Her şeyden önce, Zack'in bir çözüm bulduğunu söylerken kastettiği şeyin aslında dibime taşınmak olduğunu hiç düşünmediğimi itiraf etmem gerek. Öyle garip ve beklenmedik biriydi ki, her zaman kafamı karıştırmanın bir yolunu buluyordu. Şimdi bile sevinmek ve korkmak arasında mekik dokuyup duruyordum. Beni gerçekten korumak istiyorsa bu iyi bir şeydi, gerçekten iyi bir şeydi, o zaman yakınımda olması beni rahatsız etmezdi, hem de hiç ama tam aksiyse ve o kötü adamlardan biri ise... Ah, bunu düşünmek bile ödümü koparmaya yetiyordu da artıyordu! O yüzden hiç düşünmesem daha iyiydi. Sadece asıl konuya odaklanmalı ve çok dikkatli olmalıydım. Bir de bir tilki kadar kurnaz olduğundan emin olduğum bir adamın bir şeyden şüphelenmemesini sağlamalıydım...
Çocuk oyuncağı sayılır, değil mi?
O halde niye bu kadar gergindim?
Kendimi mümkün olduğu kadar sakinleştirdikten sonra kendimi bile şaşırtacak kadar Zack'in taşınmasına yardım etme konusunda ciddi olduğumu fark ettim. Yanına pek fazla eşya olmamıştı; buna gerek de yoktu zaten, kiraladığı daire tüm gerekli mobilya ve eşyalarla donatılmıştı. En dikkat çeken o olduğu için kocaman, siyah valizi seçerek fermuarını açmak için valizi kulpundan tutup çekmeye çalıştım ama öyle ağırdı ki yerinden milim kıpırdamadı. Kalın ve dayanıklı kumaşı, içinde ne kadar çok eşya olduğunu belli edercesine gerilmişti. Valizin kulpunu sımsıkı kavradım ve tüm gücümü kullanarak bir kez daha çekmeye çalıştım. Fakat lanet olası şey sanki yerine kazıkla çakılmış gibiydi, bir türlü kıpırdamıyordu.
Huysuz huysuz "Ne var ki bunun içinde?" diye homurdanarak başımı sağa sola çevirip etrafıma bakındım ama salonda benden başka kimse yoktu, Zack'de ortalıkta görünmüyordu. Eşyalarını taşımasına ve yerine yerleştirmesine yardım edeceğimi söylediğimde itiraz etmemişti, yani sanırım valizi açabilirdim. Fermuarı çektiğimde ve valizin üst tarafını kaldırdığımda açıkçası ne bulacağımı pek düşünmemiştim ama kesinlikle bunu bulmayı ümit etmemiştim. Dudaklarımın şaşkınlığımın bir göstergesi olarak aralandı çünkü valizin içi şeyle doluydu... Silahlarla.
Yan yana dizilmiş dört tane silahın hepsi de birbirinden farklıydı. Yüzey kaplamaları mat olmasına rağmen sanki yeni silinmiş gibi parlak silahlara bakarken bakışlarım yan tarafa kaydı ve bu sefer de şarjörleri, susturucuları, optik dürbünleri, nişangahları ve diğer silah aksesuarlarını gördüm. Bu durum sanki bir silah dükkanına girmişim de bunlara bakıyormuşum gibi hissettiriyordu. Aslında bu biraz ürkütücüydü de.
Zack'in bunları böyle taşıması, elini kolunu sallayarak yan daireme kadar getirmesi yasal mıydı ki?
Tüm bu eşyalar benim dünyama öyle uzaktı ki, bir süre sonra dayanamayıp onlara dokunmak istedim. Zack'la tanışmadan önce silahı canlı olarak bile görmemiştim. Küçük olmasına rağmen epey büyük olan bir silahı yuvasından çıkarırken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu çünkü istemsiz bir şekilde o gün, o lanet kafede olanları anımsamıştım. Elbette şimdi o zamanki kadar korkmuyordum. Ne de olsa burada bana zarar vermek isteyen bir düzine adam yoktu ama garip bir şekilde korku bedenimin her bir santiminde geziniyordu. Silahın soğuk yüzeyi avucumun içini yakarken meraklı gözlerle bakışlarımı silahta gezdirdim. Sanki biri mideme yumruk atmış gibi hissederken Zack'in nasıl oluyor da bu şeyleri çok rahat bir şekilde kullanabildiğini merak ettim. Belki de bu merak etmem gereken en son şeyiydi. Ne de olsa Zack'in işi buydu.
Sadece bunun nasıl hissettirdiğini anlamak istediğim için silahı kaldırıp geniş pencerenin önünde duran turuncu çiçekli bitkiyi hedef alırken kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Elbette ateş etmeyi düşünmüyordum. Sakinleşmek için derin bir nefes aldım ve sonra da olduğum tarafa doğru yaklaşan adım seslerini duydum. Zack geliyordu. Oyuncaklarını kurcaladığım için bana kızıp kızmayacağını düşünürken silahı yerine geri koyup sadece hiçbir şey olmamış gibi yapmak için ne kadar geç olduğunu fark ettim. Silahı yerine bırakmadan daha da sıkı tutarak kolumu yana indirirken Zack çoktan gelmiş, omzunu kapının yan tarafına yaslayarak yüzünde anlaması güç bir ifade ile beni izliyordu. Neyse ki kızın görünmüyordu.
Çenemin ucuyla valizi işaret ederken "Bunlar ne?" diye sordum.
"Acil durum planım."
"Ne tür bir durumdan bahsediyorsun?"
"Ne tür bir durumdan bahsettiğimi biliyorsun." dedi gözlerini üzerimde gezdirirken.
Bu dediğine yorum yapmak dahi istemedim, yalnızca başımı salladım. Zack'in bir planının 'silahlar' içerdiği düşüncesi beni ürkütüyordu çünkü sinirlerimi bozacak kadar kontrollü olsa bile ödümü koparacak kadar da tehlikeye meyilliydi. Beni ciddi ciddi ürkütüyordu, özellikle de böyle sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşurken...
Umursama onu, diyerek kendi kendime öğüt verdim ve bu öğüde sadece beş dakikalığına kulak verebildim.
"Neden ajan olmaya karar verdin? Kötü adamların işini bozmayı sevdiğin için mi?"
Zack, soruma düzgün bir şekilde cevap vermek yerine meraklı bir tonla "Bu da nereden çıktı?" diye sorduğunda cevap vermeden önce bir an bekledim. Sonra da ona karşı dürüst olmaya karar vererek dudaklarımı araladım.
"Hayatımı emanet ettiğim kişiyi daha iyi tanımak istediğime karar verdim. Bana yardımcı olursan sevinirim. Senin ve geçmişin hakkında neredeyse bir şey bilmiyorum."
Bu dediğim kulağa çok mantıklı geliyordu bence.
Zack, homurdandı.
"Bilmesen daha iyi olur."
Bilmesem daha iyi mi olur? Bu da ne demekti? Kafam karışmıştı ve kesinlikle hiçbir halt anlamıyordum.
Dayanamayıp Zack'e bu durumun beni ne kadar zorladığını anlatan bir bakış attım. Sadece bir bakışın onu benimle konuşmayı ikna edemeyeceğini biliyordum ama nedense tepkilerimi düzgün bir şekilde kontrol edemiyordum. Hafif ama son derece etkili bir gerginliğin tüm vücudumda kol gezdiğini hissederken parmaklarımın arasındaki silahı daha da sıkı tuttum. Zack'e güvenmek istiyordum ama hakkında hiçbir şey bilmezken ve benimle hiçbir şey konuşmazken bunu nasıl yapabilirdim? Bana hiç yardımcı olmuyordu. Ve kahretsin ki, kendi kararsızlığımda ve çaresizliğimde boğulmak üzereydim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve bu konudan olabildiğince kaçmak istediğim için kendi kendime konuyu değiştirmem gerektiğini düşündüm. Bu yüzden de yüzüme cılız ama alaycı bir gülümseme yerleştirip biraz da şakacı bir tavırla silahı kaldırıp yeniden pencerenin önündeki o saksıya nişan almaya çalıştım. Silah tutmaya alışkın olmadığım için hafif bir uyuşukluk bileğime yayılırken başımı biraz yana eğdim. Zack'in bakışlarını hâlâ üzerimde hissedebiliyordum...
Derin bir nefes aldım ve nihayet sessizliği bozdum. "Seni anlamıyorum... Ve anlamam için bana yardımcı olman gerek." dedim, sesimdeki öfkeyi saklamaya çalışarak.
"Beni anlaman gerekmiyor." Sesi alçak ama kararlıydı, tüylerimi ürpertecek kadar da hoş bir tınısı vardı. "Sadece işimi yapmama izin ver. Ya da verme ama yine de bu durum geçene kadar tam burada olacağımı bil. Bu görevi gerçekten çok ciddiye alıyorum ben ve bazen çok tatlı tepkiler versen de yüzündeki tereddütlü görmekten hoşlanmıyorum. Neden benden çekiniyorsun, Rachel? Hayatını kurtardım ben senin."
Birkaç saniye boyunca ne söyleyeceğimi bilemedim. Bir cevabım olmadığı için konudan kaçmak daha kolayıma geliyordu.
"Silahı nasıl kullanacağımı bile bilmiyorum," dedim, hafif bir gülümsemeyle. Zack'in gözleri yerine silahın ucuna, nişan aldığım yere bakıyordum. O da bana bakıyordu. Bu gerçekten de garipti. Birkaç gün önce olsa kendimi asla böyle bir durumda hayal edemezdim; Bir ajanın evinde, elimde bir silahla, aptal bir saksıya nişan almış bir halde... "Sence ben bir şeyi vurabilir miyim, Zack?"
"Nişan becerilerin böyle berbatken mi? Hayır."
Moralimin bozulmadığını söylesem yalan olurdu. Gözlerimi devirmek ve suratımı asmak arasında mekik dokurken dudaklarım hoşnutsuzluğumu gösterircesine gerildi. Tam silahı indirecek ve ona benimle uğraşmayı bırakmasını söyleyecektim ki, Zack'in resmen dibime kadar girdiğini fark ederek irkildim. Öyle yakındı ki... Omzuma dokundu ve parmaklarının o hafif baskısını hissettim. "Böyle yaparsan camı patlatırsın ve ben de ev sahibine bunun nasıl olduğunu açıklamak istemem." diyerek silahı tutan bileğimi tutup elimi biraz daha indirdi. İşaret parmağıyla silahın üstündeki demir çıkıntıya dokundu, baş parmağını elimin üst tarafında gezdirir gibi olunca nefesimi tuttum. "Aşağı bakma. Buraya bak."
"Neden bana bunu gösteriyorsun? Bir gün kıçını kurtarmak zorunda kalırsam diye mi?"
Zack güldü. Gerçekten güldü. Göğsünden yükselen tok sesi kulağımın tam üzerinde duyabiliyordum. "Asla öyle bir şey olmayacak." dedi sanki çok saçmalamışım gibi...
"Neden?" Onun her zaman kontrol sahibi olduğunu biliyordum ama bu kadar emin konuşması canımı sıkıyordu. "Gelecekte neler olacağını bilemezsin."
"Bilemem ama asla hayatımın kurtarılmasını gerektirecek bir durumda kalmam. Bunu sana gösteriyorum çünkü kendi kıçını kurtarmak zorunda kalabilirsin. Kötü adamlar, o sevimli suratına kanmazlar. Bazı durumlarda ne yapacağını bilmen önemli."
Gözlerimi kırpıştırdım, şaşırmıştım. "Zack, sen gerçekten..."
"Şimdi sana öğreteceğim şey basit ama etkili." diyerek konuyu değiştirdi. Elimi biraz daha yönlendirdi. Önce duvardaki tabloyu hedef aldı, sonra sehpanın üzerindeki bibloyu, sonra da büyük aynayı... "Her zaman ellerinle hedefi takip et." Birden durdu ve ben de aynadaki yansımamıza baktım. Benim suratımda şaşkın bir ifade varken Zack'in bakışları da aynadaki yansımamdaydı. Bir an için Zack'in bana olan ilgisinin samimiyetine şaşırdım. Hemen yanımda duruyordu. Sadece eli omzumda olmasına rağmen sanki bana sarılıyormuş gibi görünüyordu. Kehribarın en canlı tonlarını taşıyan gözlerine baktığımda bir anda tüm dünyayı unuttum. Gerçekten güzel gözleri vardı. Parlak. Derin. Canlı. Alev gibi. Doğruca yansımamın gözlerine bakıyordu. Yanaklarımın bir gülün yaprakları gibi pembeleştiğini görebiliyordum. Sanki içimdeki ateş yüzüme vurmuş, beni ele vermişti. Aslında hiç utangaç biri olmamama rağmen neden böyle tepkiler verdiğimi anlayamıyordum. Belki de yakışıklı casuslara karşı zaafım vardır.
"Güzel kokuyorsun." Zack, burnunu hafifçe saçlarıma yaklaştırdı. "Şampuan yüzünden olmalı. Ne bu? Yasemin mi?"
Evet, yasemin. Homurdanarak geri çekilip ondan yapabildiğim kadar uzaklaştım. Silahı yerine geri bırakırken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu resmen. "Benimle alay etmek senin için gerçekten çok eğlenceli olmalı." diye söylendim, yapmacık bir samimiyetle.
"Eğlenceli bir tarafın var, evet."
İtiraz bile etmiyor muydu yani?
Zack'e ciddi bir bakış attığımda başını iki yana salladı, sonra da silahlarla dolu olan valizin ağzını tek bir hamleyle kapattı. "Neden diğer eşyaları yerleştirmiyorsun? Geri kalanlar salonda. Bunları ben hallederim." dediğinde itiraz etmek yerine omuzlarımı silkip uslu bir şekilde salona yöneldim. Silahlarla oynamayı sevdiğimden değil ama bence birbirimizden biraz uzak durmalıydık. Karton kutuların bir tanesini rasgele açtığımda içinde yeni satın alınmış son model bir bilgisayar, ekipmanlar, kamera ve tablet gördüm. Bilgisayarın işlem bilgilerine ulaşmak için bir an açıp kurcalamayı düşünsem de zaten yeni alındıkları için pek bir şey elde edemeyeceğimi biliyordum. Hem Zack hemen yan odada dururken bunu yapmaya cesaret edemezdim. O yüzden yeltenmedim bile. Onun yerine tamamen yapmam gereken şeye odaklandım. Eşyaları yerleştirmeyi tamamen bitirdiğimizde neredeyse akşam olmuştu. Bu işin bu kadar uzun sürmesini beklemediğim için biraz şaşırsam da sonunda bitmişti işte. Eh, ben de bitmiştim.
Kendimi birilerine mesaj yazan Zack'in yanına, pencereden içeri giren güneşin turuncuya boyadığı koltuğa atarken orta sehpanın üzerinde duran pastayı gördüm. Daha doğrusu, pastaları... Dört çeşit pasta yan yana duruyordu. Buna rağmen sadece bir tane kahve bardağı vardı.
"Ne kadar çok pasta var. Misafir mi gelecek?"
"Hayır. Hepsi senin. Hangisini sevdiğini bilmediğim için hepsinden söyledim. Neyse ki kahveyi nasıl sevdiğini biliyorum, değil mi?"
"Tabii." dedim plastik çatallardan bir tanesine uzanırken. Çikolatalı pastayı önüme çektim. "Haklısın. Bu hangi pastayı sevdiğimi sormaktan daha kolay."
Zack, bakışlarını boşluğa dikerek bir an duraksar gibi oldu. Gözleri derin ve düşünceliydi. Sonra da her kiminle mesajlaşıyorsa buna bir son vererek telefonunu kapatıp ceketinin cebine attı. Yeniden bana odaklandığında kendimi daha az rahat hissetmeye başladığım için oturduğum yerde huzursuz bir şekilde bacaklarımı kıpırdattım. Yüzüme her şey yolunda ifadesi koymaya çalışam da bu o an için pek de mümkün gibi gelmiyordu. Zack beni hızlı bir bakışla süzdü. Sonra da başını omzuna eğdi ve "Aslında bu bir çeşit teşekkür." diyerek durumu açıkladığında bu açıklama kafamda daha fazla soru işareti oluşturmuş ama aynı zamanda içimde bir merak uyandırmıştı. Zack'in sözleri kafamda yankılanırken, bir an ne söylemem gerektiğini bilemedim. Gözlerim onun yüzündeydi, söylediklerinin ardında yatan anlamı çözmeye çalışıyordu. Sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldım.
"Vay canına." dedim, sesimdeki heyecanı gizlemeye çalışarak. "Etkilendim resmen. Böyle erdemlerin olduğunu bilmiyordum."
Zack bir an duraksadı, yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Evet," dedi yavaşça, sanki doğru kelimeleri seçmeye çalışıyormuş gibi. "Bu kadar alaycı olmaya gerek yok."
Bir şeyler söylemek istedim ama sözler boğazımda düğümlendi. Harika. Tam bir aptal gibi görünüyor olmalıydım. Gerçekten harika.
Zack, geniş ekran TV'yi açmak için kumandaya uzandığında yaptığım tek şey pasta yemek, kahve içmek ve sessiz bakışlarla onu seyretmekti. "Bir şeyler izlemek ister misin?" diye sorduğunda da...
Bir an sessiz kaldıktan ve bu teklifi iyice düşündükten sonra kararsız bir ses tonuyla "Evet, sanırım." diye mırıldandım. Benimle gerçekten iletişim kurmaya mı çalışıyordu? Yoksa bilmediğim farklı bir amacı mı vardı? Ne yazık ki Zack bana bunu açıkça söylemediği sürece bilmeme imkan yoktu. Düşük bir ihtimal, biliyorum ama belki de benimle arkadaş olmaya çalışıyordur. Ya da ben fazla hayalperestimdir, ki bu daha da büyük bir ihtimal.
"Özellikle izlemek istediğin bir şey var mı?"
"Hayır," dedim ve ne izlediğimizin pek bir öneminin olmadığını düşünerek omuzlarımı silktim. "Sen seçebilirsin, sorun değil."
Zack, bana bir bakış attı ve daha sonra da tamam anlamında başını sallayarak yeniden televizyonun ekranına odaklandı. İçimden bir ses her şeyi oluruna bırakmamı söylediği için o sesi dinlemeye karar verdim ve koltukta arkama yaslanarak merakla Zack'in açacağı filmi beklemeye başladım. Bir yandan da pastamı yiyor, kahvemi içiyordum. Zack'in izlemek için neyi tercih ettiğini görünce az kalsın tepkime hakim olamayıp kahkahayı patlatacaktım. Görevimiz Tehlike. Orada bir sürü film vardı ve gidip de Görevimiz Tehlike'yi mi seçmişti yani? Tom Cruise'la bir derdim yoktu ama Zack'in bu filmi bile isteye tercih ettiği o kadar belliydi ki...
Kaşlarımı saçlarıma değecek kadar çok kaldırdıktan sonra imalı bir sesle "Cidden mi, Zack?" diye sordum.
Gülümsedi, ne demek istediğimi anladığını gösteren ufak bir gülümsemeydi bu. "Tercihi bana bırakan sensin."
"Evet ama bu..." Ekranı işaret etmek için avucumu kaldırdım, "Bunu bilerek seçtiğini biliyorum." dedim, beni aksine inandıramayacağını belli eden bir surat ifadesiyle.
"Öyleyse ne olmuş?"
"Tamam. Boş ver." diye geçiştirerek gözlerimi devirdim. Şans eseri iyi bir ruh halinde olduğum için Zack'le laf dalaşına girecek cadalozlukta değildim o an. Dudaklarımı kaplayan minik bir gülümsemeyle ağzıma bir pasta parçası götürürken Zack aklımdan nelerin geçtiğinden habersiz bir şekilde filmi başlattı, sonra da arkasına yaslanıp rahat bir pozisyon bularak gözlerini ekrana dikti. Ben de aynısını yapmaya çalıştım. Pek sık bu tarz filmler izlemezdim ama kendimi olacağını düşündüğümden daha çabuk izlediğim şeye kaptırdım. Tom Cruise'un o muhteşem suratı yüzünden olsa gerekti...
Bir süre sonra Zack'in olduğu tarafa bir bakış atmadan edemedim. Sadece ekrana bakıyordu ve sahneleri izlerken herhangi bir yorumda bulunmuyordu, ki bu da benim için büyük bir hayal kırıklığı sayılırdı. Bakışlarımı ekrana dikerken daha fazla bu sinir bozucu sessizliğe dayanamayarak konuşmak için ağzımı açtım.
"Sen de bunları yapabilir misin?"
"Kısmen."
Kısmen mi?
Bu evet mi demekti yani?
Ona doğru baktım, hâlâ ekrana bakıyordu. Bir parça daha pasta yedikten ve kahvemden bir yudum aldıktan sonra "Uçak ehliyetin var mı?" diye sordum hem merak ettiğim hem de sohbet etmek istediğim için.
"Hayır." diye yanıt verdikten sonra nihayet bana baktı, merakla kaplı olan ifademi görünce de hafif bir biçimde iç çekerek "Helikopter ehliyetim var." diye devam etti. "İstersen bir gün seni..."
Zack'in bana tam olarak ne teklif etmeyi düşündüğünü anlayınca bedenim gerildi ve başım geriye düşerken gözlerim istemsiz bir şekilde iri iri açıldı. Arabayı kullanış şekli bile yeteri kadar ödümü koparıyordu zaten, bir de havada uçan kocaman bir metal yığınının içinde olduğumuzu düşününce... Mideme keskin, rahatsız edici ağrılar saplandı.
"Ah, hayır. Ben almayayım. Ayaklarımın yere basmasını seviyorum."
"Çok sıkıcısın."
"Ne? Hayır, değilim. Güvenli olan şeyleri sevmem beni sıkıcı yapmaz."
"O da güvenli. Ehliyetim var dedim sana."
Biliyorum, sağır değildim ama asla helikoptere binmeyecektim, özellikle de Zack'in kullandığı bir tanesine.
Cevap vermeden önce sanki hiç umurumda değilmiş gibi rol yaparak omuzlarımı silktim. “Sanırım yine de hayır diyeceğim.”
Filmin geri kalan kısmında neler olduğunu pek hatırlamıyorum çünkü yanımda oturan adam yüzünden odaklanmakta yeterince zorluk çekiyordum zaten. Dediklerini düşünüyordum, yaptıklarını... Daha da önemlisi, buraya taşımasını. Film sona erdiğinde saat epey bir geç olduğu için gitme zamanın da geldiğini düşündüm. Zack bana kapıya kadar eşlik etti. Evim hemen yan tarafta olduğu için buna cidden gerek yoktu ama sanırım istediği zaman kibar davranabiliyordu. Ne hoş bir detay. Veda etmek için ona doğru döndüğümde Zack omzunu kapının pervazına yaslayarak bana baktı...
Hafif bir gülümseme dudaklarımı süsledi. “Artık komşu olduk yani?”
Bunu söylüyor olmak bile çok garipti.
“Evet. Sanırım. Sütüm ve şekerim bittiğinde artık kimin kapısını çalacağımı biliyorum." İç çekti, ardından da başını iki yana salladı. "Bir şeye ihtiyacın olursa...”
Hiç vakit kaybetmeden, neredeyse komik bir aceleyle konuşarak, “Sana soylerim,” diye tamamladım onu.
"Ve bu not hakkında endişelenme," Cebinden o tanıdık kağıt parçasını çıkarttıktan sonra göstermek için iki yana salladı. "Bununla ben ilgileneceğim." derken sesinde öyle bir tonlama vardı ki, sanki 'sorun' diye bile anılamayacak kadar önemsiz bir şeyden bahsediyordu. Garip ama işe yaradı, biraz rahatladım. En azından birkaç saniyeliğine. Alt kattaki merdivenlerden Olivia ve Molly'nin sesinin geldiğini duyunca hissettiğim o azıcık rahatlama da yok oldu. Gülüyor, anlamadığım bir şeyler hakkında konuşarak bu kata geliyorlardı. Zack merdivenlere baktı, sonra da bana... Gülümsedi. "Daha sonra görüşürüz, güvercin." diyerek takip etmekte zorlanacağım bir hızla yeni evine girip kapıyı kapattığında bir an kıpırdamadan durdum. Daha sonra da şaşkınlığımı omuzlarımdan atarak kendi daireme koştum. Eve girdiğim anda da daha fazla hareket edecek gücümün kalmadığını fark ettim; Sırtımı kapıya yaslayarak gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yavaş yavaş her şeyi algılamaya başladığım anda da gözlerimi araladım.
Zack'le komşu olmuştuk.
Komşu!