Günlerdir evde ölü bir sessizlik hakim. İkinci kuşak Stewarth, Roy'u ben bu eve geldiğimden beri, geçen onca yıl boyunca hiç böyle delirmiş, çıldırmış gibi görmedim.
O günün ardından bir hafta geçti ve Roy'un hiç alışkanlığı olmadığı halde, akşam yemeğini yer yemez evden ayrılışını, pikapına atladığı gibi yola koyulup artık her nereye gidiyorsa, basıp gittiğini bu yaşlı gözler, şaşırarak, üzülerek bazen de kızarak izliyor.
Mutfağımı tanınmaz hale getirdiği o günün ardından, sanırım iki gün sonra Carl, onunla konuşmak istediysede buna izin vermedi. İlk kez babasına öyle öfkeli baktığını, Carl'ı çaresiz, susmak zorunda bıraktığını gördüm ve yine bende bir gün sonra laf arasında konu açmak istediğimde, "eğer mutfağının yine dağılmasını istemiyorsan bu konuyu kapat Peg!" diye açıkça beni tehtid edince ben de susmayı tercih etmek zorunda kaldım.
Ah Megan... aptal kız! Bu şeytanın aklına gelmeyecek fikri bulup, uygulamaya geçtiğinde ne olacağını sanmıştı acaba? O günden sonra evde onun yüzünü en çok gören Andy yine. Megan, kendisini odasına kapadı, hiç ama hiç o odadan çıkmadı. Arada bir bu yaşlı dizleri zorlayarak odasına çıkıyorum ve onu hep yatağında yastığına sarılmış ağlıyor buluyorum. İçim acıyor bu haline.
Andy ona kahvaltı, yemek bazende yaptığım atıştırmalıklardan çıkarıyor ama yiyecekler çoğu zaman ellenmemiş yada ucundan, kenarından biraz tırtıklanmış olarak geri dönüyor ve ben gerçekten bu kızla ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.
Zayıfladı, o kocaman açarak baktığı koyu mavileri sanki küçüldü ve ağlamadığı zamanlarda bile hep hüzünle bakar oldu. Göz altlarının rengi soldu, hafif morluklar var.
Acı çekiyor biliyorum ama bu sonu kendisine o seçti. Az biraz gerçekten Roy'u tanımış olsaydı, onun bu duruma böyle bir tepki göstereceğini bilmesi gerekirdi. Kimbilir belki de biliyordu ve eğer biliyorduysa da tek bir sonuç çıkıyor burdan da.. bu deli kız Roy'a gerçekten deli gibi aşık ve onu çok seviyor.. yoksa asla yaptığı şey akıl alacak bir şey değil.. ah aptal kız ahhh! * * *
Son sığırlarımızın da satışı bitti ve artık, gelecek yılın işlerine bakmanın zamanı geldi, geldi de kafam hala çok bozuk.. hala o deli kızın bana ve annesine kurduğu oyunu düşünüyor, düşündükçede sinirleniyorum.
Öfkem fırtınalı bir deniz gibi, hiç dinmek bilmiyor. Nasılda zorda bırakıyor beni. Defalarca salondaki o telefonun başına gittim, geldim... o yanındaki koltuğa kararsızlıkla kaç kez oturup, o kırmızı ahizeyi kaç defa elime alıp, sonra gerisin geri yuvasına bıraktım Tanrı bilir!
O tehtidiyle beni çaresiz bırakmasından nefret ediyorum. Bir haftadır da yüzünü görmüyorum. Odasından çıkmamakla her nasıl oluyorsa akıllılık yapıyor, çünkü gördüğüm yerde onu evire çevire dövmek istiyorum ama sanki bir yanımda onun için üzülüyor. Bu işin sonu nereye varacak hiç bilmiyorum. * * *
~~EYLÜL ORTASI~~
Yaklaşık üç haftadır hiç odamdan çıkmadım... çıkmakta gelmiyor içimden. Arada sırada cam kenarında oturup, görebildiğim kadar çayırlara bakıyorum.
Sonbahar yavaş yavaş etkisini göstermeye başladı. Arazinin içindeki, ilerdeki nehirin kenarına sıra sıra dikilmiş ağaçların yaprakları birbir sararıp, kendilerini yerle buluşturacak eylül rüzgarında salına salına uçuşuyorlar... ve benim içimde, kalbimde artık hep hüzün var.. çok kırgınım, kızgınlığım geçsede kırgınlığım dinmek bilmiyor.
Her gün, bir anda o son söyledikleri geliyor aklıma... ve canım yanıyor.. ayrıca onu her türlü kaybettiğimin farkındayım... olsun, varsın ama haftalardır yüzünü hiç görmemiş olmamda canımı sıkıyor.. bu odada hapsoldum sanki ve sanki kendi içimde de esir kaldım..
Aşağı inmediğim için annemle telefonda konuşma şansımda olmuyor ve eminim annem merak içindedir. Sırf bunun için bu akşam, o kovboy evden çıkıp gittikten sonra aşağıya salona inip, annemi arayacağım ve sanırım onu bu işin yürümediğini, en kısa zamanda boşanıp eve döneceğimi söyleyeceğim.
Evliyiz ya hani biz? Ne kadar aptalca bir fikirmiş bu Megan! ne kadar aptalcaa?
Onun için varlığımın bir anlamı olmadığını şu geçen günlerle daha iyi anladım. Bir kez ya, bir kez bile beni merak edip, yukarıya odama gelmedi. Bir kez dışarda olduğunda ve ben onu camın kenarından gizlice izlediğimde kafasını yukarıp kaldırıp hiç bakmadı ve bu kalbimi daha çok kırdı.. canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
Andy işten güçten fırsat buldukça yanıma geliyor.. birkaç kezde Pamela ile geldiler odama.. onların yanında moralim biraz olsun düzeliyor. Birbirlerini öyle çok seviyorlarki ve öyle tatlı bir çift oldular ki, ayazda kalan kalbim onlarla bir süre ısınıyor, kendimi iyi hissediyorum. Sonrası, onlar gittiğinde yine yalnızlıkta kaybolmuşluk hissi.
Yönünü kaybetmiş bir bulut gibi hissediyorum kendimi.. ağır, kasvet dolu ve her an bereketsiz yağmurlarını dökecek grinin en koyu tonunda dünyaya küsmüş bir bulut gibiyim..
Canım hiç ama hiçbir şey yapmak istemiyor. Uyku zaten dönülmez bir seyehate çıktı sanki.. ve hiç iştahım yok.. yemeklerin tadına bakmak bir zulüm gibi... ve evet... hiç istemesemde kararımı verdim... burdan bir daha dönmemek üzere gideceğim. Sadece zamanını bilmiyorum... istenmediğim, hemde sevdiğim, aşık olduğum bir adamın istenmediğim şu evinde daha fazla kalamam. Hazır hissettiğimde, çıkıp gideceğim. Ona istediği şeyi vereceğim sonunda... kurtulacak benden, tamda istediği gibi..
Nasılda uykum var ama kovboyun çiftlikte başlattığı bakım-onarım çalışmaları sayesinde ortalık sesten geçilmiyor ve ben çok bitkinim. Çok halsiz hissediyorum kendimi.. keşke biraz uyuyabilsem... * * *
Her nasıl olduysa uyuyup kalmışım ve gözlerimi araladığımda tepemde dikiliyordu. Çok şaşırdım ve açıkçası biraz da korktum.
Gözlerime kilitlediği o orman yeşilllerindeki öfkeyi görmemem mümkün değil.
"Annen aradı ve Tanrıya şükür ki telefona Peg baktı. Andy ve babam, kasabaya indikleri için ne yazık ki sana haber vermek işi de bana düştü. Peggy çok yorgun. Merdivenlerde yorulmasına izin veremezdim. Şimdi kaldır o kıçını ve git anneni ara!" diye buz gibi bir sesle, resmen emir verdi bana ve sözünü bitirir bitirmez odayı terk etti... çıkarkende kapıyı bir fırtına misali savurup kapattı. Ardından öylece bakakaldım.. hiç istemiyor olsamda yine gözyaşlarına boğuldum.
Bu kadar mı nefret ediyordu benden? Artık hiç sevgisi kalmamış mıydı? Niye bu kadar çok kırılıyorum ki ona ben?
Yattığım yerde doğruldum ve midemde bir anda hissettiğim ağrı ile iki büklüm oldum. Kollarımla midemi sardım.. öyle oturdum, kaldım ve bir anda kapımın deli gibi açılmasıyla neye uğradığımı şaşırdım.
Geri gelmişti ve hızlanan adımları benim o halimi gördüğünde yavaşlamaya başladı. Aslında anladığım kadarıyla bana yine kızmak, hatta belki de bağırmak için tüm öfkesiyle geri gelmişti ama beni öyle görünce yüzünde artık öfkesinin yanında şüphe, hatta gizlemeye çalıştığı bir korkuda vardı.
"Ne diye öyle duruyorsun?" diye sordu ama sorma şekli de, sesi de çok sertti.,
"Yok bir şeyim," dediğimde bende ona kızgındım. Uyandığımda ve onu baş ucumda bulduğumda kalbimi bir sevinç dalgası sarmıştı hemen, ama ağzını açıpta konuşmaya başladığında sonsuz bir hayal kırıklığı yaşadım ve hala o hayal kırıklığının etkisindeydim.
Benden zerre hoşlanmayan, beni artık hiç sevmeyen bu adamın şimdi böyle ilgileniyormuş gibi yapması hiç samimi gelmiyordu. Olsa olsa en fazla hastalancağım düşüncesiyle tedirgin olurdu, oda yine kendi kıçını düşündüğü için.
Yatağımdan ayaklarımı yerde indirdim ve kalkmak istediğimde aman Tanrım, sanki odamla beraber tüm ev, hatta tüm dünya etrafımda dönüyordu. Sendeledim ve kahretsin ki o bunu gördü. Anında yanımda bitti ve kolumdan beni yakaladı. Ona ne kadar kızgın olsamda bu kadar yanımda olması hem çok mutluluk vericiydi ama aynı zamanda bir o kadar da can yakan bir şeydi.
Başım önümdeydi ve gözlerimi sımsıkı kapamıştım. O garip baş dönmesinin geçmesini bekliyordum ve onun nefesi yüzüme vuruyordu... başımın dönmesi geçince kolumu tutan elini yakaladım ve kolumu elinden sıyırıp çektim. "Tamam... iyiyim, basit bir baş dönmesi," dediğimde, yine kolumdan tuttu ve, "yalnız inmene izin veremem... merdivenlerden inerken düşüpte başıma bela olmanı istemiyorum, yeterince bela oldun zaten!" dedi ters ters ve ben bir kez daha kırıldım ama hiç sesimi çıkarmadım.. ona cevap verecek, onunla tartışacak gücüm yoktu ama başımı kaldırıp o çok sevdiğim yüzüne bakmamak için kendime söz geçiremedim. Gözlerimde acı vardı, hayal kırıklığı vardı ve kalbimi kimbilir kaçıncı kezdir kırıyor olmasının sızısı da vardı.. bana kendimi bir pislikmişim gibi hissettiriyordu.
Öyle miydim onun gözünde gerçekten? * * *
Aslında onunda beni terslemesini, hatta bağırmasını bekliyordum ama her nasıl olduysa sessiz kalmayı başardı ve açıkçası bundan son derece memnundum, taa ki o başını kaldırıp, yüzüme gözlerime bakana kadar ve orda gördüğüm acı hiçbir şeye benzemiyor... gözlerini kaçırdı sonra benden ve hani insan sebebi ne olursa olsun hissettiği acısını bastırmak istercesine, öyle yaparsa o acıdan anlıkta olsa kurtulacakmış gibi düşündüğünde dudaklarını birbirine bastırır ya işte öyle yaptı oda ve sonrasında o alt dudağının yan tarafını ısırdı, hem de çok güçlü ısırdı ve gözlerim dudağına takılıp kaldı bir an.. yüreğim onun için üzlürken, bedenimden garip bir ürperti geçti.. dikkatimi dağıtıyordu bazen ve ben bunu yaşamaktan nefret ediyorum.
"İyi misin, inebilecek misin merdivenlerden?" diye sorduğumda sesim az öncekine göre biraz daha yumuşamış çıktı ve bunu fark etmiş olacak ki, yeniden yüzüme baktığında yüzünde solgun bir tebessüm yerini aldı.
"Evet, iyiyim ve evet inebilirim merdivenlerden," dedi. Ona inanmıyordum ve onu kendime çektim.. bedenimle ona destek olurken, kolumu omuzuna attım ve elimle omuzundan tuttum. Bunu yaptğımda başını çevirip elime baktı. Şimdi kızacak diye düşünüyordum ama hiç öyle bir hali yoktu. Birlikte yürümeye başladığımızda çok sessizdi ve bu sessizlik salonda telefonun yanına gittiğimizde bile devam ediyordu.
Onu salonda yalnız bıraktım ve ordan çıktım, kapıyı kapadım. Aklım içerde, onda kaldı. Fazla sessizdi bu sessiz Megan beni ürkütmeye başladı. Eski sessizlikleri gibi değildi bu. O zamanlar beni delirtmeyi planladığı bir hinlik düşündüğü için sessizleşirdi ama bu öyle değildi.. sanki değişmişti, başka, bambaşka biri olmuştu ve ben bu yeni, yabancısı olduğum Megan'ı hiç sevmediğimi, hatta onun bu halinden nefret ettiğimi fark ettim.
Mutfaktaydım ve salonun kapısının açıldığını duyduğum an yerimden fırladım. Mutfak kapısından baktığımda onun merdivenlere yöneldiğini gördüm.
"Hemen bir şeyler yiyeceksin!"'diye seslendim ve o tam ilk basamağı çıkacaktı ki yerinde çakıldı, kaldı. Derin bir nefes aldığını fark ettim. Dönüp bana baktı ve o bakışlarını hemen benden kaçırdı.
"aç değilim... yine de teşekkürler," dedi ve ben şaşkınlıkta yeni bir boyuta geçtim.
"Bu bir rica değildi! Geç mutfağa adam akıllı bir şeyler ye.. hortlaklara benzemişsin," dedim ama aslında onunla böyle konuşmayı hiç istemediğimi fark ettim.
Onu kızdırmak, tepkisini görmek istiyordum. Bunun için can atıyordum ama onun o insanı çıldırtabilecek sessizliği karşısında daha fazla yapabileceğim hiçbir şey de yoktu. Onunla ilgilendiğimi, dahası bundan saçma sapan fikirler çıkarmasını, başkaa duygulara kapılmasını, bambaşka bir anlam yüklemesini asla istemiyordum. Benim ona aşık olma, onu istediği sevmek gibi hiçbir düşüncem, duygum ve öylesi bir lüksüm yoktu ve bu yüzden de ona nasıl davranacağımı bilememenin çaresizliğini yaşıyordum. Ona bakarken ve tavrını merak etmeye başlamışken, "peki," dedi ve yine beni şaşırttı.
Mutfağa geçti ve masadaki yerini aldı. Dönüp Peggy'e baktı ve öylesine gülümsedi. Yüzündeki tebessüm bile can çekişir, orda olmak istemiyor gibiydi. "nasılsın Peg?" diye sorduğunda sesinde o eski canlılığından eser kalmamıştı ve bunun şaşkınlığını yaşayan Peggy, dönüp bana baktığında o zeytin karası gözlerindeki şaşkınlık, yerini beni parçalarıma ayırmak isteyen bir kızgınlığa bırakmıştı.
Bunun nesi var böyle?
"İyiyim tatlım... seni sormalı?" dediğinde Peggy, bizim sinmiş yeni Megan'ımız omuzlarını kaldırıp indirdi. "Çok iyiyim," dedi ve ben şimdi dönüp bana bakacak, tutamayacak o çenesini, yine o zehir diliyle ötmeye başlayacak diye düşünüyordum ki, yooo hiç öyle bir şey yapmadı. Sanki ordaki varlığımı unutmuş gibiydi.
Ne diye bu duruma bu kadar çok şaşırıyorsun ki Roy Stewarth, istediğin bu değil miydi? senden uzak dursun, seni unutsun, yok bilsin istemiyor muydun? Al işte! tam da istediğin kıvama gelmiş... gelmişte niye böyle çok garip hissediyorum ki ben? sanki terk edilmiş gibi? Bu da ne böyle?... * * * * *