Bölüm 12 Çılgınlık Benim Göbek Adım!

1402 Words
~Megan~ Günlerdir yaşadığım ama asla bir anlam veremdiğim bu duyguların ne olduğunu anlamış olmak beni adeta şok etti. Aynadaki yansımama baktığımda, zaten koyu renk olan mavilerimin, dibi olmayan derinlikteki denizlere dönüştüğünü fark ediyorum ve hiç olmadığı kadar canlı bakıyorlar bana. Ellerimle kızarmış yanaklarıma dokunduğumda ateş gibi yandıklarını hissediyorum. Lanet olsun ya! Ben gerçekten aşık oldum. Şaşkınım, korkuyorum ve aslında hemen gitmeliyim burdan, hemde hiç istemiyor olmama rağmen. Annemle son telefon konuşmam geliyo aklıma. "anne nolur döneyim, cidden oyuncu olmak istemiyorum artık...evi, sizi çok özledim," demiştim ama annem ikna olmamıştı, üstelik evde olmayacaklarmış. Yine bir film için İsviçre'ye gideceklermiş ve bir ay dönmeyeceklermiş, "evde yalnız kalmana izin veremem, Roy'un yanında güvendesin, orda kalacaksın!" demişti bana. "anne dostuna aşık oldum, eve dönmeliyim, artık burda kalamam," nasıl denir ki böyle bir şey? Tanrım! Bana yardım et.. ~Roy~ Odama gitmek için çıktığım merdivenleri koridorla buluşturan son basamağa adım attığımda, yeni kazandığım alışkanlığım üzere başımı çevirip, Megan'ın odasına baktım. Kapalı olan kapının yerdeki ince aralığından dışarı sızan ışığı, onun hala uyumadığını işaret ediyordu. Şaşırdım. Oysa ben eve girerken, son kez başımı kaldırıp odasına baktığımda odası kapkaranlıktı. Birkaç gündür bir tuhaf zaten. Kendisinden hiç beklenilmeyecek kadar sakin ve sessiz. O akşam yemeğinde bana karşı sarf ettiği o zehir gibi sözlerin karşılığında benden duyduklarıyla galiba biraz aklı başına geldi ve o akşam gelip, sonradan benden özür dilemesi milad oldu sanki. Aklımdan geçenlerle, merdivenlerin başında durmuş kapısına bakıyordum. Uykusu kaçmıştır belki diye düşünerek odama yöneldim ama içime bir kurt düştü. Hasta falan olabilir mi? Koridorun ortasında durdum ve dönüp kapısına baktım. Işık sızmaya devam ediyordu. Yok, bu saatte neden uyanık olduğunu öğrenmeliydim, açıkçası hasta olmasından korkuyordum. Şu kızı başına bir şey gelmeden göndermeyi, hemde bir an önce göndermeyi çok istiyordum. Merakıma daha doğrusu kapıldığım endişeme yenilerek, odasına doğru dönüş yaptım ve git gide hızlanan adımlarımla ilerlemeye başladım. Kapısının önüne geldiğimde bir an durdum. Elimi kaldırıp, kıvırdığım işaret parmağımla yavaşça kapısını tıklattım. Ses yok! Acaba ışığını mı açık unuttu? Aklıma daha önce ışıkta uyuyamadığını söylediği geldi. Biraz kulak kabarttığımda içerden tıkırtılar geldiğini duydum. Sanki odanın içinde dolaşıyordu. İyice tedirgin oldum. Nesi vardı bu kızın? Tekrar kapıyı tıklattım ama bu kez biraz daha güçlü. İçerden gelen sesi dinlediğimde, kapıya doğru yaklaşan adım seslerini duydum. Sonunda kapı sesini duyurmayı başarmıştım. Anahtarın kilitin içinde dönme sesini duydum ve açıkçası buna şaşırdım. Neden kapısını kilitleme ihtiyacı duymuştu ki? Belki de duş almıştır ve bornozuyla dolaşıyodur yine küçük hanım. Kendi sorduğum sorulara, yine kendim cevaplar bulmaya çalışırken aralıyor kapısını. Gözleri, gözlerimi buluyor ve niyeyse hemen kaçırıyor gözlerini. Ağlamış mı ne? Ama neden? "İyi misin?" "Evet, evet iyiyim," dedi biraz telaşlı. "Işığını açık görünce, bir sorun mu var diye düşünmeden edemedim. İyi olduğuna eminsin değil mi? Onu daha iyi görebilmem için kapısını tamamen açtı. Tahminimde yanılmışım, duş almamış, hatta