Han sabah kalktığında odasından çıktığı anda koşan kardeşleri bacaklarına dolanınca dengesini sağlayamayıp kendi etrafında bir tur döndü. “Yavaş olsanıza.” dedi ama kendisini dinleyen yoktu.
Taş merdivenleri inip büyük salona girdi. Kahvaltı kendisi uyanmadan hazırlanmıştı ve annesi sofrayı oğlu için donatmıştı. Nuray Hanım, “Gel Paşam.” dediğinde Han’ı yanına oturttu.
“Küçük çocuk zaten ağzına da yiyecekleri koy tam olsun.” diyen Şahin Bey ile karısı omuz silkti.
“Ayda yılda bir yüzünü görüyorum olsun o kadar.”
“Abartma anne görende dünyanın öbür ucuna gurbete gittim sanır.” dedi Han. “Ayrıca bir ay sonra bitiyor okul gelir dizinin dibinde yaşamaya devam ederim.”
“Geleceksin tabii.” diyerek babası araya girdi. “Hem benim en büyük oğlumsun hem de bu sülalenin en büyük erkek torunusun, gelip işlerin başına geçeceksin atalarının mirasına sahip çıkacak daha da ileriye taşıyacaksın.”
Babasının sert sözlerine yumuşak bir şekilde cevap verdi. “Aksini söylemedim baba.”
Hazırlanan yiyeceklerden yerken babası konuşmaya devam etti. “Okulun bitsin de hayırlısıyla gecikmiş sözümüzü de yerine getirelim.”
Han elindeki çatalı masaya geri bıraktı. Bu konuda konuşmaktan nefret ediyordu. “İstediğin gelinse okulum bitince elini öpmeye getiririm.” dedi üstü kapalı ama babası sözlerin anlamını anlamıştı.
“Benim zaten bir gelinim var. Sözümden dönersem töreye karşı çıkmış olurum ama ha dersen ikinci bir gelin daha getireceğim o da senin bileceğin iş buyur getir.”
“Eline sağlık anne.” Han oturduğu yerden kalktı. “Uçağa geç kalmayayım.” diyerek kaçarcasına odasına geri çıktı.
Sınavları bitince iki günlüğüne gelip hem ailesini görmek istemişti hem de biraz kafa dinlemek ama bu evde huzur bulmak pek imkan dahilinde değildi.
Babası ayrı dedesi ayrı mezuniyet tarihi yaklaştıkça Nur Melek konusunda sıkıştırıyordu da istemiyordu. Dokuz aylıkken adına kıyılmış bir nikahla ilgilenmiyordu, aşık olduğu kadın başkaydı ve evleneceği tek kişi de O olacaktı.
Valizini topladığında evden ayrılmadan önce dedesinin odasına girip elini öptü. Yaşlılık belini bükmüştü ama ailenin atası oydu. Torununa, “Yolun açık olsun.” dediğinde teşekkür edip yanından çıktı.
Kardeşleri evin bahçesinde koşup oynamaya devam ediyordu. İki kız, iki erkek dört kardeşi vardı ama aralarındaki yaş farkı fazlaydı. En büyük kardeşi kendisinden on iki yaş küçüktü yani on bir yaşındaydı ve o doğduktan sonra diğer üç kardeşi de birer yıl arayla doğmuştu.
Yanlarına geldiğinde, “Çok yaramazlık yapıp annemi sinirlendirmeyin anlaştık mı?” dedi.
Kardeşleri başıyla onaylarken bu sözün bir geçerliliği olmadığını iyi biliyordu.
Annesiyle vedalaşırken halası koşa koşa evin dış kapısından girdi. “Ay yetiştim.” dedi nefes nefese. “Han, bunu Hatice halana götürsene geçen istemişti bir daha kargoyla uğraşmayayım.” Elindeki paketi uzatınca yeğeni alıp çantasına koydu. Bu yörede yetişen bir ottu. Kurutup baharat olarak kullanıyorlardı.
“Bugün gidemezsem de yarın veririm.”
Evden çıktıklarında babası şehre havaalanına kadar götürecekti.
Yolda giderken bir süre sonra babasının sesi yükseldi. “Han, her lafı açıldığında kaçıyorsun ama kaderini kabullensen iyi olur.”
“Cidden sevmediğim hatta sizin bile tanımadığınız bir kadınla evlenmemi benden nasıl beklersin!”
Babası vitesi değiştirirken cevap verdi. “Halanın canı karşılığı Nur Melek bu ailenin gelini oldu. Tanıyıp tanımamak önemli değil töre töredir evlenip evimize getirdiğinde kadın olarak uyum sağlaması gereken kişi O sen değilsin yani sevmenin bir önemi yok. Eğer bu evlilik olmazsa hem senin deden hem de Nur Melek'in dedesi zamanında akıtılmayan kanı istemeye başlar.”
Han sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. “Baba, sana da dedeme de saygım sonsuz ama sevdiğim biri olduğunun farkındasın evleneceksem bu O olacak bir başkası değil.”
“Sana evlenme diyen yok. İkisiyle de evlenirsin olur biter.”
Genç adam daha fazla karşılık vermedi. Ne söylerse söylesin zihinlerine işlemiş bu düşünceyi değiştiremiyordu.
Havaalanına geldiğinde babasının elini öpüp vedalaştı ve içeri girdi.
Uçaktan indiğinde ilk olarak kaldığı yurda geldi ve valizini bıraktı. Üzerindeki emanetten kurtulmak için halasının evine doğru yola çıktı.
Üniversite için geldiğinde halası gelip bizimle kal diye çok ısrar etmişti ama kabul etmemişti. Halasının yanında olması demek her gün berdel yapıldığı kızla yüz yüze gelmesi demekti çünkü aynı apartmanda altlı üstlü oturuyorlardı.
Taksiden inip apartmana girdiğinde evin olduğu kata çıkıp zile bastı. Hatice kapıyı açtığında yeğenini görünce yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. “Gelsene içeri.” dedi.
Han evin önündeki ayakkabılardan misafir olduğunu anlamıştı. “Yok hala misafirin üzerine girmeyeyim emanetini vermeye geldim.” dedi.
“Misafir dediğin Özdemir babanla ailesi yabancı değil.”
“Bana yabancı.” diyerek hızla evden uzaklaştı. Babasının konuşmaları üzerine bir de onlarla yüz yüze gelmek istemiyordu.
Yolda sevgilisiyle konuştu ve sözleştikleri mekana gitti. Sevdiği kadını gördüğünde üzerindeki gerginlik bir anda yok oldu ve yüzünde bir gülümseme oluştu.
Yanına oturduğunda kolunu omzuna atıp kendine çekerek sarı saçlarından öptü. “Özlemişim.”
“İki gün ayrı kaldık ki telefonda konuşmaya devam ediyorduk.” diye güldü Hazal.
“Olsun bu özlemem için yeterli bir sebep.” derken yanlarına gelen diğer arkadaşlarıyla selamlaşıp birer kadeh içki istediler.
Muhabbet yayıldıkça zaman geçip gidiyordu. Hazal tuvalete gittiğinde arkadaşları konuyu farklı yerlere çekmişlerdi.
“Ee ağam memlekete gidince karını da gördün mü?” diyen Bayhan’a Mete karşılık verdi.
“Yok be oğlum karısı bu şehirdeydi ya unuttun mu?”
Onlar gülerken Han gözlerini devirmişti. “Kesin sesinizi!”
Melis konuşmaya sert bir şekilde dahil oldu. “Arkadaşım gider gitmez arkasından ne biçim konuşuyorsunuz!”
“Takılıyoruz öylesine.” diyen Bayhan’ı geri dönen Hazal duymuştu.
“Yine o kızı mı konuşuyorsunuz?” Hepsi suçüstü yakalanmış mahkumlar gibi susmuştu.
Han, sevgilisini elinden tutup çekerek yanına oturttu. “Benim gönlümde de aklımda da tek bir kişi var ve bütün ömrümü ona vereceğim. Babamın verdiği sözle ilgilenmiyorum.”
Bir saat daha oturduktan sonra Hazal ile beraber arkadaşlarından ayrıldılar. Genç kızı evine getirdiğinde davetiyle içeri girmişti.
Hazal iki fincan kahve hazırlayıp sevgilisinin karşısına oturdu.
“Okul kapanınca babanın yanına gidecek misin?” diye sordu Han.
Hazal’ın babası Almandı annesi Türk, genç kız on üç yaşındayken boşanmışlardı ve Türkiye'de annesiyle büyüse de okullar tatil olunca babasının yanına gidiyordu.
Sigarasından bir dal sevgilisine verdi bir tane de kendi yaktı. “Henüz karar vermedim. Annem kendi yaşadığı şehre çağırıyor burada iş bulalım diyor, babam artık okul gibi bir durum olmayacak gel benimle yaşa diyor ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Onlardan birinin yanına mı gideyim yoksa bu şehirden hiç ayrılmayıp kendime iş mi bakayım…”
Han sigarasından derin bir nefes çekti. “O seçenekler arasında benim de yerim var mı?”
Genç kız gülümsedi. “Senin nerede, ne yapacağın belli. Ailen geri dön de berdelinle evlen diye bekliyor bence yeri olmayan biri varsa O da benim.”
Huzursuzca kıpırdanan Han biten sigarasını küllüğe bastırıp söndürdü. Sevgilisinin mavi gözlerine bakarken biraz sitemliydi. “Senin için ailemi karşıma almaya hazırım bunu biliyorsun.”
Hazal oturduğu yerden kalkıp genç adamın yanına geçti. Elini bacağına koyduğunda dudaklarına uzanıp öptü. “Bunları sonra konuşalım şu an o kızı düşünmek istemiyorum.”
Bir kez daha dudakları birleştiğinde Han sevgilisini tutup kendine çekti. Öpüşmeleri tutkulu bir hal aldığında kıyafetleri bir bir çıktı ve bedenleri bütünleşti.
Geceyi sevgilisinin yanında geçirmişti. Sabah olunca kısa süreli ayrılmış yurda gidip duş alıp üzerini değişmiş ve okulda tekrar bir araya gelmişlerdi.
Hazal sınıfının olduğu fakültesine girdiğinde Han da birkaç blok ötedeki kendi fakültesine gitti.
Nur Melek ile aynı üniversitede okuyorlardı ama onun fakültesi şehrin farklı bölgesindeydi bu yüzden karşılaşma gibi bir durumları hiç olmamıştı ki bunun için şükrediyordu. Birbirlerini en son lisede görmüşlerdi. Babası bir iş için bu şehre geldiğinde yanında gelmişti ve birkaç gün halasında kalmışlardı.
Bir akşam iki aile yemekte bir araya gelmişti. Tabi bu yine babasının başının altından çıkmıştı, aklınca hiç kimseye verilmiş sözü unutturmuyordu. Nur Melek’in de kendisi gibi düşündüğünü hareketlerinden az çok anlamıştı ki ailesi de bu işe gönüllü değildi ve bu biraz olsun umut veriyordu.
Bu konuda halasıyla eniştesine çok öfkeliydi. Sevip her şeyi göze alıp kaçmışlardı yani sevginin ne olduğunu iyi biliyorlardı ama bu evlilik konusunda babasıyla aynı düşüncelerdi gerçi onların isteme sebebi kendilerini kurtarmaktı ama ne fark ederdi neden bu konuda yanan kendisi olacaktı ki? Dokuz aylıkken nasıl biriyle nikahı kıyılabilirdi! Bunun dinen geçerli olmadığına emindi ama kimseye derdini anlatamıyordu.
Boş bulduğu yere oturduğunda çok geçmeden Baha yanına geldi. “Naber Aga!” dedi gülerek.
“İyidir senden?”
“Aynı.” diyen arkadaşına oturduğu sandalyesini yaklaştırdı.
“Hazal için bana yardım etsene.” dedi dört yıllık dostuna.
Baha kaş göz işareti yaptı. “Hayırdır ne yardımı?”
“Mezuniyet töreninden önce evlilik teklifi yapmak istiyorum.”
Han’ın sözleriyle arkadaşı ciddiyete bürünmüştü. “Aga, emin misin? Ailenin berdel olayıyla üzerindeki baskısını anlatan sensin Hazal kabul ederse nasıl olacak, babanları ikna edebilecek misin?”
“Seviyorum dostum, ondan başkasıyla yapamam. Berdelmiş, töreymiş diye Hazal ile ayrılıp başkasıyla evleneceğime öldürsünler daha iyi.”
Baha iç çekti. “Ayarlarız bir şeyler de bakalım Hazal bu gerçeği bilirken teklifi kabul edecek mi?”
Han sıkıntıyla aldığı nefesi boşalttı. “Denemeden bilemem ama kabul etmezse ben biterim.”
Mezuniyet günü yaklaştıkça ruhu daralıyordu. Bugüne kadar bahanesi okuldu ama artık o bahane yok olacaktı. Hazal evlenmeyi kabul etmezse ne yapacağını bilmiyordu. Onsuz bir hayatı düşünmek istemiyordu.