Bölüm 2 ~ BİREY OLMAK MI, SAYGISIZLIK MI?

2561 Words
BİR GÜN SONRA ~Roy Stewart~ Beklediğimiz konuğumuzun gelmesine yaklaşık iki saat kadar bir süre vardı ve gerginliğim iyiden iyiye artmıştı. Her ne kadar 'hadi Rooy, bu kadar da abartma, en fazla ne olabilir ki? İki gün sonra çok sıkıldım, sevmedim gitmek istiyorum diyebilir.. eh buda benim işime gelir,' diye kendimi avutuyordum avutmasına ama... ahh!.. aması var işte! Yine telefon konuşmasına gitti binbir düşüncenin esaretinde can çekişen aklım. Adeta yalvararak neler söylemişti bana? "Rooooy! Dostuum! Senden başka güvenebileceğim, sığınabileceğim hiç kimsem yok be tatlım, bunu çok iyi biliyorsun. Birbirimizden çok uzakta yaşıyor olsakta her zaman hayatlarımızın içinde tuttuk birbirimizi ve sende farkındasındır ki bunu yakalamak çok zor canım. Ama biz seninle bunu başardık ve bunun için çok mutluyum, ayrıca önce Tanrı'ya sonra sana minnettarım. Şimdiye kadar hiçbir konuda beni yalnız bırakmadın, hep bir telefon uzağımdaydın. Lütfen dostumm, beni çaresiz bırakma!" Tanrıım, işte başlamıştı eskilerden dem vurup, beni o can alıcı cümleleriyle örmeye başladığı kahrolası örümcek ağının ortalarına yavaş yavaş çekmeye. Bu işte çok iyiydi pislik...mevzu birde evlat olunca akan sular duruyordu tabii ki. "Roooy, beni en iyi senin anlaman gerekiyor dostum! Neler yaşadığımı, ne bunalımlardan geçtiğimi ve nasıl çıktığımı en iyi sen biliyorsun ya! Kocam bile senin anladığın kadar iyi anlamadı beni. Oyuncu kaprisi, şımarıklığı sandı. Ama sen biliyordun, çünki beni çok iyi tanıyorsun," dediğinde, "ama bence!.." bırakmadı ki meramımı anlatayım, saçma düşünüyorsun diyeyim, bırakmadı bir türlü..koymuştu kafaya bir kere, gönderecekti kızını bana, buraya ve o, kafasına bir şey koyduysa eğer, öldürsen vazgeçmezdi. "Anlamıyor musun beni ya? İstemiyorum bu veledin benim gibi sinema oyuncusu, daha da ötesi şöhretli birisi olmasını istemiyorum ya! Bedelini çok iyi biliyorum çünki ve sende biliyorsun. Daha yirmi yaşında ya! üniversiteye de gitmek istemedi, tek derdi oyuncu olmak çünki. Sırf hadi ünlülerle belki ilerde çalışır, hatta benim kıyafet tasarımcım olur diye moda tasarımcısı olsun diye ne dersler aldırdım ama çok yetenekli kızım çizgi adam yapmaktan öteye gidemiyor, öyleki çizgi adam bile sayesinde kendisinden nefret etti," dediğinde o çok sevdiği kahkahamı basmıştım ve gülmüştük birlikte. İkimizde bir an sustuğumuzda nazlı nazlı, "Roooy, orda mısın?" dediğinde iç sesim 'başka çarem var mı ki?' diye yanıtlıyordu onu. "evet, burdayım," dedim ve o hemen son vurucu darbesine geçti. "Düşünebiliyor musun? Benim kızım film yıldızı olacak? Hemde bu devirde? Cinselliğin iyiden iyiye ön plana çıkmaya başladığı şu zamanlarda!.. aman Tanrım, hayatta olmaz! Asla kabul edemem ben bunu! Ona dokunacak elleri kırarım, bir taraflarına sokarım ben!" dediği an "Cynthiaaaa!" dememle anladı tabii kızdığımı ve hemen, "anla işte halimi! Lütfen Rooy, lütfen ama yaa! Kabul et, yanınıza gelsin, biraz uzaklaşsın şu çevreden, yakında Antartika'ya taşınmayı bile düşünecek hale geleceğim dostum!" "sen çıldırdın mı Cynhtiii! Kızını buraya göndermekle, onu istemediğin dünyaya daha çok itmiş olacaksın! Burda tamamen yabancısı olduğu bu yerde ve bu yaşam tarzında ne yapabilir ki? Hayatımızı biliyorsun, benimle sığır güdecek hali yok ya bu kızın? Yanlış, çok yanlış düşünüyorsun! Dünya turuna falan mı çıksanız? yada ne bileyim başka bir şeyler yapsanız..." diye diye uzun uzun ona dil döksemde, günün sonunda Stewarth Çiftliği'nin kucağında emanet bir kız olacaktı telefonlar kapandığında. Düpedüz saçmalık! Neyse, kızı birkaç gün sonra geri gittiğinde en azından "sana söylemiştim, sıkıldı işte!" deme hakkım olacak ve ben o birkaç günün bir an önce geçip gitmesi için ölüyorum. Düşündükçe daha çok kızıyorum ona. Hem ne olmasını bekliyordu ki? Aktirst bir annenin, yönetmen bir babanın çocuğu sığır olmak isteyecek değil ya? Hayatın olağan akışına aykırı bu bir kere! Ne diyorum ben ya! O nasıl bir benzetme öyle? Ama bir yandanda haklıyım canım! Hayatı bu çiftlikten, sığırlarımızdan, atlarımızdan ve bol bol çalışmaktan ibaret olan ben, başka ne düşünecektim ki? Bu durumdan şikayetçi miyim? Hayır, asla değilim. Ben ve hepimiz bu sakin hayatımızı seviyoruz. Bu saatten sonra fazlası ağır gelir bize ve ağır topumuzun gelmeside iyice yaklaştı ve çiftlikte gün daha yeni yeni ısınıyor. Geniş, kare çitimizin içinde her gün yaptığım gibi sığırları gözden geçiriyorum. Bir besiciysen eğer, bu işi asla aksatmaman gerekir. Bazen bir anda deli gibi birbirlerine zarar verebiliyorlar ve bu, şu sıralar olmasını istediğim en son şey. Bu yılki sığırlarımız oldukça umut verici. Sağlık durumları, ağırlıkları, görünüşleri son derece iç açıcı ve ben bu durumdan fazlasıyla memnunum. Bir besici daha başka ne isteyebilir ki? Bir de bu deli sıcak olmasa. Bugün haziranın üçü ama sanki temmuz, ağustos aylarının ortasındayız. Bu yaz bu açıdan da zor geçecek gibi. Başımı kaldırıp, yağlı boya yapmış bir ressamın bütün hünerini göstererek, gökyüzünü mavinin en tatlı tonuna boyamışçasına göz alıcı görünen, bulutların bile kaçak oynadığı, tek kuşun kanat çırpmadığı havaya bakıyorum. Sıcakta kimbilir hangi ağaçların serin dallarının arasına sığınmışlar? Gökyüzünün parlaklığına dost, arkadaş, tüm ışınlarını yeryüzüne arsızca daha güçlü gönderen güneşte, bugün epey bir merhametsiz davranıyor. Ellerimi siper etmeme rağmen hem güneş, hemde gökyüzün parlaklığı gözlerimi kamaştırıyor. Kahretsin! Güneş gözlüğümü yine evde unutmuşum. Alışamadım gitti şu merede ya! Belli bir yaştan sonra yeni alışkanlıklar kazanmak baya bir zor oluyormuş, bunuda öğrenmiş bulunuyorum. Offf Tanrım, gerçekten çok sıcak ve daha saat on bir olmasına rağmen, şimdiden ter içinde kaldım. Şapkamın koruması altındaki saçlarım bile resmen sırılsıklam. Tipik, açık kahverengi deri kovboy şapkamı bir süreliğine çıkardım. Yok! Bu böyle olmayacak! Bileğimdeki saatime baktığımda, zamanın ilerlediğine şahitlik etti gözlerim. Pekala...bir duş almanın zamanı geldi de geçiyor. "Beverly Hills'in ışıklı kızı, ilk günden bizi böyle pis, terli görmesin," diye kendi kendime mırıldanıyorum. Harekete geçip, çitlerin kapısına yöneldiğim sırada korkunç bir böğürme sesi duyuyorum. Off! Olamaz. Hızla dönüp baktığımda tamda korktuğum şeyin gerçekleştiğini görüyorum. İki sığır, alan kapışmasına girişmişti. Hay lanet! Olacak iş miydi şimdi? O tarafa doğru koşuyor aynı anda hoov hoov diye bağırıyordum..Daha iri olanın kıçına, diğerinin ise ön kolunun üst kısmına hiç istemesemde bastım ard arda tokatları. "Geri çekilin çocuklar! Hoov, hoovv!" Sağa sola hızla hamle yapan iki inatçı, yaramazın arasında kalıyordum az daha. Huysuz, inatçı iki çocuğunu bulaştıkları kavgadan ayırmaya çalışan başı belalı bir baba gibi hissediyordum kendimi. Doğru ya, onlar benim çocuklarımdı ve birbirlerine zarar vermelerini hiç istemiyordum. Birkaç dakikalık uğraşının sonunda deli sığırlarımı ayırabildim. Tanrıım nihayet! İyice sakinleştiklerinden emin olabilmek adına biraz aralarında oyalanmayı tercih ediyorum. Birazda gövde gösterisi yapıyorum onlara. Neyse, ortalık süt liman oldu. Daha fazla oyalanmayı göze alamam. Hızlanan adımlarımla çitimizin kapısına doğru ilerliyor, arada dönüp arkama bakıyordum. Her an her şeyin yaşanabileceği bir ortamımız vardı. Tedirgin ve aynı anda telaşlıydım artık. Açtığım kapının, dışına çıkıyorım ve dikkatlice kapıyı kapatıyorum. Belli mi olur? Şu an çitin açık kalabilecek kapısından fırlayıp çıkacak bir kaçak hayvanla uğraşacak ne halim, ne de zamanım var. Artık koşar adımlarımla, uzun yıllardır baktığım her seferinde bende, bir anne gibi kucak açmış beni bekliyor hissi uyandıran ve geçen zamanla biraz ihtiyarlamış ama yinede güzelliğinden pek bir şey kaybetmemiş, kocaman üç katlı evimize doğru yol alıyorum. Ahşap, yer yer aşınmış yedi basamağı ikişer ikişer koşarak çıkıp, oldukça geniş verandaya ayak basıyor ve hiç oyalanmadan tel kapıyı çekip, açık kalan dış kapımızdan içeri atıyorum kendimi. Dışardaki parlak gündüzden sonra, evin tatlı loşluğu ve serinliği çok hoşuma gidiyor. Huzur bu huzur... ve ben bu huzuru çok seviyorum. Evin içinde çizmelerimin topuklarından yankılanan sesler, işte Pegy'iyi o çok sevdiği ve nerdeyse bütünleştiği ininden, kendisi gibi kocaman mutfağından çıkarıyor ve tam mutfak kapısında ona soluğunu aldırıyor. Eve girip, bir anlığına durduğumda hepimizin çok sevdiği o şarkıyı o güzel sesiyle söylediğini duymuştum ve birazda bunun için durmuştum. Her zaman şarkı söylemez o. 'Take me home, cauntry roads.' Tabii benim eve girdiğimi duyunca kesti şarkıyı. Onu saatlerce dinleyebilirdim oysa. "Heey Roy! İçecek bir şeyler ister misin?" ve ben durduğum yerde omuzlarımdan tutup, terden rengi iki kat daha koyulaşmış, açık mavi renkteki ince kot kömleğimi gösteriyorum. Artık nerdeyse sırılsıklam olmuş gömleğimi. O kalın kaşları havalanıyor ve dudaklarını birbirine bastırıyor. "Desene sıcak günler başladı." "Aynen Peg ve ortalık daha da kızışacağa benziyor," dediğimde bir an düşünürken, kaşlarını çatıyor. Ne demek istediğimi anladığında o zeytin karası gözleri kocaman açılıyor ve cin gibi bakıyor bana. "haa! sen şu kızdan söz ediyorsun. Aman be Roy! Sen ve şu endişelerin...alt tarafı bir genç kız be..