bu saate kadar yatağına hiç girmemiş bile. Yemekteki kıyafetleri var hala üstünde ve çok durgun. Acaba? o tartışmamızın etkisi mi onu bu hale getiren? Birbirimize fazla ağır konuşmuştuk, gerçi hatasını anlayıp, geldi ve özür diledi ama sonradan düşünüp, daha çok kırıldıysa bana onu bilemem işte. Bende çok kırıldım, ama sonuçta özür dilemek bir erdemdir ve her nasıl olduyda o erdemi gösterdi, bana da onu affetmek düştü. Ellerini kot pantalonunun minik ceplerine yerleştiriyor ve nedense o her an ağlamaya hazır gözleri yerde? Sessiz kalıyor ve bu hali endişeleri mi arttırıyor. "Megan neyin var, barıştık sanıyordum?" telaşla ellerini ceplerinden çıkarıyor ve sanki elini, kolunu nereye koyacağını bilemiyor. Neler oluyor böyle? * * * ~ Megan~ Kahretsin! Keşke ışığımı söndürmüş olsaydım, resmen yakalandım.. yüreğim kıpır kıpırken, şaşkınlığım henüz beni terk etmemişken işte, hakim olamıyorum kendime. "İyiyim ya iyiyim ben! Öyle biraz uykum kaçtı da dolabımla uğraşıyordum, dağıtmışım iyice... toparlayayım dedim.. sorun yok yani," Gözlerinin içine bakmaya zorladım kendimi ve o gözlere bakmak, hiç olmadığı kadar zordu. Görebiliyordum onlardaki şüpheyi, tedirginliği ve hala "emin misin?" der gibi bakıyor oda bana. Mecburen gülümsedim ve nasıl aklıma geldiyse, elimle omuzuna vurup, geçtim. Pis pis sırıttım yine, tıpkı onu sinir ettiğim anlardaki gibi. "Emekli olunca bu işlerden, sana bir kreş açalım be Roy baba! Bebek bakıcılığında baya iyisin," dediğimde, ters ters baktı, her zaman yaptığı gibi. Bu ters bakışları bile şimdi bana öyle güzel geliyordu ki! "Zırvalık! Başladın yine saçmalamaya.. hadi, bak işine," dedi ve "iyi geceler," diye ekledikten sonra döndü, ağır adımlarla odasına giden, ahşap, arada gevşeyen tahtaların arasından yükselen gıcırtı ve eşliğinde kovboy çizmelerinin kalın topuklarının zemine çarpan o tok sesiyle ilerlemeye başladı. Bakıyordum öylece ardından ve o, bir anda dönüp bana bakınca, hiç istemesem de kapadım kapımı ve sırtım kapıya yapışmış vaziyette kaldım öylece. Yine ağlıyordum ve aynı anda çok kızıyordum kendime. Çıldırmış olmalıydım, evet kesinlikle çıldırmış olmalıydım. Başka hiçbir türlü açıklaması olamazdı bunun. Doğruya, çılgınlıktı benim göbek adım, çılgınlıktı kahretsin ki! * * * Ertesi gün hiç uyanmak, aşağıya o mutfağa inmek istemedim. Zaten tüm gece gözüme uyku girmemişti. Gözlerimin altında morumsu halkalar oluşmuştu. Tamda ihtiyacım olan şey. Yüzümü hızlıca yıkadıktan hemen sonra, o beni ele verecek delilleri ortadan kaldırmak için, gıcık halkalarıma fontoten ve pudra sürdüm. Kendimce kapatmaya çalıştım işte. Umarım hiçbiri fark etmezdi. Kahvaltı sonrasında fazla ortalıklarda görünmek istemiyordum. Ne halt edeceğim hiç bilmiyorum. Ortada görünsem bir dert, görünmesem ayrı dert ama bildiğim bir şey varsa oda duygularımı gizlemem gerek ve bu çok zor olacak.. özellikle de benim gibi aşk konusunda deneyimsiz biri için çok çok zor olacak. Deve kuşu olup başımı toprağa gömmek istiyorum ya! Üstüme giyindiğim salaş mor bir tişört ve açık mavi kotumla artık hazırdım ve aşağıya inmekten başka çarem yoktu. Odam artık benim güvenli alanımdı ve kapıyı açıp, adımımı dışarı attığım anda garip bir titreme aldı beni. Hem çok heyecanlıım hemde ço korkuyorum. Sanki o gözlerime bakarsa, koyu mavilerim beni ele verecekmiş gibi hissediyorum. Gitmek istemiyordum ama biliyordum ki aşağı inmek zorundaydım. Hemde bir an önce.. yoksa babası Andy'i buraya gönderecekti. Tek tek o basamakları inerken, dizlerim titriyor ve ben buna engel olamıyorum. "Günaydın millet!" diye mutfağa neşeli bir giriş yaptığımda, hepsi, özelliklede çok kısa bir anlığına gözlerime takılan o yeşillerin sahibide bana şaşırarak baktı. Biraz abarttım mı ne? Lanet olsun.. elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum. Çok heyecan yaptım ya. Hemen bu çiftliğe geldiğimden beri oturduğum sandalyeme yerleştim ve kısa bir an Andy ile göz göze geldim ve gülümsedim. "Naber yakışıklı?" diye laf olsun diye sorduğum soruya o her zamanki coşkusuyla "iyidir güzellik, sen nasılsın?" diye sordu. "İyiyim ya... gördüğün gibi iyiyim işte," dediğimde yüzüme yayılan salakça bir tebessümle gülümsedim. Andy, ah yakışıklım benim...gülümsüyordu bana ama aynı gözleri gözlerimi tarıyordu ve ben tam bir aptal gibi kaçırdım gözlerimi, başımı çevirip bana çay dolduran ve yine gözlerime sorgulayarak bakan Peg'e baktım, gülümsedim. Sanki herkes benim bu gizlemeye çalıştığım şeyi biliyormuş gibi hissediyordum. "İyi misin sen?" Offf! İşte bunu soran Roy Stewarth'tı. İster istemez dönüp ona baktım bu kez ve yutkundum. Oysa hiç bakmak, onunla göz göze gelmek istemiyordum. "İyiyim tabii... neden iyi olmayayım ki?" dediğimde artık rol yapmaya başladım. Pegy'e doldurduğu çay için teşekkür ederken, "fırtına gibi gelmedin de, hasta falan değilsin dimi?" diye inatla soran adama dönüp baktım yine. 'Ne diyecektim şimdi ben.. keşke hoplaya zıplaya gelseydim! Alıştılar tabii deliliklerime, böyle hanım hanımcık gelince aptallaştılar tabii!" "Ne alaka ya! Acık sakin olayım dedim sadece. Hemen hasta olduğumu düşünmen şart mı?" diye çıkıştım. "Sen ve sakinlik! Bunu hak etmek için ne yaptık acaba?" 'Kes sesini be adam! Bakma bana, konuşma benimle... yok say beni!' Cevap vermedim, veremedim. Karmakarışıktım ve ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemezken çareyi çayımdan kocaman bir yudum almakta buldum. 'Laneet olsun.. amaan Tanrım, yandı ağzım... hep senin yüzünden,' Yanmanın telaşıyla fincanımı tabağına hızla öyle bir yapıştırdım ki az daha fincanda, tabağıda kırılacaktı. Bildiğim oturduğum yerde zıplıyordum. "Offf yandıım!" diye küçük bir çığlık attığımda yine onun şaşkın bakışlarıyla karşılaştım. Tepem attı. "Ne bakıyorsun be, hiç mi çaydan yanan birini görmedin?" diye çıkıştım ona. O kaynar çayın önce dilimi, ardından damağımı cayır cayır yakması ve yemek borumdan sanki bir asitmiş gibi yakarak gidişini hissederken, hemen önümdeki soğuk portakal suyuna can simidi gibi yapıştım ve deli gibi içmeye başladım. Artık masadaki dört kişi de şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bardağı dibine kadar boşalttıktan sonra, ağzımı hemen tabağımın yanındaki peçeteyle sileceğime, elimin tersiyle sildim ve ben bunu ilk kez yaptım. Hepside yaptığım bu hareket karşısında son derece şaşkındı ama ben daha çok şaşkındım. Oturduğum yerde sandalyemi geri iterek, tıpkı bu çiftliğin erkeklerinin yaptığı gibi bir bacağımı diğerinin üstüne attım ve zemine basan ayağımı titretmeye başladım. Sandalyemde geriye doğru yaslanırken, bir kolumuda sandalyemin sırt kısmından sarkıttım. Tam bir kovboy gibi oturuyordum ve onlarda beni izlemek, şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşamakla meşguldüler. "eeee nerde kalmıştık Roy Stewarth?!!" * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD