Onun okyanuslarının kıyısındaydım. Beni içine çekiyordu dalgaları ve ben direnmekte zorluk çekiyordum. Adımımı derinliğini hiç bilmediğim okyanusa atsam boğulacağıma emindim fakat aklım algılamamak için her şeyi yapıyordu sanki.
"Asif, burada ne işin var?"
Levent'in sesiyle gerçek dünyaya dönmüş oldum. Asif'e olan yakınlığımı da ancak o zaman fark edebilmiştim. Elleri hala dirseklerimdeydi. Tam gözlerimin içine bakıyordu.
"Neden buradasın?"
Kaşları çatılmıştı. Sorusu fısıltıdan farksızdı. Levent'in duymadığına emindim. Belki de özellikle o duymasın diye bu şekilde sormuştu. Ama iyi ki sormuştu bu soruyu. O ana kadar Sena aklımdan çıkmıştı. Hızla ondan ayrılarak bir adım geriledim.
"Hoşça kal."
Yanından geçerken gözlerim zemindeydi. Hızlı adımlarla asansörün önüne geldiğimde arkamı dönüp ona baktım. Levent Asif'in kolunu tutmuş kıstığı gözleriyle ona bir şeyler söylüyordu. Asansörün kapısı açıldığında önüme döndüm ve asansöre bindim. Kapılar kapanırken ikisinin de bana baktıklarını ancak fark edebilmiştim.
Asansörün sabırsızlıkla zemin kata inmesini beklerken Sena'yı aradım tam üç defa. Çağrılarımın sonu hep telesekretere çıktı. Ulaşamıyordum ona. Endişeyle çıktım sonunda istediğim katta durup kapılarını açan asansörden.
Etrafıma bakınarak binadan çıktığımda Sena'yı görememiştim. Şirketin çıkış kapısının çaprazındaki arabanın önünde duran Akif vardı. Ona ilerlediğimi fark ettiğinde duruşunu dikleştirip bana döndü.
"Benimle birlikte gelen arkadaşım nerede?"
"Bir adamla birlikte gitti kendisi."
Elimle yüzümü kapatıp ofladım. Şimdi nereden bulacaktım ben onu? Sena isteyerek gitmemiştir değil mi? Çaresizce sağa sola yürüdüm. Elimdeki telefonla yeniden ve yeniden aradım arkadaşımı.
"Ferra, neler oluyor?"
Asif'in sesini duyduğumda adımlarım duraksadı ve kulağımdaki telefonu indirdim. Ondan yardım istesem yardım edebilir miydi? Benim aksime o buraları daha iyi biliyordu. Koskoca bir şirket yönetiyordu ve plazadaki insanları da tanıyor olmalıydı.
"Asif yardım et lütfen. Yamaç'ı tanıyorsun değil mi? Levent'in arkadaşı."
Aramızda iki adımlık mesafe kalana dek ona yürüdüm. Gözleri kısıldı. Baştan ayağa süzdü beni. Yanıt vermesini bekledim. Tavrı da bakışları da bir değişikti.
"Neden Yamaç'ı soruyorsun?"
Kalbimin burkulup kırılacağı o anda konuşmaya tenezzül etmişti. Yüzüne baktım. Karşımdaki adamı tanımıyordum ben. Buz gibiydi. Sadece bakışları da değil. Duruşuyla buz dağlarının önüne atmıştı beni. En başındaydım üzerinde yürüdüğüm buzullarının. Tüm ümidim yok oldu ve kalbimin çatırtılarını duydum. Ruhum inledi acıyla. Sessizliğimde kayboldu inilti.
Önümde birleştirdiğim ellerim iki yanıma düştü. Karşımdaki adama bir anda ne olmuştu bilmiyordum ama hiç hayra alamet değildi bu tavrı. Ona sormamayı diledim. Keşke ağzımı açmasaydım.
Başımı iki yana salladım ve ardımda kırıklarımı bırakarak beni bekleyen arabaya bir adım attım. Onun kolumu tutuşuyla duraksadım. Bir işe yaramazdı şimdi istediğini yapsın. Kolumu elinden çekip ona döndüm. Evet beni kırmış olabilirdi fakat başım dikti. Gözlerinin içine baktım korkusuzca. Görecekse de görsündü kırıklarımı. Onun eseriydi sonuçta.
"Ne oldu Ferra?"
Alt dudağımı dişlerim arasına alıp ısırdım. Gözlerim yanıyordu. Ellerimle saçlarımı geriye yatırdım. Bir çıkış yolu arıyor ve bulamıyordum. Ümidi birine bağlamamam gerektiğini az önce öğrenmiştim. Yardıma ihtiyacım vardı.
"Yamaç denilen o adam arkadaşım Sena'yı alıp götürmüş. Nereye götürdü bilmiyorum. Onu bulmam gerekiyor. O adam iyi biri değil. Sena'ya zarar verebilir."
Konuşmamın sonuna doğru sesim titredi. Sena'nın yanında olma isteğim zaman geçtikçe katlanıyordu. Ne olmuş, nasıl götürebilmişti arkadaşımı?
"Sözünü ettiğin kişi bizim arkadaşımız Yamaç olamaz Ferra. O öyle biri değil."
Esen rüzgarla gözümün önüne gelerek dağılan saçlarımı toparlamak adına kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Alayla güldüm. Sinirlerim bozuldu. Ciddi miydi? Az önce onun konuşmasına bizzat şahit olmuştum ben.
"Nasıl biri mesela? Dikkatini çeken her kızla yatmayı sever mi?"
Asif'in kaşları çatıldı ve gözlerini kıstı. Burun kemerimi sıkıp gözlerimi sıkıca kapattım. Derin bir nefes alıp içimden yediye kadar saydım ve dışarı üfledim. Sakin ve hızlı olmalıydım. Çünkü zaman aleyhime işliyordu.
"Bak, arkadaşın arkadaşımı kaçırdı tamam mı? Onları bulmamda yardımcı olacak mısın olmayacak mısın bir şey söyle."
Karşımdaki adam kalbimin hala hızlı atmasına sebep olabiliyorken aklımda sadece biricik dostum Sena vardı ve ilk defa aklım kalbimi geçmişti. İlk kez öncelik olarak onun yanında başka biri vardı. İçten içe garipsiyordum bu durumu.
Saniyeler birbirini takip ederken Asif yanıt vermedi. Sadece gözlerimin içine baktı. Yerimde duramayan ben ise daha fazla bu sessizliğe katlanamayarak sırtımı ona döndüm. Beni bekleyen arabaya adım atacakken yeniden kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi.
Ondan böyle bir hareket beklemiyordum. Şaşkınlıktan dudaklarım aralandı ama bir şey söyleyemedim. Bakışlarım çenesinden yüzüne çıkarken o ileride birine elini kaldırdı. Gelmesini işaret ederek parmaklarını kendine doğru büktü. İşaret ettiği yere döndüğümde koyu gri cip tarzı bir arabanın bulunduğumuz yere doğru hareketlendiğini görmüştüm.
Araba önümüzde durdu. Şoför koltuğundan inen orta yaşlarda bir adam ceketinin önünü iliklerken yolcu koltuğunun bulunduğu tarafa koşturarak yürüdü ve kapıyı açtı. Kolumu tutmaya devam eden Asif beni yönlendirmesiyle açık kapıdan geçip koltuğa oturdum.
Arabanın kapısı kapatılırken Asif kapıyı açan kişinin omzuna elini koydu ve kıstığı gözleriyle o adama bakarak bir şeyler söyledi. Pencere kapalı olduğu için ne söylediğini duyamamıştım.
Asif yanıma, sürücü koltuğuna oturduğunda arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Nereye gidecektik ki? Yoksa o biliyor muydu yerlerini? Nasıl?
"Nerede olduklarını biliyor musun?"
"Yamaç senin bahsettiğin gibi biri değil. Eğer yaptıysa da bir bildiği vardır. Yine de içinin rahat etmesi için seni onların yanına götüreceğim," Söylediklerinin tek bir hecesini kaçırmadan can kulağıyla dinliyordum onu. Çok kısa süreliğine dönüp bana baktı. "Nereye gittiklerine dair bir tahminim var. Önce oraya bakarız. Yakında konumları elimde olur."
Başta söylediklerini duymazdan geldim. Yamaç denilen adam Asif'in yakın arkadaşıydı ki böyle konuşabiliyordu. Elimi göğüs kafesimin üzerine koyup derin bir nefes aldım. Biraz olsun rahatlamıştım. Sena'yı sağ salim görürsem daha iyi olacaktım.
Zaman geçti. Ne kadar yol kat ettik bilmiyorum. Bu süre zarfında hiç konuşmadık. Bir süre önce Asif'in telefonu çalmış ve biriyle uzun olmayan bir görüşme gerçekleştirmişti. Gözlerimi altımızdan akıp giden yoldan ayırmadan sessizliğimi korudum. Sabırla bekledim.
Gün batmak üzereyken ana yoldan ayrılıp toprak bir yola döndüğünde oturduğum yerde dikleştim. Bir tarafı uçurum olan bozuk yolda ilerlemeye devam etti. Gözlerim etrafta dolandı. İleride siyah bir araba gördüm. Başka hiçbir şey yoktu.
İçinde olduğumuz araba siyah arabaya iyice yaklaştığında ancak görebilmiştim Sena ve Yamaç'ı. Tartıştıkları o kadar belli oluyordu ki. Onları duymuyordum ama görerek de birbirlerine bağırdıklarını anlayabilmiştim.
Araba durduğunda inmek için arabanın kulpunu çektim ama kapı açılmadı. Asif'e döndüm. Ne demek oluyordu bu? Arkadaşım bana çok yakındı ama yanına gidemiyordum!
"Ne yapıyorsun? Aç şu kapıyı."
Sena ve Yamaç'ta olan bakışları bana döndü. Başını iki yana salladı.
"Bırak, konuşsunlar. Sonra gerek kalırsa arkadaşını alır gideriz."
Kaşlarım çatıldı. Arkadaşımın yanında olmak için yanıp tutuşan tarafım sönmek üzere olan öfkenin alevini harladı.
"Gerek kalırsa mı? Sena'nın bana ihtiyacı var ki ben şu anda buradayım! Aç şu kapıyı!"
Yaklaşık yüz metre ilerimizde birbiriyle tartışmaya devam eden ikili beni endişelendiriyordu. Bulunduğumuz yerin ilerisinde yol yoktu. Üç tarafımız denizle çevriliydi. Sadece geldiğimiz yol vardı. Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu.
"Ferra. Sakin ol. Seni anlıyorum. Ben de Yamaç için endişeleniyorum tamam mı? Fakat onlara aralarındaki şey her neyse onu çözmeleri için fırsat vermezsek olaylar istemediğimiz yerlere gidebilir."
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gözlerimi kapattım. Sözlerinde haklıydı. Zaten Levent'in yanında onu görünce ben de böyle düşünmüştüm. Hem gözümün önündeydiler en azından. Konuşup çözmeleri daha iyiydi. Sadece tartıştıkları için endişelenmiştim.
Bakışlarımı Asif'den çekip Sena ve Yamaç'a çevirdim. O sırada Yamaç Sena'ya bir şey söyledi. Birbirine bağırışları bir anda son buldu. Sena sadece ona baktı kısa bir süre ve sonra başını iki yana sallayıp Yamaç'a bir şeyler söyledi. Bu defa sakindi. Sena her ne söylediyse Yamaç hoşnut olmamıştı. Eliyle yüzünü ovuşturdu. Elleri yüzünden çekilirken başını onaylarcasına salladı ve eliyle arabayı işaret etti. Sena ile siyah arabaya döndüklerinde bizi gördüler ve oldukları yerde durdular.
Arabanın içinden kilit sesini işittiğimde hızla kapıyı açıp arabadan indim ve Sena'ya koşup sarıldım.
"İyi misin arkadaşım?"
"Ferra!"
Bana sıkıca sarıldı. Sena'nın bana olan muhtaçlığını ses tonundan anlamıştım. Şu anda yanında olmasaydım kendimi çok kötü hissedeceğime emindim.
"İyi misin canım arkadaşım?"
Sena'dan ayrılıp yüzünü avuçlarımın arasına alıp gözyaşlarının iz bıraktığı yüzünü inceledim. Gözlerindeki hüznü gördüm. Gözlerini kapatıp başını salladı.
"Merak etme, yemedim arkadaşını."
Bana laf atan Yamaç'a öfkeyle döndüm. Onda da bir şeyler vardı. Sena'dan hoş şeyler duymamış olacak ki yüzü asıktı. Asif elini onun omzuna koyup uyaran bir ses tonuyla adını seslendi.
"Yamaç."
Gereken uyarıyı arkadaşından aldığı için ses çıkarmayıp yeniden Sena'ya döndüm. Ellerimi omuzlarına koydum. Onu buradan götürmek istiyordum.
"Bugün annemlerin evinde kalalım olur mu?"
Sena bugün eve giderse Nuray teyze kesinlikle onda bir şeyler olduğunu anlardı. En iyisi kaldığım eve gelmesi olurdu. Hem birlikte zaman geçirirdik. Ona da iyi gelirdi.
"Teşekkür ederim canım ama eve gitsem daha iyi olur."
Sena'nın beni onaylamasını beklerken aldığım olumsuz yanıt karşısında ne söyleyeceğimi bilemedim. Duraksadım.
"Sena'yı ben evine bırakacağım."
Yamaç'ın arkadaşımla aramızdaki konuşmaya girmesine gözlerimi devirdim. Bu adamın derdi neydi? Neredeydik biz lisede mi? Ergenliği çoktan atlatmıştık oysa sabahtan beri ergen liseliler gibiydik. Ne saçmalık ama!
Sena başını salladı ve ellerim arasından ayrıldı. Yamaç'ın yanına adımlarken ellerim iki yanıma düştü. Yamaç'ın açtığı kapıdan geçti ve arabaya bindim. Yamaç da sürücü koltuğuna bindiğinde araba çalıştı. Sena başını kaldırıp bana baktı. Şaşkınlıktan ağzımı açıp tek kelime edemedim. Sadece gidişlerini izlemiştim.
Sena'yı götürdüğünden beri çırpınan ben bir hiç için mi yapmıştım bunu? Sena bana seslenip sarılmasaydı şayet buna inanabilirdim. Öyle değildi. Ben arkadaşımı tanırım. Aralarında ne vardı da öyle davranmıştı?
"Hadi biz de gidelim artık."
Gözden kaybolan arabanın arkasından bakıyordum hala. Asif'e döndüm. Dudaklarımı araladım ama konuşamadım. Sena'da bir tuhaflık vardı fakat çözememiştim. Yanlış mı düşünüyordum acaba?
Asif elini kürek kemiğimin altına koydu ve beni arabaya yürümem için yönlendirdi. Bozuk yolda yürürken ayağımın altında oynayan taş dengemi bozdu ve yalpaladım. Asif'in eli belime kaydı. Beni tutmasaydı belki de çoktan düşmüş olacaktım.
Başımı kaldırıp ona baktığımda çok yakın olduğumuzu ancak o zaman fark edebilmiştim. Yüzlerimiz arasında en fazla dört parmaklık boşluk vardı. Gözleri gözlerimde kaldı. Önüme koyduğu buz dağları yoktu şimdi. Buzullarının sonu yine okyanusa çıkıyordu fakat bu defa ben yürümedim.
Bakışlarımı ondan kaçırdığımda benden uzaklaştı. Refleksle tuttuğum kolunu bırakırken onun da eli belimden kayıp benden uzaklaştı. Uzun parmakları belimden kayarken tüylerim diken diken olmuştu. Belli etmemeye çalıştım.
Şiddetle esen rüzgarla dağılan saçlarımı kulaklarımın arkasında sıkıştırırken dikkat ederek arabaya yürüdüm. Hislerim bir adım öne geçerek arkadaşımı unutturmaya çalışsa da aklımın bir köşesinde hala Sena vardı. Bakışları, bana seslenmesi yaptıklarıyla çelişiyordu. Başımı iki yana salladım. Yakın zamanda onunla görüşmem gerekiyordu.
Arabaya bindiğimde Asif de şoför koltuğuna geçti ve yeniden yola koyulduk. Aklımdaki soru işaretleri duygularımla zıttı. Zıt kutuplar birbirini çekerken onlar birbirini itiyordu.
"Bugün neden Levent'in yanındaydın?"
Ana yola çıktığımızda Asif'in bana yönelttiği soruyla ona döndüm. Az öncesine kadar izlediğim denizle neredeyse aynı renkti kısa süreli bana dönen gözleri. O an aklıma aslında Asif'e tüm olan biteni anlatmadığım gelmişti. Bir bir her şeyi anlattım ona. Levent'in yanına neden gittiğimi de bu sayede anlamıştı.
Anlattıklarıma hiçbir tepki vermedi. Yorum dahi yapmadı. Sessiz kalmayı tercih etti. Ben de bir şey söylemedim. Geriye kalan zamanda sessiz kaldık.
Her ne olursa olsun Asif'in yanımda oluşu ki bu sessizce yanımda oturuyor olsa bile bana iyi geliyordu. Onu yakınımda hissetmekle güvende hissetmek arasında bir fark göremiyordum. Kalbim onu ne zaman görse küçük bir çocuğun pamuk şekeri isteği gibi koşuyordu ona. Alışmıştım artık. Eskisi kadar bocalamıyordum.
Araba annemle birlikte kaldığımız evin önünde durduğunda Asif'e döndüm. Nerede ya da ne olursa olsun gün sonunda biz hep birbirimizi buluyorduk. Bu kader miydi yoksa öylesi bir tesadüf mü?
"Bugün için teşekkür ederim."
Bakışları önce dışarıyı taradı bir şey arıyor gibi. Sonra bana baktı. Gülümsedim. Gözleri kıvrılan dudaklarıma indi. Dudaklarım titremesin diye kendimi kastım. Yaklaştı. Kıpırdamadım. O bana yaklaştıkça gözlerim yavaşça kapandı. Dokunuşu dudaklarıma olur sanmıştım ama o beni yanıltarak yanağıma tüy kadar hafif bir buse kondurmuştu.
Kalbim bu dokunuşla çılgına döndü. Aklım havai fişeklerini saldı. Mutluluk ilk defa bu kadar yakınımdaydı. Çocukluğuma kadar sarılmıştı bana.
"Unutma Ferra. Ben hep yanındayım."
Dudağımdan kulağıma kaydı ve fısıldadı. Yüzümdeki tebessümün büyümesini engelleyemedim. Aptal bir sırıtış değildi ama her an ona dönüşmeyeceği anlamına da gelmiyordu.
Başımı salladım usulca. Benden uzaklaşırken ancak gözlerimi aralayabilmiştim. Ona bakmadan indim arabadan. Kaçmamış aynı zamanda kaçmıştım. Böyle bir çelişkinin içindeydim. Bir dahaki sefere yanında olduğumu ben söyleyecektim ona.
Güvenliklerin açtığı bahçe kapısından geçip eve adımladım. Geçtiğim yollar yarı karanlık olsa bile güzel gelmişti. Ayaklarım yere basmıyordu adeta ve ben mutluydum. Hemen annemle paylaşmak istiyordum. Yalnızca üzgün anlarımda değil daha çok mutluyken ona görünmek istiyordum.
Ziline bastığım kapıyı yardımcılardan biri açtı. İçeri girip ceketimle çantamı ona verdim ve salona geçtim. Gülümseyen yüzüm salonda sadece o adamın olmasıyla soldu.
"Hoş geldin kızım. Babanı gerinde bırakıp tek haber vermemek seni bu kadar mutlu edeceğini bilsem daha önce yapmana izin verirdim."
Ayak ayak üzerine atmış tekli koltukta oturan adam beni görünce bacağını diğerinin üzerinden çekti ve bana döndü.
"Annem nerede?"
Sakince sordum sorumu. Kendimi onun abuk sabuk sözleriyle germeyecektim bu sefer.
"Ya da o adamın yanında olmak mı seni bu denli mutlu ediyor? Sahte bir mutluluğa alışmak kolaydır Ferra. İnsan kendini çabuk alıştırır."
Onu duymazdan gelerek etrafa bakındım. Moralimi bozmasına izin vermeyecektim. Salonun cam kapısından gördüğüm kadarıyla bahçede de değildi. Yukarıda odasında mıydı yoksa? Merdivenlere yönelmiştim ki konuşması adımlarımı duraksattı.
"Annen eski arkadaşlarıyla dışarı çıktı. Sen de hazırlan akşam yemeğinde ağabeyinle yemek randevumuz var."
Nefes alış verişlerim hızlandı. Şimdi karşı çıkarsam o yemek gerçekleşene, beni kahrolurken görene kadar devam edecekti baskısına. Bu nedenle ona dönüp de tek kelime edemedim. Çenem titredi. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırdım. Ucunda olduğum merdivenleri çıktım. Bana verilen odaya girip yatağın üzerine oturdum.
Nefesimi düzene sokmak için derin nefesler aldım. Başımı kaldırıp tavana baktım. Ne kadar baktım düz beyaz tavana bilmiyorum. Sadece hiçbir şey düşünemedim. İlk defa o kadar sıkışık hissediyordum ki kendimi hiçbir şey düşünememiştim.
Seslice soluyup ayağa kalktım. Dolabın önüne geçip siyahlar arasından bir elbise alıp giydim. Elbise bedenimi sarmıştı. Sırt dekolteli, uzun kollu ve diz altıydı. Bilerek giydim. Özenebildiğim kadar özendim kendime. Saçlarımı ensemde topladım. Oturdum aynanın karşısında makyaj yaptım. Sonra yansımamdaki beni görüp ağladım. Ne yapıyordum kendime? Ben değildim gördüğüm. Makyajımı sildim, topladığım saçlarımı açtım. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp yerine siyah balıkçı yaka bir kazak ve siyah kot pantolonu giydim. Yeniden aynanın karşısına geçtiğimde 'İşte,' dedim kendi kendime. 'İşte sen bu gördüğün kızsın Ferra'. Yorgun bakan gözler, soluk bir surat.
Hazır olduğuma karar verdikten sonra odadan çıkıp aşağı indim. Aynı yerde oturmuş beni bekleyen adam indiğimi fark ettiğinde elindeki telefonu ceketinin iç cebine attı ve oturduğu yerden kalktı.
"Hazırsan çıkalım."
Başımı onaylamakla yetindim. Birlikte kapıdan çıkmadan hemen öncesinde yardımcılar tarafından getirilen kabanlarımızı giydik. Bana kabanımı veren yardımcı ardından çantamı uzattığında elime alıp çıktım. Bana eşyalarımı veren kimdi bilmiyorum çünkü yüzüne bakmamıştım. Egodan değildi. O her kimse beni ilk defa o adamla yan yana gördüğü için farklı bir bakışını yakalarım diye korktuğumdan bakmamıştım. Bakamamıştım.
Merdivenlerin sonunda bekleyen arabaya geçtik. İkimiz de arabanın arkasında yan yanaydık. Onunla olmak beni germişti. Zihnimde sürekli birbirini takip eden anılarımı yakalayıp eski yerine hapsedemiyordum. O anıların içinde sevinçten kahkahalar da hüzünden haykırışlar da vardı.
Gözlerimi sıkıca kapatıp cama döndüm. Dışarıyı izlersem belki dikkatim dağılır da artık düşünmezdim derken Yıldırım Bey geldi aklıma. Nasıl bir tepki verecekti acaba? Onunla şirkette karşılaştığımızda tek varisin kendisi olduğundan övgüyle bahsetmişti. Yanıldığını görünce ne yapacağını merak ediyordum doğrusu.
Ona karşı hissettiğim sevgi ve saygı o kadının oğlu olduğunu öğrendikten sonra azalmıştı. Aynı gözle bakamayacaktım ona. O kadından izler arayacaktım, kendimi biliyorum. Öyle yapmak istemesem de yapacaktım.
Araba deniz kenarında oldukça lüks olduğu parlayan tabelasından belli olan bir restoranın önünde durdu. şoför arabadan indiğinde onu beklemeden arabadan indim. Yaşlı adam benim indiğimi görünce duraksadı ve kısa sürede toparlanıp patronunun kapısını açtı. İstemeye istemeye restoranın girişinde onu bekledim çünkü buraya yabancıydım. Nereye oturacağımızı bilmiyordum.
Yanıma geldiğinde birlikte restorana girdik. Girdiğimiz andan itibaren yanımdaki adam selamlandı, büyük ve özenli bir ilgiyle rezerve ettirdiği masaya kadar eşlik edildi. Masaya gelene kadar çalışanlarla sohbetine şahit oldum. Çocukluğumda bu tür davranışlar hata olarak dillendirilirdi. Sınıf farkı olanlarla konuşulmazdı. Yanımdaki adamın öğretisi buydu. İtiraf etmeliyim, bu değişimi beni şaşırtmıştı.
Restoranın geneli ahşap ağırlıklıydı. Masalarda oturan insanların yüzü zor seçiliyordu. Loş, tavandan sarkan ışıklar hoş bir hava katmış aynı zamanda masalarda oturan insanlara mahremiyet sağlamıştı.
Cam kenarı güzel bir masaya oturduk ve Yıldırım Beyi bekledik. O adamın tam karşısında oturuyordum. Bakışlarım hiçbir yerde durmuyordu. Kah bulunduğumuz yere biri geliyor mu diye etrafa bakıyor kah camdan deniz manzarasını izliyordu. Yer yer mideme kramplar giriyordu gerginlikten. Ellerim kucağımda yumruk halindeydi. Tüm bu gerginliği çekeli belki beş dakika ancak olmuştu ki Yıldırım Beyi bize doğru gelirken gördüm.
Oturduğum yerde dikleştim. Ellerimi birbirine kenetledim. Onu gördüğüm andan yanımıza gelene kadar gözlerimi ondan çekememiştim. Yüzündeki gülümseme beni gördükten sonra kayboldu. Kaşları çatıldı.
"Hoş geldin oğlum, gel otur."
Başını sallayıp babasının yanına geçerken bile gözlerini benden çekmedi. Nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Kendimi açıklama hissiyle dolup taşmış olsam da dudaklarımı aralayamadım. Karşımdaki adamın Yıldırım Beye seslenişi kalbimde ona ait olan sargıların bağının çözülmesine sebep oldu. Kabuk bağlamayan yara kanadı.
"Merhaba Ferra."
Yıldırım Bey konuştuğunda gözlerim yanındaki adama kaydı. Konuşabilsem onu selamlayabilirdim. Yapamadım. Yalnızca başımı sallayabildim.
Çok sürmeden garson gelip menüyü vermek istedi fakat karşımdaki adam engel olarak bize şefin spesiyalini getirmesini istedi. Garson yanımızdan ayrıldığında sessizlik koluna taktığı gerginliği de beraberinde getirmişti.
"Kusura bakmayın ama Ferra neden buradasın?"
Onunla kuramadığım göz teması bana seslenmesiyle son buldu. Kıstığı gözleriyle beni inceliyordu. Sadece bu tavrı değil, burada oluşum rahatsızlık sebebiydi. Bakışlarımı ondan çekip karşımdaki adama baktım yeniden. Konuşmalı ve her şey bitmeliydi. Daha fazla dayanamayacaktım.
"Ferra'nın burada olmasını ben istedim."
Sadece isteseydi keşke. Beni buraya zorla getirmişti. Yani ben de keyfi oturmuyordum burada. Peki neden ondan daha çok gergindim?
Yıldırım Bey babasına döndü. Onun dikkati babasındayken benim gözlerim onun üzerindeydi. Simasında annesine dair bir şey aradı gözlerim. Baktıkça babasına benzettim. Çenem titredi. Gözlerim yandı. Gözyaşlarımı engellemek için defalarca kez kırpıştırdım gözlerimi.
"Aslında bunu sana nasıl anlatmam gerektiğini bilemiyorum oğlum," İyice ona dönüp elini Yıldırım Beyin omzuna koydu. Sessizce onları izliyordum. "Ferra senin kardeşin Yıldırım."
Yıldırım Beyin bakışları anında bana döndüğünde göz göze geldik. Gözleri bile aynıydı. Yanında oturduğu babasının kopyasıydı. O babasının oğluydu. Ben ise hiçbir şeyi.