Dost

2779 Words
Yastığımın altında durmaksızın titreyen telefonumla aralamıştım gözlerimi. Bir süre kabartmalarla yapılan desenlere sahip beyaz tavanla bakıştım. Odaya girdiğimde annemin uyuduğunu görmüş ve yanına gidip bir süre onun güzel yüzünü izlemiştim. Aklım ve kalbim ortak olmuş, onun yüzünü unutma korkusuyla duvarlarına yüzünü kazımıştı. Buraya ilk geldiğimiz güne nazaran yüzü daha da zayıflamış, gülümsediğinde ortaya çıkan elmacık kemikleri şimdi düz dudaklarında bile belirginleşmişti. Gözlerimin önünde gün geçtikçe eriyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Çok zordu. İmkan verseler onunla yer değiştirmek isterdim. Hatta şimdi canını alacağım deseler bir saniye bile düşünmezdim. Fakat kimse öyle bir şey demiyordu. Sıkkın bir nefes verip gözlerimi kapattım ve yeniden açtım. Bunları düşünmek bana fayda vermiyordu. Daha kötüsü oluyordu. O bataklığa düştüğümde kendimi toparlamam iyice zorlaşıyordu. Sızlayan sargılı elimi görüş açıma girene kadar kaldırdım. Havada olan elim zonklamaya başladı ama umursamadım. Aksine bataklığa düşen beni kurtarmak için halat oluyordu. Yine de farkındaydım. Kendime zarar veremezdim. Fazlası zarardı. Hem bana hem de hasta yatağında anneme. Sessizleşen telefonum kafamın altında yeniden titrediğinde yattığım yerden dikleştim ve yastığımın altından telefonumu alıp ekrana baktım. Arayan Sena'ydı. Geç bile kalmıştı. Koltuktan kalkıp banyoya girdim ve ısrarla çalmaya devam eden aramayı yanıtladım. Sena'dan sitem bekliyordum. Ona neden haber vermediğimin hesabını soracaktı elbette. Kendimi buna hazırlamaya çalışsam da ne söyleyeceğimi bilemediğim için çabam boşaydı. "Sonunda! Ferra neler oldu Allah aşkına?! İyi ki dün erken uyuyayım demişim. Kıçımda pireler uçuşurken Ferra Hanım koskoca Asif Poyraz'la gecelerde magazine yakalanmış! Sadece magazin olsa. Ekonomi kanallarında bile siz varsınız. Farkında olmadan onun şirketinin hisselerini tavan yaptırdın haberin var mı? İnanamıyorum!" Soluksuz konuşan arkadaşım sonunda nefes almayı hatırlayınca duraksadı. İnanamadım. Sena'nın dediği gibi 'koskoca' mıydı? İşte onu hiç tanımadığımın bir kanıtı daha ortadaydı. O ve ben çok başkaydık. Ben, kendi halimde evden işe işten eve gidip gelen bir kızdım. Sessiz, sakin, kimseye bulaşmadan ve mümkünse kalabalıklardan, çok insandan uzak yaşamaya çalışan normal, sıradan bir insandım işte. Ama görüyor ve anlıyordum ki Asif öyle biri değildi. Onun attığı adım bile haber olabilirdi belki. Belki değil, biriyle görüldüğünde böyle yankı yapıyorsa elbette öyleydi. İşte bizim birbirimizden farklı olduğumuzun kanıtı. "Bir şey söylemeyecek misin Ferra?" Sena'nın sesiyle irkildim. Lavabonun aynasından yansıyan soluk yüzüme bakakaldığımı ancak o zaman fark edebilmiştim. Gözlerim uykusuzluğunu belli edercesine kızarıktı. Yüzüm gibi solgun dudaklarım düz bir çizgi halindeydi. Sesli bir nefes verip boşta kalan elimin avucuyla yüzümü ovaladım. Elim yüzümden sonra saçlarıma dokundu ve parmaklarım saç tellerim arasına sızdı. Aklım karman çormandı. Ne söyleyecektim ki? Hangisini anlatacaktım? "Sena ben işten kovuldum." Bir yerden başlamak gerekiyordu ve başladım. Ona ilk bunu anlatmak istiyordum. Birine söyleme ihtiyacıyla dolup taşmıştım. İçimde daha fazla tutsam patlayacaktım çünkü. "Ne?!" Kapağı kapalı olan klozetin üzerine oturduğum sırada Sena'nın şaşkın nidası kulağıma ulaştı. Gözlerim yanmaya başladı. Kendi kendime 'Bunun için mi ağlayacaksın yani' diye sorsam da aynı zamanda ağlamamın çok doğal olduğunu düşünüyordum. Severek çalıştığım işten kovulmuştum ve yirmi dört saat bile geçmemişti. "Nasıl? Neden?" Görmese de omzumu silktim. Alt dudağım titredi. Kendimi daha fazla tutamadım ve ağladım. Tutsam da nafileydi zaten. Gözyaşlarım taşmak için fırsat beklemişti. Ben de serbest bıraktım. "Ah benim canım! Bekle ben geliyorum tamam mı? Hem hava alırız hem de biraz dertleşiriz." Sessizce ağlardım ben ama Sena hep anlardı. Nefes alışımdan anlardı. Ona sorduğumda böyle demişti bana. Şimdi de anlamıştı. Ona yanıt veremeyeceğimi bildiği için de telefonu çoktan kapatmıştı. Ağlayışlarım hep sessiz olurdu evet fakat konuşamazdım da ben. Dudaklarım aralanır, sesim çıkmazdı. Sözcükler boğazımda dizilir kalırdı. Telefonu kulağımdan indirdim. Akan gözyaşlarımı silip ayağa kalktım ve lavaboda yüzümü ağladığım belli olmayacak raddeye gelene kadar iyice yıkadım. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra odaya geri döndüm. "Günaydın güzel kızım." Hasret kaldığım sesiyle anneciğime döndüm. Onu uzun zaman sonra ilk kez bu kadar erken uyanık görüyordum. Hatta öyle özlemişim ki bizzat hitap edilen beni evimize, her sabah yaptığımız kahvaltılara götürmüştü. Anneme dönüp gülümsedim. Yanına yaklaşıp ellerinden tuttum ve öptüm. Tuttuğum ellerini bırakmadım. Yine de her an bırakacak gibi tutuyordum. Sıkı sıkıya da tutamıyordum canı yanar korkusuyla. "Günaydın canımın en içi." Bakışlarım gülümseyen yüzüne tırmandı. Gözlerimiz kısa bir süre çakıştı ama o çekip birbirine kenetli ellerimize indirdi gözlerini. Sonra gözleri bir yerde sabit kaldı. gülümseyen yüzü soldu, kaşları çatıldı. Endişeyle bana baktı. "Eline ne oldu?" Yaptığım hatayı ancak o zaman fark etmiştim. Elimi çekip saklamak istedim ama annem tutarak buna engel oldu. Elimdeki yarayı acıtmıştı. Farkında değildi. Sesimi çıkarmadım. Korkuyla gözlerimde gidip gelen gözlerine şahit olmak beni mahvetmişti. 'Yüreğimin yangınını söndürmeye çalıştım' diyemedim. "Hemen korkma," Kalbim korkuyla çarparken gülümsemeye çalıştım. "Öyle büyük bir şey değil. Yanlışlıkla oldu. Elimin kenarında olunca bu kadar çok sarmak zorunda kaldılar sadece." Gözlerimi kaçırsam yalan olduğunu anlardı bu yüzden gözlerinin içine inanması için baktım. Birkaç saniye gözlerime bakmaya devam etti ve yüzümü süzdü. Kaygılı yüzü gevşedi. Ardından başını iki yana salladı. "Ah Ferra ah be kızım! Neden kendine hiç dikkat etmiyorsun?" Ah Ferra ah! Anneni üzmeye değdi mi? Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Şimdi sırası değildi. Zihnimin kulağıma fısıltılarını şu anda kaldıramazdım. "Daha dikkatli olurum, söz." Burukça gülümsedim. Annem ikna oldu ve ellerimi bıraktı. Ona sırtımı dönüp çarşaf yorganın dağıldığı koltuğa ilerledim. Bu sırada rahat bir nefes de alabilmiştim. Annemin görmesini istemediğim yaram bir anlık dalgınlıkla gözleri önüne sokmuştum resmen ama durumu iyi idare ettiğimi düşünüyordum. Hızla etrafı toplarken asla susmayacağına emin olduğum zihnim biraz olsun dinginledi. Sıkıntılarımın hafiflediğini hissettim. Doğrusu bana en çok ağırlığı bir o bir de kalbim yapıyordu. "Gü-nay-dın! Ben geldim!" Masanın üzerini topladığım sırada kapı bir anda açılıp kapanmış ve Sena tüm neşesini odanın içine doldurarak bize seslenmişti. Sesindeki enerjiyle az önce varlığını kuru toz bulutuyla belli eden kasvet dağılıvermişti. "Günaydın minik." Şimdilerde hiç de minik olmayan Sena, onunla ilk tanıştığımda mini minnacıktı. Lakabı oradan kalmıştı. Yaz tatilinde annesi Nuray teyze ile birlikte dedesini ziyarete gitmiş ve döndüğünde sırık gibi bir kız olarak yanımıza gelmişti. Bir anda boy attığı için de çoğu zaman vücut senkronizasyonunu kaybedip sakarlık yapabiliyordu. Sena anneme öpücük attıktan sonra çantasını ve çıkardığı paltosunu önünde durduğum masanın sandalyesine bıraktı. Bana kaçamak bir bakış attıktan sonra annemin yanındaki koltuğa geçip oturdu. Sena anneme mahallede olup biteni aktarırken gözlerimi devirip üzerimi değiştirmek için çantadan kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim. Aslında ne Sena ne de annem dedikoduyu sevmezdi. Bu sohbetin sebepleri vardı. Sena annemi mahallede yaşamaya devam ediyormuş gibi hissettirmek istemiş ve annem de ona uymuştu. Evini, sokağını, arkadaşlarını özlediğini gözlerinden bile anlayabiliyordum annemin. Arkadaşlarının buraya gelmemesini de ben istemiştim. Bir kere gelirlerse hep gelmek isteyeceklerdi ve bu da annem için zararlı olurdu. Ben inanamıyordum. Anneciğim iyileşecek ve yine evimize dönecektik. Sena ve annemin çok da uzun olmayan sohbeti benim odaya girmemle son bulmuştu. Çok anlatacak bir şey olduğunu da zannetmiyordum çünkü Sena iki güne bir burada olurdu. Aslında her Allah'ın günü burada olurdu ama hem okul hem iş onu burayla birlikte zorluyordu. Asistanlar odaya girdiğinde anneme Sena ile birkaç işimiz olduğunu söyleyip dışarı çıkmıştık. Kapıda bekleyen Akif'e olası bir durumda ki buna o adamın gelme ihtimali de dahildi beni aramasını ve annemin yanından ne olursa olsun ayrılmaması gerektiğini tembih edip oradan ayrıldık. Hastaneden çıktıktan sonra Sena koluma girmiş ve beni otobüs durağına çekmişti. Sesimi çıkarmadan ona ayak uydurdum. Nereye derse gidecektim. Tabi uzak olmaması şartıyla. "Seni güzel bir mekana götüreceğim. Kahvaltısı da güzel. Geçen gün bizim okulun zenginlerinden birkaç kişiyle ortak projemiz oldu. Orada toplandık. Çok hoşuma gitti." Durakta bineceğimiz otobüsü beklerken konuşan Sena'ya döndüm. Ciddi olup olmadığını incelediğim yüzünden anlayamamıştım. Sena israftan özellikle bu pahalılıkta para israfından nefret ederdi ve şimdi beni 'zenginlerin takıldığı' bir kahvaltı yerine mi götürüyordu? "Bakma şöyle. Fiyatları uygun. Ayrıca lezzeti mükemmel." Gözlerini devirdi. Açıklama yaptığında başımı sallamakla yetindim ve bir şey demedim. O hesabını bilen bir insandı sonuçta. Bu yüzden ona sessizce eşlik etmek istiyordum. Çok geçmemişti ki bineceğimiz otobüs gelmişti. Sena'nın hareketlenmesiyle anlamıştım. Birlikte otobüse bindik. Mesai saatini geçtiği için çok da dolu olmayan otobüsün içinde karşı karşıya boş olan yere geçtik. Sena bana gülümsedikten sonra dışarıyı seyretmeye başladı. Benim gözlerim ise yılları birlikte paylaştığım arkadaşımın yüzünde kaldı. Makyajdan uzak, pürüzsüz, birkaç tane benin bulunduğu kusursuz beyaz yüzünü izledim. Mahalleye ilk taşındığımda bize hoşgeldine gelen ilk kişilerdi Sena ve annesi Nuray teyze. O zamanlar yaşadıklarım da eklenince gereğinden fazla aksi bir çocuk olmuştum. Sena'yı defalarca kez terslemiş ve hatta bir keresinde ağlatmıştım. Onun gözyaşlarına dayanamayarak avutmak istemiştim sonra. Arkadaşlığımız böyle başlamıştı. Zamanla birbirimizin yoldaşı, sırdaşı olmuştuk. Sena'nın benim aksime bir babası vardı ama olmasa daha iyiydi onun için. Çoğu zaman eziyetten başka bir şey olmazdı. Fakat günün sonunda ona muhtaçtı. Gitse gidemezdi. Annesini bir başına bırakamazdı. Okuluna karışılmasın diye de çalışıyordu işte. Neden yaşamak bu kadar zordu? Bazılarının kolaylıkla tırmandığı merdivenler bize dağ oluyordu. Tırmanırken ellerimiz yıpranıyor, kanıyordu. Neden böyle olmak zorundaydı? Sena başörtüsünün ucunu düzelterek başını bana çevirip gözlerini yukarıya, durakların yazdığı ekrana çevirdi ve hareketlendi. "Birazdan ineceğiz. Hadi orta kapıya geçelim." Onu başımla onayladım ve birlikte ayaklandık. Biz orta kapıya geçene kadar otobüs ineceğimiz durakta durmuştu bile. Biz de hiç beklemeden indik. Sena'nın özgülerini hak eden mekana yürüdük. Beş dakikanın sonunda yüksek bir apartmanın içine girdik. Eski olduğu her halinden belli olan asansöre binip en üst kata çıktık. Geniş, duvarlar yerine pencerelerin bulunduğu alana giriş yaptığımızda içim açılmıştı sanki. Koyu hiçbir şeyin bulunmadığı mekanın bir de dışarıda terası vardı. Sabahın erken vakti olmasına rağmen birçok masa da doluydu. Sena ile birlikte terasta boş kalan iki masadan birine geçip oturduk. Sol tarafta camilerin kaldığı deniz manzaralı bu yeri giriş yaptığım anda çok sevmiştim. Sena'nın da övgüsünün haksız olmadığını görmüştüm. Biraz sonra garson gelmiş ve menüyü getirmişti. Sena menüye bakmadan kahvaltı istediklerini söyledi ve garson elindeki menüleri bize vermeden arkasını dönüp gitti. "Dediğim kadar var değil mi?" Onun gülümsemesine eşlik edip başımı onaylarcasına salladım. Çok güzeldi burası. Fiyatları beni zorlamazsa müdavimi bile olabilirdim. "Evet, çok güzel." Sena'nın gülümsemesi memnun olmuş gibi daha da gülümsedi ve geriye yaslandı. Bakışları benden kaydı ve etrafa göz gezdirirken bir yerde takılı kaldı. Yaslandığı yerde dikleşti, gözleri kısıldı. Dudaklarındaki gülümseme yavaşça solarken onun gözlerinin takılı kaldığı yere döndüm ben de. Esmer tenli, ince yapılı, kumral, kıvırcık saçlı bir adam karşısındaki yüzünü görmediğim adamla kaşlarını çatmış, kıstığı gözleriyle bir şeyler konuşuyordu. Anlamlandıramayarak yeniden Sena'ya döndüğüm sırada dün akşam kameralara konuşan adam aklıma geldi ve Sena'ya bir şey soramadan yeniden o adama dönmek zorunda kalmıştım. O adamdı, evet. Dün akşam kameraları bizden çekilip büyük bir ilgiyle ona döndüren adam. Onu nasıl hatırlayabilmiştim şaşırmıştım doğrusu. Peki Sena neden ona bakakalmıştı? "Sanırım senin de bana söylemediklerin var." Arkadaşıma dönüp konuştuğumda irkildi. Gözlerini birkaç defa kapatıp açtıktan sonra bana döndü. Yanakları al al olmuştu. Huzursuzdu da aynı zamanda. Neden? Kendi hayat telaşım gözlerimi kör etmişti. Tek dostum Sena'yı bile görememiştim. Daha önce bana anlatmaya çalışmış mıydı onu bile hatırlamıyordum. Gerçi Sena her şeyi kendi içinde çözmeye çalışırdı. Ben görmesem ya da fark etmesem kolay kolay bir şey anlatmazdı. Tek dostu olmama rağmen böyleydi o. Bunu aşmasını sağlayamamıştım. "Ne?" Ne söyleyeceğini bilemedi. Bocaladı. Yeniden arkama, o adama baktım ve Sena'ya döndüm. Onun da gözleri adını, kim olduğunu bilmediğim adama kaydı. Sena onun kim olduğunu biliyor olsa gerekti. Gözlerini bana çevirmekte zorlandı. O anda aslında neyden bahsettiğimi de anladı. Alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Ne anlatayım ki? Bir şey yok." Gözlerini benden kaçırdı. Kaşlarım havalandı. İnanmıyordum. Aslında söylemek istiyordu farkındaydım. Yine de ona zaman tanıdım. Sessiz kaldım. O istediği zaman anlatırdı. Hemen olması şart değildi ya. Kahvaltı için gerekli olanlar bir bir masaya getirilirken Sena konuyu bana çevirdi ve sordukça sordu. Ben de dün ne yaşandıysa anlattım. Ne bir eksik ne bir fazla. Onun bana dokunduğunda hissettiklerime kadar hem de. Korkularımı zaten biliyordu. Tüm anlattıklarıma karşın Sena bir şey demedi. Aklında tarttığı şeyler olmuştu. Bunca yıllık dostluğumuza karşın bunu anlayabiliyordum. Sonra kahvaltımızı yaptık. Başta sessizdik. Sessizlikten rahatsız olduğumun için Sena'ya okulunu sordum. Nasıl gittiğini merak ediyordum. Fakat o bambaşka bir yerdeydi. Tabağıyla oynuyor, sevdiği şeyleri bile yemiyordu. Bu tavırlarının o adamla bir ilişiği olduğunu merak etsem de sormadım. Sena anlatana kadar beklerdim de anlatır mıydı emin değildim. Çoğu zaman ne yaşadığını bilemiyordum. "Sena." Seslendim bir kez daha. Bakışlarını tabağından kaldırıp sonunda bana baktı. Gözlerinde var olan karmaşayı gördüm. O karmaşayı tanıyordum. Belki de sevgili dostumla farklı zamanlarda aynı bataklığa düşmüştük. "Ferra ben ne yapacağımı bilmiyorum," Ve başladı. Çaresizliğin bataklığından kurtulmak için elini uzattı. "Bizim bir projemiz vardı hatırlarsan sana anlatmıştım. Proje bitene kadar her gün birimizin evinde yaptık. Gruptan Andaç'ın evine gittik bir keresinde ödev için. Abisi Yamaç'la tanıştık. Onu ilk gördüğümde ne garip adam dedim kendi kendime. Çok başka bir enerjisi vardı. Böyle, farklıydı işte. Ne bileyim. Farklı şeyler hissettim. Ama öyle kibirliydi ki Ferra. Andaç bizi tanıştırırken bir kere bile bakmadı bize. Bir merhaba bile demedi. O an nefret etmiştim ondan." Soluklandı. Başını iki yana salladı. Önündeki portakal suyundan bir yudum aldı. Gözleri bir kere bana değmemişti. Ona da bakmıyordu. Gökyüzü ile bir olan denize bakıyordu. "Neyse işte biz projedeki konuyu tartışırken susadım. Mutfağa gidip su içeyim dedim. Orada bu abisiyle karşılaştım. Hiç konuşmadım ben hemen suyumu alıp çıkacaktım ama o bana hakaret etti. Başörtüm yüzünden. Gururuma yediremedim. Ben de durur muyum yapıştırdım bir tane ve gereken cevabı da verdim. O zamandan beri bu manyakla ne zaman karşılaşsak benimle konuşmak istedi. Neymiş ben yanlış anlamışım. Ben ondan uzaklaşmak istedikçe burnumun dibinde bitiyor. Ne yapacağım bilmiyorum." Sıkkın bir nefes verip bana döndü. Yeri geldiğinde koskoca metropol diyorlar, özgürüz diyorlar ama en çok buradaydı nefret. İnsanları dış görünüşüne göre yargılardı buranın insanı. Burun kıvırırlardı. Sena çok farklıydı. Bir çok ülkeden arkadaş edinmişti. Dinle ilgili bana bile bu zamana kadar hiç konuşmamıştı. Ben ona saygı duymuştum o da bana. İnançlarımız bir ya da farklı fark etmezdi onun için. Arkadaşlarının çoğu içerdi mesela. Sena da onlara suyla eşlik ederdi. O hep saygı duymuştu. Onu öyle gördükçe benim de ona karşı olan saygım artmıştı. Sena bu dünyada saygısızlığa uğrayacak son kişi bile değildi benim gözümde. Elimi elinin üzerine koydum destek olmak ister gibi. Ben onu o bataklıktan çıkaramazdım ama onunla birlikte batardım. Kendime bir faydam yoktu ki ona olsun. İkimiz de çıkmaza girmiştik. Dostumun gözlerinde o adamdan bahsederken ve hatta burada onu gördüğündeki tepkilerinden anlamıştım. Yüreğine ateş düşmüştü. O da benim gibi aklı ve kalbi arasında kalmıştı. "Her ne olursa olsun ben buradayım. Kendini yiyip bitirmek yerine konuş benimle." Elimi tutup gülümsedi ve başını salladı. Çözüm bulamazdım ama en azından dinlerdim onu. Başımı yeniden çevirdiğimde onların ayaklandığını görmüştüm. Adının Yamaç olduğunu yeni öğrendiğim adamın karşısındaki adam sandalyeye bıraktığı ceketini almak için döndüğünde tanıdık simayla göz göze gelmiştik. Her zaman jöleyle düzeltilen kızıl saçları bu defa dağınıktı. Esen hafif rüzgarda dalgalandı. yanaklarında çıkmış sakalları yüz hatlarını keskinleştirmişti. Gri gözleri beni gördüğüne şaşırmıştı. Sandalyeden ceketini alıp bana doğru adımladı. Ona tamamen dönüp ben de ayağa kalktım. Sena bir bana bir de bize doğru gelen adama baktı. "Merhaba Ferra." Gülümsemesine yarım yamalak karşılık verdim. Onun gibi ben de karşımda Levent'i ya da Levent Beyi görmeyi beklemiyordum. "Merhaba." O hep resmiyeti aramızdan atmak istemişti fakat benim patronum olduğu için buna izin vermemiştim. Şimdi ise hiçbir şeyim değildi. Aramızda değil resmiyet hiçbir şey olamazdı. Sadece böyle, birbirimizi gördüğümüzde nezaketen selamlaşabilirdik. "Rahatsız etmedim umarım." Başımı iki yana salladım. Zaten gelmişti. Rahatsız ettiğini söylesem ne anlamı kalırdı ki. O an Sena'yı tanıştırmadığım aklıma geldi ve ona döndüm. "Arkadaşım Sena," Sena da ayağa kalktı ve Levent'in uzattığı eli sıkıp kibarca gülümsedi. "Önceden çalıştığım anaokulunun patronu Levent Bey." Onu ancak böyle tanıştırabilirdim. Levent'in hayatımdaki yeri işte buydu. Bu kadar. Belki o isterdi ama ilerisi olamazdı. "Karşılaşmamız iyi oldu aslında. Gün içinde bir yere oturup konuşalım mı? Ne zaman müsait olursun?" Sena'ya baktım yandan. Bugün o ne derse onu yapacaktım çünkü. Levent'in benimle ne konuşmak istediğini bilmiyordum. Çok da ilgilendiğim söylenemezdi. Özellikle okula geri dön diyecekse dinlemeye değmezdi. "Merhaba." Yanımıza az önce Levent'le oturan Yamaç geldiğinde Sena gözlerini kaçırıp denize baktı ve onunla hiç ilgilenmedi. "Yakın arkadaşım Yamaç," Levent bizi Yamaç ile tanıştırırken ilk benden başladı. "Ferra ve arkadaşı Sena." Yamaç'ın elini sıktım. Onun gözleri çok kısa kalmıştı bende. Sonra Sena'ya döndü. Sena ona kaçamak bir bakış atıp başıyla selamladı onu. "Sena ile tanışıyoruz." Levent'in kaşları havalandı merakla. Bir Yamaç'a bir de Sena'ya baktı. İkisinin arasında olanı anlamaya çalışır gibi baktı ama bir şey anlamadığı çok barizdi. "Öyle mi? Sen öyle herkesi hatırlamazsın. Ne büyük tesadüf ama!" Levent'in imalı konuşmasıyla kaşlarım çatıldı. Ne demek istemişti? Yakın arkadaşım demişti Yamaç için. O zaman bir tek Yamaç anlardı sanırım neyi kastettiğini. "Benim birazdan dersim başlayacak. Gitmem gerekiyor." Sena oturduğu sandalyeye bıraktığı çantasını ve kabanını hızla eline alıp bana döndü. Gözlerinde daha fazla burada olmak istemediğini anlayabiliyordum. "Eğer müsaitsen şimdi konuşalım mı?" Levent'in sorusuyla ona döndüm. Sena'nın gideceği haberini almak ona bir fırsat doğurmuştu. Her ne konuşacaksa hem ısrarcı hem de aceleciydi. "Ben de çıkıyordum. İstersen seni bırakabilirim." Sena önce Yamaç'a sonra bana baktı. Ne demeliyim bilmiyordum. O da ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Levet'le sonra da konuşabilirdik. Eğer Sena birlikte çıkmak isterse tabi. "Gerek yok. Ben kendim giderim. Görüşürüz Ferra, canım." Sena öyle soğuk konuştu ki afalladım. Sonra apar topar uzaklaştı yanımızdan. Daha önce bana sarılmadan gitmemişti hiç. Garipsedim gidişini. Sena'nın hemen ardından yanımızdan Yamaç da gitmişti. Olduğum yerde kalakaldım. Levent ile ne konuşmak istiyorsa el mecbur konuşacaktım artık.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD