Bölüm 1 ~GİDECEKSİN! BAŞKA YOLU YOK!!~

2286 Words
LOS ANGELES BEVERLY HİLLS "Delirtme beni çocuk! Gideceksin! Hemde kuzu kuzu gideceksin! Başka yolu yok!" "Gitmicem işte anne gitmiceem! Benim ne işim var Tanrı'nın siktir ettiği yerde ya?! hemde hiç tanımadığım insanların içinde! Hayatta olmaz! Asla olmaz!" Hah! Bir sen eksiktin! şimdi tam olduk. Şuna bak ya! her zamanki gibi kasım kasım kasılarak merdivenlerden iniyor haşmetmahımız sevgili babamız,kralımız!! Sırtında bir tek altın sırmalı beyaz ipek pelerini, başında envaye çeşit rengarenk kıymetli taşlı tacı, o iri elinde altın küreli taşlı maşlı asası eksik! Ayhhhh! Çığlık atasım var. O biçim sinir oluyorum bu adama ya! Annem bu herifle evlenirken aklı neresine kaçmış acaba? Yakışıklı olsa gam yemicem! Gıcık ya! "Sabah sabah neyin bağrışması bu?" diye soruyor canı sıtkın, burnundan kıl aldırmayan o uyuz kibiriyle ve yine sabah sabah o bir taraflarına sokmak istediğim etrafa pis kokusunu saçan piposunu, hemen yakmanın derdinde. Iyğğğ! İğrenç! Ve cazgırlar kraliçesi annemin ateş saçan gözleri tam da göz bebeklerimde. Bir anlığına dönüp baktığında babam olacak adama takıldı gözleri.Tanrııım! Nasılda hala aşık aşık bakıyor adama ve sanki onu hiç duymamış gibi tekrar dönüp bana baktığında bukalemun gibi renk değiştirmiş o delici bakışları beni buluyor ve kaldığı yerden tam gaz devam ediyor. Off ya offf. "Ne biçim konuşuyorsun sen öyle? Yakışıyormu hiç sana öyle küfürlü konuşmak? Terbiyeden hiç mi nasibini almadın sen be çocuk? Şu asil görüntüne bak, bir de ağzından çıkanlara?" Soluksuz konuşmayı nasıl başarıyor bu kadın? Birde bana çocuk demiyor mu? İyice fıttırıyorum. Yirmi yaşındayım ben ya! Ellerimi başımın arkasında kenetlemiş, bir ileri bir geri parmak uçlarımın üstünde sallanırken, bıkmış tükenmiş bir haldeyim, ama o hala ders verir gibi konuşmaya devam ediyor. Gözlerimi deviriyorum, kahrolası ondan aldığım koyu mavilerimi! "Yapma şöyle gözlerini! Şaşı olacaksın kızım ya! Saygısızsın işte saygısız! Ve bizim zamanımızda..." diye başlayan bir klasik, günlük rutinimiz ve bitmek bilmeyen maziyi anmalar. Hay sıçayım sizin zamanınıza ya! Ne bitmek tükenmek bilmez geçmişmiş bu ya! Öğğğ geldi artık! Yıl 1976 olmuş, kadın bana yirmi sene, otuz sene öncesinden dem vuruyor hala ya! Tamam otuz sene demekle biraz abartmış olabilirim ama, her gün böyle ya! Mutlaka lafı dolandırıp buraya getirecek! Nesil çatışması diye bir şey var ya işte tamda dibine kadar yaşıyorum ben bunu bu evde sevgili fosillerimle! Hayır, bırakmıyorlarda ayrı eve çıkayım, neymiş, dünya çıldırmışmış! İnsanlar sapıtmışmış! Uff! Yok, hipiler dünyanın sonunu getirecekmiş falan filan! Acaba hippiler hakkında ne biliyorsun haa? Tamam benimde çok sevdiğim söylenemez ama hiç olmasa özgürler yav! Ya ben? Öff beee! "Megaan! Yeter artık! Bıktım bu başına buyruk tavırlarından, delirtme beni daha fazla. Her şeyi ayarladım. İki saat sonra defolup gidiyorsun Iowa'ya ve üç ay orda kalacaksın! Aklın başına gelir belki Stewartlar'ın çiftliğinde. Konu kapanmıştır! Ha bu arada seni havaalanından alacaklar, piç gibi kalmayacaksın orda." Niye? Benim aklım havada üç takla atıp, yerde sekiz parendeyle mi devam ediyor yola? Hah! Birde bana küfür ediyorum diye kızana bak! Senin kızınım işte ben! Armut dibine düşermiş, sanki kendi ağzı çok düzgünmüş gibi birde güzel konuşma dersleri veriyor bana bir havalarla! Sevsinler seni! Konu kapanmıştır dedi ya, ölse geri adım atmaz artık. Bu savaşı şimdilik kaybediyorum ve geri çekiliyorum. Ama çok sevinme sevgili annecim! Ahhaah! Bir hafta sonra evde odamda olucam ve inan bana müzik setimden son ses yükselen Queen-Freddie Mercury ile seni deli edicem! Nefret edersin ondan bilirim. Haha, görüşeceğiz haftaya annecim. Bunun için söz veriyorum, yok yetmez yemin ediyorum sana! * * * BİR GÜN ÖNCE IOWA FORD DODGE STEWART ÇİFTLİĞİ ~Roy Stewart~ Oturduğum tekli koltukta, elimde kırmızı telofonun ahizesiyle öylece kalakaldım. Ahizeye bakıyordum, sanki onun da gözleri varmışta beni izliyormuş gibi. Birazdan dillenip 'iyi halt ettin' derse daha az şaşıracağım. Cynthia'nın yalvar yakar ricasını kabul ederken ne düşünüyordum acaba? Aklım karıştı, karışmakta neymiş? Alobora oldu resmen hem aklım, hemde ben. Düşündükçe gerçeği daha iyi kavrıyorum ve daha bir şaşıp kalıyorum ya. Aslında şaşırmak için tek nedenim yok ki! Birkaç sebep olunca karışıyor tabiiki aklım. Ben bu kadınla her konuştuğumda nasıl böyle ilk günki gibi heyecanlanabiliyorum hiç anlamış değilim ve onun sesi, gençliğinden, güzelliğinden, enerjisinden nasıl oluyorda bir nebze olsun hiçbir şey kaybetmiyor? Gelde şaşırma. Nerdeyse çeyrek asırdır tanıyorum onu ve hala değişen hiçbir şey yok. İnanmakta zorlanıyorum ve asıl en büyük mesele, ben nasıl oldu da böyle bir gaflete düşebildim? Nasıl kabul edebildim hiç tanımadığım o kızının buraya, bizim yanımıza gelmesini? Tabii ya! Roooyy diye o lanet olası dudaklarını büzüştürüp adımı söylemesi yok mu? Bunu görmem, anlamam için yanımda olmasına gerek yok ki, hayali canlanıyor hemen gözlerimin önünde. Okuldaykende aynısını yapar, illede ödevlerini onun adına yapmamı ister, istediğini alırdı da. Kaç kez geldim ben onun bu oyununa? Gelmeyen var mıydı acaba? Seksi şempaze! Yine aynısını yaptı baş belası. İyi yerden yakalıyor beni. Roooyyy dedi mi olay bitti demektir. Pis üç kağıtçı. Önümüzdeki günlerin neye gebe olduğunu bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey varsa da eğer annesine benziyorsa, bu kızla işimiz var demektir. Umarım annesi gibi ele avuca sığmaz biri değildir ama içimden bir ses 'hapı yuttun' diyor sürekli ve canım şimdiden sıkılmaya başladı bile. Evden dışarı çıktığımda bu yeni ve açıkçası hiç istemediğim gelişmeye daha çok canım sıkılmaya başladı. "Ön yargılı olma, ne biliyorsun belkide uslu, cici bir kızdır," diyorum kendi kendime ama ahh! Şu annemden aldığım ön sezilerim, şimdiye kadar hiç yanıltmadı ki beni! Cynthia konusunda bile! "Ahh Cynthia ah! Yine başıma dertler açmaya devam ediyorsun." Kalbimi karanlık bir gölge gibi kaplayan sıkıntımıda yanıma alıp, çitlere doğru hızlı adımlarla ilerlerken, yine geçmişe doğru yolculuğa çıkıyorum ve ben bunu sık sık yaparım. Özellikle de canımın böylesine sıtkın olduğu zamanlarda. Kendimi bildim bileli Iowa eyaletinin Ford Dodge şehrine bağlı yine aynı ismini taşıyan bu kasabasının açıklarındaki çiftliğimizde yaşıyorum. Sanırım doğdukları topraklarda ölecekler kategorisine giriyorum bende, babamda. Annem, tatlım benim gideli çok oldu ve hala yarattığı boşluk hiç dolmadı, belli ki dolmayacakta. Benim baş belam sevgili dostumda Cynthia'da kasabamızın en güzel kızlarının arasında yer alıyordu. Aslında yer alıyor demek haksızlık olur. Resmen başı çekiyordu. Liseye gittiğim zamanlardı.Onu uzaktanda olsa iyi kötü tanıyordum ama asıl tanışmamız ve bugünlerde dek süren dostluğumuz lise yıllarında başladı. Dünyada her şey hızla değişiyordu. Elvis Presley adındaki artık rockun kralı adıyla anılan oldukça yakışıklı, sesi, vurguları çok değişik ve güzel olan, doğal olarakta kızları delirten, gördüklerinde zır zır ağlatan biri çıkmıştı ortaya ve resmen Amerikan kültürünü yerinden sallamış, dengeleri değiştirmeye başlamıştı.Daha sonraları ingiltere'de ortaya çıkan The Beathles'a ne demeli ve şarkıları tüm gençliği nerdeyse çıldırttı. Ne günlerdi Tanrım o günler ve ben şaşarak izliyordum bizim kasaba gençliğini. Benim bu olup bitenlerle pek bir alakam yoktu. Şimdi düşünüyorumda biraz tuhaf bir gençmişim galiba. Aklım fikrim çiftliğimizdeydi. Gözüm çiftlikten başkasını görmüyordu. Ben çiftliğimizle flört halindeydim. Benim için çok güzel bir kadın gibiydi, ahh birde tabii Cynthia vardı, gözlerimin takılıp kaldığı. Kimin takılmazdı ki?! Çoğu zaman çiftliği düşünmezken onu, onu düşünmezken çiftliği düşünür bulurdum kendimi. Şimdi bugünlerden o yıllara böyle dönüş yaptığımda gülümsüyorum. Meğer ne çok şey yaşamışız, ne çok anıyı zamanın tozlu raflarına kaldırmışız! Cynthia, kasabamızın tarih ve resim öğretmenlerinin tek çocuğuydu. Doğal olarak biraz şumartılarak büyütülmüştü. İnsanda her gördüğünde dönüp bir daha bakma isteği uyandıracak kadar güzel ve bir o kadar da çekici bir kızdı. Yanında olduğu insanlarda daima bir film yıldızı ile birlikteymiş hissini uyandırır, herkesi heyecandan öldürürdü zıpır. Ehh doğal olarak bende onun yörüngesindeydim ama etrafında dönüp dolaşan irili ufaklı gezegenler, yıldızlar gibi değil. Resmen uydusuydum onun. O nerde, ben oradaydım. Siyam ikizi gibi olmuştuk zaman içinde. Eküri dedikleri bizi, birbirimize çok yakıştırırdı kasaba ahalisi. Güzeldi, çok güzeldi. Kusursuz yüzünü kendinden kızıl ve dalgalı saçları çevreliyordu. Beyaz teni, o iri koyu mavi gözleri ve o gözlerine bambaşka anlam yükleyen uzun kıvrık kirpikleriyle, küçücük kalkık burnu, kırmızı dolgun dudaklarıyla oyuncak mağazası vitrinlerindeki taş bebeklerinden hiç farkı yoktu. Onu bir film yıldızına benzetmek istenirse şüphesiz akla gelen ilk isim Marlyn Monree diyebilirim ama o hiçbir zaman sarışın olmadı, üstelik "ondan daha güzelim," diyecek kadar biraz ukala, kendine çok özgüvenliydi. O doğal kızıl saçlarıyla hepimizi ve ortalığı yakıp geçerken, Marlyn'e şaşırtıcı benzerliği tüm kasaba dillere destan olmuştu ve o da bunun farkındaydı, hemde fazlasıyla farkındaydı. Kimi zaman capcanlı, kimi zaman şuh bakan o gözleriyle, hepimizin canına okur, feleğimizi şaşırtırdı. İnsanları etkilemekte başarılı olduğu tek şey, elbette bakışları yada fiziksel özellikleri değildi. Zehir gibi aklı vardı, çok okurdu ve çok güzel konuşurdu. Konuşurken, kelime seçimi, cümle kurumu konusundaki gösterdiği titizlik ve konuşmasındaki akıcılık ona iyi bir hatiplik özelliği kazandırmıştı. Kendisini çok iyi dinletirdi, iyi manipüle ederdi insanları cadı. Benide yine bu özelliğini kullanarak ikna etmedi mi? Lanet olası yine bu özelliğini çok iyi kullanmıştı. İnsanları severdi, insanlarda onu. Tam on altı yaşının, canlılığını, enerjisini bunun yanında karşı konulmaz güzelliğini sonuna kadar yaşıyordu. Her yönüyle güzel bir insandı ve gittiği yere kendisiyle beraber neşesini, eğlenceyi, kısacası hayatın tüm enerjisinide sürüklüyordu. Onunla insanın canının sıkılması inkansız gibi bir şeydi. Cıvıl cıvıl şakacı ama bu özelliklerinin yanında çokta sinirli bir yönüde vardı. Eğer bir şeye kızmışsa yanında durmayı göze alamazdı ne annesi ne babası ne de arkadaşları. Etrafına ateşler saçarak bakan gözleriyle iş birliği yapan bir yılanın en güçlü zehirinden daha etkili diliyle, insanları toz olmaya mahkum bırakırdı. Ama bana sökmezdi bu tavırları. Sakindim ve açıkçası onun bu hallerini umursamaz, hatta şımarıkça bulup bazende ben kızardım ona. Anlayamadığım bir şekilde benden biraz olsun çekinirdi. Çoğu zaman onu sakinleştirme görevi bana düşerdi. "İnsanların bazen çok akıllı bazende tam bir gerizekalı gibi davranmasını anlayamıyorum, hemde aynı konuda...bundan nefret ediyorum Roy!" repliği beynime kazınmış durumda. Aradan geçen onca zamana rağmen hala aynı tonda söylenip durur her telefonda konuşmamızda ve bende, "değiştiremeyeceğin şeyler için o tatlı canını sıkma, bir daha gelmeyeceksin bu dünyaya! Nelerin üstesinden geldin, şimdi keyfini sürme zamanı.." yanıtımı duyduğunda "öyle mi diyorsun dostum?" der her defasında ve bu konuşmalar hep böyle uzayıp gider. Tüm bu zaman tüneli seyahatimden babamın sesiyle ışık hızıyla yaşadığım ana çekildim bir anda. Al işte! Dinlen artık ihtiyar dememe rağmen, yine yanıma geliyor. Anladı tabii yemekten hemen sonra kendimi dışarı atmamı, yemek boyunca da sessiz kalmamı. O, iyi tanır beni. Şuna bak ya! Sanki on sekizlik delikanlı. Geçen onca zamana inat hala çok yakışıklı ve enerji dolu. Şu lanet dünyada benim en büyük destekçim ve zaman zaman dert ortağım. Belli, telaşlı adımlarından çok belli, benim için endişelenmeye başlamış bile. İşte yanımda bitti. "Yolunda gitmeyen bir şey mi var Roy?" Babamın biraz merakla biraz da tedirgin sorduğu bu sorusuna ilk tepkim 'bende bilmiyorum' dercesine omuzlarımı kendime çekmek oldu. Biliyorum, bu halimle onun gözünde küçük bir çocuktan farksızım şu an. Ona yarın genç bir kızın gelip, üç ay boyunca bizimle kalacağını söylemekte bir hayli tereddütlüyüm. Kendim daha alışamamışım bu fikre, onun alışmasını nasıl bekleyebilirim? Çiftlikte yapılması gereken yığınla iş var ve sezon daha yeni başlıyor. Birde Cynthia'nın kızı mı? 'Aman Tanrım!' diye düşünürken, derin bir iç çektiğimin farkında bile değildim. Taaki, babamın benim bu garip halim için iyiden iyiye endişe duyduğunu fark edene kadar. Kendi ellerimizle arazimizin içinde artık ömrünü tamamlamış ,binbir uğraşla şekil vermeyi başardığımız bazı yerleri hafif yamru yumru traşlanmış orta kalınlıktaki ağaçlardan yaptığımız çitlerin üstünde oturuyordum ve ben daha harekete geçemeden tıpkı yeni yetme bir delikanlı gibi bir çırpıda çitlerin üstüne atladı yine ve bunu her yaptığında aklım çıkıyor resmen. Yetmişine merdiven dayamış bu adamın bu halleri ödümü koparıyor ve anlıyor gözlerimden, bakışlarımdan. "Endişelenmeee...eski toprağım ben!" diyor yine. Birazdan elini omuzumun alışık olduğu üzere, kaldırır diye düşünmeme fırsat bırakmadan, evvet! işte eli, o yaşlanma belirtileri gösteren hafif yaşlılık lekeli, birazda geçen zamanın ve çok çalışmanın hediye ettiği derin çizgilerin, avuçlarının kardeşi o nasırların mesken tuttuğu eli omuzumda yerini aldı işte ve ben ne çok seviyorum o elin hissettirdiği sıcaklığı, desteği ve en önemlisi güveni. "Roy!.. canını sıkan bir şeylerin olduğundan adımın Carl olduğu kadar eminim evlat! Söylesende artık birlikte canımızı sıksak şu mesele her neyse?" Rengini gözlerinden aldığım o sisli ormanları anımsatan gözlerine baktığımda beni, sahip olduğu tek çocuğunu ne kadar çok sevdiğini bas bas bağıran bir bakışı vardı ki, işte o bakışlar kalbimi ısıtıyor, kalbimi ele geçiren kasveti biraz olsun dağıtıyor. Bu bakışı çok iyi tanıyorum ve benim için fazlasıyla anlam yüklü. Babamın, eline omuzumdaki eline dokunuyor ve hafifçe sıkıyorum, onun biraz olsun rahatlaması için gülümsüyorum. "Bir konuğumuz olacak bu yaz Carl Stewart ve ben böyle bir şeyi nasıl kabul ettim hala anlamış değilim ama oldu bir kere!" dedim hissettiğim çaresizlikle. "Kim bu konuk, tanıyor muyum?" diye sorduğunda "Cynthia Fischer'in kızı desem, yeterli olur mu sence?" dediğimde iki kaşı da çatı şeklini aldı sonra gözleri kısıldı. Dudağının kenarında 'yandık mı acaba?' tebessümü oluştu. Hah! Al işte, yanılmıyorum tabii! Aynı şeyleri düşünüyor benimle. Kızdan görmeden ikimizde o biçim korktuk şimdiden, eh söz konusu annesi Cynthia olunca, iki kere ne iki keresi beş kere düşünmek lazım. Farkındayım, ilk öğrendiği anda biraz şaşırmış, biraz da tedirgin olmuş olsada şimdi son derece rahat. Diyebilirimki benim gibi diken üstünde oturmuyor. Gülen gözleriyle bana bakarken, o her zaman ki güven veren sesiyle, "canını sıkan bu muydu? Boşversene oğlum! Tamam Cynthia biraz deli doluydu ama bu kızıda illede öyle olacak anlamına gelmiyor, hoş olsa ne yazar? Buralar biraz şenlenir, hepsi o kadar. Cynthia'nın kızı seninde kızın sayılır. Eminim burayı çok sevecektir, belki de üç ay sonra gitmek bile istemeyecektir," dediğinde, özellikle son cümlesinden ödüm koptu. Tamam, babamın bu bilge hallerini çok seviyordum ama bu kadarı bana bile fazlaydı. Gözlerimi devirdim. "Tam da ihtiyacımız olan şey baba!" Gözlerine dikkatlice baktığımda benimle dalga geçtiğini fark ettim ve biraz olsun rahatladım. Ehh bunun üstüne bir sigara içebilirim artık. Hemen ekose ince yazlık gömleğimin cebinden bir sigara çıkarıp yakıyorum. Ohh! Ciğerlerim bayram ediyor. Babamın gözleri, parmaklarımın arasındaki uzun sigaraya takılıyor, dudaklarını birbirine bastırıyor. Canı mı istedi ne? Arada tüttürür ama öyle her zaman değil, aklımdan bir kırmızı yanar söner ışık şiddetle geçit yaptı. Hadi canım?!! "Versene bana da şu meretten bir tane?" dediğinde artık emindim. Patladı sonunda. "yani oğlum...söz konusu Cynthia ve onun kızı olunca biraz tırsmadım değil! Desene bu yaz heyecanlı geçecek!" dediğinde tam rahatlamışken ağzım açık öylece kaldım. Off baba yaaa! "Birer tane de bira mı içsek ne? Anca keser bu korkuyu!" dediğinde birbirimize korku-şaşkınlık karışık baktık ve bir anda bastık kahkahayı! * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD