Kıyametin Ayak Sesleri

3299 Words
Dünya'nın sonunu getiren insan ırkından geriye kalan yalnızca yıkım oldu. Nükleer felaketten sonra hayatta kalmayı başaran insan ırkı yeni dünya şartlarına adapte olurken kanlarında bir evrim gerçekleşti. Kanında gücü barındıranlar Kan Çağı'na kadar ötekileştirildi, dışlandı ve katledildi. İnsan ırkı bir kıyametten bile kurtulmuştu ama her şeye sahip olma arzusundan asla! Farklılıkları yüzünden dışlanan bu yeni insan türü yüzlerce yıllık esaretten sonra birleşmeyi başardı ve bir devrim başlattı. Eski Kanlara karşı tek yumruk olarak savaşıp Kan Çağı'nı başlattı. Büyük savaşın sonunda aslında kaybeden yine insan ırkı oldu... Soylu Kana sahip adına Fısıltı Kâhini denilenler bu savaşta tarafsız kalmayı tercih etti. Fakat Yaratıcıdan gelen güçleri tarafsız kalamadı. Bir kehanetin fısıltıları daha çağın ilk zamanında kulaktan kulağa dolanmaya başladı. "Dengeyi ve adaleti sağlayacak olan yeryüzüne gelecek. Gücünü kanından alanlar da hesap verecek. Ucu göğe uzanan kalelerinin dibine gömülecek. Dengeyi ve adaleti en güçlü olan duygu sağlayacak." Dünyayı yeni bir kıyametten kurtaracak olan vaat edildi! Fısıltı Kahinleri ona Vadedilmiş dedi. Yüzyıllar sonra Güneş, Ay ve Şira (Sirius) Büyük Kavuşumu esnasında yıldızların en parlak olduğu gecede dünyaya geleceği ve gücünü kanından değil, bu kavuşum sırasında açığa çıkacak olan kutsal enerjiden alacağını söylediler. İnsan ırkı için yeniden seçim günü gelecekti. Dünya bir kıyametten kurtulmuştu, yeniden kurtulurdu fakat insan ırkı geçen sefer ki kadar şanslı olabilir miydi? *** V. KAN ÇAĞI | KRAL GÖKMEN PARS DÖNEMİ 18 LONAWR (OCAK) 433 B İ R Kıyametin Ayak Sesleri OTRAR Ebren Dokuz saatlik mesaim bittiğinde iş arkadaşlarım ile vedalaşarak çıktım limandan. Karanlığın çöktüğü sisli şehrin sokaklarından dikkatlice ana caddeye çıktıktan sonra evime giden brusona (otobüs) binip başımı cama yasladım. Eve yaklaştığımı cama yaslı olan başım sarsılmaya başladığında anlardım. Evimin bulunduğu kenar mahallelerdeki yollar, altyapı ve şehir planlaması merkeze nazaran berbattı. Bu köhne köşede kalan kenar mahallesini umursayan da yoktu zaten. Soylu Kan Aileleri yönettikleri şehirlerden kazanılan Kert'e* bakarlardı. (Kert: Para birimi.) Kimsenin umurunda değildi bu sistemin en alt tabakasında yer alan bizlerin nasıl yaşadıkları. Kışları ısınmak için yaktığımız sobaların dumanları sinerdi mahallelerimizin üstüne. Şehirden uzakta da olsak o sis hiç gitmezdi. Şehirde çalışanların çoğu gibi buradakilerde de solunum hastalıkları sık görünürdü fakat onların tedavi olmak için yeterli paraları hiç olmazdı. Otobüsten inip dalgın bir şekilde evime doğru yürümeye başladığım sırada tüylerimi diken diken eden bir hisle kasıldı tüm bedenim. Panik yapmamam gerektiğini kendime hatırlatırken nefes almaya çalışıyordum. Düşüncelerimin aksine vücudum, beynimin hızlı refleksi ile arkama döndüğünde öylece yolun ortasında kalakaldım. Soluklarım hızlanırken gözlerim hızla etrafı tarasa da bir şey göremedim. Kuruntu yaptığımı düşünerek yeniden önüme döndüm ama adımlarım öncekine nazaran çok daha hızlıydı. Her adımda