Kenarındaki sokak lambaları ve ışıkları yanan evlerin yansımasını küçük dalgalarında barındıran denizi izledim bir süre. Koyu tonu insanı içine çekercesine cazibeli olsa da aynı zamanda huzur veriyordu. Belki onun yanımda olması da etkiliyordu bu huzuru.
Asif aradığında beni alması için rica etmiştim. İkiletmeden kabul etmişti. Elime çantamı ve kabanımı alıp salona indiğimde o adama bakmadan anneme Asif'in beni alacağını, dışarı çıkacağımı söylemiştim. Belki itiraz edecekti ama anneciğim fırsat vermemişti. Annem, onun aksine çok mutlu olmuştu. Zaten Asif'i görür görmez sevmişti.
Bunu bilerek yapmıştım. Ona annemin Asif'le olan görüşmeme gönlü olduğunu göstermekti amacım. Başarmıştım. Keyfi kaçmıştı. Karşı çıkamamıştı. Tek kelime edemedi. Sessiz kalmış ve annemle olan muhabbetimizi dinlemişti.
Sonuç olarak Asif beni gelip almış ve buraya, sahil kıyısında güzel bir restorana getirmişti. Dışarıda oturmayı da ben teklif etmiştim. Kabanlarımızı çıkarmadan kışın soğuğunda restoranın terasındaydık. Yalnızca ikimiz vardık burada. Hava soğuktu evet ama manzara da gökyüzü de çok güzeldi.
Uzun zaman sonra kendimi böylesi huzurlu ve sakin hissediyordum. Kötü duygular yerine sinmiş ve ruhum sakinleşmişti. Fakat aklımda Asif'in o adamın kızı olduğumu bilip bilmediği huzursuzluğu devam ediyordu.
"Ferra," Ben sözcükleri aklımda toparlayamamışken o konuşmaya başlayarak dikkatimi çekti. "Yıldırım Gümüş ile aramda yıllar öncesinde başlayan bir anlaşmazlık var. Aslında babam ile onun arasındaydı ama o öldükten sonra sorun benimle devam etti. Ben, onun kızı olduğunu biliyorum. Eğer bu durum seni rahatsız edecekse görüşmeyi kesebiliriz."
Dudaklarım aralandı. Gözlerim gözlerinde kaldı. Yanımda olacağını söyleyen adam şimdi görüşmememizin sorun olmayacağını söylüyordu. Yanlış anlamıyordum öyle değil mi? Üstelik bildiğim kadarıyla onun annesi de babası da hayattaydı. Yanlış mı biliyordum yoksa? Aklım karıştı. Hangi konuya odaklanmam gerektiğini karıştırdım. Kaşlarım çatıldı.
"Yanlış anlamanı istemem. Amacım görüşmemizi sonlandırmak değil. Aksine seninle olmak güzel. Ben sadece seni arada bırakmak istemiyorum. Sonuçta o senin baban."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yutkundum. Bacaklarımın üzerindeki ellerim yumruk halini aldı. Ona karşı beslediğim duygular, açık olacağım anlamına gelmezdi. Asif'e o adamı baba olarak görmediğimi de aramızdaki sorunları da anlatamazdım. Ona güvensem dahi bu benim en özelimdi. Henüz kendimi ona bu kadar açabileceğimi zannetmiyordum.
"Zamanla alışacaktır."
Kelimeler ağzımdan zor çıktı. Boğazımdaki yumru yerli yerindeydi. Önümde soğuğun etkisiyle sıcaklığını yitirmiş içi kahve dolu kupaya sardım parmaklarımı. Asif, karşımda olan iki adamın sözlerinin aksine iyi biriydi. Ondan tek kötülük görmemiştim. Sadece kendime karşı değil, insanlara olan tavır ve davranışlarına da dikkat ediyordum.
