O adamla göz göze geldiğimiz anda saman alevi gibi tutuştu öfkem içimde. Tam öne adım atacaktım ki kendi kendimi zapt ettim. Ona bağırıp çağırmak, buraya ne hakla geldiğinin hesabını sormak isteyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Bencilce hareket edemezdim. Burada sadece benim annem hasta değildi. Kimseyi rahatsız edemezdim. Bu nedenle gözlerimi sıkıca kapatıp sakinleşmek adına derin bir nefes aldım.
Harlanan öfke ateşini biraz olsun dinginleştirdiğimde ona doğru yürüdüm. Elbette neden burada oluşunu soracaktım ama az önceki halime nazaran daha sakin bir şekilde.
"Ne işin var senin burada?"
Dişlerimin arasından tıslarcasına konuşmuştum. Her ne kadar sakinleştiğimi düşünsem de kendimi zapt edemiyorum. Ona çok kızgındım. Anneciğim her aklıma geldiğinde adını ağzıma almak dahi istemiyordum. Onu düşünmek bile ağzımda istemsiz acı, ekşi karışık bir tat var ediyordu. Bize yaşattıklarını unutamıyordum. Ben kendimi geçtim, annem öyle bir şeyi asla hak etmemişti.
"İşten atıldığını duydum. Eğer istersen o kararı iptal ettiririm."
Kabanımın cebindeki ellerim yumruk haline geldi. Bir anda açtığı konu dinginleştirmeye çalıştığım öfkem birdenbire daha canlı hale getirdi.
"İstemez" Sertçe karşı çıktım ona. Bu zamana kadar ona ihtiyacım olmamıştı ki şimdi olsun. Yine de bu kadar hızlı nasıl öğrendiğini anlayamadım. "Hem, sen nereden öğrendin bunu?"
"Annenin durumunu öğrendim. Onu görmek istedim ama uyuyordu."
Konuyu bir anda değiştirmiş olması gözlerimin kısılmasına neden oldu. Neden söylemediğini sorardım belki. Konuyu anneme çekmeseydi.
Sıkkın bir nefes verdim. Yutkudum. Gözlerimi kapatıp burun kemerimi sıktım. Tüm bunlar sakinleşebilmek için bir çabaydı. Onunla tartışmak ya da kavga etmek istemeyen tarafım karşımdaki adama tüm öfkesini kusmak isteyen tarafımla çatışıyordu. Herkes için sakinleşmem gerektiği sol kulağıma fısıldanırken onun bize yaşattıkları sağ kulağıma fısıldanıyordu. Ben ise ortada bir başıma sağ çıkabilmek için çırpınıyordum.
"Bak, sana sırf annem iyi olsun diye geldim ben. Başka herhangi bir şey için değil. Bizden uzak dur. Ayrıca annemi merak ediyormuşsun gibi yapmana gerek yok. Senden böyle bir beklentim hiçbir zaman olmadı ve olmayacak."
Bana bir adım yaklaştı. Tek adımda karşımda kocaman olmuştu. Aldığım nefes boğazımda kalırken boğulacak gibi hissetmiştim. Sonra parmakları koluma değdi. Zar zor toparladığım parçalar yeniden darmadağın oldu.
"Ferra, böyle yapma. Ben senin babanım."
Dişlerimi birbirini kırmak istercesine sıktım. Onun bana dokunuşuna dayanamadım. Parmakları bana dokunduğunda yıllardır baba hasreti çeken tarafım ona sarılmak istercesine kollarını uzatsa da yaşadıklarını unutamayan tarafım uzanan elleri indirdi.
Tam karşımda duran adam bana hep bakmış ama beni görememişti. Gözlerim yanıyordu. Onu hem seviyor hem de nefret ediyordum. Yine de her ne olursa olsun asla affedemezdim.
"Dokunma" Sıktığım dişlerim arasından güçlükle konuşabilmiştim. Bir adım gerileyerek kolumu kendime çektim ve onunla olan temasımızı sonlandırdım. "Görmüyorsun değil mi? Sen her dokunduğunda parçalara ayrılıyorum ben."
İlk defa ona bu kadar açık konuştum. Bunu bilerek yapmıştım çünkü tepkisini merak ediyordum. Belki öyle konuşursam gider ihtimali de vardı tabi.
"Ferra."
Eli bir süre havada kaldı. Gözlerinde dalgalanma oldu. Gözlerinin içindeki duygu geçişlerini ve afallamasını oldukça net bir şekilde görebiliyordum. Benden böyle bir tepki beklemediği apaçık belliydi.
Dolan gözlerimi onun gözlerinden kaçırdım. Aslında tam da istediğim şeydi gitmesi. Onu hayatımda istemiyordum. Karşımdaki adam, beni incitmekten ileri gitmemişti. Ondan şefkat beklemiyordum elbette ama daha fazla zarar versin de istemiyordum. Onun karşısında hep dik duran, kırıldığında öfkeyle gizleyip karşılık veren kızını görmüştü o hep ama artık dayanamıyordum. Ben de insanım. Onun karşısında daha fazla güçlüymüşüm gibi yapamıyordum.
Bedenim acı ve hüznün yoğunluğuyla kaplanırken içimde yanan öfkenin alevleri küllere dönüştü. Karşımda o olmasa çoktan yere çökmüş ağlıyor olabilirdim. Ne komik! Hemen önce güçlüymüşüm gibi görünemediğimi söylüyor ve şimdi gözyaşlarımı tutuyordum.
Yine de direniyordum işte. Çabalıyordum.
"Git."
Fısıldadım. Konuşmaya yeltendi. Yüzümü yana çevirerek engelledim. Ağzından çıkacak hiçbir şeyi duymak istemiyordum. Bir kere onu dinlersem inanacağımdan korkuyordum. Ona karşı ördüğüm duvarlar çok çok inceydi aslında. Sadece o duvarın önünde şimdiki ben duruyor ve onu engelleyebilyordum ki karşımdaki adam çok bir şey yapmıyordu. Onun en kötü huyuydu hemen pes etmek. En azından bana, annemle ikimize karşı öyleydi.
Öyle de oldu. Pes etti. Sessizleşti ve kabullenerek yanımdan geçip gitti. Gözlerimi sıkıca kapattım yanımdan geçerken. Şayet devam etseydi onun kollarına koşacaktı babasını özleyen küçük tarafım.
İçime çektiğim nefesler yetmiyordu ciğerlerime. Elimi destek almak ister gibi yanımdaki duvara koyduğumda yarası taze tarafına denk gelerek canım acıdı. Buğulanan gözlerimden birkaç damla yanaklarıma süzüldü. Acıdan mıydı yoksa babasının gidişine mi ağlamıştı o küçük kız kestiremiyordum.
Cebimde titreyen telefonumla kendime gelip sağlam olan elimin tersiyle yanaklarımı kuruladım. Kabanımın cebindeki telefonumu çıkardığımda Ebru Hanımın aramasıyla karşılaştım ve daha fazla bekletmeden aramayı yanıtladım.
"İyi akşamlar Ebru Hanım."
"Ferracığım, Berra eve geldiğinde senin artık gelmeyeceğini söyledi. Ne demek istediğini anlayamadım. İşi mi bıraktın?"
İşten kovulduğumu söyleyecekken duraksadım. İç çektim. Kovulduğumu söyleseydim altında bir mana arayabilirlerdi. Ebru Hanım öyle bir şey yapmasa bile diğer çocuklarımın ailelerinde yapacak olanlar vardı. Sosyetede dedikodu çok çabuk yayılırdı. Diğer okullara yaptığım iş başvuruları o zaman kabul görmeyebilirdi. Mantıklı ve tarafsız bir yanıt bulmalıydım.
Bulmuştum da. Annemin hastalığını öne sürerek hastaneye yakın okullardan birinde çalışmak istediğimi dile getirmiştim. Yalan değildi. İş başvurularımı yalnızca hastaneye en yakın okullara yapmıştım.
Ebru Hanım başta vazgeçmem için çözüm bulmak istediğini söylemiş olsa da sonunda üzüntüsünü dile getirerek kapatmıştı telefonu. Telefonumun ekranındaki saate baktığımda Ebru Hanımın tüm veliler adına konuştuğunu anlamıştım. Eminim aralarında kritik yapmışlardı.
Çocuklarımı çok özleyeceğimi biliyordum ama elimde olan bir şey yoktu. Bunda da bir hayrın olduğunu düşündüm. Hayır bulamadığım tek şey annemin hastalığıydı. Belki böyle yaparak günah işliyordum ama elimde olan bir şey değildi.
Koridorda daha fazla dikilmeyi kesip annemin odasına ilerledim. Kapının önünde ayakta bekleyen Mehmet'e bakmadım bile. Patronlarıyla olan diyalogumuza ve sonrasına şahit olmuştu. Özel alan sınırlarım zorlanmıştı. Bu yüzden ona bakmadan önünden geçtim ve odaya girdim.
"Hoş geldin güzel kızım."
Annemin seslenişiyle bir anda dünya durdu. Onu hep uyurken görmeye alışık olan bedenim bana seslenişiyle dumura uğramıştı. Başımı ona çevirdiğimde yatağının hafif dikleştirilmiş olduğunu görmüştüm. Bana gülümseyen solgun yüzüyle gözlerim yeniden dolmuştu.
Annemi özlemiştim. Benim canımın içi.
"Hoşbuldum anneciğim" Ona doğru attığım adımım yarıda kesildi. Dışarının mikrobu üzerimdeydi. "Ellerimi yıkayıp geleyim."
Hızlıca banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Banyodan çıktıktan sonra kabanımı üzerimden sıyırıp uyuduğum koltuğun üzerine bıraktım ve soluğu annemin yanında aldım.
"Bugün nasılsın?"
Ben gelmeden öncesinde okuduğunu düşündüğüm elindeki kitabı yatağının yanındaki komodine koydu ve ellerimi tuttu. Avuç içleri hala sıcacıktı. Beni bir annem ısıtabiliyordu zaten. Bir tek onun sevgisiyle sarıp sarmalanabiliyordum.
"Çok daha iyiyim. İlaçları kestiler. Sanırım işe yaradı."
Parlayan gözlerindeki umudu görebiliyordum. Gerçeği bilen ben ise durumu bozmamak için kendimi zorladım ama yine de konuşamadım.
"Gerçi başka bir tedaviye başlanacağı söylendi. Bence gerek yok. Kendimi çok iyi hissediyordum ben."
Ne söyleyeceğimi bilemeyerek gülümsemeye devam ettim. Ellerimi tutan ellerine daha da sığındım. Bu durum olası bir şey miydi bilmiyordum. Tek bildiğim annem şimdi vardı. Sonra var olmaya devam edebilecek miydi?
"Seni çok seviyorum."
Anneciğimin yüzündeki gülümseme büyüdü ve elinin birini yüzüme koydu. Yanağımı okşarken gözlerimi kapattım.
"Ah canım benim!"
Anneme sıkıca sarılmak istiyordum. Beni kolları arasına alsın ve sırtımı sıvazlasın. Onun kolları arasında uykuya dalayım istiyordum. İyi olsun.
"Ferra."
Annemin avucu hala yanağımdayken bana seslenişiyle araladım gözlerimi. Çok nadir adımla çağırırdı beni. Hep güzel, sevgi sözleriyle süslüydüm onun dudakları arasında. Bir tek ciddi bir şey konuşacağı zaman adımı kullanırdı.
"Efendim canımıniçi."
Eli yanağımdan çekildi. Bakışlarını elimi tutan eline indirdi. Merak ettiği, söylemek istediği bir şey bir konu vardı fakat nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Gözleri yeniden gözlerime çıktığında konuşacağı kesinleşmişti. Gözlerinde görebiliyordum.
"Hayatında biri var mı?"
Ansızın aldığım soruyla şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilemedim. Yoksa vereceğim yanıt net ve belliydi.
"Elbette yok anne. Olsa sana söylemez miyim ben?"
Annemin sorusuna anlam veremesem de gülerek yanıtlamıştım. Elini avucumun içine aldım ve güven vermek için canını acıtmayacak biçimde sıktım.
"Mesele bana söyleyip söylememen değil yavrum. Artık yanında benim haricimde biri olsun istiyorum."
Kalbim kasıldı. Annem haricinde kimseyi yanımda istememiştim bu zamana kadar. Sena çıkıp gelmişti ama onun yeri çok başkaydı ve annemin neyden sözettiğini anlayabiliyordum. Buna hazır olduğumu düşünmüyordum. Kimseyi çizdiğim sınırlar içine alamazdım. En azından ben öyle sanıyordum. Zihnime onun yansıması düşene kadar. İçimi bir adama açamayacağıma emindim. O benim açmamı beklemeden girmişti. Tıpkı sınırlarımı hiç yokmuş gibi geçerkenki gibi.
Anneme yanıt veremeden kapı çaldı. Annemle aynı anda kapıya döndük. Burada bulunduğumuz zaman boyunca ilk defa çalınıyordu kapı. Annem yalnızken çalmış mıydı bilmiyorum ama ben buradayken ve akşamın bu saatinde ilkti.
Kapıyı çalan kişiye müsaade ettiğimize dair seslendiğimizde içeri Mehmet girmişti. Başıyla anneme ve bana selam verdi.
"Kusura bakmayın efendim, rahatsız ediyordum. Asif isimli bir beyefendi Ferra Hanımla görüşmek istiyor."
Şaşkınlık bedenimi esir alırken birkaç saniye ne söyleyeceğimi bilememiştim. Neden gelmişti? Neden birdenbire şimdi?
Annemin bakışlarının bana döndüğünü hissediyordum. Ona hayatımda biri olmadığını yeni söylemişken bir adamın beni görmek istediğini duyması arka arkaya gelen olaylardı ve nasıl bir çıkarım yapmıştı kendi içinde öğrenmek istemiyordum.
Annemin elleri ellerimden kayarken ayaklandım. Kapıya doğru attığım adımlarım istemsizce hızlanmıştı. Buraya gelme nedenini hemen sormalı ve onu göndermeliydim. Benimle iletişimde olmak zorunda değildi. Artık Han'ın öğretmeni de değildim.
Mehmet ile birlikte odadan çıktığımızda Asif hemen karşımdaydı. Ben duraklarken Mehmet asansörün oraya kadar ilerledi. Olası tehlike olarak mı görüyordu Asif'i de tamamen gitmemişti? Yoksa patronuna tam rapor vermek için mi bekliyordu?
"Merhaba."
Mehmet'te olan bakışlarım Asif'in seslenmesiyle ona döndü. Sesi yumuşak çıksa da çehresi her zamanki gibiydi. Soğuk ve sert. Duygular ona ulaşamaz gibi.
"Merhaba."
Bir anda hesap sorar gibi neden burada olduğunu sormak istemenin kabalık olacağını düşündüğüm için selamına karşılık vermiştim.
"Telefonun olmadığı için arayamadım. Buraya gelmişken uğramak istedim. Buraya yakın güzel bir yer biliyorum. Bir şeyler içmek ister misin?"
Kaşlarım havalandı. Neden birden bire beni davet ediyordu. Onu ne zaman görsem hastanedeydi. Burada mı çalışıyordu acaba? Kim olduğunu ne iş yaptığını bile bilmediğim bir adamla bir şeyler içmek hiç benim tarzım değildi.
"Burada mı çalışıyorsun?"
Başını iki yana salladı. Gözleri kısıldı. Ona bu soruyu neden sorduğumu anlamaya çalışır gibi bakmıştı sanki.
"Hayır."
Sormadı. Ben de açıklama gereği duymadım. Az önceye nazaran sesi soğuklaşmıştı. Yanlış bir şey mi sormuştum yoksa? Sormayıp ne yapacaktım ki? Karşımdaki adam hakkında sadece yeğeninin Han olduğunu biliyordum.
Şöyle düşününce bu adamın hastanede çalışma ihtimali yoktu zaten. Koruma ordusuyla hareket ediyordu resmen. O ve korumalarıyla buraya geldiğimiz gün görmüştüm. Belki de tehlikeli işler yapıyordu kim bilir?
"Soruma yanıt vermedin" Ne sorusu diye soracağım sırada kendimi engelledim ve bir şeyler içmek isteyip istemediğimi sorduğu aklıma geldi. "Seninle konuşmak istediğim bir konu var."
Kararsız kaldım. İçeride büyük bir merakla beni bekleyen annemin varlığı beni geriyordu. Annem bir şey demezdi. Zaten gerginliğim bir şey demesine değil yanlış anlamasınaydı. Onu Asif ile aramda bir şey olmadığına ikna etmem çok zor olacaktı.
Asif ile ben yanlış anlaşılamayacak davranışlar sergilesek de annem görmemişti ve farklı düşündüğüne emindim. Sena haricinde kimsenin buraya gelişine izin vermeyeceğimi bilirdi çünkü annem. Başka biri, bir adam kapıya kadar geliyorsa kesinlikle ona değer verdiğimi düşünecekti. Fakat Asif mecburi öğrenmişti ve kendinde buraya gelme hakkı görmüştü. Ne yazıktır ki engel olamıyordum.
"Ve eğer iznin olursa annene geçmiş olsun dileklerimi sunmak isterim."
Ne söyleyeceğimi bilemedim. Onu içeri alırsam annemi asla ikna edemezdim. Fakat geri de çeviremezdim. Ben insanlara hayır diyemiyordum. Bu yüzden sınırlar çiziyordum zaten. Kimse bana soru soramıyordu. Eğer annem uyuyor olsaydı bunu kullanabilirdim ama uyanık ve oldukça iyiydi. Şükürler olsun ki.
"Peki."
Her iki izin istemesi için de tek kelimelik olumlu yanıtımı vermiştim. Ne olacaksa olsundu. Çabalasam da olmayacak bir şey için haklı olarak kendimi sıkmak istemedim.
Asif Mehmet'in bulunduğu yöne döndü ve elini havalandırıp birini çağırdı. Onun gibi ben de baktığı yöne baktım ama Mehmet'in arkasından çıkana kadar kimseyi göremedim. Mehmet'ten de geride bekleyen ben yaşlarında bir adam elinde çiçekle bize yaklaştı. Önce bana ardından Asif'e baş selamı verip hiç konuşmadan Asif'e elindeki çiçeği verdi ve geldiği yere geri dönmek üzere yürüdü.
"Umarım annen şakayık çiçeğini seviyordur."
Gözlerim Asif'in ellerindeki pembeli beyazlı şakayık çiçeklerinde gezinirken gülümsedim. Annem en çok beyaz gül severdi. Ben ise şakayık. Ne tesadüf ama.
Sessiz kaldım. Ona yanıt vermeyerek sırtımı döndüm ve kapıyı çalıp içeri adımladım. Kapıyı aralayıp geçmesi için ona müsaade ettiğimde anneme baktım. Gözlerini benim üzerimden çekip odaya adımlayan Asif'e çevirdi.
Gözleri şaşkınlıkla aralanırken ben ve Asif arasında gidip geldi. Anneme göre onu bir adamla tanıştırıyor olsa gerekti.
Sahi, onu anneme ne olarak tanıtacaktım? Arkadaşım değildi. Bir tanıdık bile değildi ki anneme adımlayan adam.
"Merhaba efendim. Ben Asif Poyraz. Ferra'nın arkadaşı."
Duyduklarımla dudaklarım aralandı. Hayır, değildi. Kapı kolunu sıktığımda ancak fark edebilmiştim hala kapı açık beklediğimi. Hızlı hareketlerle kapıyı kapatıp Asif ve annemin yanına ulaştım.
"Memnun oldum oğlum. Hoşgeldin. Geç, otur lütfen."
Az önce benim oturduğum, baş köşesindeki tekli koltuğu işaret etti annem. Yüzünde sıcacık, tatlı bir gülümseme vardı.
"Size olan ziyaretim biraz emrivaki oldu. Bu nedenle Ferra'ya soramadım. Umarım şakayık seviyorsunuzdur."
Annemin yüzündeki gülümseme daha da büyürken bana kaçamak bir bakış attı. Asif'in uzattığı çiçek buketini aldığımda bana döndü. O anda ona bakmadığımı fark etmiştim.
Gözlerinde barınan buzulları hala görebilsem de yüzündeki sert ifade yumuşamış, dudaklarında tebessüm vardı. Onu böyle görmek afallatmıştı.
"Rahatsızlığım dolayısıyla alamıyorum ama çok teşekkür ederim oğlum. Ferra şakayık çiçeğine bayılır. Sanırım oradan tahmin yürüttün."
Annemin konuşması beni utandırırken bakışlarımı Asif'ten çekip çiçekleri masaya koymak için sırtımı onlara döndüm. Annem bilerek mi yapıyordu?
"Affedersiniz, düşüncesizlik ettim."
Onun gibi soğuk, sert görünüşlü bir adam nasıl da bu kadar kibar olabiliyordu anlam veremiyordum. Rol mü yapıyordu acaba? Onu başkalarına karşı davranışlarını görememiştim ki hiç tam bir yargıda bulunabileyim.
"Olur mu öyle şey oğlum. Ne güzel oldu odaya bir renk getirdi."
Annem ve Asif'e döndüğümde birbirlerine gülümsemelerini yakalamıştım. Annemin gözlerindeki parıltıların anlamlarını biliyordum. Heyecan ve mutluluk barındırıyordu. Onu uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu görüyordum.
Asif ise bambaşkaydı. İlk gördüğümde ondan ürkmüştüm. Çünkü hayatımda hiç onun kadar sert bir yüze ve buz gibi bakışlara sahip bir adamla karşılaşmamıştım. Şimdi karşımdaki adam ise çok farklıydı. Sıcaktı.
"Sizi daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Umarım en kısa zamanda sizi daha sağlıklı bir şekilde görebilirim. Eğer izniniz olursa Ferra ile bir süreliğine dışarı çıkmak istiyoruz."
Asif az önce annemden izin almıştı değil mi? Bana sormadan hemde. Sanki biz şeymişiz gibi. Ama öyle değildik. Üstelik ben annemden daha önce hiç izin almamıştım. Sadece haber verirdim.
Çok garip ve sinir bozucu hissetmiştim.
"Elbette olur. Dikkatli gidin gelin."
Annemin Asif'te olan bakışları bana döndüğünde yüzündeki şefkatte kayboldum. Annemin şefkati bu hayattaki ilacımdı sanki benim. Onun sevgisi ve şefkati olduğu sürece her şeyin üstesinden gelebilirdim.
"Gidelim."
Hemen yakınımda konuşan Asif'le kendime geldim ve anneme el sallayarak koltuğa bıraktığım kabanımı elime aldım. Asif'in önden çıkmasına müsaade ettim. Kabanımı giyip kapıdan çıkacaktım ki yeniden anneme döndüm. Bana öpücük attığında ancak gülümseyebilmiş ve odadan ayrılmıştım.
Nereye gidecek, ne konuşacaktık hiç bilmiyordum. Sadece Asif'in arkasında yürüyordum.