?16.BÖLÜM: TEHLİKELİ OYUNLAR

2919 Words
Sersem, kafası karışmış ve yorgun bir halde eve geri girdiğimde Molly nereden bulduğunu bile bilmediğim plastik bir maketin üzerinde yeni bir elbise tasarlıyordu. Çiçekli elbisenin düşük omuzlarını küçük iğnelerle sabitlerken tamamen yaptığı işe odaklanmıştı. Bakışlarım bir ara orta sehpanın üzerinde duran dört adet kahve bardağına takıldı, hepsi de son damlasına kadar bitmişti. Damarlarında kan yerine kafeinin dolaştığından kesinlikle emin olduğum arkadaşımın dikkatini üzerime çekebilmek için yalandan neşeli bir sesle "Vay canına. Güzel görünüyor." dedim, bir yandan da saçlarımı plastik bir tokayla at kuyruğu yapıyordum... "Teşekkür ederim. Bunun için gerçekten çok çabalıyorum. Şimdiden dört bardak kahve içtim, ki bu hiç sağlıklı bir şey değil." Molly yorgun gözlerle bana baktığında ben de aynı yorgun gözlerle oturma odasında bakışlarımı gezdiriyordum. Olivia'nın nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, zaten nadiren nereye gittiğini söylerdi. "Sen nerelerdeydin?" diye sordu Molly. "Bu saatte genelde dışarıda olmazsın, kendini odaya kapatıp ders çalışırsın." "Hiç. Sadece hava almak istedim. Evde bunaldım da." "Eee? Şimdi daha iyi misin?" "Evet," diye yanıt verirken kendimi zorladım ve cansız bir biçimde gülümsedim. "Çok daha iyiyim... Yine de gidip biraz ders çalışmam gerekiyor. Sana kolay gelsin, elbisen şimdiden muhteşem görünüyor." "Sen de biraz kahve ister misin?" "Ah, hayır. Teklif için teşekkür ederim ama bu gece rahat bir uyku uyumak istiyorum. O yüzden kahveden uzak durmalıyım." Yatak odama geçip kapıyı arkamdan kapatırken ve derin bir nefes alırken ders çalışmak gibi bir niyetimin olmadığını biliyordum. Sadece basit bir yalandı, o kadar. Bu durumdayken ders çalışamazdım ki. En rahat pijamalarımı giyip çalışma masamın sandalyesine otururken parmaklarımı esnetip kıtlattım. Ardından da bilgisayarımı açtım ve içine düştüğüm bu pislikte bana yardım edebilecek her şeyi araştırmaya başladım. O an için elimden gelen tek şey buydu. Muhtemelen de her zaman elimden gelen tek şey bu olacaktı. Ne dövüşmeyi ne de silah kullanmayı biliyordum. Kodlar ve internet becerilerimi gösterebildiğim tek alandı. Olivia, odamın kapısını çalıp içeri girdiğinde ne kadar zamandır orada öylece oturup bilgisayar ekranına baktığımdan habersizdim ama gözlerim ağrımaya başladığına göre üç saate yakın olmalıydı. Oturduğum yerde doğrulduğumda belime ve sırtıma saplanan sancılar yüzünden suratımı buruşturarak inledim. Olivia sinirli bir şekilde homurdanmaya başladığında bir an için bedenimdeki ağrıları unuttum ve başımı çevirip ona anlamayan gözlerle baktım. Ne hakkında söylendiğini anlamak için önce ne dediğine odaklanmam gerekiyordu. Bunu yaptığımda aslında ne kadar önemsiz bir şeyden bahsettiğini anladım. Neredeyse gülecektim çünkü erkek arkadaşı hakkında konuşuyordu, daha doğrusu eski erkek arkadaşı... Ayrılmışlardı. Tam Olivia'ya neden bu saatte odama gelip eski erkek arkadaşı hakkında bana söylendiğini soracaktım ki, ben sormadan cevabımı verdi. "Hey, sen bilgisayar mühendisliği okuyordun değil mi? Acaba o pisliğin hesaplarını çalabilir misin diye sormak istiyordum. Galiba beni aldatıyor ve ben de ufak bir intikam almak istiyorum." Şaşkın bir yüz ifadesiyle bilgisayarımın ekranını göremeyeceği bir şekilde eğdim. Bunun kişisel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olduğunu biliyordum ama burada hayatım söz konusuydu. Bu yüzden belki bir şeyler bulurum umuduyla babamın sosyal medya hesaplarını hackleyip mesajlarını okuyordum. Şimdiye kadar ilginç bir şey yoktu. Ya mesajları silmişti ya da her kim için çalışıyorsa onunla konuşmak için kendi adına kayıtlı olmayan bir hat kullanıyordu. "Erkek arkadaşım pisliğin teki olduğu için üzgünüm ama bilgisayar mühendisleri böyle işler yapmıyorlar, Olivia." Açık olmak gerekirse, şu an bununla uğraşmak istemiyordum. Olivia, onu geri çevirmem karşısında oldukça abartılı bulduğum bir şekilde ellerini havaya kaldırarak "Ama sen bölüm birincisisin!" diye isyan ettiğinde başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Evet ama bu insanların hesabını hackleyebildiğim anlamına gelmiyor. Üniversitede böyle şeyler öğretilmiyor. Hem bu yasa dışı, bunu biliyorsun, değil mi? Niye sadece... Bilirsin, hayatına kaldığın yerden devam etmiyorsun. En iyi intikam hiç umursamamaktır." "Şey..." Kelimenin ortasını özellikle uzatırken alaycı bir şekilde gözlerini devirdi. Bu kadar öfkeli olmasaydı şirin olduğunu bile düşünebilirdim. "Bu klişe tavsiye için çok teşekkür ederim ama odama gidip şerefsizin tekine küfürler ederek biraz sinir krizi geçireceğim." "Evet, bu da işe yarar." Arkadaşım asık bir suratla odamdan ayrıldığında ona yardım etmediğim için bir parçam bana kızgındı çünkü istediği şeyi pekâlâ yapabilirdim. Kabul ediyorum, kendisini aldatan erkek arkadaşının sosyal medya hesabını el koymak çocukça bir arzuydu ama kesinlikle keyfini yerine getirirdi. Belki daha sonra ona şeker ve çikolata dolu bir sepet alırdım. Bilgisayarımın ekranını geri düzeltirken endişelenmem gereken şeyin arkadaşımın erkek arkadaşı olmadığını biliyordum. Babamın en son paylaştığı resme bakarken nasıl oluyor da arkasında sanal hiçbir iz bırakmadan böyle karanlık işlere ortak olduğunu merak ettim. Mesajlarının hepsi normal, işkolik bir insanın mesaj kutusundan farksızdı. İlgimi çeken tek şey Agatha adındaki o kadına dair hiçbir iz bulamamamdı. Ne fotoğraf, ne de bir mesaj ne de bir etiket... Agatha. Merakla arama tuşuna Agatha yazdım ama daha harfleri girerken bile bunun ne kadar anlamsız olduğunu biliyordum. Dünyada kaç tane Agatha vardı, kim bilir. Tabii kadının gerçek adı buysa. Popüler aramaların çok az bir kısmı ünlülerden, fenomenlerden ve onlar adına açılmış fan hesaplarından oluşmasına rağmen o kadına benzeyen bir kişi bile bulamadım. Yavaş yavaş öfkelendiğimi hissedebiliyordum. Lanet olası kadın ot gibi yerden bitmemişti ya! Mutlaka internette bir yerde olmalıydı... Ama yoktu işte. Bir süre sonra emin oldum. O kadının adı her şey olabilirdi; Clara, Marie, Rose, Evala... Ama kesinlikle Agatha değildi. Bana yalan söylemişti. 