Mesela restorana girdiğimizde bizi karşılayan genç kızla nazik bir şekilde konuşmuştu. Ondan öğrenmiştim kızın isminin Elif olduğunu. Konuşması da kendisi gibi soğuktu. O zamanda tavır ve davranışlarının yapısal olduğuna karar kılmıştım. Sadece o adama karşı tehditkar konuşmuştu. Orada bambaşka bir adam olmuştu ama aralarındaki bilmediğim husumetten kaynaklıydı. Yani Asif onlar için kötü bir insan olabilirdi ama onların söylediği gibi kötü değildi. İçimde hala engel olamadığım ufak bir şüphe barındırıyordum ona karşı. Zamanla geçecekti, biliyordum.
"Baban alışsa bile abin Yıldırım'ın alışacağını zannetmiyorum."
Amacı neydi anlayamamıştım. Beni kendinden uzaklaştırmak için bir bahane mi arıyordu? Bahsettiği iki adam da umurumda değildi. Ben ne o adamı babam ne de oğlunu abim olarak görmüyordum. Önemli olan benim ne düşündüğüm değil miydi?
"Senin amacın beni kendinden uzaklaştırmak mı? Bunun için bir neden mi arıyorsun?"
Ona doğru hafifçe eğilmiş ve gözlerimi kısmıştım. Az önce mutluluğu ve huzuru hisseden kalbim, alacağı cevabı bilememenin korkusuyla titriyordu. Sorularım olumlu yanıt alır diye korkuyordu ama soru işaretleriyle yaşayacağıma yanıtlarıyla başa çıkmak daha iyiydi.
"Hayır. Nasıl böyle bir şey düşünebilirsin Ferra?" O da bana doğru eğildi. Aramızda bir karış var yoktu. Gözleri karşımdaydı. Kararan havayla koyulaşmış gözlerinde ışığın değdiği kısımlar maviliğiyle parlıyordu. Tıpkı gece sahile vuran yakamoz gibi. "Sadece sana ne ile karşılaşacağını söylüyorum. Onlar beni senden uzaklaştırmak için her şeyi yapar. Arada kalacaksın. Senin daha fazla üzülmeni istemediğimden söyledim."
Geriye yaslandım. Göz temasımızı keserek gözlerimi sıkıca kapattım. Derin bir nefes aldım. Alnımı kaşıdım. Aklım karışmıştı. Huzursuzluk hiç gitmemiş gibi yeniden ruhuma yayıldı. Asif'le o adamın konuşmasına ve sonrasında ondan uzak durmam için çekilen nutuğa bir kere şahit olmuştum. Ben Asif'le görüşmeye devam ettiğim süre boyunca aynı şeylere maruz kalabilirdim. Fakat atladığım bir şey vardı. Annem.
Anneciğimin olduğu yerde o adamın sözü geçmiyordu. O anneme boyun eğiyor, sessiz kalıyordu. Sanki rolleri değişmişlerdi. Tabi annem onun gibi sert ya da yeri geldiğinde acımasız değildi. Zorla diretmiyordu hiçbir şeyi. Yine de susturuyordu o adamı.
"Her şey zamanla Asif. Onlar da zamanla kabullenir."
Kabullenmeye bile hakları olmayan iki adamdan bahsediyordum. Biri hayranlıkla baktığım, gözümde mükemmel bir baba ve eş olan Yıldırım Beydi. Onunla yüz yüze gelmek istemiyordum. Yine de bu olacaktı. Ben Yıldırım Gümüş'ü tanıyorsam oğluyla beni tanıştıracaktı. Onun ağzından söz bir kere çıkardı.
"O zaman zarfında üzülmemeni umut ediyorum."
Sessiz kaldım. Gözlerim ondan ayrılalı çok olmuştu. Bir daha da bakmadım. Gelecek günlerde beni ne bekliyor bilmiyordum. Bu bilinmezlik beni rahatsız etmeye yetiyordu. Evet Asif'in varlığı beni rahatlatıyordu ama nereye kadar? Onunla görüşüyordum fakat aramızda hiçbir şey yoktu. Ben ona olan sevgimi kabullenmiş olsam da dillendirmemiştim. Onun gibi.