çiftliğine tecavüz edecek değil ya!" diyor ve basıyor kahkahayı. "Peeg! Bu evde böyle kelimeler kullanmadığımızı unuttun galiba!" derken şakalaşıyorum onunla aslında. "Siktir git be! Hemen duş al! Kız sayesende bizi iyice dağlı, yaban sanacak. Yürü hadi!" "Peeegyy!" diye isminin uzatarak tek kaşımı kaldırdığımda, "ayyh tamam be! İyi aile çocuğu...tamam anladık, bas git!" dediğinde başımı sağa sola sallıyordum. Şu küfürlü konuşmayı hiç sevmiyorum, özellikle de bir kadının ağzından duyduğumda hiç mi hiç sevmiyorum. Kimbilir belkide babamda kolay kolay işitmediğim içindir. Bunu düşünürken çoktan üçüncü kattaki odama gideceğim merdivenleri, ikişer ikişer koşarak çıkmaya başlamıştım bile. Uzun ve güçlü bacaklarıma minnettardım. Hala buz gibi soğukluğunu koruyan suyun altında olmak iyi geliyordu. Şiddetli yağmur damlaları gibi duş başlığından hızla bedenime çarpan su, rahatlatıyordu beni. Çabucak sabunlanıp, durulandığımda sanki tüm hücrelerim yeniden nefes almaya başlayıp, can buldu. Tazelenmiş, iyiden iyiye rahatlamış hissederek duştan çıktım ve hemen kurulandım. Koyu renk cilalı ceviz ağacı çerçeveli duvar saatine baktığımda akreple, yelkovan yarış içindeydi. Konuğumuzun eve varmasına baya bir az zaman kalmıştı. Sakinliğimi korumaya çalışırken, aklıma gelmeye çalışan o şüpheci düşüncelerime 'geri basın' emri verirken, iki kapaklı ceviz ağacından yapılmış, klasik tipteki dolabımdan Pegy'nin ütüleyip astığı haki renkteki tişörtümü ve koyu renk kot pantalonumu alıp, hızlıca öncesinde giyindiğim çamaşırlarımın üstüne giyindim. Mis gibi yumuşatıcı kokuyorlardı. Son kez aynada nemli kalan koyu kestane saçlarımı ellerimle şöyle bir düzeltip, hızlıca odamı terk ettim. Merdivenlerden tempolu bir şekilde inerken, bir süre önce aldığımız yeni Chevrolet picapın motorunun tanıdık sesini duydum ve yeniden içimde o tarifi imkansız sıkıntının hızla var olmaya başladığını hissettim. Başımı sağa sola salladım ve yukarı baktığımda "offf Tanrım! Sen yardım et!" diye dua etmekten alamadım kendimi. Kalbimin atışları tedirgin vuruşlara dönüşürken, gergin yüzüme bir tebessüm oturtmaya çalıştım. Artık ne kadar başarabildim açıkçası hiç bir fikrim yok. Aynaya baksam herhalde tam bir salak tebessümü derdim. Şu yalancı, sahte tebessümlerden nefret ederim ve şu an yaptığım şey tam da bu! Kahretsin, daha şimdiden hiç istemediğim bir şeyi yapmak zorunda kalıyorum. Gelde gerilme, sinir olma Cynthia'ya. Neyse, ne yapalım! Madem kabul ettik bu dayatmayı, hakkını verelim de bari küçük hanımı gülümseyerek ve elimden geldiğince onu iyi karşılayarak bu işi yüzümüze gözümüze bulaştırmadan bitirelim. Verandaya çıktığımda, nemli sıcak hava yeniden bir buhar gibi çarptı yüzüme. Basamakları inerken, kaç kez 'yapma, şurda oturma!' dediğim halde bu konuda sözümü geçiremediğim sevgili oğlum, pikapın arkası açık bölümünden o her zamanki çevikliği ile herkese, hepimize yirmi yaşının enerjisini ilan edercesine bir kuş gibi havalanarak zıpladı ve yere indiğinde ayak bastığı toprağın tozlarını biraz havalandırdı. Oğlumun bana bakan gözleri, hiç olmadığı kadar neşe saçıyordu etrafına ve bunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Elbette bu değişikliği neye borçlu olduğumuzu çok iyi biliyordum. Andy'nin bu haline gülümsüyordum, hemde gerçek bir tebessümle gülümsüyordum. Oğlum, tam karşıma geldiğinde artık adeta otuz iki dişini göstererek sırıttığını gördüğümde gülmemek için kendimi zor tuttum. Sırf bunu ona çaktırmamak için sanki burnum ağzım kaşınıyormuş gibi yüzümle oynamaya başladım. Megan Fischer, daha geldiği ilk dakikalarda her şeyi büyük bir hızla değiştirmeye başlayacağının ilk sinyalini vermişti sanki ve ben bunun tam anlamıyla farkındaydım. Sürücü koltuğundan inip, aracın sonuna kada açık bıraktığı kapısına dayanan babam, sağ elinide beline dayamış, soru soran gözlerle bana ve hemen yanımda duran oğluma bakıyor. Bir terslik mi var? Bir iki dakikalığına beni terk eden endişelerim, ışık hızıyla geri geliyor. Nefesimi tuttum bir an. Andy, bir anlığına bana baktı ve "aynı anda kendi alnına bir tokat patlattı.Ben kaşlarımı çatmış, onu izlerken "Ahh Tanrım! Nasılda unuttum, doğruya küçük hanım kapısının açılmasını bekliyor, ne de olsa Los Angeles kızı!" diyor ve küçük bir çocuk gibi keyifle kıkırdıyor. Çatılmış kaşlarım bu defa da yer çekimine inat havalanırken, böyle bir şeyi aklımızın köşesinden geçirmeyen ben ve babam, şaşkınlıkla birbirimize bakıyoruz. Yanıma gelip duran babamla, pikapın kapısını açıp beklemekte olan ama bunun yanında hala ismini bilipte cismini görmediğim küçük hanımın araçtan çıkmasını beklerken açık hava sinemasında film izliyor gibiydik ve elimizde bir tek frigo alaska dondurmamız eksikti. Merakımı iyice celp eden kızın teşrifini beklerken, olduğum yerde babama doğru yanaşarak, gözümü izlediğim "filmden" bir an olsun ayırmadan, "sanırım üç ayın nasıl geçeceğini daha iyi görüyorsundur şimdi baba," dediğimde hem sesimdeki imayı, hemde keyifsizliğimin sınırsızlığını daha iyi anlıyor tabii ki. "Sandığımdan daha eğlenceli olacağa benziyor." diye söyledikleriyle birde babam beni şaşırtıyor. ~Carl Stewarth~ Alnımda birikmiş terlerimi, eskittiğim bilmem kaçıncı beyaz mendilimle siliyordum ve sırf oğluma cesaret verebilmek adına söyledim o sözleri ve gülüşümde aslında sinirdendi. Ama Roy, bunu göremeyecek, anlayamayacak kadar gergindi. Aslında benim de önümüzdeki üç ayın nasıl geçeceğine dair en ufak bir fikrim yoktu, yani...kısmen yoktu ama artık biraz biraz yaşlı kafamın içinde bir şeyler şekillenmeye başladı ve açıkçası bu pek hoşuma gitmezken, endişelenmeye başlamıştım bende. Tıpkı yanımda duran oğlum gibi. Ama bunu Roy'a asla belli edemezdim. Yeterince gergin olduğunu ona baktığımda gördüğüm durmadan seyiren yanakları, gözlerime sokar gibiydi zaten ve anladığım kadarıyla Megan'da biraz kaprisli bir kızdı. Ehh bunada şaşırmamak gerekirdi ama işte... Havaalanında daha ilk karşılaştığımız andan itibaren bunun sinyallerini vermişti aslında ve benim yorgun kalbim bile nasıl çalışacağını şaşırdı. Bir an göğsümde takla atıyor sandım. Küçük hanım kendisini tanıtmaya gerek bile görmemiş, bizi baştan aşağı süzen, resmen 'başka ne bekleyebilirdim ki kovboy bozuntuları işte' bakışıyla gözlerini tiksinerek çekmişti üzerimizden. Ben bunun farkındaydım ama Andy ahh Andy! Kızı görür görmez uçuşa geçmişti aklı zaten. Andy işte! Her durumda ne olursa olsun eğlenecek bir şey bulur kendisine. O çoktan sevdi kızı sevdi de, asıl mesele kız bizden zerre hoşlanmadı. Hadi bunu anlarım da, o ne kapristi öyle? Yok valiz beklemekten sıkılmışmış, yok acil duş almadı gerekiyormuş, yok güzellik uykusu saati varmışta onu kaçırmış, yok havanın aklından zoru mu varmışta niye bu kadar sıcakmış? Gören, duyanda kutuplardan geliyor sanır! Hem havanın aklı mı varmış? Ciddi ciddi sorguladım bunu bu yaşta yav! Havaalanında onu zoraki gülümseyişimle izlerken 'yandık ki ne yandık!' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gözlerindeki o küçümseyici bakış da az canımı sıkmadı. Annesinin eski aile dostları olmamızın belli ki onun için hiçbir anlamı yoktu ve bunu hissettirmekten hiç çekinmiyordu. Şimdi gençlerin 'ben bireyim ve önce benim duygularım, düşüncelerim' dediği zırvalığı yaşıyor olmalıydı, bana göre ise sırf bencillik, şımarıklık, saygısızlık. ~Roy Stewarth~ Araçtan nihayet önce sağ bacağının aynı anda Andy'e uzattığı sağ elinin çıktığını gördük. Andy sanki bir prensesin elini tutar gibi tuttuğu ele, minik bir öpücük bırakınca gıcıklı bir öksürük tuttu birden beni. 'Oldu olacak birde reverans ver oğlum' diye içimden geçirirken, gözlerimin bunu gerçekten gördüğüne inanamadım. Babamla aynı anda birbirimize şaşkın gözlerle bakıp, sözleşmiş gibi dönüp, yeniden gençleri seyre koyulduk. Jenerikten asıl filme ne zaman geçecektik hiç bilmiyorum ve bu arada benim sakin oğlumun ne becerileri varmışta haberim yokmuş. Cidden çok ilginç! Ben bu çiftlikteki işlerle fazla mı zaman harcıyordum acaba? Etrafımda olan bitenlere, özellikle oğlumla ilgili gelişmelere epey bir uzak kaldığımı fark ediyorum. Bununla sonradan ilgileneceğime dair kendime söz verirken, bizim gizemli prensesimiz nihayet süzülerek araçtan iniyor. İlk dikkatimi çeken şey, hemen hemen Andy ile aynı boyda oldukları ve oğlum en son bir yetmiş beşe merdiven dayamıştı. Şimdi ne kadar acaba? Tanrııım! Bunu da kaçırmışım arada. Yavaş yavaş kendime yönelttiğim bir kızgınlık oluşuyor tüm benliğimde. 'Yuh Roy yuuh!' Ben saniyeler içinde kaçırdığım şeyleri fark etmenin derdine düşmüşken, küçük hanımın meraklı bakışları etrafı taramakla meşgul, hemde bununla fazlasıyla meşguldü. Yüzüne yansıyan tiksintiyi görmemek mümkün değildi. 'Hapı yuttuk,' diye fısıldayan iç sesime "kes bee!" diye bağırıyorum bende o anda. Bu arada Andy, hızlı bir tay gibi pikapın arkasındaki valizleri kapıyor ve getirip tam ayaklarımın dibine bırakıyor. 'Oldu olacak çizmemin üzerine bıraksaydın be çocuk!' Şaşkın yaa! Ona da sinir oluyorum ama sesimi çıkarmıyorum. Babamla birlikte biraz yana kayıyoruz. Andy, adım atacak yer bırakmadı bize... deli çocuk. Megan, nihayet bizim onu beklediğimiz yere geldiğinde, hemen önümde duruyor ve ancak dikkatini etrafından ayırmayı başarıyor, dönüp ilk kez bana bakıyor ve ben donup kalıyorum. Tuttum nefesimi! * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD