım' mümkün mü peki? İşte adımı sesleniyor! Birde kovboy aksanı kullanıyor resmen! Hımmm! Oldukça yetenekli!
Kaçmaya çalışan ama son anda yakalanan bir suçlu gibi ağır ağır dönüp arkama bakıyorum. Laaanet olsun! Bu kız benim yüreğime indirecek! Adeta nefesim geri kaçtı.
Hadii amaaa yaa!
Şaşkınlıkla irileşen gözlerim, bu evde daha neler görecekti, en yenisinden, en aykırısından ya!
Küçük hanım, belli ki duş almış, hadi onu anladık da, bornozla evin içinde dolaşmak ne ya? Sanki çok doğal bir şey yapıyormuş gibi salına salına merdivenlerin son basamaklarından inişe bak! Gelde deli olma ya!
Öfkemin sınırını ben bile bilemezken, sakin kalabilmek adına kendimle cebelleşiyorum.
Zaten çokta iyi bir başlangıç yapmadık, şimdi birde hiç hoşlanmadığım bu yeni durum karşısında ne kadar sakin kalabileceğim hiç bilmiyorum. Tanrı yardımcım olsun! Resmen kendime acıyorum şu an ya!!
Üstündeki pembe, orasından burasından saçma salak sarkan çiçeklerle, adeta çiçekçi dükkanını andıran bornozunun ceplerine ellerini sokmuş, siyah saçlarının sadece ön kısmının çok az bir parçasını açıkta bıraktığı havlusunu sıkıca kafasına sarmış, yine gözleri etrafı kolaçan ederken geliyor, hemen önümde duruyor.
Gözlerimi esir alan koyu mavilerinde cin gibi bir bakış var ve açıkçası ben, ondan korkmaya başladım bile.
"Nereye?" 'Upsss! Ne alaka nereye ya? Hem sanane be çocuk?' İç sesim benim yerime ona cevap verirken, ilk anda 'senden uzağa hem de en uzağa!' diyebilmeyi çok istedim ama elbette susmayı tercih ettim.
"Yani nereye diye sorduysam, laf olsun diye sormuştum. Ben aslında şu odamla ilgili konuşcaktım seninle," dediğinde kafamın içinde tehlike çanları çalmaya başladı bile. Ağzımı açıp soracaktım ki yine öncü davranıyor. "Odam çok hoş, teşekkür ederim," dediğinde sonsuz bir rahatlama duygusu kaplıyor benliğimi. Oysa iki saniyede aklımdan Hollywood filimlerine taş çıkarak ne senaryolar yazmıştım. Ayrıca söylediğinde çok samimi, çok içten görünüyor ve bunu tüm yüzüne yayılan o hoş tebessümüyle tamamlıyor.
Gördüğüm bu tebessüm karşısında artık, kalbim onu ciddi ciddi azarlamaya el vermiyor. Bu kızın beni şaşırtmakta üstüne yok. Daha ne kadar şaşırtabilir ki beni diye düşünürken, bir yanımla, gelecek günlerin nelere gebe olduğunu düşünmekten alamıyorum kendimi... * * * * *