Araca bindiğim anda yüreğimi bir hüzün kapladı. Biliyordum ki bir ay sonra bu yollarda yine yolculuk yapacaktım ama bu kez dönüşüm olmayacaktı. Hiç istemesemde beni evime götürecek olan o uçağa binmek için gidecektim yine bu aynı yollardan.
Düşünüyorumda buraya gelmemek için annemle, hatta yetmemiş babamla ne çok kavga etmiştim. Benim ne işim var bok kokulu insanların, hiç bilmediğim bu diyarlarda diye bazen için için, bazen yüksek sesle isyan etmiştim.
Tamı tamına iki ay oldu ben buraya geleli ve ilk zamanlar sırf benden bıksınlar, beni bir an önce evime sepetlesinler diye yapmadığımı bırakmadım. Türlü türlü çılgınlıklar birbirini kovaladı. Onu delirttim, bir sürü değişik isim taktım ona ve onu canından bezdirme amacıma her seferinde ulaştım.
Benimle başa çıkamayınca üst üste cezalar geldi. Odama kilitledi, resmen aç susuz bıraktı, yetmedi, hızını alamadı.. şimdi aracın önünde oturan ve şu an o müthiş sesiyle yine blues şarkıları peş peşe söyleyen tombulumun yanına beni resmen aşçı yamağı olarak verdi.
Ah Tanrım, o soğanlar neydi öyle?
Tüm hayatı boyunca eline sadece kahvaltı bıçağını, oda kızarmış ekmeğime yağ sürmek için alan ben, yada bonfilesini, bifteğini kesmek için yemek bıçağıyla buluşan narin ellerim, onun bana kestiği cezanın sayesinde avucuma büyük gelen, sığmayan o kocaman bıçaklarla buluştu ve kafam kadar büyük o kahrolası soğanları bana doğrattırdı. Hayatım boyunca o kadar gözyaşı akıtmadım ben. Arada bir göz göze geldiğimizde o halimden nasılda keyif aldığını belli eden bakışlarıyla karşılaşmıştım ve hırsımla o soğanları doğrarken onun başını, bedenini küçük parçalara ayırdığımı hayal etmiştim. Birde bacak bacak üstüne atıp, büyük bir keyifle sigarasını ve kahve içtiğini görmek beni deli etmişti.
İntikamını alan o adama ne zaman, nasıl aşık oldum ki ben?
İçim sıkılıyor... şu elbise tamamen bahane aslında. Ne o kutlama, ne o elbise umrumda bile değil. Sadece biraz nefes almak istedim. Ondan biraz uzak kalmak istedim. Biliyorum, otlaklardan döndüğümüzde aldığım duştan sonra yemek yemek için aşağıya indiğimde, o gözleri bana hep acıyarak bakıyor. Yorulduğumu düşünüyor, oysa bilmiyor ki ben tüm gün, uyanık olduğum her saat her dakika onu düşünmekten yorgun düşüyorum ve yemek sonrası onu daha fazla görmemek için hemen odama çekiliyorum. Karanlıkta o camın kenarında oturup hep uzaktan izliyorum onu. Yakından görmek canımı yakıyor çünkü.
Ona duyduğum bu lanet olası aşk, beni ikileme sürüklüyor. Çelişiyorum kendimle. Görmediğimde çok özlüyorum, görmek için deliriyorum ama gördüğümde de ona bakmaya dayanamıyorum. Biliyorum onun beni sevme ihtimali sıfırında ötesinde.
Onun için çılgın bir genç kız, yaramaz bir çocuktan fazlası değilim ve olurda bir gün fark ederse ona olan aşkımı asla kabul etmez ve hemen benden kurtulmaya bakar.
Ne yapacağım hiç bilmiyorum. Ne onunla oluyor, ne de onsuz ve ben çok üzgünüm... yetmiyor birde bu gelgitli ruh halimi gizlemek zorundayım.
Offf!! Hayat hiç bu kadar zor olmamıştı.
Oysa onunla çok güzel olabilirdi... eğer o da beni sevebilseydi, aşkım karşılık bulabilseydi ne güzel olurdu her şey... * * *
Uyuyordum ve bir anda sanki bir parçalanma sesiyle gözlerimi açtım. Önce ne olduğunu anlayamazken yatağımda doğruldum. Her nasıl olduysa uyumuşum. Sanırım, kumaş beğenirken çok fazla dolaşmak zorunda kaldığımız için aşırı yorulmuştum ve üstüne o kovboydan işittiğim azarda bu yorgunluğun tuzu biberi olmuştu.
Dikkat kesildiğimde, bir anda odamın içini dolduran hatta ahşap doğramalı camları titreten inanılmaz bir gök gürültüsü kapladı her yanı ve ben bundan deli gibi korkardım.
Dışarda kıyamet kopuyor olmalıydı. Yeni bir gök gürültüsüyle ödüm koptu ve kulaklarımı kapattım. Sanki odamın ortasına bir şimşek düşmüş gibi, odamın içi, kısa bir süreliğine bembeyaz ama çok güçlü bir ışıkla aydınlandı ve ardından sanki gökler yarılıyormuş gibi delicesine bir gök gürültüsü koptu. Çıkan rüzgar, odamın camlarını patlatmak istercesine cama çarpıyordu ve o ses çok korkunçtu.
Yeni bir şimşekle, küçük bir çığlık attım. Bedenim sanki elektiriğe kapılmış gibi çoktan titremeye başlamıştı. Dehşete düşmüştüm. İki aydır burdaydım ama daha önce hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım.
Peş peşe kopan gök gürültüsünü duyduğumda, nerden geldiğini bilemediğim cesaretimle yataktan resmen fırladım ve artık dizginleyemediğim korkumla odamın kapalı kapısına koştum. O kapıyı nasıl açtım, Andy'nin odasına aşağı kata nasıl indim hiç bilmiyorum. Bacaklarım deli gibi titrerken, eskimiş, üzerine bastığında gıcırdayan o ahşap basamaklardan deli gibi aşağı inerken düşmediğime şükretmeliyim.
Aşağı kata vardığımda öyle çok korkmuştum ki, Andy'nin odasının kapısını çalmak aklıma gelmedi bile. Kapının yuvarlak tokmağını sımsıkı kavrayan elim, bir yaprak gibi titriyordu. Koridorda ve merdivenlerde bir süreliğine ışığından kurtulduğum o şimşekler, şimdi Andy'nin odasının içini zifiri karanlıkta aydınlatıyordu ve ben her gök gürültüsünün ardından gelen o gökyüzünü adeta ikiye bölen elektrik yağmuru şimşeklerle iyiden iyiye artan korkumla tamda Andy'nin yatağının baş ucunda aldım titreyen soluğumu.
Andy sanki ölüm uykusuna yatmıştı ve çok gürültülü şekilde horluyordu. Korkum öylesine bütün benliğime hakim olmuştu ki başka zaman olsa katıla katıla güleceğim bu horlama seslerinden şu an nefret ediyorum.
"Andy" diye kaç kez seslensemde sesimi duyuramıyorum. Resmen uyanması için yalvarıyorum ama yok duymuyor ki beni. Dayanamadım ve omuzundan sarsmaya başladım.
"Ya Andy uyan lütfen.. kahrolası uyansana be! Dışarda kıyamet kopuyor, ödüm kopuyor uyansana yaa!"
Artık her an ağlayabilirim. Yok, uyandıramıyorum onu. Son bir umut, saçını çektim. Belki uyanırda yanında bana da yer açar düşüncesiyle iyice asıldım o çok sevdiğim saçlarına.
"Delirdin mi sen ya?" dediğinde henüz araladığı o uyku kokulu gözleriyle bana baktı.
"Andy çok kötü! dışarda kıyamet kopuyor, duymuyor musun ya? Nolur yanına geleyim, çok korkuyorum nolur?" diye yalvardığımda esnemekle meşguldü. "Alt tarafı gök gürültüsü bu.. neyinden korkuyorsun bu kadar anlamadım ve sana çok kızgınım. Şimdi çek git odana küçük hanım.. şehirde beni delirtmeden önce düşünseydin bunu.. senin yüzünden bir dünya laf işittim babamdan ilk defa.. hemde nerdeyse müşterilerin önünde.. rahat bırak beni ve ödlekler gibi korkma.. iyi geceler," dedi ve sırtını döndü bana ya.
Alçak tırtıl! Beni burda böyle piç gibi bıraktı... korkum olmasa ben ona yapacağımı biliyorum ama şu an bununla vakit kaybedemem.
Son bir umutla, "tamam ben yarın babana durumu açıklarım Andy nolur ama ya! Seninle uyumama izin ver," dedim ve karşılığı "toz ol Meg... beni rahat bırak!" oldu.
Nasıl bu kadar duyarsız olabiliyordu ki? Ben korkudan ölmek üzereyim ve o yeniden horlamaya başladı bile.
Anladım ki ondan bana fayda yok ve yine çakan, geceyi gündüze boyayan bir şimşek demetiyle oda aydınlanınca kapıya koştum. Korkum artık inanılmaz boyuttaydı ve ne yapacağımı bilemez haldeyim. Bir an en iyisimi merdiven başına tüneyeyim diye düşündüm. Hiç olmasa orda şimşek görebileceğim bir yer yoktu. Yeniden telaşla o basamakları çıkmaya başladım. Durduğum basamaktan sonra iki basamak daha vardı ve o son basamak odalara giden koridorla birleşiyordu. Ben tam durduğum basmağa oturmaya ve sırtımı duvara dayamaya niyetleniyordum ki bir anda o ilk basamakta onu görünce daha çok korktum ve küçük bir çığlık attım.
"Gecenin bu vaktinde burda ne yapıyorsun sen Megan?" diye sorduğunda o sadece şaşkındı ama her an kızabilirdi de ve aynı anda kızgın iki bulutun kafa kafaya hızlıca ve olanca gücüyle çarpışmasıyla sanki gökleri parçalayan çok güçlü bir gök gürültüsü evin içini sardı. Refleksle yine kulaklarımı kapatırken, olduğum basamağa çöktüm, kaldım.
"Bu sadece gök gürültüsü Megan... yılın bu zamanında birkaç gün böyle fırtınalar olur burda, korkma seni ısırmaz," demesin mi? İyice moralim bozuldu ve artık ağlıyordum.
Daha önce onun yanında ağladığımı hatırlayamıyorum ve aynı anda bunun için kendimede kızıyorum. İşte şimdi de korkak bir kız görüntüsü çiziyorum. Bundan nefret ettim ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
"Geceyi burda geçiremezsin, hadi kalk odana git.. çek pikeni de başına, yat.. uyu!" dedi sanki ben bunları yapmayı bilmiyormuşum gibi. Önüme eğdiğim başımı kaldırıp ona baktım. Artık gözlerimde nasıl bir bakış varsa, merdivenleri tatlı bir loşlukla aydınlatan apliğinin yüzüne yansıyan ışığıyla gördüğüm o gözlerde yine bana acıyan bakışlar var oldu ve ben o bakışları görmeye dayanamıyordum.
Sessizliğim karşısında o iki basamağı indi ve tam yanımda ayakta durdu kısa bir anlığına. Eğilip, beni omuzlarımdan tuttu ve ayağa kaldırdı. Tam o esnada geceyi bölen çılgınca, devasa bir gök gürültüsü yine ortalığı birbirine kattı ve ben o an ki delice korkumla bir anda ona sarıldım.
Biliyorum... bunu yaptığım için şaşkındı, ama ben daha çok şaşkındım. O bana sarılmazken, ben bir ahtapotun avını yakalayıp, kollarıyla yapıştığı gibi onun bedenine yapışmıştım. * * *
Bu kız her yaptığıyla, her haliyle beni şaşırtmak zorunda mı? Şu an can simidi gibi yapıştığı bedenimle, öylece basamaklarda duruyoruz ve o yaprak gibi titriyor. Kollarım boşlukta asılı kaldı ve ben ne yapacağımı bilemiyorum.
Evet, dışarda tam bir fırtına hakim.. o bana daha çok sarılırken, ben iyiki de hayvanlarımızı ağıllara, ahırlara sokmuşuz diye düşünüyorum ve aynı anda bunu düşündüğüme inanamıyorum.
Ona sarılmalı mıyım, hiç bilmiyorum ki!
"Megan, tamam... korkacak hiçbir şey yok!" dediğimde başını kaldırıp öyle bir baktı ki ne kadar korktuğunu o kocaman açılmış gözlerinde daha net görebildim.
"Bütün gece burda böyle dikilecek miyiz Megan, gel seni odana götüreyim," dediğim an yüzünü göğsüme gömdü ve yaptığı bu hareket bana Elanor'umu hatırlattı. Oda böyle korktuğunda bedenime bir liman gibi sığınırdı. Boşlukta asılı kalan kollarım, hala bana tüm korkusuyla sarılan bu genç bedeni sardı bir anda ama ben sanki Elenor'uma sarılıyordum.
"O yatağa tek başıma girmektense ölürüm daha iyi," dedi her zamanki aksiliği ile bir anda başını kaldırıp, adeta yalvaran gözleriyle bana baktı.
Yooo... hiç sevmedim ben bu bakışları.
"Seninle uyusam olur mu?" demesiyle gelmesinden korktuğum bombayı ortamıza bıraktı.
Ben ve Megan... birlikte uyumak ha! Tanrı korusun!
Anında kendimden uzaklaştırdım onu. "Sen delirdin mi kızım? Ne demek birlikte uyumak?" diye çıkıştığımda o her zaman ki hazır cevaplığıyla atladı hemen.
"Uyuyalım dedim, çocuk yapalım demedim," demez mi?
İlk anda ne diyeceğimi bilemedim. Kızgın gözlerim, korku dolu yüzünde gezindi. Bir an acaba izin versem mi diye düşündüm ve anında vazgeçtim, hatta bu fikirden nefret ettim.
Gecenin bir yarısı merdivenlerde durmuş, içine düştüğüm şu halimize sinir olmaya başladım. Bu kıza yüz vermeye gelmezdi, bana bunu daha önce defalarca kanıtlamıştı.
Hayır, asla onu ne odama yatağıma alırdım, nede onun odasına gidip onunla uyurdum. Zaten onun odasındaki yatağa ikimiz asla sığmazdık. Düşüncesinden bile nefret ettim.
"Bak kızım, başım yeterince ağrıyor, birde seninle uğraşamam. Ben aşağıya ilaç almaya gidiyorum, sende odana gidiyorsun! Toz ol hemen!" dedim, dedim de bana o korkuyla bakan gözlerine baktıkça kalbimde bir şeyler onun için fazlasıyla sızlamaya başladı ama bunu umursayamazdım.
Onu o basamakta bırakıp, birkaç basamak inmiştim ki ardımdan gelen adım seslerini duyduğumda, döndüm arkama baktım.
Aman Tanrım!
Şimdi de bir kuyruk gibi peşime takılmıştı.
"Sen nereye?" diye sorduğumda hem usanmaya hemde daha çok kızmaya başlamıştım ve bu gördüğüm kadarıyla onun umrunda değildi. "sen nereye gidiyorsan bende oraya!" dedi hemen ve çok kararlı görünüyordu.
"Saçmalama, çık hemen odana.. uğraşamam seninle Megan!" dedim ve son kalan yedi sekiz basamağı inmeye koyulduğumda onunda benimle indiğini duyuyordum.
Yeniden dönüp ona baktığımda cinlerim tepemde toplanmaya başlamıştı bile. Başımı sağa sola sallarken, artık ondan kurtulamayacağımı anlamıştım.
Baş belası!
Beni bir gölge gibi takip ediyordu hemde tam bir adım arkamdan. Mutfağa girdik ve ben bir bardak su doldurmak için harekete geçtiğimde, benden önce davranıp hemen masadaki sürahiyi alıp, elimde tuttuğum bardağa suyu doldurdu. İlaçların yerini biliyordu ve mutfaktan çıkmak için bir adım attığında yakınlara bir yere düşen şimşeğin patlama sesiyle, olduğu yerde çakıldı kaldı.
Ne diye bu kadar korkuyordu ki? Yanına gittim ve hiç istemesemde ona sarıldım. Gerçekten çok korkuyordu.
"Ben çok özür dilerim," dediğinde yine ağlıyordu. Anlaşıldı.. bu kızdan bu gece bana kurtuluş yoktu. Bu delice korkusunu gördükten sonra onu odama almaktan başka çare bırakmamıştı bana. Eğer Peggy'nin odasında uyuyabileceği başka bir yatak olsaydı, onu Peggy'e postalardım ama maalesef ki böyle bir şansım yoktu.
"Hadi baş belası, yürü! Benimle uyumana izin veriyorum ama sabah evdekiler uyanmadan odana gideceksin, anlaştık mı?" dediğinde söz dinleyen küçük bir kız çocuğu gibi hızlıca başını salladı.
Ah Tanrım! Bu gece bir an önce bitsin! * * *