Yürüdük, yürüdük, yürüdük ve sonunda kantine ulaşabildik. Kantine geldiğimizde Emir ve Asya kahkahalarla gülüyorlardı. Boş bir yere otururken Hamza Abi’ye bağırdım.
“Hamza abi oradan bana bir tost göndersene.” Hamza Abi cevap verdi.
“Her zaman ki gibi mi?”
“Aynen.” Diye onayladım onu. Sonra Bora’ya döndüm.
“Sen bir şey yemiyor musun?”
“Hayır, yemeyeceğim .”
“Kahvaltı yapmadım demiştin.”
“Yapmadım ama aç değilim.”
“Valla sen kaybedersin.” Başımı Asya ve Emir’e çevirdim.
“Siz neye gülüyorsunuz?” Asya sanki bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi hemen anlatmaya başladı.
“Emir ile Bora’nın tenis oynayışını izliyorduk. Rüya inanamazsın. Bora...”Bora’nın Asya’nın ağzını kapatmasıyla devamını dinleyemedim. Bu hareketi içimdeki merak duygusunu canlandırırken tostum gelmişti.
“Sağ ol Hamza Abi.”
“Afiyet olsun.” Hamza Abi gittikten sonra Bora’ya döndüm.
“Yaa, Bora anlatsın işte ne var? Çok merak ettim.”
“Hayır hayatta olmaz.” Tam isyan edecekken Emir konuştu.
“Tenis demişken ne zamandır tenis oynamıyoruz. İsterseniz sizde gelin çıkışta tenis oynamaya gidelim. “ Asya tamam deyince mecbur kabul ettim.
Gerçi mecbur olmasam da kabul ederdim orası ayrı.
Zil sesini duyduğumuzda ayaklandık. Biz daha aynı sınıfta olduğumuzu onlara söylememiştik.
Emir aklımdan geçeni anlamış gibi sordu.
“Bora, abi biz hangi sınıftayız?” Bora gülüp
“11-B desem” dedi. Asya ‘yesss be’ diye bağırınca Emir aynı sınıfta olduğumuzu anlamış olsa gerek güldü.
“Hadi hadi oyalanmayın.” Sınıfa geldiğimizde ben de tostumu bitirmiştim zaten.
İçeri girdiğimiz gibi tüm gözler bize döndü. Ben hemen en arkada ki iki sıraya geçtim.
Sonra Asya’nın cam kenarına oturmasını bekledim. Normalde cam kenarına ben otururdum ama bu aralar Asya’nın suyundan gitmeliydim.
Tam oturacaktım ki Bora beni arka sıraya ittirdi. O sırada Emir de Asya’nın yanına oturdu.
“Ne yapıyorsun?”
“Seni sırana ittirdim. Kötü mü yaptım?”
“Ben Asya’nın yanına oturacaktım.” Bora , bunu demem üzerine başını Emir’in olduğu yere çevirdi ve bana geri baktı.
“Kızım kör müsün? Orası dolu. Otur işte buraya.” Güldüm ve Asya’nın arkasına, Bora’nın yanına oturdum.
Güldüğümü görünce o da güldü. Teneffüs daha bitmediği için çantamdan telefonu çıkarıp oynamaya başladım.
Oyunun adı Helix Jump’tu. Oynadım da oynadım. Sonra bir levele geldim bir türlü geçemedim.
Bu oyunda nasıl takılabiliyorsam artık. Leveli geçemeyince telefonu kapattım.
Aradan bir kaç dakika geçti. Dayanamadım ve telefonu alıp tekrar oynamaya başladım. Sonuç:başarısız.
Oflayıp dudak büktüğüm sırada Bora’nın kahkahası kulaklarımı doldurdu. Ona döndüm ve gülerek
“Ne gülüyorsun be?” dedim. Bunu demem üzerine yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
Şu an dip dibeydik. Az daha yaklaşsaydı dudakları dudaklarımla birleşecekti o derece yani.
“Hiç. Sabahtan beri seni izliyorum ve aynı çocuk gibi olduğunu gözlemledim.”
Bunu demesiyle bende sinir falan kalmamıştı. Niye üzerimdeki etkisi bu kadar büyüktü ki?
Bunu Can yapsaydı tek yapacağım şey iğrenerek kaçmak olurdu.
Ama Bora’da bu söz konusu değildi.
Sınıfa biri girince tüm gözler ona döndü. Hoca gelmişti.
Ama keşke gelmez olaydı bu hoca. Gelen Leyla Hocaydı ve ben bu hocayla hiç anlaşamıyordum. O benle anlaşıyordu ama ben onunla anlaşamıyordum.
Dersinde ne kadar şımarıklık yapıp sıfırlık öğrenci gibi davransam da bu dersim hep yüz oluyordu.
Resmi sevmediğimden ya da yapamadığımdan değil tamamen hocayla alakalı bir durumdu bu dersi sevmemem.
Asya gelen hocayı görür görmez kahkaha attı ve arkasına döndü.
“Geçmiş olsun Rüya.”
“Kes sesini zaten sinirim bozuldu.” Bora da bana onay verdi ve bana döndü.
“Evet benim de sinirim bozuldu. Hiç sevmedim ben bu hocayı.” Bora’ya dönüp
“Senin niye sinirin bozuldu?” dedim.
“Yakınlığımızı bozdu.” Deyip üstüne sırıtınca kolunu cimcikledim.
Çocukta tık yoktu. Sanırım biraz çelimsizdim.
Herkes ayağa kalktığında ben kalkmadım. Kalkarsam kesin beni görürdü.
Diğerleri oturunca resmen hoca beni görmesin diye sırayla ilişkiye girdim. Bora bana yaklaşıp kulağıma eğildi.
Kalbim bir an tekledi sandım. Sonra fısıltıyla konuşmaya başladı.
“İstersen seni bu dersten kaçırabilirim.” Sesi fısıldayınca bile güzeldi.
Allah’ım ben ne zamandır insanların seslerinin güzelliğine dikkat ediyorum.
“Çok sevinirim. Ama nasıl?”
“Peşimden gel.” Bunu dedikten sonra ayağa kalktı ve tuvalet için izin aldı.
Hoca izin verince bana göz kırptı ve dışarı çıktı. Aradan bir dakika ya geçti ya geçmedi ben de izin aldım.
Hoca başta hayır der gibi oldu ama sonra beni görünce izin verdi.
Dışarı çıktığımda Bora’yı görememiştim.
Koridorda ilerlemeye başladım. Tam köşeyi dönecektim ki bir el beni tuttu ve duvara yasladı.
Başta korkmuştum ama sonra Bora olduğunu görüp rahatladım.
“Sakin ol, benim.”
“Dünden sonra sakin olmamam normal bence.” Deyip olayları hatırlatınca gözleri boynuma indi.
Sonra tişörtü çekerek tişörtün kapattığı morluklar baktı.
“O şerefsizi öldüreceğim. Seviyesize bak nasıl morarmış?” Niye bu kadar takıyordu ki? Daha dün tanıştığı bir kız için değer miydi?
Umursamamaya çalıştım. Eminim benim yerimde başkası olsa gene aynı şeyi yapardı. Ben bunları düşünürken gülüşüm yavaş yavaş soldu.
“Ne oldu?”
“Bir şey olmadı.”
“Emin misin? Bir anda soldu gülüşün.”
“Ya eminim. Hadi kantine mi gideceğiz yoksa bahçeye mi?”
“Bence bahçeye gidelim hem biraz hava alırız.”
“Tamam o zaman istikamet bahçe.” Ellerini duvardan çekti ve benden uzaklaştı.
Bahçeye indiğimizde boş bir bank bulup oraya oturduk. Biraz dalgındım. Aklıma sürekli Bora’nın farklı oluşu geliyordu ve bu benim sinirimi bozuyordu.
Şu an yanımda Bora değil başkası oturuyor olsaydı asla rahat edemezdim.
Üstelik Bora’yı sadece bir gündür tanıyordum. Ama garip bir şekilde tanıdık birinden daha güvenilir geliyordu bana.
Bora dalgınlığımı anlamış olacak ki başka konular açtı.
“Şu hocayla olan meselenizi anlatacak mısın yoksa ben Asya’dan mı öğreneyim” Ani bir duygu değişimiyle konuşmaya başladım.
“Ya ne biliyim? Taktı bana. Her işini bana yaptırıyor. Hadi ondan geçtim ne kadar sıfırlık öğrenci gibi davransam da kadın bana hep tam not veriyor. Aşık oldu sanırım bana.”
“Aşık olunmayacak gibi misin?” bunu dalga geçer gibi söylediği için sadece güldüm.
“Bilmem sana sormalı.” Tam bir şey diyecekti ki Emir ve Asya yanımıza geldi.
Asya direk beni bankta Bora’ya doğru ittirdi ve yanıma oturdu.
Normalde ben dersten hiçbir şey demeden kaçsam Asya hemen anlayıp peşimden gelirdi. Ama bu sefer biraz geç olmuştu.
“Bu sefer geç kaldın. Ne oldu?”
“Ya ben sizin çıktığınızı sonradan anladım. Anladığım gibi Emir’i de aldım geldim.”
“Ne yapıyorsanız artık biraz geç kaldınız.” Bora gülerken ben Emir ve Asya’nın kötü bakışlarına maruz kalmıştım. Asya bakmakla yetinmeyip konuşmaya başladı.
“Rüya sabah yaptığını unutmadım. Kes sesini bence. Yoksa seni evden atarım.”
“Nasıl atacaksın acaba?”
“Geçen seferi hatırlatırım.” Hatırlayınca hemen somurttum. Bi keresinde onu sinir ettim diye gizlice çantamdan anahtarı almış eve gitmişti. Üstüne kapıyı açmasın diye Anıl’ı da tehdit etmişti benim sürtük arkadaşım.
“Cidden evden mi attın?” Bora’nın sorusuyla daha da somurttum. Yani dert değildi gidip otelde kalmıştım ama üstümü falan değiştirmeyip eve ertesi sabah gidebilmiştim.
“Evet.” Bora bana dönüp güldü.
“Allah aşkına ne yaptın da seni evden attı?” sorusuyla güldüm.
“O gün üşengeçlikten dediği hiçbir şeyi yapmamıştım tüm işleri ona yıkmıştım. Sonra müzik kursuna geç gitmesine neden olmuştum. Dahası en sevdiği elbisesinin üzerine vişne suyu dökmüştüm. Üstelik bunun bir tane kuşu vardı. Evin içinde cik cik cik bir susmadı ben de serbest bıraktım. E doğal olarak beni bir kafese tıksalar bende susmazdım. Hayır sen niye kuşu yaşam alanından uzaklaştırıp evde beslersin ki. Hadi kedi falan olsa neyse de kuş ne ya. Tabi doğal olarak Asya’da beni evden attı.” Bora inanamamışçasına bana bakıyordu.
“Bir günde mi oldu bunlar.” Kafamı aşağı yukarı salladım.
“Allah aşkına nasıl başardın? Asya’ya hak verdim yani. Ben olsam ben de evden atardım.” Bora bunu dedikten sonra Emir’de bu konu hakkında ki yorumunu yaptı.
“Senden korkmaya başladım Rüya.”
“Eyvallah.” Herkes güldü. Sonra Asya konuşmaya başladı.
“Ya siz onu bunu boş verin de bundan sonraki dersler ilk gün olduğu için işlenmeyecekmiş. Şu tenis işini erkene alalım diyoruz.” Bora onaylayınca ben de onaylayıp
“Tamam biz önce eve gidelim. Siz konum atarsınız. Biz oraya gelelim.”
“Tamamdır.” Erkeklerin de onayıyla zil çalınca sınıftan eşyalarımızı alıp eve geçtik. İyi mi boşuna geç kağıdı almıştım. Gerçi boşuna değildi ama neyse.
Eve geldiğimizde Anıl’ı görünce şoka girdim. Onun şu an okulda olması gerekiyordu burada değil, okulda.
“Senin ne işin var bu saatte burada?” Anıl beni görünce paniklemişti.
“Ablacım şimdi sakin ol anlatacağım.” Koltukta ki yastıkları Anıl’a fırlatarak
“Neyi anlatacaksın acaba neyi anlatacaksın? Okuldan nasıl kaçtığını mı? Ben seni okula diye gönderiyorum. Bir bakıyorum evdesin.” Dedim.
Anıl hem yastıklardan kaçmaya çalışıyordu hem de bana cevap vermeye uğraşıyordu.
“Ya abla ben sana daha demin sakin ol demedim mi ya?” Atacak yastık kalmayınca durdum ve ellerimi göğsümün altına doladım.
“Çabuk anlat yoksa anlatmana kalmaz seni toprağın altına gömerim.”
“Canım ablam benim, hiç öyle şeylere gerek yok anlatıyorum şimdi. Tam olarak şöyle oldu. Hani biz 9.sınıfız ya o yüzden tanışma faslı falan oldu ve dersler işlenmedi. Bunun üstüne öğleden sonra sınıfta sadece ben ve Yağız kalınca bizde eve geldik.”
Şu an Anıl’a yav he he der gibi bakıyordum. Anıl’ın bunu demesiyle giden sinirim koşa koşa geri gelmişti.
“Anıl yeme beni. Sizin okulunuz bir hafta önce başlamadı mı? Ne tanışması ne boş dersi? Niye yalan söylüyorsun bana? O saçlarını yolarım senin.”
Bunları derken yanına gitmiş kafasına bir tane geçirmiştim.
“Abla senden de bir şey kaçmıyor ya.”
“Tabi kaçmaz. Kaç yıllık ablanım ben senin? Seni tanıyorum. Yalan söylediğini duruşundan anlarım ben. Ha bu arada eve geliyorsun madem Niye bana haber vermiyorsun bu bir, bir daha bana yalan söylemiyorsun bu da iki. Şimdi hemen bana neden burada olduğunu doğru bir şekilde anlat.”
“Abla şu tanışma kısmı ve sınıfta iki kişi kalma işi yalan olabilir ama valla ders işlemedik. Bizde sıkıldık eve geldik.”
Gözlerinin içine baktığımda doğru söylediğini anladım.
Küçüklükten beri Anıl’ın her hareketi ezberimdeydi.
Mesela yalan söylediği zaman ellerini arkada birleştirir öyle konuşurdu. Korktuğu zaman parmaklarıyla oynar, heyecanlanınca dilini ve dudaklarını ısırırdı.
“Tamam. Hadi inandım. Sen dışarı falan mı çıkacaksın?”
“Aslında evet amacımız oydu.”
“Nereye gideceksiniz?”
“Bir yerde otururuz. Belki gezeriz ya da ne bileyim onun gibi şeyler.”
“Paran var mı?”
“Var ama istersen sende para verebilirsin yani hiç sıkıntı değil benim için.”
“Fikrimi değiştirmeden git Anıl.” Yanıma gelip yanaklarımdan öptü.
“Ablaların gülüşü.” Anıl bana hep böyle derdi. Ablaların gülü değil gülüşü derdi.
“Hadi Anıl hadi.” Hemen beni bıraktı ve kapıya doğru gitti.
“Görüşürüz.”
“Hadi yallah.” Güldü ve evden çıktı. Asya telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Her zaman biz Anıl’la kavgaya tutuştuğumuzda bir yere oturur telefonuyla ilgilenirdi.
“Asya hadi.”
“ Ha sizin kardeş atışmanız bitti mi? Ne ara? Bu seferki kısaydı.”
“Asya sen Ege abiden izin aldın mı?”
“Beni Allah kahretmesin Rüya! Ben onu unuttum.”
“Ben yukardayım.” Deyip merdivenlere yöneldim.
Odama gittim ve direk gardırobumu açtım. Ne giyeceğimi biliyordum zaten.
Siyah şortlu kumaş tulumumu giydikten sonra ayna karşısına geçtim ve saçımı at kuyruğu yaptım.
Sabah tercih etmediğim ama şu an rahat edebilmek için boynuma süreceğim vücut fondötenini aldım.
En son güneş gözlüğümü saçlarımın arasına geçirip ayakkabılarımı giydiğimde tamamdım.
Hazırlanınca aşağı indim ve Asya’yı beklemeye başladım.
Sıkıldığımı fark edince telefondan instagrama girdim. Birisi istek yollamıştı. Parmağım otomatik olarak reddetmeye gitti ama Bora olduğunu görünce kabul ettim. Yaklaşık on dakika sonra falan Bora’dan mesaj geldi.
Bora: Hazır mısınız?
Rüya: Ben hazırım Asya değil. Ya siz?
Bora: Biz direk sahaya geçtik, orda değiştirdik üstümüzü falan.
Rüya: Tamam. En fazla yarım saate ordayız.
Bora: Tamam o zaman yarım saate görüşürüz.
Aradan birkaç dakika geçtikten sonra Asya hazırlanıp aşağı indi. Arabaya bindik ve Emir’in attığı konumdan sahayı bulmaya çalıştık.
Yaklaşık yirmi dakikada sonra sahaya varmıştık. Onların olduğu yere geldiğimizde Emir ve Bora maç yapıyorlardı.
Bora’nın üstünde kalın askılı bol bir tişört, altında ise şort vardı. Dışarıdan bakıldığı zaman herkesin dönüp bir daha bakacağı bir tipi vardı.
Emir’de aynı şekilde ama nedenini bilmediğim bir sebepten Bora gözüme daha çekici geliyordu.
“Sence kim kazanacak?” Asya’nın sesiyle ona döndüm ve bir an boş bulunarak
“Ne?” dedim.
“Maçı diyorum. Sence kim kazanacak?” Önce Emir’e sonra Bora’ya baktım. Bora diyen kalbime inat Emir dedim.
“Emir.” Asya tam tersini söyledi.
“Bora kazanacak.” Asya aklıyla konuşuyordu. Bense kalbimle inatlaşıyordum.
“İddiaya girelim mi?” Asya hep böyleydi. Hayatın gerçeklerini oyuna çevirirdi. O olmasaydı ben, bende kalmış bir tutam neşemi de hayatta tutamazdım.
“Tamam. Nesine?”
“Eğer ben kazanırsam sen dansa geri döneceksin.” Asya’nın dediğiyle bir an duraksadım.
Aklımın ücra köşelerinde kaybolmaya yüz tutan tüm anılar yeniden canlandı zihnimde. Dansa olan özlemim arttı. Kalbim bu ihtimale karşı yeniden hızını arttırıp ‘ben buradayım’ diye bağırmaya başladı. İçimdeki çocuk heyecanlandı ve ruhum uzun zamandır tatmadığı geçmişten kalan mutluluk kırıntılarını hissetti. En kötüsü de dans ederken hissetmediğim yalnızlık hissi yeniden kaybolmak istedi.