🔸🔸🔸 Düzgün bir şekilde uyumak yerine tüm gece boyunca babam hakkında araştırma yapıp durduktan sonra ertesi gün gözlerimin ağrıyor olması beni pek şaşırtmadı. Banyoda yüzümü yıkarken gözlerimin sadece ağrımadığını, aynı zamanda da şiş olduğunu ve yorgun baktığını fark ettim. Kahretsin. Dün gece ayakta olduğum her halimden belli oluyordu. Saçlarımı tarayıp göz altlarıma da biraz kapatıcı sürdüğümde çok daha iyi görünüyordum. Hiç değilse az önceki kadar yorgun görünmüyordum. Telefonumu kontrol edip herhangi bir kimseden, özellikle de Zack'ten bir arama olmadığını görünce suratıma astım. Bu çok saçmaydı ve gittikçe daha da saçmalaşıyordu çünkü neden ondan bir arama beklediğimi bile bilmiyordum. Zack'den daha çok kendime karşı hissettiğim bir öfkeyle söylenirken telefonumu kapatıp üstünde civciv desenleri olan pijamamın cebine soktum. Yüzüme bir maske geçirip mutfak kısmına geçtiğimde salatasını yiyen Molly'nin halinin de benden pek farklı olmadığını görmek beni biraz rahatlattı. Üzerinde çalıştığı elbise onu tüm gece boyunca oyalamış olmalı ki, her an ayakta uyuyakalacakmış gibi görünüyordu. "Günaydın!" diyerek yanındaki sandalyeyi gürültülü bir şekilde çektiğimde, Molly esnemesini parmaklarıyla kapatıyordu. "Günaydın, Rachel. Bugün benimle birkaç belge almaya rektörlük binasına gelir misin? Aslında Olivia'ya soracaktım ama evde yok." "Eşlik etmek isterdim Molly ama bugün hiç dersim yok. Yani, evden çıkmayı bile düşünmüyorum. Bilirsin, tüm gün evde takılıp netflix izleyeceğim." "Kulağa harika bir planmış gibi geliyor. Keşke ben de sana eşlik edebilseydim." Bir kere daha esnedi, ardından da yorgunluğunu belli edecek kadar yüksek bir sesle iç geçirdi. Oldukça tatlı bir şekilde "Aslında tek istediğim birazcık daha uyumak." diye yakındığında ona nazik bir biçimde gülümsedim çünkü benim de tek istediğim buydu... "Dersi ekemez misin?" diye sordum şansımı deneyerek. "O zaman istediğin kadar uyuyabilirsin." Bunu teklif etmiştim çünkü evden çıkmamamın tek sebebi dışarıda takılmanın çok tehlikeli olduğunu düşünüyor olmandı. Ne olursa olsun, tek takıma fikri çok sıkıcıydı. Bir arkadaşa hayır demezdim. Özellikle de Molly'ye. "Çok isterdim ama bugün dönem ödevimi teslim etmem gerekiyor. Yüz kişilik bir sınıfın önünde sunum yapma fikri berbat. Sen benim yerime de eğlen, olur mu?" İç geçirdim, çatalımın ucunu sinir bozacak kadar düzgün bir şekilde doğranmış olan bir salatalığa bastırırken "Tamam, denerim." dedim. Yapabileceğim en eğlenceli şey bir sürü abur cuburla TV'nin karşısındaki koltuğa gömülüp güzel bir dizi izlemekti. Bir daha düşününce, bu kulağa o kadar da kötü gelmiyordu. İzleme listemde bitirilmeyi bekleyen bir sürü dizi ve film vardı. Böylece dikkatimi biraz sıradan ve tehlikeli olmayan şeylere verebilirdim... Molly bana yağmurun altında kalmış yavru bir kedi gibi baktığında bakışlarımı yeniden ondan tarafa döndürdüm. Neşeli bir şekilde kıkırdayarak kaşlarını kaldırdı, ben de kaşlarımı çattım ve "Ne?" dedim, ifadesinden pek bir şey anlamayarak. "Neden öyle bakıyorsun bana?" "Sana sormak istediğim bir şey var." "Sorsana o zaman." Sadece sormak yerine niye böyle garip, anlaşılmaz bir tepki verdiğini anlayamamıştım. "Zack denen şu herif... Ondan gerçekten hoşlanıyor musun?" Ah, diye düşündüm. Şimdi az önceki tepkisinin nedenini anlamıştım işte. Konu erkek arkadaşımdı. Daha doğrusu, sahte erkek arkadaşım. Zack. "Elbette hoşlanıyorum." dedim ikinci kez bile düşünmeden. "Yoksa neden onunla çıkayım?" Molly, Zack'i erkek arkadaşım olarak bildiği için bu yalanı söylemek zorundaydım. Aksi çok garip olurdu çünkü çok romantik bir kişiliğim olmasa da birinden hoşlanmadığım sürece onunla çıkacak bir değilim ben. "Sevindim." dedi Molly, rahatlayarak. "Çünkü sen daha önce hiç..." Molly'nin konuşmasını kesen şey yüksek sesle çalan telefonuydu. Homurdanarak aramaya baktı ve bana eliyle bir dakika işareti yaparak telefonunu kulağına götürdü. Arayan her kimse, ona gerçekten minnettardım çünkü beni korkunç bir konuşmadan kurtarmıştı. Zack gerçekten erkek arkadaşım olmadığı için yanlışlıkla söyleyeceğim en ufak bir şey bile arkadaşımın onun benim gerçekten erkek arkadaşım olmadığını anlamasını sağlardı. Eh, Bu da bir felaket olurdu. Molly'nin konuşması öyle uzun sürdü ki bittiği zaman bana Zack hakkında soru soracak vakti bile kalmamıştı. Hızlıca benimle vedalaşarak eşyalarını çantasının içine tıkıştırıp evden çıktı. Tamamen yalnız kalınca normalde yalnızlıktan rahatsız olan biri olmamama rağmen kendime biraz huzursuz hissettim. Sanırım olanlar yüzünden artık tek başıma olmak beni korkutuyordu. Biraz düşündükten sonra dikkatimi dağıtmak istediğim için beni oyalayacak şeylerle uğraştım. Etrafı topladım, kek pişirdim, yüzüme maske yaptım ve maskenin kurumasını beklerken TV'den rastgele bir dizi açtım. Tamamen benim şansıma, dizi büyük bir suç örgütünü çökertmek isteyen emekli olmuş bir FBI ajanı hakkındaydı. Suratımı buruşturarak başka bir dizi açtım ve neyse ki bu sefer seçtiğim şey Kraliçe Klopetra'nın hayatını anlatan dört bölümlük bir belgeseldi. İçinde illegal bir suç örgütü ya da ajanlar olmadığı sürece benim için her şey izlenebilir bir şeydi. Hem doğru düzgün bir belgeseli izlemeyeli uzun zaman olmuştu. Bir ara verip yüzümdeki maskeyi çıkardıktan sonra Kraliçe Kleopatra'nın Sezar ile karşılaştığı sahneye geldiğimde kendimi hiç beklemediğim kadar izlediğim şeye kaptırmıştım. Aslında tarihle pek ilgilenen biri değildim, sayısal bir zekam olduğu için tarih dersinde sürekli uyurdum ama izlediğim belgesel canlandırma bir dizi şeklinde olduğu için bir diziden farksızdı. Tam da o sırada koridordan, dış kapının hemen ardından bir ses geldi. Hızla yerimden doğruldum ve kaşlarımı çatarak sesin geldiği yöne bakarken tüm sakinliğimin uçup gittiğini hissettim. Bir tarafım sanki hiç duymamış gibi yapmak istese de diğer tarafım en azından gidip bir kontrol etmem gerektiğini söylüyordu. İki tarafı da memnun etmek istediğim için yanıma Olivia'nın eski erkek arkadaşına ait olan beyzbol sopasını aldım. Sobayı parmaklarımın arasında sıkı sıkı tutarken sesin kaynağının muhtemelen bir kedi ya da üst komşulardan biri olduğunu düşündüm... Yine de tedbir almakta fayda vardı, değil mi? Ses çıkarmamak için ayak uçlarında ilerleyip dış kapıyı açarken ruhuma cesaret versin diye derin bir nefes alıp soluksuzluktan sızlayan ciğerlerimi havayla doldurdum. Bunu yapabilirdim. Neden yapamayacaktım ki? Daha önce kimseye zarar vermeye niyetlenmemiştim -O gün olanları saymazsak tabii- ama eğer bir durum olursa kendimi korumak için bu sobayı birinin kafasına geçirmekten çekinmezdim. Eğer tamamen sıradan biriyse de ona onu hırsız sandığımı söyleyerek içine düştüğüm bu garip durumdan kurtulurdum. Bu düşüncelerin etkisiyle beyzbol sopasını daha da sıkı tutmaya başladım. Koridorun ışıkları yanmıyordu, ki arada sırada böyle arıza yaptığı olurdu. Genelde birkaç saniye içinde gelirlerdi. Kendi kendime "Ah, hayır." diye söylenerek bakışlarımı yukarı kaldırdığımda hemen önümde uzun boylu bir gölgenin dikildiğini gördüm. Bana oldukça tehditkâr gelen bölgeye dair seçebildiğim tek şey bir erkeğe ait olmasıydı. Evimin hemen önündeydi ve bana çok yakındı. Panikledim, endişelendim ve korktum. Bedenim mantığımdan önce hareket edince düşünmeden elimdeki sopayı gölgeye doğru savurdum. Gölge, sopanın ucunu başına çarpmadan önce parmaklarıyla yakaladı. Kol ve omuz kasları gerilirken bana bir adım yaklaştı. Alaycı, hoş ve kesinlikle tanıdık bir sesle "Misafirperverliğin için teşekkürler, Rachel." diyerek sopayı çekti ve elimden kayıp giden sopa duvara çarparak yere düştü... Paniğin, endişenin ve korkunun yerini şaşkınlık aldı. Zack, diye geçirdim içimden. Sonunda düzgün bir şekilde çalışmaya başlayan ışıklar titreşerek ortalığı aydınlattı ve bir saniye sonra o kehribar rengi gözlerin bana baktığını gördüm. Bir adım geri çekildim ve başımı şaşkın şaşkın iki yana salladım. Sonra da hafif bir sesle güldüm ama gülmemin tek sebebi sinirlerimin yıpranmış olmasıydı. Kahrolası herif ödümü koparmıştı ama daha da önemlisi burada ne yapıyordu? Bilerek beni korkutmaya mı çalışıyordu? Eğer öyleyse bunu çok iyi başarmıştı. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim ve meraklı bir ifadeyle "Bu sabah ziyaretin ne borçluyum?" diye sordum. Aklıma gelen ilk soru buydu. Bir tek tek mantıklı soru. "Kontrole gelip işlerin yolunda olup olmadığına bakmak istedim." "Bir de sinirimi tepeme çıkarman gerekiyordu herhalde. Aşırı dramatik davranmak istemiyorum ama kafana göre evime gelmeyi ne zaman bırakırsın?" Daha da ikna edici görünmek istediğim için kollarımı göğsümün üstünde kavuşturup kararlı bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım. Zack dediklerimi biraz olsun bile umursamadan "Aksanın çok tatlı." dedi bir anda. Şaşkınlıktan diyecek bir kelime bulamadım. "Bunu daha önce söylemiş miydim? Hafif ama dikkatli dinleyince Fransız asıllı olduğun anlaşılıyor." Fransız aksanımın bu kadar hafif olmasının tek sebebi İngilizceyi çok küçük yaştan itibaren, annemin eski bir arkadaşı olan İngiliz asıllı bir kadından öğrenmiş olmamdı. Çoğu zaman belli bile olmuyordu ama belli ki karşındaki adam buna dikkat etmişti. Zack'e şüpheyle baktım. Dikkatimi dağıtmaya mı çalışıyordu yoksa sadece sohbet mi etmek istiyordu anlayamıyordum ama aynısını ben de yapabilirdim. "Sosyal medya hesabın yok." dedim soru sorar gibi. Dün gece araştırdığım tek kişi babam değildi. "Sapıklık yapmaya mı başladın?" "Zack!" dedim uyarırcasına. Bunu yapmamın sebebinin sapıklık olmadığını çok iyi biliyordu ama yine de böyle konuşuyordu işte... "Kullanmıyorum." dedi omuzlarını silkerek. "Neden?" "Gerçek hayat daha çekici." Bu çok ama çok şüpheli bir cevaptı. Yine de ne düşündüğümü dile getirmedim. Bir şey söylemek istemiyorsa üstüne gitmemin ona bunu söyleteceğini sanmıyordum. Hem sosyal medya kullanmaması mesleğinin ne olduğunu düşününce o kadar da garip bir şey sayılmazdı. Fazla düşünmekten başıma saplanan ağrıları dindirmek için şakaklarıma daireler çizmeye başladığımda, parmak uçlarımın hafif baskısı biraz olsun rahatlatıcı geldi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Gidip ağrı kesici almam gerektiğini düşünürken Zack'in sesi beni gerçekliğe geri çekti. "Gecen zor mu geçti?" derken sıkıntıyla kaplı olan yüz hatlarımı süzüyordu. "Neden bunu soruyorsun?" "Biraz yorgun görünüyorsun." "Öyleyim çünkü. Pek uyuyamadım da." Gece boyunca zihnimde dolanan düşünceler hâlâ peşimdeydi. Bazen her şeyi unutuyor gibi olsam da bir türlü huzur bulamıyordum. "O not yüzünden mi?" diye sordu Zack, sesi biraz sertleşmişti ve yüzünde ise anlamakta zorlandığı bir karışıklık vardı. Bunu düşünmek için duraksadım, sonra da uyuyamamamın bir kısmının nedeni gerçekten bu olduğu için "Evet." diye yanıt verdim. "Bunun hakkında endişelenme." Biraz fazla yüksek bir sesle "Ne?" dedim şaşkın şaşkın. Hislerimi kontrol edemediğim için, konuşmayı sürdürürken sesimin tonu isteğim dışında yükseldi. "Nasıl endişelenmememi beklersin? O adam dalga geçer gibi evime çiçek göndermiş. Ah, bir de tehdit mesajı." O kadar endişeliydim ki, içimde içinden çıkamayacağım bir labirente hapsolmuş gibiydim. Zack'in sakinliği ise beni gerçekten şaşırtıyordu. Ne olursa olsun duruşunu koruyor ve yüzündeki ifadeyi kontrol altında tutuyordu ama tabii hayatı tehlikede olan O değildi. Öte yandan, o kadar kontrollüydü ki iç dünyasında neler olup bittiğini merak etmemek imkansızdı. "Bunu halledeceğim, Rachel. Biraz sakin olur musun lütfen? Panik atak geçiriyor gibisin." Ciddi ciddi içimden küfretmek geliyordu ama sonra bundan vazgeçtim. Hoş olmazdı çünkü. Yana uzanıp tırabzanların soğuk metaline sıkıca tutunarak, derin ve sakinleştirici bir nefes çektim. Nefesimi yavaşça verirken göğsümdeki huzursuzluğun yerini bir dinginlik aldı. Çok daha kabul edilebilir bir sesle "Tamam, sakinim." dediğimde Zack yüzünde belirsiz bir ifadeyle bana baktı. Bir an için ses çıkarmadan öylece durdu, sonra hafifçe başını salladı. "Aslında Rachel, bir çözüm bulduğumu söylemek için buraya geldim." Birdenbire tüm vücudum gerildi. Bir çözüm, ha? Merak ve endişe bir aradaydı ve ifadem de bunu belli ediyordu. "Ne? Ne çözümü? Ah, hayır. Evime kamera falan yerleştirmedin, değil mi?" Ben bunu söyleyince Zack ondan beklemediğim, en azından o an için beklemediğim bir sertlikle bana bir bakış attı. Kaşlarını hafifçe çatarak "Öyle bir şey yapsaydım bundan zaten haberin olurdu." diye açıkladığında, bunu iyice anlamamı ister gibi berrak bir sesle konuşuyordu. "Bunu kaç kez tekrar etmem gerekiyor? Ben sapık değilim. Odana izinsiz girmem, kamera falan da yerleştirmem. Sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin farkındayım." diye devam ettiğinde utancın yüzüme tırmandığını, yanaklarımı kızarttığını hissettim. Bedenim benden önce tepki verdi. Gözlerim Zack'in bakışlarından kaçarak koridorun köşesine sığındı ancak kaçamak bakışlarım olayın izlerini silmeye yetmezdi. "Özür dilerim. Ben sadece..." Mantığa sığacak bir açıklama düşünürken yüzümün geri kalanı tepkisiz kalsa da dudaklarım gerildi. "Cidden gerginim. Doğru düzgün düşünemiyorum, anlıyor musun?Peki, bu durum hakkında ne düşünüyordun?" "Taşınmama yardım etmen gerektiğini düşünüyorum." "Taşınmana mı..." Başımı biraz yana eğdim. Bunu o ana kadar fark etmemiş olmam gülünçtü ama oturduğum dairenin hemen karşısında bulunan diğer dairenin kapısı sonuna kadar açıktı. Birkaç valiz ve üst üste yığılmış karton kutular kapının girişinde duruyordu. Bugün kendimi biraz aptal hissediyordum. Olayı anlamam için aradan birkaç dakikanın geçmesi gerekti. Birden yandaki dairenin birkaç aydır boş olduğunu hatırladım. Önceki kiracılar iş başka bir yere taşınan evli bir çiftti. Şaşkınlıkla irileşen gözlerimi Zack'e geri çevirirken surat ifademi kontrol edemiyordum. "Sen... Yan daireme mi taşınıyorsun?" diye sordum sanki bunu anlamamış gibi. "Ama bu ev senin için biraz küçük değil mi? Yani, kaldığın diğer evi düşününce..." Teröristleri durdurmanın ne kadar para ettiğini bilmiyordum ama Zack'in daha önceki evini düşününce epey bir para ettiği kesindi. Bu yüzden onu sıradan bir dairede kalırken düşünmek bana garip geliyordu. "Ya sen bana taşınacaktın ya da ben buraya. Sanırım ilk seçeneği asla kabul etmezsin." Tepki vermek istemesem de kaşlarım otomatik bir şekilde çatıldı. Zack gözlerine yansıyan ukala bir ifadeyle tırabzanlara yaslandı. Boyu öyle uzundu ki bana bakmak için başını eğmek zorunda kalmıştı. "Evet, ben de öyle düşünmüştüm. O yüzden bu daireyi kiraladım." Yani, sahte erkek arkadaşımdan sonra bir de komşum olmuştu. Babamdan gelen E-posta yüzünden Zack'e hâlâ tam olarak güvenemiyor olsam da sadece birkaç adım ötemde olacağını bilmek garip bir şekilde beni rahatlatmıştı. Elbette Olivia ve Molly bu taşınma işinin biraz 'fazla' olduğunu düşüneceklerdi ama hayatım söz konusu olduğunda bu göze alabileceğim bir tepkiydi. Zack hâlâ bana bakıyor, bir tepki vermemi bekliyordu. Şaşkınlık dışındaki tüm duygularım uyuştuğu için ona istediğini vermem biraz sürdü. Hafif bir tebessümle başımı yavaşça iki yana salladım. "Tamam, taşınmana yardım edeyim." diyerek kollarımı kavuşturup duvar boyası kokan daireye girdim. Hayır, bu doğru olmadı. Doğrusu, 'Zack'in dairesine girdim.' olacaktı. Ne de olsa burası onun eviydi artık, değil mi? Bugün bilgiyi sindirirken gözlerimi bir anlığına kapattım. Ah, gerçekten de komşu olmuştuk.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD