?18.BÖLÜM: YALANLAR VE GERÇEKLER

2771 Words
Parktaki salıncaklardan birinde sallanırken, dalgın bir şekilde Zack'in bana aldığı telefonu parmaklarımın arasında çevirip duruyordum. Önümdeki taş patikadan evcil hayvanlarını gezmeye çıkarmış insanlar, çocuklar, tatlı çiftler ve sabah koşusu için erkenden uyanmış olan gençler geçiyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama gözüme bir gram bile uyku girmediği için evden çıktığımı düşünürsek herhalde sabahın epey erken bir saatiydi. Havada gece ara ara atıştıran yağmurun kokusu vardı. Güzel ve dinlendirici bir kokuydu bu. Resmen tadını alabiliyordum. Ne yazık ki bu anın keyfini çıkaramayacak kadar gergin ve karamsar bir ruh halindeydim. Stresten, gerginlikten ya da fazla düşünmekten ölünebilseydi kesinlikle o an ölürdüm. Belki de bu yüzden yalnız kalmak istememiş ve yapabileceğim en aptalca şeyi yaparak komşuma çok ama çok aptalca bir mesaj göndermiştim. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Bu çok aptalcaydı. Sorumsuzca, çocukça ve mantıksızcaydı. Mesajı silmeyi bile düşünmüştüm ama gönderi çoktan karşı tarafa ulaşmıştı bile. Yani pişmanlık hissetmek için artık çok geçti. O yüzden kaderime boyun bükmekten başka çarem yoktu. Gerginliğimin sebebi babam mıydı yoksa Zack miydi emin olamasam da bir an önce sakinleşmezsem eğer günün sonunda kafayı yiyeceğimden emindim. Gözlerimi gülüşerek ve şakalaşarak kaykay kullanan iki küçük kız çocuğuna dikerken derin bir nefes aldım. Düşüncelerim yatışır gibi olduğunda çocukların şirinliğine biraz olsun gülümseyebildim. Bazen sadece yeniden çocuk olabilmeyi diliyordum. Çocukken her şey daha basitti, daha masumdu. Büyürken çoğu şeyi yitiriyorduk. Alnımı salıncağın kalın zincirine yaslarken yüksek sesle iç geçirdim. Çocuklar gülüşerek yanımdan uzaklaştılar. Onların arkasından bakarken annemi aramam gerektiğini düşündüm. Sadece sesini duymak istediğim ya da ona ihtiyacım olduğu için değil, iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Eskiden de onu sık sık arardım ama son olanlardan sonra bu aramalarım iki katına çıkmıştı. Neden aradığımı bilip bilmediğini bilmesem de annem bu durumdan memnun gözüküyordu. Bu düşünceyle telefonun güç düğmesine basarken ekranıma bir sürü aramanın düştüğünü gördüm. Hepsi de malum kişidendi. Kahretsin. Telefonu ne ara sessize almıştım ben? Bu iyi değildi. Bu hiç iyi değildi. Özellikle ona attığım o mesajdan sonra... Bu çok daha acil bir durum olduğu için annemi tamamen boş verip Zack'e odaklandım. Hemen aramalara girip onun numarasını tuşlarken, ki bunu yaparken oldukça paniklemiş bir hâldeydim, yeteri kadar hızlı davranamadığımı fark ettim. Fark ettim çünkü bir çift el güçlü parmaklarıyla omuzlarımı yakalayarak beni oturduğum salıncaktan çekip kaldırdı. Kim olduğunu bilmek için başımı kaldırıp bakmama gerek bile yoktu; Zack. Onun tanıdık kokusu burnuma dolarken gözlerimi kaldırıp yüzüne bakmaya cesaret ettiğimde bir çift güzel, kehribar rengi gözle karşılaştım. Tüm kaslarımın gerilediğini hissedebiliyordum ama Zack öfkeli görünmüyordu. Aksine, endişeli bile görünüyordu. Bir de korumacı. Aşırı korumacı. Kaskatı kesilmiş olan geniş omuzları her an kavgaya dahil olmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Özür dilemem ve bir açıklama yapmam gerektiğini biliyordum ama bu kadar hızlı bir şekilde yanıma geldiği için o şaşırmıştım ki doğru düzgün konuşamıyordum. Zack'e sadece beş dakika önce mesaj atmıştım. Belki o kadar bile değildir. Etkileyici, diye düşündüm istemeden. "İyi misin? Ne oldu? Neden öyle mesaj attın?" Tamam. Kesinlikle Zack'e o mesajı atmamam gerekiyordu. Bazen harekete geçmeden önce düşünmeyi öğrenmem gerekiyordu. "İyiyim... İyiyim ben." diye yanıt verdim, harfler dudaklarımın arasından resmen zar zor çıkarken. Biraz toparlar gibi olduğumda aceleyle konuşmaya devam ettim. "Endişelenme, lütfen. Sadece biraz yalnız hissettim kendimi. O yüzden yazdım." Tam olarak ne yazdığımı hatırlayınca kafamı deve kuşları gibi kuma gömmek istedim. 'Sana ihtiyacım var. Bu önemli.' Bu her yöne çekilebilecek bir mesajdı, özellikle de içinde bulunduğum bu durum düşünülünce... Ah, ne diye böyle bir mesaj atmıştım ki ben? Bunu itiraf etmek için ne kadar geç kaldığımı fark etmiştim elbette ama biraz daha geciktirirsem durum cidden kontrolümden çıkacaktı. O yüzden olabilecek en hızlı şekilde söylemiştim. Söylerken de ne kadar çocukça bir şey yaptığımın farkına varmıştım. Yanaklarım gitgide daha da ısınırken Zack'in yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi ve parmakları omuzlarımı hafif bir şekilde sıktı. Dokunuşu daha da gerilmemi sağlarken ufak bir nefes almak için dudaklarımı hafifçe araladım. Zack'in sonraki tepkisi ise daha da gerilmeme neden oldu çünkü kaşlarını çatmıştı. Anlamaz biri surat ifadesi ile bakışlarını suratımda gezdirirken yavaşça yutkundum. Parmaklarını omuzlarından hızlıca çekti ve başını iki yana sallayarak benden birkaç adım uzaklaşmak için geriledi. Gözlerindeki ifade değişmişti, şimdi ani bir öfkeyle doluydu. Pek de haksız sayılmazdı hani, resmen onu buraya getirmek için yalan atmıştım. "Buraya gelmem için yalan mı söyledin?" "Sadece sana ihtiyacım var, dedim." Zack kendini düşünmek adına bir saniye vermek için bakışlarını uzaktaki bir gölete dikerken ben de onu süzmek çin bakışlarımı indirdim. Üzerinde sadece düz, koyu renklerden oluşan spor bir takım vardı. Saçları da yataktan yeni kalkmış gibi dağınıktı. Ona baktıkça buraya gelmek için ne kadar acele ettiğini anlayabiliyordum. Zack, bana geri bakarken alçak sesle güldü. "Ne?" dedim, gülüşüne eşlik ederek ama benim gülüşüm onun gülüşü gibi alaycı değil, gergindi. Neden güldüğünü anlamamıştım. Dürüst olmak gerekirse ona yalan attığım için bana gerçekten çok kızacağını düşünmüştüm. "Hiç, sadece..." Beni kısaca süzdü. "Teröristlerle uğraşmayı özledim." Pekâlâ. Buna cidden ne diyeceğimi bilemiyordum. O yüzden en iyisi hiçbir şey dememekti. Sessiz kalmak sorularımı yanıtlamıyor olsa da en azından daha fazla sorun da çıkarmıyordu. Düşüncelerimi doğru düzgün bir şekilde bir araya getirip değerlendirmek için kendimi birkaç saniye vererek son derece sakin bir surat ifadesi ile başımı iki yana salladım. Nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim olmasa da bir şekilde ortamdaki gerginliği azaltmam gerekiyordu. Gülümsedim, muhtemelen yapar bir tebessümden ibaretti. Sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi "Biraz yürüyelim mi?" diye sorduğumda Zack inanmaz bir halde kaşlarını hafifçe kaldırdı. Gülümsemem daha da gergin bir hale geldi. Kahretsin. Çok aptal görünüyor olmalıydım. Öyle de hissediyordum zaten. "Gezi rehberi değilim ben." "Sadece soruyorum. Hayır demen de yeterliydi." "Hayır demedim." "Evet de demedin ama." Canımı cidden çok sıkıyordu ve ben de bunu belli etmek istiyordum, o yüzden yüksek sesle ofladım. Belki de onu buraya çağırmak büyük bir hataydı? Belki de tek başıma kalmak çok daha sağlıklı yüz tercih olurdu? Tereddütlerim başımı ağrıtıyordu, kafamı iki yana salladım. "Neyse. Anladım. O hâlde gidiyorum ben. Daha sonra görüşürüz." diyerek dönüp renkli çakıl taşlarıyla örülmüş olan patikadan ilerlemeye başladığımda ne yaptığımı pek düşünmemeye çalışıyordum. Yanımda yürümeye başlayan Zack'in de... "Hani gezi rehberi değildin sen?" "Hayır demediğimi söyledim sana." 🔸 Bir an için durarak başımı canımı yakacak bir hızla yana çevirdim ve gözlerimi kısarak Zack'e onu ne kadar garip bulduğumu belli eden bir bakış atmadan edemedim. Zack, ciddi anlamda kafamı karıştırıyordu. Bazen bunu bilerek yaptığını bile düşündüğüm oluyordu. "Bak. İstemiyorsan benimle gelmek zorunda değilsin." dedim, olmasını beklediğimden kat kat daha alaycı çıkan bir ses tonuyla. Zack bana bir bakış attı ama devam etmekten kendimi alamadım. "Beni bir baş belası olarak görüyorsun, değil mi?" "Peşinde bir dünya korkunç adam varken bana haber vermeden sabahın köründe evden çıktığında mı? Evet, kesinlikle... Ama çoğu zaman seni eğlenceli buluyorum." "Eğlenceli mi?" "Evet, eğlenceli." Bunu derken gayet ciddi görünüyordu. Patikanın sonuna yaklaştığımızda ağaçların arasından göletin masmavi suları gözükmeye başladı. Gerçekten muhteşem bir manzaraydı. Göletin yüzeyi hafif bir rüzgarın etkisiyle dalgalanıyor, suyun üzerinde ışıklar adeta dans ediyordu. Temiz havayı içime çekmek için gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Biraz rahatlayabilseydim bu anın tadını çıkarabilirdim. Zack, "Tepkilerini komik buluyorum." diyene kadar çıkardım da... "O ilk gün kafede olanları diyorsan bence gayet normal tepkiler veriyordum. Ne yapmamı bekliyordun ki? Ödümü koparmıştın!" "Tam olarak bundan bahsediyordum işte." Yine aşırı tepki verdiğimi fark ettiğimde suratımı kaplayan şaşkınlık daha da arttı. Yüzümü saklamak için başımı yana çevirdim ama Zack'ten kaçsam bile kendimden kaçamazdım, yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Ah, ne diye o günden bahsetmiştim ki şimdi? Tam bir aptal gibi görünüyor olmalıydım. Başımı usulca iki yana salladım ve bu konudan bir an önce uzaklaşmak için başka bir konuya geçmek isteyerek Zack'e geri baktım. Bir anda aslında onun hakkında ne kadar çok az şey bildiğimi fark ettim. Bu durum canımı sıkıyordu aslında. Fiziksel olarak da bunu belli ediyor, gergin gergin parmak uçlarımla oynuyordum. Tamam. Pes ediyorum. Ben çok meraklı bir kızdım, kabul ediyordum. "Eee?" dedim. "Ne?" dedi. Saçlarımın ucuyla oynamaya başladım ve istemsiz bir şekilde alaycı çıkan bir ses tonuyla sordum. "Yine geveze günündesin, değil mi?" "Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok." Bunu duyunca doğru düzgün bir tepki vermekten aciz bir şekilde aptal aptal gözlerimi kırpıştırdım. Neden bahsettiğimi anlamıyor muydu cidden? Yoksa bilerek mi anlamamazlıktan geliyordu? Açıklama yapmadan önce ciğerlerimin içini tıka basa nefesle doldurdum. "Çok gizemli davranıyorsun. Yani, demek istediğim... Senin hakkında 'korumam' olman dışında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum ve bu biraz rahatsız edici." "Ben senin koruman değilim." Vay canına. Çok netti. Yeni bir tartışma daha yaratmak istemediğim için itiraz etmek istemedim. Sanki yaramaz bir çocukla konuşur gibi "Tamam, tamam. Korumam falan değilsin." diyerek onayladım onu. "Yine de biraz sohbet etmekten zarar gelmez bence. Sen de öyle düşünmüyor musun? Mesela, hep bir ajan olmak mı istedin?" Ani bir sessizlik aramıza girince bakışlarımı gölde yüzen ördeklerden çekerek yanımdaki adama baktım. Kısa bir an yakışıklı yüzünde öfke yakaladım ama daha sonra dudaklarına soğuk bir tebessüm kondurdu. "Çok kişisel sorular soruyorsun, Rachel." "Merak ediyorum sadece. Cevaplara ihtiyacım var." "Pekala. Birkaç tanesine cevap verebilirim sanırım. Hayır, her zaman bir ajan olmak istemedim. Bilmiyorum. Hayat beni bu noktaya getirdi sanırım." "Peki ya etrafındaki insanlar? Böyle tehlikeli bir iş yapman onları rahatsız etmiyor mu?" "Ailemden bahsediyorsan eğer bir ailem yok. Muhtemelen asla da olmayacak." Biraz yüksek bir sesle "Ne?" diye haykırdım. Bir ailesinin olmamasından çok asla sahip olmayacağından bahsetmesi şaşırtmıştı beni. Zack yanımızdan koşarak geçen ve ona bakarak kıkırdayan kızları görmezden geldi. Uzun boyu ve çekici yüz hatlarıyla, açıkçası gerçekten dikkat çekiyordu. Bu durumu daha da anlamlandırmaya çalışırken "Ne demek istiyorsun? Neden asla bir ailen olmayacak?" diye sordum, sesimdeki endişeyi gizleyemeden. "Senin de dediğin gibi, bu tehlikeli bir iş ve tüm vaktimi alıyor. Ayrıca çok sık seyahat ediyorum. Bir kadının hayatına girerek ona haksızlık etmektense hayatımın sonuna kadar bekar yaşamayı tercih ederim." "Ama aşk böyle mantıklı bir şey değil ki." "Sen bunu nereden biliyorsun?" Zack yüzüme şüpheyle bakarken ben de bir önceki cümlemi düşünüyordum. Değildi, değil mi? Daha önce hiç aşık olmamıştım ama annem ve babamdan öğrendiğim kadarıyla aşk denen şeyin böyle mantıklı bir şey olmadığından çok emindim. İçinden çıkamayacağımı anladığımda konuyu değiştirmeye çalıştım. "Ailem yok derken ne demek istedin? Onlar... Öldüler mi?" "Annemi hiç tanıma fırsatım olmadı ve babam da birkaç yıl önce vefat etti. Gerçi yaşarken de pek hayatımda olduğu söylenemezdi. O bazen çok..." Beni kolumdan tutup sabah koşusu yapan bir gencin önünden çekerken söylemek üzere olduğu şeyi düşünüyor gibiydi. "Gaddar olabiliyordu. Benden de onun gibi olmamı beklerdi." Gerçekte kim olduğunu bilen biri var mı? "Kaç kişiyi öldürdün?" "Kötü insanlardı." "Sorduğum şey bu değildi." Zack anlamadığım ve muhtemelen de asla anlayamayacağım bir şeyden tiksinerek yüzünü buruşturdu. "Manyak değilim. Böyle bir şeyi neden sayayım? Ayrıca mecbur değilsem böyle bir şey yapmam." diye homurdanırken parmaklarını kolumdan öyle yavaşça çekti ki şaşırdım. Gözlerimin içine bakarken gözlerinde bu defa hafif bir merak vardı. "Bu senin için sorun mu?" "Birilerini öldürmüş olman mı?" "Ne demek istediğimi biliyorsun." "Hayır. Anlıyorum, işin bu." Sorun yok, der gibi elimi salladım. Gerçi birini öldürmüş biriyle sabah yürüyüşü yapıp, sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi öldürdüğü insanlar hakkında konuşmak kendimi biraz garip hissettiriyordu. Surat ifademin de hissettiğim kadar garip olmadığını ümit ettim. Evin ihtiyaçlarını sırayla karşılaştığımız için ve Olivia ile Molly kendi sıralarını çoktan savdıkları için o ayın alışveriş listesi bendeydi. Markete gitmem gerektiğini söylediğimde Zack'in bana eşlik etmek için benimle birlikte gelmesini pek beklemiyordum ama itiraz da etmedim. Yalnız olmak o an isteyebileceğim en son şey bile değildi. Birlikte evimin... Daha doğrusu, evimizin yakınlarındaki süpermarkete kadar yürüdük. Kendime bir alışveriş arabası aldım ve hatırladığım kadarıyla eksik olan şeyleri doldurmaya başladım. Temizlik, meyve-sebze ve bakliyat reyonunu geçtikten sonra en sevdiğim reyon olan abur cubur reyonuna geldik. Kendime baharatlı bir cips ile bir kutu noodle alırken Zack "Cidden mi?" dedi. Dönüp omzumun üzerinden ona keskin bir bakış attım. Kısa ama etkili bir bakıştı bu. Başka biri olsa kesinlikle işe yarardı... "Ne var? Ben bir öğrenciyim." "Bu, çok sağlıksız." Reyonlardan bir tanesine uzandı ve bana öyle yeşil bir elma uzattı ki, elmanın ne kadar ekşi olduğunu düşündükçe bile ağzımın sulandığını hissettim. "Al, bunu dene." "Sen... Nasıl denir..." Zack elmayı biraz daha uzattı, sanki onun cazibesine kapılmamı beklercesine gözlerini bana dikmişti. Daha fazla itiraz edecek gücüm kalmadığı için, pes etmiş bir hâlde başımı iki yana salladım ve uzattığı elmayı kabul ettim. Eve doğru yürürken elmadan bir ısırık aldığımda tadının da en az göründüğü kadar ekşi olduğunu anladım. Meyvenin dilimde bıraktığı keskin tatla yüzümün istemsizce buruştuğunu fark ettim. Vay canına. Bu, hayatım boyunca yediğim en ekşi elma falan olabilirdi. Resmen dilim uyuşmuştu. Tam Zack'e iyi günler demek üzereyken -Zaten sadece birkaç adım ötemde duran daireye gidecekti- ben de şans denen şey olmadığı için tam da kapının önündeyken Olivia ile karşılaşmamız kaçınılmaz oldu. Arkadaşım imalı bir ifadeyle omzunu kapının pervazına yaslayarak bir Zack'e bir de bana baktı. Sonra da hafifçe gülümsedi. O küçük, küstah gülümsemeyi tanıyordum. Sadece bakışlarından bile ne demek istediğini anlayabilirdim. Olabilecek en ama en neşeli tavırla "Size bir sürü kahvaltılık getirdim!" diyerek elimdeki poşetleri kaldırıp gösterdim. Kahvaltılıkların ve poşetlerin büyük bir kısmı tam arkamda duran Zack'in elindeydi gerçi. "Teşekkürler," dedi Olivia ve devam etmeden önce boğazını hafifçe temizledi. "Biz de tam seni bekliyorduk zaten. Ah, Zack. Sen de kahvaltıda bize katılsana." "Olmaz!" Öyle hızlı ve yüksek sesle itiraz etmiştim ki, Zack ve Olivia bakışlarını aynı anda bana çevirmişti. Mimiklerim hareket edecek bir durumda olmamasına rağmen kendimi gülümsemek için zorladım. Muhtemelen bir robot gibi gülümsüyordum. Garipseyen bir ses tonuyla "Neden?" diye sordu, Olivia. "Zack çok meşgul." dedim, önünü sonunu hiç düşünmeden. "Öyle miyim?" dedi Zack. Ona baktım, "Öylesin!" dedim zapt etmekte zorlandığım bir inatla. 🔸 Zack gözlerini gözlerimden ayırmadan başını yana eğince onu bu kadar eğlendirecek ne söylediğimi merak ettim. Bir yandan da işleri benim için zorlaştırmaması için dua ediyordum. Bunu yapacağına hiç ihtimal vermeme rağmen Zack işleri benim için kolaylaştırdı. Olivia'ya bakarken suratında sadece benim rol olduğunu anlayabileceğim bir surat ifadesi takınmıştı. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken 'Sahtekâr!' diye geçirdim içimden. "Ah, doğru. Şimdi hatırladım. Gitmem gereken bir yer var." Olivia, ısrar etmek yerine "Anlıyorum. Sonra, o zaman." dediğinde rahatladığımı hissederek nefesimi üfledim. En azından bir an için. Zack, bana yaklaştı. Kolunu birden belimin etrafına dolayıp "Sonra görüşürüz, bebeğim." diyerek elmacık kemiğimin üzerine bir öpücük kondurunca bir an refleksle onu ittirecek gibi olarak ellerimi kaldırıp göğsüne yasladım. Sonra sadece rol yaptığı aklıma geldi. Doğru ya. Erkek arkadaşım gibi davranması gerekiyordu. Ne düşündüğümü biliyormuş gibi hafifçe gülümsedi. "Beni özle, olur mu?" "Yapacağımı biliyorsun." dedim onunla birlikte oynayarak. Sevgi dolu bir kız arkadaşı oynamaya çalışıyordum ama Zack'le alay etmekten de kendimi alamadım. "Ah, ve araba kullanırken dikkatli ol. Hız cezası yeme yine." "Benim için endişeleniyor musun?" Başını yana eğdi. Gözleri parlak, canlı ve derindi. "Çok tatlı." diyerek benimle alay ettiğinde neredeyse bütün ciddiyetimi kaybedip gülecektim. Son anda dudaklarımı birbirine bastırarak kendimi tuttum ve Zack'in kolunu belimden çekmek için arkama uzandım. Dokunuşu çok hafifti, neredeyse bana dokunmuyordu bile ama nedense tüm dikkatim parmaklarının tişörtümün üzerinden bana temas ettiği yerdeydi... "Dikkat et, Zack." dedim, bu defa çok daha ciddi bir sesle. "Bir şey olursa beni ara." O da ciddiydi, bunu açıkça görebiliyordum. "Tamam," dedim. Zack'i orada öylece bırakıp Olivia ile birlikte içeri girdiğimizde içimde beliren karmaşık duygular yüzünden kendimi biraz garip hissettiğimi söylemem gerek. Neyse ki şanslıydım da Olivia mükemmel bir dikkat dağıtıcıydı. Kapıyı arkamızdan kapatırken son derece mutlu bir sesle "Gerçekten eğleniyorsun, değil mi? Ondan gerçekten hoşlanıyor olmalısın." dediğinde tek yaptığım alaycı bir şekilde gülmek oldu. Gerçeği bir bilse... Ama ona söyleyemezdim. O yüzden konudan uzaklaşmaya çalıştım. "Boş ver şimdi onu. Hadi, kahvaltı edelim. Sabahtan beri bir şey yemedim. Açlıktan ölüyorum resmen." "Tamam, tamam." Kızlarla birlikte yaptığımız uzun bir kahvaltı faslından sonra evden dışarı çıkmadığım için günün geri kalanında pek bir olay olmadı. Daha sonra, epey geç bir saatte, gözüme hâlâ bir gram uyku girmemiş bir hâlde bilgisayarımın başında oturuyordum. Babam hakkında dijital ortamda bulabileceğim her şeyi bulmuştum ama hâlâ işime yarar bir bilgi elde edememiştim. Bu kötüydü. Her şey bir yana, hiçbir şey bilmiyor olmak... Daha da kötüsü, kimseye güvenemiyor olmak... Bir defa daha Zack'i düşünürken iç çekerek dirseklerimi masaya yaslayıp yüksek sesle soludum. Olanları, dediklerini, bugünkü konuşmalarımızı ve ona mesaj attığımda nasıl yanıma geldiğini düşündüm. Ona güvenebilir miydim? Güveniyor muydum? Ah, belki de aptalın önde gideniydim ama evet, yapıyordum. Bilgisayarımın ekranını tutup normal şartlar altında asla yapmayacağım kadar sert bir şekilde kapattım ve kendime Zack'e güvendiğimden şüphe duyma fırsatı bile vermeden sandalyemden kalktım. Saat gecenin biri olduğu için ve ev arkadaşlarım bu saatte çoktan beşinci rüyalarını görüyor oldukları için ayak parmak uçlarımda ilerleyerek odamın kapısını araladım. Koridorda ilerlerken ve dış kapıya ulaşırken pencerelerden giren ay ışığı bana yardımcı oluyordu. Kapıyı olduğu kadar sessiz bir şekilde açarken bunu yaptığıma hâlâ inanamıyordum ama yapıyordum işte! Korkak ruhuma biraz cesaret vererek Zack'in dairesinin ziline bastım. Saat epey geç olduğu için Zack'in uyuyor olduğunu düşünmüştüm ama kapıyı öyle hızlı açtı ki uyumadığından emin oldum. "Rachel?" diyerek bakışlarını pijamalarımın üzerinde gezdirdi, beni beklemediğini biliyordum. "Bir şey mi oldu? Uyuyor olduğunu zannediyordum." "Ben de senin uyuyor olduğunu zannediyordum." "Uyku tutmadı." "Beni de. Bu kadar geç vakitte geldiğim için üzgünüm ama sana bunu söylemek için yarını bekleyemezdim." Ona söyleyecektim. Evet.

Great novels start here

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD