Söylemem gereken şey yüzünden o kadar rahat değildim ki sanki acı bir şey yemişim gibi mideme ağrılar saplanıyordu. Bakışlarımı saran endişe yüzünden olsa gerek, Zack'in ilgisini üzerime çekmiştim. Beni süzüyordu. Ben de ona güvenip güvenmemem gerektiğinden emin olamaz bir halde onu süzüyordum. Şu an hatırlamadığım bir şeyi söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki, Zack'in az önce dövüştüğü adam bize doğru yaklaştığı için bunu yapamadım. Omuzlarımı dikleştirip kendimi hızlıca toparlarken Zack'in de aynısını yaptığını fark ettim. Hatta başını bile eğdi. Daha da şaşırarak 'Vay canına!' diye düşündüm kendi kendime. Bu adam her kimse, Zack kesinlikle ona saygı duyuyordu. Bunu görebiliyordum... Ama kimdi bu herif?
Adam yanımıza geldiğinde Zack'in omzunu hafifçe sıktı, sonra da yüz hatlarını yumuşatan bilgiç bir tebessümle "Merhaba, Küçük Hanım. Tanıştığımızı sanmıyorum. Ben Kaito." diyerek bana elini uzattı. Bir an hiç tepki vermedim, nefes bile almadım ama daha sonra şaşkın bir ifadeyle elini sıkmak için uzandım. Çekik gözleri ve yumuşak hatlarıyla bu orta yaşlı adamın buralı olduğunu sanmıyordum. Ürkek ifadem yüzünden Kaito'un dudaklarındaki gülümseme yavaşça büyüdü ve az öncekinden çok daha yumuşak bir sesle benimle konuşarak "Sen Rachel olmalısın... Değil mi?" diye sordu.
“E-evet, o benim.”
Ah, olamaz. Ne diye kekeliyordum ki ben?
Ne kadar gergin bir halde olduğumu görünce “Rahatla biraz.” dedi Kaito. “Burası güvenli bir yer. Hem öyle olmasa bile Zack burada. Onun görevi seni korumak, öyle değil mi? Bu arada, Zack’e nasıl katlanabiliyorsun?”
Kendime engel olamayıp hafif bir sesle güldüm. Şimdi biraz olsun rahatlamıştım. "İnsan zamanla alışıyor." diye alay ettiğimde Zack kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Katlanmak kelimesinden mi hoşlanmamıştı yoksa bu adamın karşısında bunu itiraf etmiş olmamdan mı anlamamıştım fakat Kaito onun aksine bu yanıtımdan hoşlanarak güldü, kollarını göğsünün üzerinde kavuştururken hâlâ gülmeye devam ediyordu...
"Aslında tüm bu durumu oldukça eğlenceli buluyorum, biliyor musun. Demek istediğim... Zack'in kendinden başka bir şeye odaklandığını ilk defa görüyorum."
Ben son cümlenin üzerimde yarattığı şaşkınlıktan kurtulmaya çalışırken Zack'in de benden pek farklı olmadığını gördüm. Gözlerinde soğukluk ve hafif bir gerginlik vardı ama benim aksime o hemen kendine geldi. Ardından son derece ilgisiz bir sesle "Yok öyle bir şey." diye karşı çıktı.
Kaito, göz kırparak "Üzerine alınma," dedi. "Zack kontrol edemediği şeylerden hoşlanmaz."
Kafamın içinde dönüp duran düşünceler birbirine dolanmıştı, bu yüzden de ne diyeceğimi bilemiyordum ama sonra, konuşmama da gerek yoktu. Kaito çoktan gitmişti ve onun ayrılışının ardından odanın sessizliği daha da belirgin bir hâle gelmişti. Garip bir durumdu, garip hissediyordum. Zack hariç her yere bakarken garip göründüğümün de farkındaydım. Bu durumu daha da garipleştirmemek için bakışlarımı gözlerine sabitlediğimde Zack’in ifadesi her zamankinden daha okunmazdı. Derin bir nefes aldım, bu da dudaklarımın arasından garip bir nidanın çıkmasına neden oldu.
“İnsan yanına yaklaşmaya çekiniyor.” diyerek gergin gergin güldüm, kolumu kaşıdım.
Zack “Çekiniyor mu?” diye yineledi.
Anlamamış gibiydi.
“Evet, dövüşme şeklinden bahsediyordum... Karatede iyi misin?”
Sanki siyah kuşak taktığını görmüyormuş gibi bunu sormam ne kadar da aptalcaydı. Bana o kibirli, küstah bakışını atıp 'Kör müsün, Rachel? Yoksa sadece aptal taklidi mi yapıyorsun?' diye sorsa utançtan renk değiştirirdim herhalde. O kısacık an içinde kaçmayı bile düşündüm. Bu düşünceden vazgeçmemi sağlayan şey Zack’di. Omuzlarını silkip "İyi olduğumu söylerler ama benim asıl alanım serbest dövüş." diye cevap verdiğinde onun sakin tavrı benim de sakinleşmeme neden oldu. Bir de meraklanmama...
Gözlerimi ilgi çekici bir zarafetle duran yakışıklı adama dikmiş, onu dikkatlice süzüyordum. Beyaz, geleneksel karate giysisi, derin bir bakış sergileyen gözleriyle birleşince, onu olduğundan daha da uzun, daha da çevik gösteriyordu. Dudakları hafifçe kıvrılmış, çekici ve güven verici bir gülümsemeyle süslenmişti. Duruşu ise her zamanki gibi dik ve gururluydu. Geniş omuzlarına ve sağlam göğsüne dikkatle baktım. Acaba o...
“Demek karate yapıyorsun. İlgilendiğin başka bir şey var mı?”
“Hmm... Yapmaktan hoşlandığım bir sürü şey var.” Gülümseme şeklindeki bir şey utanmama neden olduğunda ve bu utanç tüm direnişlerimi yıkıp geçerek yüz hatlarıma işlediğinde Zack başını yana eğerek “Spordan bahsediyorum.” diye açıkladı.
Ah, elbette spordan bahsediyordu! Kafamın içindeki aptal sesi hemen susturdum. Buraya bunun için gelmemiştim ki ben.
Darmaduman bir halde olan aklımı başıma toplamak için gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladıktan sonra kelimeleri dilimin ucunda yuvarlayarak, garip bir sesle, “Şey...” diye mırıldandım. Tam o korkunç adamın evime gönderdiği çiçeklerden ve nottan bahsetmek üzereydim ki bir anda başka bir şeyi hatırladığım için bu düşünce zihnimden uçup gitti. Hatırladığım şey daha önce telefonda konuştuğum ve koridordan geçerken karşılaştığım, adımı bilen o sarışın kadındı. Çok da önemli olmamasına rağmen kim olduğunu merak ediyordum ve bana bunun cevabını verebilecek tek kişi karşımda duran bu adamdı. “Seni aradığımda...” dedim baş parmağımı avucumun iç kısmında dolaştırarak. “Telefonunu bir kadın açtı ve kim olduğumu biliyordu. Ona... Ona sen mi söyledin?”
“Evet.”
“Neden?”
“Antrenman sırasında telefon kullanmam. Acil bir durumda beni arama ihtimaline karşı telefonumu Lizzy’ye verdim ve ararsan mutlaka açmasını söyledim. Lizzy bana borçlu.”
“Borçlu mu?” diye yineledim, dediğinden pek bir şey anlamadığım için. “Neden?”
“Bir teröristi yakalamasına yardım ediyorum.”
Ne kadar da... Nasıl derler... Açık sözlüydü. Ona bir aptal gibi bakmak dışında bir şey yapmıyordum, ki bu çok saçmaydı. Bir tepki vermeliydim. Hiç değilse bir şey demeliydim.
“Bir terörist... Kulağa ürkütücü geliyor. Kendimi onlardan bir tanesiyle karşılaşırken hayal bile edemiyorum. Herhalde korkudan bayılırdım.”
“Asla onlardan bir tanesiyle karşılaşmak zorunda kalmayacaksın.” dedi Zack, sesinde belirginleşen kesin bir tınıyla. Öyle kendinden emin görünüyordu ki ona inanmak isteyen bir parçam vardı. Başını okumakta zorlandığım bir yüz ifadesiyle iki yana salladı. “Böyle şeyler düşünmene gerek yok.” diyerek konuşmasını sürdürdü. “Müsait misin? Ustam gittiğine göre antrenmana devam etmek için bana dövüşecek birileri lazım.”
“Ne? Deli misin sen? Hayır! Oradan bakınca siyah kuşak sahibi biriyle dövüşecek kadar aptal mı gözüküyorum?”
Neredeyse yumruklarımı belimde birleştirip ayağımı da beş yaşındaki o yaramaz çocuklar gibi yere vuracaktım. Bunları yapmak yerine kaşlarımı çatabildiğim kadar çok çaktım. Profesyonel bir dövüşü ile nasıl kavga ederdim?
“Hayır,” diye yanıt verdi Zack, ifadesi buz gibi sakin olsa da sözleri beni buna iknaa etmek istercesine yumuşak ve tatlıydı. “Hadi ama güvercin. Cidden seni inciteceğimi düşünüyor musun? Bu sadece eğlence için."
Buna dair ciddi şüphelerim vardı ama bunları dile getirmek istesem de bir parçam sessiz kalmayı tercih etti. Sonra garip bir şekilde tereddüt ederken buldum kendimi. Kahretsin! Ne diye tereddüt ediyordum ki? İkinci kez düşünmeden onu reddetmem gerekirdi. Gözlerimi sıkı sıkı yumarken orada bir yerlerde mantığıma dair bir parça bulmayı ümit ettim. Derin bir nefes aldığımda...
“Cevabın nedir?" diye sordu Zack.
Hayır, de.
İçimden, belki de kalbimin derinliklerinden yükselen bu sesi dinlemek istemediğim için tam aksini yaparken buldum kendimi.
“Kahretsin! Tamam, yapacağım."
Spor ayakkabılarımı çıkarmak için uzanırken ciddi ciddi zeka seviyemin ne boyutta olduğunu sorguluyordum. Sonra bu kadar stres yapmaya değmeyeceğini düşünerek boş verdim, ayakkabılarımı düzgün bir şekilde bir köşeye bıraktım ve minderin üzerine çıktım. Minderin yumuşak dokusunu çıplak ayaklarımda hissetmek biraz garipti ama bunu daha önce hiç bu tarz bir şey denememiş olmama bağlıyordum. Zack tembel bir kaplan gibi yürüyüp kendinden emin bir ifadeyle ve duruşla karşıma geçerken onu süzmeden edemedim. Onun gibi birini yenmeme imkan olmadığını ben de pekala biliyordum... Ama bu eğlence içindi, değil mi? Yumruklarımı sıkıp kendimi korumak ister gibi göğsümün üzerinde kaldırırken Zack başını hafifçe geriye attı ve çekici bir şekilde kıkırdadı. Sonra da başını yana eğdi. Bakışları ruhumu delip geçen bir çift alev topu gibiydi. Tek yapabildiğim boğazındaki kuruluğu yok etmek için yavaşça yutkunmak oldu. Beni canlı canlı yiyecekmiş gibi hissediyorum.
“Başlayalım mı?" diye sordu, parmaklarını ve kollarını esneterek.
Beni korkutuyor.
Neden bu kadar neşeli?
“Şey... Düşündüm de ben...”
Vazgeçtiğimi söylemek için ne kadar geç kaldığımı fark ettiğimde bedenimin tepki vermek için yeterince hızlı olmadığını biliyordum. Ne hissettiğim yüz ifademden çok açık bir şekilde okunuyor olmalıydı ki, aniden uzanarak yumruğumu bileğimden yakalayan Zack’ın kehribar rengi irislerinde bir parıltı canlanır gibi oldu. Eğleniyor muydu yoksa benimle alay mı ediyordu anlayamıyordum. İşin kötü tarafı ise o siyah kuşağı süs olsun diye takmamış olmasıydı. Beni bileğimden kendine doğru çekti. Refleksle diğer elimi yumruk haline getirip yüzüne doğru kaldırdığımda ise boşta kalan eliyle aynı şekilde diğer elimi tuttu. Ayaklarımdan birine çelme taktığında dengemi kaybettim ve sadece bir an sonra kendimi minderin üstünde sırt üstü yatar bir halde buldum. Canım yanmamıştı ama hem şaşkın hem de hiç ummadığım kadar kısa sürmüş olan bu karşılaşma yüzünden son derece utanmış bir haldeydim. Zack bileklerimi tutup göğsümün üstünde sabitlemişti ve beni sabit tutmak için tek dizinin üzerine çökmüştü. Bunu yapmak için neredeyse hiç çaba harcamıyor gibiydi. Ona tekme atmaya çalıştığımda aslında tamamen olmayan şansımı deniyordum. Bunun işe yaramayacağını biliyor olmama rağmen yine de denemekten kendimi alamamıştım. Zack bacağıma dizini bastırınca bu hamlem acınası bir çaba olmaktan öteye geçemedi. Kendi kendime onu duyamayacağı şekilde pek de hoş olmayan şeyler homurdanmam ise sadece yüzündeki kibrin ve içine düştüğüm bu durumdan aldığı keyfin daha da artmasına neden oldu. Aniden hissettiğim bir öfke ile debelenmeye ve Zack’in tutuşundan kurtulmaya çalıştım. Elbette bu da bir işe yaramadı. Debelenmeyi kestiğimde darmadağın olan saçlarım gözlerimin önüne düşmüştü. Of. Bu durum hiç de planladığım gibi gitmiyordu.
“Bırak beni, Zack!”
“Öfke kontrol sorunların üzerinde çalışmamız gerekiyor galiba...” Başını biraz bana doğru eğildiğinde saçlarından çıkan bir tutam aşağı sarktı. Bakışların derinliği... Dizemin bağı çözülür gibi oldu. “Bu ne sinir?”
“Bir de nedenini mi soruyorsun?” dedim daha da yoğun bir öfkeyle. O an sakinleşmekten çok uzaktım. Başımın arkasını mindere yaslayarak derin bir nefes aldım. Sonra da bir çocuk gibi söylendim. “Bu hiç adil değil ama! Bana çelme taktın! Bu yaptığına hile derler!”
Kaşlarını hafifçe kaldırarak “Hakem çağır o zaman." diye alay etti.
Sıkılı dişlerimin arasından konuşarak, inatçı bir ses tonuyla, “Tekrar deneyebilir miyim?” diye sordum.
Biraz daha öne eğildi. Şaşkınlığının yerini garip, adını koyamadığım, anlam veremediğin bir ilginin alması uzun sürmedi. “Her zaman bu kadar inatçı mısın?”
“Bununla ilgili sorunların mı var?”
“Hayır.” Durakladı. Kısa bir andı. Dediğim şeyi cidden düşünüyor gibi ifadesi yoğunlaşmıştı. "Hoşuma gidiyor.”
Başlangıçta Zack'in ne dediğini anlayamadığım için kirpiklerimi art arda kırpıştırdım, sonra da inanmak istemediğim için kırpıştırdım. Nefes al, Rachel. Nefes al. Bunu sadece seninle alay etmek için yapıyor... Ama çok yakışıklı.
"Zack... Çekil..."
Benimle oyun oynuyordu ve ben de benimle oyun oynamasından, böyle alay etmesinden ölesiye nefret ediyordum. Asık bir surat eşliğinde onu ittirerek doğrulmayı denediğimde Zack’in gözlerindeki ifade değişti, daha da ciddi bir hale büründü. Bir anda ellerinden biriyle göğsümün üst tarafına baskı uygulayarak sırtımın yeniden yumuşak minderle buluşmasını sağladı. Şaşkın bir şekilde onun yüz ifadesine bakarken kelimeler kafamın içine döndü fakat bir türlü dudaklarının arasından çıkmadı. Bir anda sanki... Sanki... Başka biri olmuştu... Yüz ifademi süren gözleri benim asla anlam veremeyeceğim bir şeyi arıyordu. Bir anda müthiş bir paniğin ayak uçlarından tüm bedenime yayıldığını hissettim. Onun hakkında yanılmış olabilir miydim? O adam için çalışıyor olabilir miydi? Yeniden doğrulmaya çalıştığımda Zack bu defa omuzlarıma baskı uygulayıp hareketsiz kalmamı sağladı. Sonra da alaycı olmaktan uzak, tam tersine, tüm tüylerimin diken diken olmasını neden olacak kadar karanlık, ciddi bir ses tonuyla sordu:
“Ne kadar aptal olduğumu sanıyorsun, Rachel?"
“Ne?” O kadar şaşırmıştım ki sözcükler resmen dudaklarımın arasından patlamıştı. Cidden. Neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. "Anlamıyorum. Neden bahsediyorsun sen?"
Zack başını biraz daha eğdi ve resmen ruhumu okuyan bakışlarını gözlerimin üzerinde sanki hiç acelesi yokmuş gibi gezdirdi. Bakışlarından kaçabileceğim hiçbir yer yoktu. Başım dönüyordu. Neredeyse parfümün kokusunu alabiliyordum. Onunla bu pozisyonda olmak garip... Ve tehlikeliydi.
“Aptal taklidi yapma.”
"Hayır... Cidden. Doğruyu söylüyorum." Konuşurken kelimeler dilimin ucuna dolanıyor, harfleri elimde olmadan yutuyordum. "Neden bahsettiğini bile bilmiyorum. Neyin var senin! Neden birden böyle ciddileştin ki?"
“Çünkü bana karşı dürüst değilsin, Rachel. Sakladığın bir şeyler var. Muhtemelen bu araştırmada bana yardımcı olacak şeyler.”
“Bunu da nereden çıkardın!”
Yani, bu doğruydu ama...
“Ne kadar berbat bir yalancı olduğunu biliyor musun sen?”
Zack’in yüzüne onu ilk kez görüyormuş gibi bakarken yüz ifademin düşündüğüm şeyleri yansıtmıyor olmasına dikkat ettim. Kalbim deli gibi atıyordu ve suratımın rengi tamamen gitmiş olmalıydı. Yalan söylediğimi ne kadar kolay anladığını görünce resmen içim dehşetle dolmuştu. Bir şeyler söylemek istediğimde kurumuş ağzımdan anlamsız, saçma kelimelerden başka bir şey çıkmadı. İşin kötü tarafı, hâlâ mindere sabitlenmiş bir halde, hareket etmeden duruyor olmamdı. Galiba kendimi bu kadar çaresiz hissettiğim başka bir an daha yaşamamıştım... Ve daha az önce her şeyin kontrolüm altında olduğunu sanıyordum. Aptal mıydım neydim. Gerçekten eğitilmiş bir ajanın yalan söylediğimi ya da ondan bir şeyler gizlediğimi fark edemeyeceğini mi düşünmüştüm?
“Ben... Ben... Ben sadece...”
“Umurumda değil, güvercin. Güvenemediğim insanlardan hiç hoşlanmam.”
Evet, bunu tahmin edebiliyordum ama aynı durumdaydık, ben de onun gibiydim, ben de güvenemedim insanlardan hiç hoşlanmazdım.
"Ne demek istiyorsun?" diye sorarken sesim tam ortadan incelip çatlamıştı.
"Ne demek istediğimi biliyorsun. Şimdilik sakladığın şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama illaki öğrenirim. Sadece aptalca bir şey yapmadığını umuyorum."
Düzgün bir biçimde konuşabilecek bir duruma geldiğimde, başka bir çözüm bulamadığım için, “Kes şunu! Kafayı yemişsin sen! Ben cidden ne hakkında konuştuğunu bilmiyorum!” dedim sonuna kadar inkar et planımı devreye sokarak. Zack başını hafifçe geriye çekerek suratıma yanaklarımın kızarmasına neden olacak kadar küçümseyici gözlerle baktı. Bu ifadenin altında hafif bir şaşkınlık gizleniyordu. Aslında ben de hâlâ onu kandırabilecek bir durumda olduğumu düşünmeme şaşırmıştım. Cidden inatçı bir insandım galiba. Başını iki yana sallayarak “Sen...” dedi Zack ama cümlesinin devamını getirecek fırsatı olmadı çünkü o gün şanslı günümdeydim. Dünya üzerindeki hiçbir şeyin benim bu durumdan kurtaramayacağını düşünürken Zack’in karate ustası Kaito -Adamın ne ara geri döndüğünü fark edememiştim bile- kesinlikle itiraz kabul etmeyecek bir ses tonuyla “Zack, bırak.” diye emir verdi. Durum ne olursa olsun, Zack’in bu adama saygı gösterdiğini düşünürken yanılmamıştım. Zack’in gözlerindeki bakış bir anda yok oldu. Memnun olmasa da rıza gösteren bir yüz ifadesi ile başını sallayıp ellerini üzerimden çektiğinde rahat bir nefes aldığımı hissettim. Yine de bir an şaşkınlıktan tepki veremeyerek kıpırdamadan durdum. Az önce yaşadığım şeye inanmakta hâlâ zorlanıyordum.
Nihayet minderin üzerinden kalktığımda hem parmaklarımın hem de dizlerimin kontrolümün dışında titrediğini fark ettim. Sanki çok uzun süre koşmuşum gibi ağzımın içi de kupkuru kesilmişti. Öyle gergindim ki, biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken bu düşünceyle derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Mucize eseri biraz sakinleşir gibi olduğumda şaşkın, mavi bakışlarımı hâlâ karşımda duran uzun boylu adama çevirdim. Bana bakmıyordu. Aslında kimseye bakmıyordu. Beyaz kıyafetinin yakasını düzeltirken ifadesi her türlü duygudan yoksundu. Sanki az önce benimle konuşan o değildi. Zack’e güvenip güvenmeme konusunda hâlâ tam olarak emin olmasam da Zack “Vaktimi çaldığın için teşekkürler ama gitmeliyim.” dediğinde başka çarem olmadığı için aceleyle peşinden gittim. “Zack! Bekle, gitme!” dediğimde ismini söylemem garip bir şekilde işe yaramış ve Zack durarak omzum üzerinden bana bakmıştı. Bana olan bakışları öyle sorgulayıcıydı ki bir an hiçbir şey söyleyemedim ve tedirgin bir şekilde parmaklarımla oynamaya başladım.
Bakışlarıma çok daha kararlı bir ifade yerleştirirken, biraz daha yüksek bir sesle “Bekle, lütfen!” diye söze girdim. “Buraya... Buraya seninle kavga etmek için gelmedim ben. Konuşmamız gereken bir şey var.”
“Tamam. Konuşalım.”
Bedenini tamamen bana doğru döndü. Bakışları üzerimdeydi. Beni dinliyordu, hem de tüm dikkatiyle. Bu iyi bir şeydi, değil mi? Devam etmeliydim.
“Baş başa demek istedim."
Zack’in ustası ondan bahsettiğimi anlayınca özür dilercesine ellerini havaya kaldırırken yüzünde de özür dileyen bir ifade vardı. Odadan ayrıldığında ve konuşmam gereken kişiyle nihayet baş başa kaldığımda bunun beni rahatlatacağını düşünmüştüm ama garip bir şekilde daha da gerilmeme neden olmuştu. Söze nasıl gireceğimi bile bilmiyordum. Fakat ne olursa olsun, bunu bir şekilde söylemek zorundaydım. Geciktirerek sadece kendi kendime işkence yaptığımla kalıyordum.
“Bu...” dedim. “Belki sana biraz rahatsız edici gelebilir.”
“Neden?”
“Bana bir kargo geldi. Yani, bir çiçek demeti. Bir sürü gül vardı ve bir de bir not... Bunu sana söylemem gerekiyor çünkü...” Cebimdeki notu çıkarmadan önce parmak uçlarımı bir defa kağıdın yüzeyinde gezdirdim. Sonra da tüm cesaretimi toplayıp kağıdı iki parmağımın arasında tutarak ona uzattım. “Bunu mutlaka okuman gerekiyor.” derken sesim çok daha kararlı çıkmıştı.
Zack, bakışlarını yüzümden çekerek elimdeki kağıt parçasına belirgin bir şüpheyle baktı. Vücudunda kan gibi dolaşan gerginliğin daha da arttığını hissettiğim bir anda kağıdı aldı. Öyle hızlı okuyordu ki, okumayı bitirdiğinde sanırım aradan sadece iki saniye geçmişti. Yüzündeki sakinlik balyoz darbesi alan bir cam gibi kırılıp parça parça olurken gözlerinde öfke ya da öfkeye benzer bir his parıldadı. Kağıdı avucunun içinde sıkıp buruştururken bakışlarımı yüzünden bir saniye olsun çekmedim. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama çatık kaşları ve birbirine sımsıkı kenetlenmiş olan parmakları tüm bu durumdan hiç mi hiç memnun olmadığını gösteriyordu. Dürüst olmak gerekirse, Zack’in ne tepki vereceğinden tam olarak emin olmadığım için bir şey söylemeye çekiniyordum. Yine de korkmama gerek olmadığını bilen bir parçam vardı çünkü Zack her zamanki gibi kontrollüydü. Parmaklarını genç ve yakışıklı yüz hatlarında gezdirirken derin bir nefes aldı, gözleri gözlerime değdiğinde garip bir hissin tenimin altında dolandığını hissettim. Korkuyor muydum? Neden? Zack’in o adam için çalışıyor olmasından ve şu an ona bu kağıdı göstererek her şeyi berbat etmiş olmamdan mı? Evet. Bu durumda böyle hissetmem hiç de şaşırtıcı olmazdı.
Gerçekten meraklı bir biçimde “Ne zaman geldi bu?” diye sordu.
"Ne?"
"Çiçeklerden bahsediyorum. Ne zaman geldi?"
Bu kibarlık beni korkutuyor.
Tereddüt ederek “Dün gece,” diye yanıt verdim. Sadece tepkisini görmek istediğim için yalan söylemiştim. Eğer çiçeklerin ne zaman geldiğini biliyorsa bunu ifadesinden anlarım diye umut ediyordum ama elbette ne düşündüğünü okumak mümkün değildi.
Biraz daha yüksek bir sesle “Dün gece mi?” diye tekrar etti Zack. Bu bir soru değildi. Böylesi daha iyi olacağı için sessiz kalmayı tercih ettim. Zack kaşlarını daha da çattı ve bana doğru bir adım atarken sanki onu görmüyormuşum gibi bana göstermek için kağıdı biraz kaldırdı. “Ve bu bana söylediğin ilk şey değil miydi?” derken sesinin tonu çok daha sert ve azarlayıcıydı. “Senin derdin ne? Böylesine büyük bir şeyden bana nasıl hemen bahsetmezsin?”
“Geç bir saatte gelmişti. Rahatsız etmek istemedim.”
“Rahatsız etmek mi? Benimle dalga mı geçiyorsun?” Kağıdı yere attı ve bana bir adım daha yaklaştı, şimdi hemen önündeydi. Saçlarından yayılan şampuan kokusunu alabileceğim kadar yakında duruyordu. İşaret parmağıyla göğsümün üzerine hafifçe dürttü. “Eğer uykun kaçtıysa ve peri masalı dinlemek istiyorsan beni rahatsız etmek istememen anlaşılır bir şey ama bu kahrolası şey bir tehdit mesajı, Rachel. İyi anlaşamadığınızı biliyorum ama böyle bir detayı bilsem daha iyi değil mi sence de?”
İşini tehlikeye atmayacak kadar çok ciddiye alıyordu, bunu sadece bir bakışla bile görebiliyordum. Belki de her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmayayım diyedir.
Özür dilemem ya da buna benzer bir şeyler yapmam gerekiyordu fakat sessizce gözlerine bakmak da bir tercihti. Zack, sessizliğim karşısında benden çok kendine diyerek “Seninle ne yapacağım ben?” diye homurdandı.
“Özür dilerim. Sana hemen söylemem gerekirdi ama korkuyordum ve bunlara nasıl bir çözüm bulacağımı bilemiyordum.”
“Sorun değil," Yerdeki kağıda bakmak için başını eğdiğinde inanılmaz derecede yumuşak görünen saçları alnına süzüldü. "Ben bir tane buldum.”
İfademi bir endişenin sardığını hissedebiliyordum. Biraz olsun cesaret bulduğumda ben de yerdeki kağıda baktım. Daha sonra düzgün bir şekilde düşünebilmek için gözlerimi yumarken Zack’in bulduğu o çözümün ne olduğunu merak etmeden edemedim. Ya acayip hızlı düşünüyordu ya da daha önce bir sürü tehdit mesajı almıştı. Oyumu ikinci seçenekten yana kullanıyordum. Kahretsin. Tüm bunlar onun için son derece normal olabilirdi ama benim için hiç de öyle değildi. Her şey o kadar endişe verici, korkutucu ve kontrol altında değildi ki... Her an bir köşeyi sinip ileri geri sallanarak delice şeyler sayıklamaya başlayabilirdim.