Ya Asif bir gün bir anda giderse ne yapacaktım? Doğru ya. O hep yanımda olacak diye bir şey yoktu.
Bir an önce bir çıkar yol bulmalıydım. Kendimle baş başa kalıp sorunlarımı kendim çözmeliydim. Her zamanki gibi. Ben kendime ne zamandır yetemiyordum Allah aşkına?
"Ferra," Fısıltı vari seslenişini duydum ama dönmedim ona. Bakmak istemiyordum. Ne zaman ona baksam altüst oluyordum. "Bana bak Ferra. İçine kapanman bir fayda sağlamaz sana. Bak, ben buradayım."
Gözlerim ona yenildi. Kalbim gibi. Bir zemine oturtmaya çabaladığım düşüncelerim yıkılıverdi. Tek bir bakışla ya da tek bir sözle kararını verdiğim düşünceleri altüst ediveriyordu. Bana da o yıkımdan çıkmak kalıyordu.
Oturduğu yerden kalktı. Başımı kaldırdım. Göz temasını kesmedik. Bana yaklaştıkça ona döndüm. Karşımda durduğunda önümde eğildi. Bacaklarımın üzerindeki ellerimi avuçları arasına aldı. Bu defa benim başım eğilmiş, onun başı bana bakmak için kalkmıştı.
"Ben buradayım Ferra. Tam karşında."
Tam karşımda.
Bu zamana kadar çektiğim acılarda kimseyi aramayan ben en ufak şeyde onu arar olmuştum. Kalbim bir onu istiyor, yalnızca onun varlığını diliyordu. Asif ise karşıma geçmiş yanımda olduğunu söylüyordu.
İçimde kurduğum şehri bir kalp çarpıntısıyla yerle bir etmiş ve şimdi yeni bir şehir kuruyordu. Ona ait bir şehir. Yol bilmez iz bilmez kalbimi de ortasına koymuştu. Nasıl yapacaktım? Hiç bilmediğim sokaklardansa bildiklerimi tercih ederdim ben. Yabancısı olduğum bir yerde nasıl hayatta kalabilirdi kalbim?
Sevmek gerçekten bu muydu? Bilmediğin yolları ezberlemek miydi yani? Tekrar tekrar gidip gelmek ve belki kalbime giden yolu sonsuza kadar kaybetmek miydi?
Ellerimi avucundan çektim ve apar topar ayaklandım. Aramızda mesafe olmadığı için oturduğum sandalye geriye kaydı. Bunu yapabileceğimden emin değildim. Moloz yığınlarının arasında yaşar yine de yeniden bir şehir kurulmasına izin veremezdim. Kendime zarardan başka bir şey değildi.
"Saat geç oluyor. Eve gitsem iyi olacak. "
Ev. Evim bile diyemiyorsun Ferra. Nasıl gideceksin o eve? Orada olmaya alışabilecek misin gerçekten?
Fakat annem vardı. Annemin olduğu yer her neresi olursa olsun, ister kocaman katlarca ister dört duvar arası fark etmez benim evim olurdu. Fakat o ev... Bir o ev benim evim olamazdı.
Asif başını onaylarcasına sallamakla yetindi. Bir adım geriledi ve eliyle önünden yürümemi işaret etti. Ben de sessiz kalarak ona uydum. Birlikte restorandan çıktık. Ona iyi geceler dileyen kimseye yanıt vermedi. Belki duymadı ama ben duydum.
Kapının önüne gelen arabasının yolcu kapısını açtı. Açtığı kapıdan içeri girdiğimde kapattı. Arabasının önünden geçerken sanki zaman yavaşladı. Kısacık bir anda farların ardından gözleri yeniden gözlerimle buluştu. Bana bakan bu adam hiç değişmemişti. Onu ilk gün nasıl gördüysem yine öyleydi ama ben. Ben çok değişmiştim. Her yönden olumsuz bir değişimdi bu. Kendime yazık ediyordum.
İçimde kapıları yüzüne kilitlediğim kızdım artık. Hayatla barışık, gülümseyen, sohbet etmekten zevk alan ben neredeydi? Şimdi de bu kız mı kilitlemişti onu?
*
Asif'in arabasında yaşamak zorunda kaldığım evin önündeydim. Ne onun yanında kalmak ne de ondan ayrılmak istiyordum. Çok farklı bir muallakta kalmıştım. Bir tarafa bir adım atamıyordum.
Asif sessizliğime ayak uydurdu. Arabası bir süredir çalışmıyordu. İkimizin de aklında soru işaretleri vardı. O benim olduğunu düşündüğü babam ve abimden rahatsızdı. Benimle birlikte olması demek sevmediği insanları görmesi demekti. O iki adamın ne söylediği ve ne düşündüğü umurumda değildi. Ben duymazdan gelirdim ama Asif baş edebilecek miydi?
Birlikte olmak diyordum da ben... Biz ne ara bu kadar yakın olmuştuk? Daha düne kadar iki gündür tanıdığım adam diyordum ondan için. Hatta tanımıyorum diyordum. Görüşmek bir anda birlikteliğe dönmüştü içimde. Olmamalıydı. Böyle düşünmemem gerekiyordu.
"Bıraktığın için teşekkür ederim."
Sesim oldukça kısıktı. Konuşurken teklememiş olsam da boğazımda geçmek bilmeyen bir düğümün varlığı rahatsız etmişti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. O sessizliğini korurken arabadan inme kararımı vermiştim. Emniyet kemerini çözdüm. Elim kapı kulpuna değdiğinde uzun parmakları kolumu tuttu. Bu hareketiyle duraksadım ve ona döndüm.
Arabasının ışığı yanmıyor olsa da çaprazımızda bulunan sokak lambası yüzünün yarısını aydınlatıyordu. O aydınlık kısımdaki tek karartı uzu kirpiklerinin yanaklarına yansıyan gölgesiydi. Yüzünün diğer tarafı ise karanlıktı. Gözleri bile o karanlığa uymuştu.
"Unutma Ferra. Ben hep yanında olacağım."
Sesi benim gibi kısıktı. Sözleri sakinleştirici oldu damarlarımda akan kana. Bilinmezlikle ortada kalışımsa devam etti. Onun gözleri bile bir çıkar yol gösteremedi bana. Ben onun hep aydınlık tarafını görmüştüm. Ya haklılarsa? Gerçekten karanlık bir tarafı da varsa? Ona atan kalbime sormasam da vereceği yanıtı biliyor gibiydim. Herkesin elbette bir karanlık tarafı vardı. Ben onun aydınlığını görmek istiyordum. Diplerinde ne olduğunu bilmediğim okyanusları içine hapsettiği gözlerine en aydınlık vakitte bakmak istiyordum hep.
Her ne olursa olsun biliyordum işte. İleride kalbim kırılacak olsa dahi onun için atmaya başlamıştı bir kere. Geri dönüşüm yoktu.
"Teşekkür ederim."
Kolumu çekmedim. Onu parmakları bileğime indi ve ardından benden koptu. Arabasından indim. Kapının önünde duran güvenlik kapıyı açarken arkamdaki araba çalıştı. Ona dönüp bakmadan bahçeye yürüdüm. Araba uzaklaştı. Adımlarım bahçenin ortasına gelirken yavaşladı. Gözlerimi sıkıca kapattım, olduğum yerde kaldım kısa bir süre.
Kesin bir karara varmam gerekiyordu artık. Kararsızlık içinde boğulmama ramak kalmışken sevmek yeter miydi? Beni girdiğim bataklıktan çıkarabilir miydi?
Hep böyle olmaz mıydı zaten? Pek çok zaman ben bir düşünce bataklığına kaptırırdım kolumu bacağımı. Bir gün o bataklıklardan birinde boğulacağımdan endişeliydim. Çünkü her saniye katran gibi yayılırdı vücudumda. Her zerreme yapışırdı. Bu öyle bir şeydi ki söküp atamıyorum da. Yeter ki ufacık bir karanlık görsün. Aniden ortaya çıkıyor, ne olduğunu anlamadan düşüyordum bataklığın içine. Hatta kendimi içinde buluyordum. Biri ya da bir şey yardıma gelmezse yenilirim, biliyorum. Nihayetinde bir sonuca varamam. Bir çıkmaz döngü içinde dağılmaya mahkum katrana bulanmış ruhum benden bir hiç kalana dek devam eder.
"Canımın içi?"
Anneciğimin tatlı sesiyle araladım gözlerime. Bu defa beni düşünce bataklığından çıkaran annemdi. Derin bir nefes aldım. Buğulu gözlerimi kırpıştırdım. Çok az kalmıştı. Birkaç saniyeyle boğulmaktan kurtulmuştum.
Belki de kendime zarar veriş şeklim buydu benim? Boğulmak için an kolluyordum belki. Öyle ya herkesin kendine zarar verişi farklıydı bu hayatta. Benimki de buydu işte. Umutsuzluk ya da var olmaktan duyduğum pişmanlıktan oluşturduğum bataklıklar...
Annemin kısa adımları bana yaklaşırken dayanamayıp bu adımları hızlıca ben kapattım. Anneme sıkıca sarıldım. Hala varken. Burada, benimleyken.
Pişmanlık ve tüm kötü hisler sonunda düşüncelerimle birleşiyor ve ben kurtulmak istediğim o yerde tekrar kurtarılıyordum. Yeniden aldığım nefes yeni bir son oluyordu benim için.
"Anneciğim."
Sesimde gizleyemediğim hüznüm vardı. Umutsuzluğum içinde kıvranıyordum. Asif ile ilgili düştüğüm çıkmaza Annemin benden gidecek oluşu da eklenince daha bir kötü olmuştum. Anneciğimden saklamak için çok çabalamış ama bu defa başarısız olmuştum.
"Kuzum benim. Ne oldu?"
Annem de hemen etkilenmişti. Anında değişmiş, ağlamaya ramak kala bir ses işitmişti kulaklarım. Başımı annemin omzuna yaslayıp kokusunu içime çektim. Her zamanki gibi çok güzel kokuyordu. Hep aynı koku. Dünyanın en güzel kokusu. Papatya kokardı annem.
"Bugün birlikte uyusak olur mu?"
Anneme ihtiyacım vardı. Anneciğimin kollarında olmak istiyordum bu gece. Saçlarımı usul usul sevmesine ihtiyacım vardı. Gözlerini ağırca kapayışını ve uykuya dalışını izlemek istiyordum.
"Tabi olur kuzum benim. Hadi gel."
Gülümsedim. Belki hissetmişti ama görmemişti annem çünkü başımı kaldırmamıştım. Kollarım hala beline sarılıydı. Omuzuma sarıldı kolu. Omzumu sıvazladı. Birlikte eve yürüdük. Kaldığım odanın bulunduğu kata çıktık birlikte. Annemden bir an olsun ayrılmak istememiştim ama bir adım gerileyerek benden ayrılmıştı.
"Üzerimi değiştirip geliyorum."
Gözleri gözlerimi incelerken yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Bende olumsuz bir şey olduğunun farkındaydı ama ne olduğundan emin değildi. Beni inceleyişinden anlamıştım fakat incitmemek için de sormuyordu. Annemdi. O nasıl beni bir bakışımdan biliyorsa ben de biliyordum.
Annem üst kata çıkarken ben de kaldığım odaya geçtim. Banyoda elimi yüzümü yıkarken aynadaki yansımama bir an olsun bakmamıştım. Kendime baksam ağlayabilirdim. Nedeni kalbimi kendi elimle kırmamdı.
Üzerimi değiştirip dolaptan aldığım pijamaları giydim ve yatağa oturdum. Annemi bekledim. Biraz zaman sonra annem odaya girdi. Beklemeden yatağa uzandım ve üzerime ince yorganı çektim. Annem de yanıma gelip yorganın altına girdi. Bana sarıldı. Ben de anneme sarıldım. Sıkı sıkı tutmak istiyordum aslında annemi ama ne yazık ki canı yanar endişesi bunu yapmam engelliyordu. Annem kafamı göğsüne koydu ve ince parmaklarıyla saçlarımı okşadı. Gözlerimi kapattım huzurla.
"Anlat bakalım, ne oldu canımın içi?"
Başımı boynuna kaldırıp soluklandım. Gözlerimi açmamıştım henüz. Göz kapaklarımın siyahlığında onun siması canlandı. Güzel, mavi gözleri parladı o karanlıkta.
Asif ile aramızda aşamayacağımız duvarlar vardı. O duvarları aşmadan istediğim kadar onu seveyim fark eden bir şey olmayacaktı. Ona koşacaktı yine kalbim fakat ulaşamayacaktı. Duvarlarla karşılaşacak ve hatta zaman zaman çarpacaktı. Canı yanacaktı. Ben de korkularımdan örülen duvarlardan geçiremeyecektim onu.
"Anne ben Asif'i seviyorum."
İlk kez sesli söylemiştim. Onun adı geçtiği an kalbim tekledi. Bir fısıltıdan farksız çıkmıştı sesim. Annemin kulağının dibinde konuştuğum için duymaması imkansızdı. Keşke kalbimi de duysaydı. Neden acı çekiyordum?
"Ferra," Annem benden ayrıldığında gözlerimi araladım. "O kadar çok mutluyum ki şuan! Sonunda bir adamı sevdiğini söylediğini de duyabildim kuzum."
Annemin mutluluktan parlayan gözlerine baktım buğulu gözlerimle. Annem de ilk defa bana karşı olan bu endişesini dile getirmişti. Hep erkeklerden nefret edeceğimi sanırdı annem. Çünkü ben erkeklere karşı set çekerdim. Çoğu zaman onlarla konuşmazdım.
Annemin cümlesinin devamı var gibiydi ama orada kesildi. Tahminde bulunmak istemedim. Anneciğimin gidişiyle ilgili bir şey düşünmek istemedim.
Yarım yamalak gülümsedim anneme. Bana yeniden sarıldı ve alnımdan öptü. Saçlarımı yeniden okşadı. Gözlerimi kapatıp bekledim. Bir süre sonra eli durdu. Alıp verdiği nefesi düzene girdi. Uyuduğu kanısına vardığımda başımı kaldırıp annemin yer yer yaşanmışlıklarını hapsettiği çizgilerinin bulunduğu yüzüne baktım.
Geçmişte yaşadıklarına, tüm acılara rağmen hala mutlu olabiliyordu benim annem. Nasıl başarmıştı? Ben yapamıyordum. Yarın Yıldırım Beyle yüz yüze gelecektim. O kadın gözümün önüne gelmeden nasıl durabilecektim? Onun oğluydu sonuçta. İlla ki ona benzeyen özellikleri olacaktı.
Elimi annemin belinden çekip ince saçlarına değdirdim. Hiç yansıtmamıştı ama acaba saçlarında dökülme olmuş muydu? Uzun zamandır dokunmuyordum saçlarına. Anlayamamıştım. Zaten çok kırılgandı annemin saçları. O yüzden dokunmaya kıyamazdım. Hemen her şeyden etkilenirdi. Annem de bir o kadar severdi saçlarını. Onun için en güzel hediye saç bakım ürünleri olmuştu hep.
Yumuşacık saçlarını okşarken gülümsedim. Her an benden gidebileceği endişesi olmadan. Sadece birkaç saniyeliğine de olsa hiçbir şey düşünmeden yüzüne bakmakla yetindim. Annem, benim güzeller güzeli canım annem.
Annem, benim annem. Başka bir hitapla seslenmediğim, bir gün ona hitabımın sonlanacağını bildiğimden adını doya doya söylediğim annem. Biriciğim.
Sabaha kadar izledim annemin yüzünü. Sanki gözlerimi kapatsam yüzü ortadan kaybolur korkusuyla zihnimde asla unutmayacağım bir yere kazıdım yüzünün her hattını. Bir ara, sabaha karşı annemin kıpırdarken yüzündeki mimiklerin değişimi kalbimi korkuyla doldurdu. Hala acı çekiyor oluşu çok üzdü beni. Kahroldum. Kendimi tutamadım sessizce ağladım.
Basit şeyler için kafamı doldururken gerçekle yeniden baş başa kaldım. Her şey olur biter ve hatta geçerdi. Geçmeyecek tek şey adını anmaktan korktuğum o hastalıktı. Bir gün bir anda annemi benden alacaktı.
Yataktan kalkıp odadan çıktım. Boğulacak gibi hissediyordum. Elim göğüs kafesimin üzerine baskı uygularken merdivenlerden inip açık kapıdan bahçeye çıktım. Deniz kıyısına doğru adımlarken üzerine çiğ yağmış çimler ayak tabanlarımı ıslattı.
İyotlu havayı derin derin içime çektim. Kendimi telkin ettim. Şimdi annem hep sevdiği adamla birlikteydi ve mutluydu. Mutluluk o hastalığa iyi gelmezdi. Hatta çok daha fazla mutlu olsa annem belki yok olurdu?
Yüzümü ovalayıp sesli bir nefes verdim. Başımı hızla salladım. Evet! Çözüm buydu işte. Sızlanmayacaktım artık. Her ne olursa üstesinden gelirdim benim için sorun değil. Yeter ki annem iyi olsun. Çok mutlu olsun.
Arkamı dönüp başımı kaldırdım ve kaldığım odaya baktım. Buradan bakınca annemi göremiyordum ama annemle ilgili güzel düşünmek bile beni yatıştırmaya yetmişti. Artık benim için kötü olsa da annem için her şey daha iyi olacaktı.
Hava yavaştan aydınlanırken mutfağa geçtim. Henüz kimsenin olmayışını fırsat bilerek genelde hafta sonu benim hazırladığım ve annemin en sevdiği kahvaltıyı yapmaya koyuldum. En sevdiği kahvaltılık benim tavada yaptığım üçgen, peynirli börekler ve kızartma üstü yumurtaydı.
Bin bir uğraşla bulduğum malzemeleri hazırlayıp çayı koyduğum sırada mutfağa Esin Hanım girdi. Onunla göz göze geldiğimizde şaşkınlığına birebir şahit olmuştum. O henüz ağzını açmıştı ki ardında diğer yardımcılar belirdi.
"Ferra Hanım ne yapıyorsunuz?"
Yapmamda sakınca varmışçasına çıkan sesiyle gözlerimi kısıp omuz silktim. Ömrümde ilk defa girmiyordum ya mutfağa. Bunlar da bir tuhaftı yani!
"Günaydın Esin Hanım. Kahvaltı hazırlıyorum. Asıl siz kapıda durmuş ne yapıyorsunuz?"
Onunla karşılaştığımız ilk andan bu yana sesimi ilk defa bu kadar net duyduğuna emindim. O zamanlar düşündüğüm tek şey ben ve sorunlarımdı ama artık öyle değildi. Annemin mutluluğu için her şeyi yapacaktım.
"A-affedersiniz efendim. Hemen işimizin başına geçiyoruz."
Mutfağa hızla giren Esin Hanım ve diğer yardımcıların tek adım daha atmaması için hızla elimi kaldırıp onları durdurdum.
"Hayır, hayır. Mutfak haricinde yapacağınız bir iş varsa orayla ilgilenin lütfen. Bu sabah kahvaltıyı ben hazırlayacağım," Gözlerim her birinin üzerinden geçerken Esin Hanımda durdu. "İtiraz istemiyorum."
Yardımcılar birbirine baktı. Ne yani daha önce onlar haricinde kimse girmemiş miydi bu mutfağa? Gerçekten ilk defa mı görüyorlardı 'Hanım' olarak hitap ettikleri bir insanın mutfakta bir şeyler pişirdiğini?
"En azından ben yanınızda kalayım. Bir şeye ihtiyacınız olursa yardımcı olabilmek için."
Esin Hanıma hak verdim. Nerede ne var bilmiyordum. Malzemeleri bulmak için de çok uğraşmıştım. Bana yardımcı olabilirdi. Başımı onaylarcasına salladım.
Esin Hanım diğer yardımcılara görevlerini söyleyip onları mutfaktan gönderdikten sonra bana mutfak eşyalarını bulmamda yardımcı olmuştu. Mutfağı bilen biri yanımda olunca yapacaklarım daha da hız kazanmış ve kısa sürede annemin en sevdiği kahvaltıyı hazırlamıştım.
Hava bugün güzeldi. Hafif soğuktu ama en azından güneş vardı. Yardımcılar bahçedeki masaya hazırlananları götürürken ben de yukarıya kaldığım odaya çıktım. Kapıyı usulca açıp içeri girdim. Annem hala uyuyordu. Anneciğimi uyandırmamak için yavaş ve sessiz hareketlerle banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkadım. Dağınık saçlarımı düzenlerken aynadaki yansımam çarptı gözüme.
Yaşadıklarımı yansıtmamak benim en iyi özelliğimdi. Gözyaşlarımın izi kalmazdı yüzümde. Gözlerim şişmez ya da kızarmazdı. Gülümsedim. Sonra gözlerim üzerimdekilere kaydı. Pembe pijamalarla kahvaltı hazırlamıştım. Halime gülüp başımı iki yana salladım.
Odaya yeniden dönüp üzerimi değiştirdim ve annemi uyandırdım. Sarılma faslından sonra annem odasına geçip üzerini değiştirmek üzere odadan çıktı. Annemin ardından ben de odadan çıktım ve aşağı kahvaltı masasına geçtim. Neredeyse her şey masaya yerleştirilmişti.
Annemin kahkahasını duyduğumda dudaklarım iki yana kıvrılmıştı bile. Annemin gülüşünü görmek için arkama döndüğümde o adama sarılarak bahçeye girişlerini izlemiştim. İkisi de o adamın anlattığı şeye gülüyordu. Yüzümdeki gülümseme solmak üzereyken toparlamıştım kendimi.
Önce annen Ferra. Unutma. Önce annen.
"Günaydın. Esin Hanım bu sabahki kahvaltıyı güzel kızımın hazırladığını söyleyince işten önce aile gelir sözüne sadık kaldım ve toplantımı iptal ettim. Ailecek güzel bir kahvaltı yapalım."
Annem karşıma geçerken bakışlarım o adamda kalmıştı. 'Güzel kızım' derken gözlerimin içine içine bakmıştı. 'İyi halt ettin' dememek için kendimi zor tuttum. Ağzımı açmayıp anneme döndüm. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle benim ve o adam arasında gidip geliyordu mutluluktan parıldayan gözleri. Anneme gülümsedim.
Kahvaltımız annem ve o adamın sohbetiyle geçti. Hiç bozuntuya vermeden elimden geldiğince yüzümdeki tebessümü sürdürmeye çalıştım. Annem benim her şeyimdi. Bazen bana 'Can parem' derdi ama asıl annem benim can paremdi.
"Ferra, şirkete birlikte gitmeye ne dersin?"
Bir anda bana yöneltilen soruyla kaldım. Ağzımın içinde çiğnediğim börek parçası büyüdükçe büyüdü. Yutmakta zorluk çektim. Başımı tabaktan kaldırdığımda gözlerim ilk annemin gözleriyle kesişti. Hevesle bana bakıyordu. İç sesim insan suretine bürünmüş kulağımın arkasında bitmişti sanki. Omuzlarımı sıkı sıkı tutuyordu.
Önce annen Ferra. Unutma. Önce annen.