daha da hızlandım. Deli bir dürtü sürekli arkama bakmam için içimde çığlık atsa da buna cesaret edemedim. Bu tarz kenar mahallelerde ünlü olan korkunç olaylardan birisinin başıma gelmesinden ölesiye korkarak bir sokak sonra evime varacağımı hatırlattım kendime. Hızlı adımlarla ilerlemeyi sürdürürken sürekli kendime, çok az kaldı, diye hatırlatmaktan geri durmuyordum. Birazdan güvende hissedecektim. Tüm bu saçma düşüncelerime Tanla ile kahkahalar ile gülecektik. Korkmam gereken hiçbir şey yoktu! Köşeyi döneceğim esnada etrafımda aradığım tehlikenin aslında tam içimde olduğumu anlayarak dehşetle kasıldım. "Ebren." Adım zihnimde şiddetle yankılandığında kaskatı kesiliverdi tüm vücudum. Kafamın içindeki sesin bu kadar güçlü bir fiziksel etki bırakabilmesini kabullenemedim. Bundan yüzyıllar önce gerçekleşen mutasyon sebebi ile bazı "özel" insanların birtakım ilahi yetenekleri mevcuttu lakin yaşanabilir dünyanın üzerinde böylesine bir güce sahip kimse yoktu! Barshan Ülkesinin sınırları içerisinde de bu gücü kanında barındıran kimse olamazdı! Nasıl biri adımı zihnime fısıldayabilirdi? "Ebren!" Ses bu sefer öylesine şiddetliydi ki tüm bedenim acizlik ile dizlerimin üzerine yıkılırken ellerim ile kulaklarımı tıkadım sanki bir faydası olabilecek gibi. Aklımı kaçırıyor olmalıydım! Şu an yaşadığım durumu açıklayabilecek kelimelerim yoktu. "Zamanı geldi!" İçimde müthiş bir dürtü vardı çığlık atmam için çıldıran. Beynimin çeperlerinde çınlayan ses öylesine acı vericiydi ki aciz bedenim bu güç karşısında direnemiyordu fakat hiçbir şey yapamıyordum. Kendimi koruyamıyordum çünkü bizler basit kandan geliyorduk! Üstümdeki acı dolu hâkimiyeti öylesine güçlüydü ki beni ele geçiriyordu, kıpırdamama izin vermiyordu. Zaten nereden geldiğini bilmediğiniz bir düşmanla savaşamazdınız! "Senin zamanın geldi, Ebren!" Bedenim bir çuval gibi yere yığıldı. Zihnimde haykıran ses bendeki son gücüde söküp aldı. Direnmek, kendimi kurtarmak istiyordum fakat buna izin vermiyordu. Gözlerim bilinmezliğe kapanırken bir kez daha bu kadar kolay yenilmekten nefret ettim. Hayatımın bir yerinde sürekli pes etmek zorunda bırakılmaktan, bu düzenden, adaletsizlikten nefret ettim. Yaratıcı bizim daha güçsüz olmamızı neden istemişti? Bu güç savaşı daha önce bir kere dünyanın sonunu getirmişti zaten, buna rağmen dünya yeniden iyileşirken yine bir şekilde dengeler bozulmuştu. Dengenin ve adaletin sağlanması gerekiyordu artık! Sürekli güçsüz olmaktan, boyun eğmekten yorulmuştum! Sonsuz karanlık beni derinlere doğru çekerken ellerim yanıma doğru düştü. Artık bitmişti, biliyordum. Yeniden kaybetmiştim... *** Sanki kilometrelerce karanlık bir yerden çıkıyormuşum gibi derin bir nefes almayı denediğim an kesik öksürükler ile ödüllendirildim. Ciğerlerim oksijen ile yanıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak ışığa alışmaya çalıştım ve sonunda beni yutan karanlığın içinden çıkmayı başardım. "Ebren!" diyen annemin sesini işittiğim an bakışlarım ona döndü. Telaşla yerinden doğrulup bana yöneldi. "Kızım!" Yüksek sesi yüzümü ekşitmeme sebep oldu. Son yaşadıklarım düşünüldüğünde sese karşı hassasiyet geliştirmem çok absürt olmazdı. "Uyandı!" derken heyecanlıydı abimin sesi. "Anne?" Oldu ilk kelimem zorlukla konuşurken. Kupkuru kesilmiş boğazım yüzünden yeniden kesik kesik öksürdükten sonra nihayet etrafımı net olarak görmeyi başarabildim. Abim Erendiz'in uzattığı bardaktaki suyu tek dikişte bitirirken, kız kardeşim Tanla girdi görüş açıma. Kıpkırmızı olmuş gözler ile bakmaktaydı bana aynı bir hortlak görmüş gibi... "Bumin!" diye seslendi kapıyı açıp başını dışarı uzatan annem. "Ebren uyandı!" Saniyeler sonra babamın hızla içeri girdiğini gördüğüm an gözlerim doldu. Öylesine yorgun görünüyordu ki, resmen çökmüştü! O yıllarca limanda çalışmaktan dolayı yapılı vücudu incecik kalmıştı. Gri gözlerindeki ifadesi yüreğimi parçaladı. "Kainatım!" diyerek bana yöneldi an bile beklemeden. Doğduğum gün beni kollarına aldığı an da böyle hitap ettiği için adımı aynı anlamı taşıyan Ebren koymuş. Babamın sıkı sarışına karşılık vermek için kollarımı kaldırdım fakat aşırı güçsüz hissettiğimden olsa gerek sol kolum yanıma düşerken sağ kolum ile zar zor sarabildim onu. "Babam," diye mırıldanırken gözlerimde biriken yaşlardan biri fırsatını yakalamış gibi yanağıma doğru süzüldü. "Berbat görünüyorsun." Sözlerime karşılık kıkırdadı babam. "Sen bir de kendini gör." "Canını yakacaksın Bumin," diyerek araya girmeye çalıştı hemen annem. "Doktoru çağırır mısın Erendiz?" Abim, annemin dediğini yapmak için odadan çıkarken babam hafifçe uzaklaştı benden ama hâlâ yakındı. Ailemin bakışlarındaki hüznü ve şaşkınlığı anlamlandırmaya çalışırken biraz kafam karıştı doğrusu. Sanki bir mucizeye bakar gibi bakmaktaydılar bana. "Ben onu asla incitmem, İynem. Bilmiyor musun?" diyen babama gülümsedim. "Şu an çok hassas ama canım." Derken bana kırılacak bir porselen bebek gibi gözlerinde titreyen yaşlarla baktı annem. "Ne oldu?" diye sormak nihayet aklıma gelebildiğinde Tanla ile göz göze geldik. Derin bir sessizlik ve anlam dolu bakışlarla beni süzerken aşırı üzgün görünüyordu. Sanki onun bildiği ama tüm dünyanın habersiz olduğu bir şeyi gizler gibi duruyordu. "Bilmiyoruz," dedi alt dudağı titrerken. Dağılmış görünüyordu. "Çığlıklarından sonra seni yolun ortasında bulmuşlar. Yüzün, üstün başın kan içinde kalmıştı. Ne olduğunu kimse, şifacılar bile anlayamadı. Kulakların kanamış fakat kulak zarına hiçbir zarar gelmemiş..." Tanla konuşurken aklımı dolduran anılar ile taş kesildim. Yüzümün kireç rengine döndüğüne emindim. Ailemin bakışları da düşüncelerimi tasdikliyordu. Gözlerindeki merak ve endişeyi görebiliyordum. O gün neler yaşandığını bilmek istiyorlardı. Haklılardı fakat sorun bunu benim de bilmememdi! "Ne oldu, Ebren?" diye sordu merak ile Tanla. Ona dönen bakışlarımda binlerce soru işareti bulunuyordu fakat Tanla sanki tüm cevapları bilir gibi baktı gözlerimin içine. Oldukça fazla endişeliydi, garip görünüyordu ve tüm bunların bir kuruntu olduğunu düşünmeyecek kadar kendimdeydim. Herkesten daha fazla endişeli görünüyordu ve bu halde olmamın sebebini en çok o merak ediyor gibiydi ama sorsam sanki cevap verecek gibi de duruyordu. "Keşke bilsem, Tanla..." derken samimiydim. Yaşadığım o anları anlatabilmemin imkânı yoktu çünkü ben de ne olduğunu bilmiyordum ama beni mahvettiğine emindim! Şifacı kontrollerin ardından birkaç test daha yaptıracağını söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Onun bakışlarında da merak vardı. Ne olduğunu merak ediyorlardı fakat bende bilmiyordum! "Bir haftadır bilincin kapalı." Diyen abimi işittiğimde bakışlarım dehşetle ona döndü. Sözleri ile adeta şok geçirdim. Nasıl bir güç tam tamına bir hafta kendime gelemeyecek kadar tüketebilirdi beni? Ya da o bir haftada bana ne yapmıştı? "O kadar bitkin düşmüştün ki, şifacılar bir haftadır sıvı almadığına yemin edeceklerdi neredeyse! Sana her ne olduysa içten içe seni yiyip bitirdi resmen." diyen Tanla'nın sesi titredi. "Doktorların uyanacağına dair umutları her geçen gün tükeniyordu. Hayat fonksiyonların da öyle..." "Ama neden?" derken buldum kendimi bir anda. "Ne olmuş olabilir? Müthiş bir baş ağrısı hatırlıyorum sadece." Bir de beynimin içine fısıldayan o sesi... Zihnimde ilk kez yankı bulduğu o an bedenim onunla savaşmak için atağa geçti sanki. Savunma mekanizmalarının gücünü parmak uçlarımda bile hissettim fakat yeterli olmadı. Ses zihnime fısıldadıkça daha fazla eziyet etti sanki. Acı verenin ses mi yoksa bu savunma mekanizması olduğundan emin değildim. Bildiklerim yalnızca bunlardan ibaretti. Sebebinin ne olduğu ise tam bir muammaydı. Bakışlarım Tanla ile buluştu. Benimkinin aynısı olan kehribar gözlerini hışımla kaçırdı. Benim bilmediğim ne biliyordu? Hastane odasındaki sessizlik her geçen saniye daha rahatsız edici olmaya başladı. Kimse bir şey söyleyemedi. Yaşadığım durumun müthiş belirsizliği ile baş başa kaldık her birimiz. İki gün daha hastanede yatmak zorunda kaldım müşade altında tutulmam gerektiği için. Yapılan testlerde herhangi bir sorun çıkmadı. Her geçen gün büyük bir hızla iyileştiğim söylendi. İfademi almak için kolluk kuvvetlerine bağlı görevliler geldiler ve ifademi alırken şüpheli gözler ile beni izlediler fakat bir süre daha araştırıp gerçekten hiçbir şey bilmediğimi fark ettiklerinde duracaklarını biliyordum. Biz Eski Kanlar onların umurunda değildik çünkü! İki günün sonunda nihayet hastaneden çıktım. Evime dönerken gün ışığında gördüğüm o yol kalbimin sıkışmasına neden oldu. Tanla hemen elimi tutup kendi avuçlarına hapsetti sakinleşmemi ister gibi. Babam yılların emektarı cronunu (araba) yolun kenarına park ederken motorun çıkardığı o garip sese söylendi her zaman ki gibi. Hayatım normal akışına dönüyordu büyük bir hızla. Birkaç gün evde dinlendikten sonra işe tekrar geri dönecektim ve devam edecektim hem de cevapsız onlarca soru ile! Hiçbir şeyi değilse de şunu çok iyi biliyordum, artık bir şeyler eskisi gibi olmayacaktı. Bunun gerekirse Tanla'dan zorla öğreneceklerimden sonra olacağına da emindim. O gün bana bir şey oldu, o gün bir şey oldu ve bu yalnızca beni değil, etrafımdaki herkesi etkileyecekti. Bu düşünce korkutucuydu ama gerçekçi olmak gerekirse kaçamayacağımı bildiğim bir yolda süratle ilerlediğimi hissediyordum. O gün yaşadıklarım tesadüfi bir olay değildi ve ben ne olursa olsun, sebebini bulacaktım. *** Barçkent Aspar Soylu Kanı Ailesi Yazgan Bir balodan daha kaçmak için fırsat kollarken elimdeki boş içki bardağını masanın üstüne koydum. Etrafımda dönen bekâr kadınların annelerinden sıkılmıştım. Yirmi sekiz yaşıma kadar evlenmedim, bundan sonra da evlenmek istemediğimi anlamak bu kadar zor muydu? Kardeşim benim yerime de ailemizin soyunu devam ettirebilirdi, benim pek böyle heveslerim yoktu açıkçası. Bakışlarım dikkatli bir şekilde balo salonunda dolanırken kaçabileceğim bir kapı arıyordum elbette. Göz göze geldiğim her kadının bayılacak gibi garip hareketlerde bulunması, yanındakini dürtmesi artık yorucu geliyordu. Sanırım bu tür aktivitelerden zevk aldığım zamanlar çok eskilerde kaldı. Bu hareketlilik için biraz yaşlıydım artık. "Yine zorla getirildiğin bir balo daha mı?" derken alayla bakmaktaydı köşeden çıkan çocukluk arkadaşlarımdan Darhan Soylu Kanı Barlas. Masadan dolu bir bardağı alıp kafama diktim. Onu görmezden geldiğim zaman bile peşimi bırakmayacağını bilecek kadar iyi tanıyorduk birbirimizi. Gözlerimi devirirken Barlas'ı görmezden gelmeyi seçtim yine de. Zira gelecekte yaşanabilecek herhangi bir şeyi görebilme özelliğine sahipti, bir anda elimi tutarak hayatım hakkında öngörülerde bulunmasını istemezdim ki sırf uyuzluk olsun diye bile yapabilirdi bunu. "Uğraşacak başkasını bul, Barlas." Derken sesim keyifsizliğimi ele verir gibiydi. Bu tarz etkinliklerden hoşlanmadığımı yüz kilometre öteden anlayabilirdiniz fakat babam Soylu Kan Kutan'ın umurunda bile değildi bu. "Çocukluğundan beri hiç değişmeyen özelliğin, bunun değişmeyeceğini söyleyebilmek için geleceği görebilme yeteneğine sahip olmama gerek yok." Derken daha fazla sinirlenebileyim diye gevşek gevşek sırıtmayı ihmal etmedi. Ona cevap vermedim. Daha fazla eğlenmesini sağlamayacaktım. Usulca yaslandığım masadan uzaklaşıp bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktım. Peşimden geleceğini biliyordum, onu çok uzun zamandır tanıyordum ama bu umurumda değildi, tek isteğim uzaklaşmaktı. Bahçeye kendimi atar atmaz hızlıca köşeyi dönüp yürümeyi sürdürdüm. Kafam doluydu, insanların yoğun olduğu etkinliklere uzun süre maruz kaldığımda birkaç gün kendime gelemiyordum. Bu yapmacık yerlerden nefret ettiğimi başka nasıl dile getirebilirdim ki? "Yazgan..." Adım zihnimin çeperlerinde yankılandığı an olduğum yere çivi misali çakıldım. Tüm kaslarım gerilirken gözlerim bir yırtıcı edasıyla etrafımı tarıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Elim kınında bulunan kılıcımı çoktan kavramıştı. Kılıcım olmadan bile onlarcasını öldürebilirdim. Doğuştan sahip olduğum güçler ile etrafımdakiler ne olduğunu anlayamadan damarlarında akan kanı aleyhlerine kullanabilirdim! "Yazgan!" Aynı ses şiddetle zihnimde yankı bulduğunda bir anda taş kesildim. Zihnim bu saldırı karşısında şoka girerken bunun Balamir Soylu Kanından bir Zihin İstilacısının işi olmadığını kavradım. Onlar genel de zihnini bulandırırdı, fısıldayamazdı! Gözlerimi yumup bu acı ile baş edebilmek için çabaladım. Etrafımdaki kişinin varlığını hissedebilmek için sakinleşmem ve odaklanmam gerekiyordu. Kaynatabileceğim bir kan hissetmek için yanıp tutuşuyordum. Bu saldırının sahibi her kim ise Aspar Soylu Kanını tehdit ettiği için ölümle cezalandırılacaktı! "Vadedilmiş olanı bul, Yazgan!" İşittiğim sözler ile bedenimin titremeye başladığını hissettim. Kulaklarımda aynı cümle binlerce defa çınladı. Her an daha fazla tükendiğimi hissettim. "Ebren!" diye çığlık atıyordu aynı ses. Bedenim kasılıp seğirmeye başladığında Barlas'ın önce varlığını hissettim ardından endişe dolu sesini işittim. Onun varlığı bile bana yapılan bu eziyeti durdurmadı. Gücün sahibi her kim ise durmaya pek niyeti yok gibiydi. "Yazgan!" diye kükredi Barlas, bedenim yere devrilirken. Yardım için kükremesi işittiğim son şeydi. Zihnim giderek bulanıklaştı. Bu kadar aciz kaldığım başka bir an var mıydı? Savunmasız bırakan bir güçle fısıldıyordu zihnime. Böyle bir güce kim sahip olabilirdi? "Bul onu, o senin kaderin!" Karanlığa gömülürken hâlâ aynı isim beynimin içinde çığlık çığlığa yankılanıyordu. "Bul, Ebren'i. Onun zamanı geldi!" *** Bilincim yerine gelmeye başladığında hışımla gözlerimi araladım. Son anılarım beni oldukça endişelendiriyordu. Gördüğüm ilk şeyse odamın tavanı oldu. Birkaç saniye öylece tavanla bakıştıktan sonra doğruldum. Bedenimdeki müthiş ağrıların ve güçsüzlüğün farkına varmam zor olmadı. O dehşet verici acıyı unutmak ne mümkündü! Anımsamak bile buz kesmeme sebep oldu. Eşine ve benzerine daha önce rastlanmadığına emindim. Askeri eğitimlerimiz sırasında Soylu Kanlara sahip olanlarla birbirimizin güçlerine karşı savunma geliştirmeyi öğrenirdik. Sadece Barshan Ülkesinin değil, Yaşanabilir Dünya'nın tamamında var olan tüm güçlere karşı eğitimimiz vardı. Bu güce karşı kendimi savunmayı hiçbir zaman öğrenmedim çünkü Soylu Kanlar arasında bu güce sahip kimse yoktu! "Yazgan!" diyen annemin endişeli sesi ile bakışlarım odamın kapısına döndü. Koşar adımlarla yanıma gelip boynuma sarıldı sıkıca. Oldukça sarsılmış görünüyordu. "Ne oldu bana?" diye sordum merakla. Yaşananları bir mantığa oturtamıyordum. Bu neden benim başıma gelmişti ve Ebren denen kızı bulmak neden kaderimdi? Ayrıca Ebren'de kimdi? "Bilmiyoruz," dedi katı sesiyle Soylu Kan Kutan, babam! "Acizlik gösterin ile tüm Soylu Kanlara şov yapmış olmana rağmen onlarca doktor bir sebep bulamadı." "Kutan!" diye döndü hışımla annem. Onu babama karşı ilk kez böylesine öfkesini salt bir biçimde gösterirken görüyordum. "Ölüyordu oğlumuz, iki gündür uyanması için her gün Yaratıcıya dualar ediyorum sen hâlâ insanların ne düşündüğünü mü önemsiyorsun?" "Bana gayet iyi göründü, Tela!" derken öfkeyle bana bakmayı sürdürüyordu. Onun bana hayal kırıklığı dolu bakışlar atmasına öylesine alışkındım ki. Hiçbir başarım babam için yeterince iyi olamamıştı zaten. Aspar Soylu Kanına yakışır bir evladı olmadığı için oldukça üzgün olmalıydı. Ben ve kardeşim ona göre fazlasıyla insaniydik! "Olanlardan memnun gibi görünen bir halim mi var?" derken lakayt çıkan ses tonumu önemsemedim. Bu umurumda olan son şey olabilirdi. "Ben Seçkinler Akademisi Askeri Eğitim birincisiyim, bir Soylu Kan ile nasıl başa çıkabileceğimi iyi biliyorum. Bildiğimiz türdeki tüm saldırılara karşı kendimi savunabilir, onunla savaşabilirim ama o gün hissettiğim güç bildiklerimize hiç benzemiyordu!" "Ne demek istiyorsun?" derken sonunda onun ilgisini çekmiştim anlaşılan. Bakışlarındaki merakı çok net görebilirdiniz. "Zihnimize fısıldayabilen bir Soylu Kan biliyor musunuz?" derken ona dik dik baktım. "Bunu yaparken fiziksel olarak acı verebilen, savunmasız kılan ve tüm bunları yaparken etrafta dahi olmasına gerek olmayan bir Soylu Kan? Barlas yanıma gelene kadar hiçbir şey hissetmedim. Bunu yapan her kim ise yanımda bile değildi! Böyle bir güce sahip Soylu Kan mı var?" Babamın düşüncelere dalarken kaşlarını çatması onun da kafasının benim kadar karıştığının alametiydi. Birkaç saniye ne düşüneceğini bile bilememişti. Bu hoşuma gitti. Kutan Aspar'ın da yanıtsız kaldığı bir an olabilirmiş demek ki! "Fısıltı Kahinleri!" dedi annem bir anda. Babamın yüzündeki dehşeti anbean görme fırsatım oldu. Normal bir an olsa eğlenebilirdim bile fakat o korkusu ensemden aşağıya soğuk bir ter damlasının süzülmesine neden oldu. "Böyle bir şey yok, Tela!" diye yükseldi bir anda babam. Kendisini de buna inandırmak ister gibi bir hali vardı. "Tamamen uydurulmuş şeyler, yüzyıllardır bir tane bile Fısıltı Kâhini görülmedi..." "Tam olarak neyden bahsediyorsunuz?" diye sorarken merakla onlara bakmayı sürdürüyordum. "Tarihe ilgin olmadığı için bilmemen normal," diyerek odamın kapısından içeri bir eli cebinde oldukça bana benzeyen kardeşim girdi. Yüzündeki o çok bilmiş ifade ile gözlerimin içine baktı. O ifadeyi yüzünden silebilmek isterdim. "Kan Çağı Kehanetini hiç duymamana şaşırmamalı, abi." "Ukalalık yapmadan anlatmayı deneyebilirsin." Derken ters ters ona baktım. "Ha kendinle övünmesen olmaz tabi, unutmuşum kardeşim." "Hassas egonu zedelediğim için üzgünüm abi fakat kendini bedensel geliştirdiğin kadar zihinsel geliştirmemen senin suçun." Derken kışkırtıcı bir şekilde göz kırpıp sırıttı. Yumruğumu suratına geçirebilecek kadar takatim olsa tüm dişlerinin elimde kalmasını sağlardım. "Kan Çağı Kehaneti daha devrimin ilk yıllarında dilden dile dolanmaya başladı. O zamanlar savaşmayı reddeden bir Soylu Kan daha vardı. Fısıltı Kahinleri. Bozulan dengenin koruyucularıydılar. Eski Kan yönetimindeki dünya düzeni doğayla bir savaş içerisinde değildi, bizimkinin aksine. Devrim ile dengeler değiştiğinde ve bizler mutlak gücü elimize aldığımızda geleceğin karanlık olacağını öngördüler. Dünyaya bir kurtarıcı geleceğini vadettiler. Dengeyi ve adaleti sağlayacağını fısıldadılar." "Saçmalık!" diye araya girmeyi ihmal etmedi babam. "Güneş, Ay ve Şira (Sirius) kavuşumu esnasında doğacak olan Vadedilmiş, dengeyi ve adaleti sağlamaya gelecekmiş." Babamın küstah bir şekilde, "Hah!" demesi ile dikkatim dağıldı bu sefer. Büyülenmişçesine Yançı'yı dinlemekten alıkoyamamıştım kendimi. Bu çocuk cidden insanlara kendini dinlettirmeyi biliyordu. "Elbette bizler Soylu Kanlar olarak bunu inkâr edip yalanladık. Aynı şu an babamın da yaptığı gibi. O Güneş, Ay ve Şira kavuşumu bundan yirmi üç sene önce öngörüldüğü gibi yaşandı. O gün binlerce bebek doğdu. Hangi ülkenin hangi şehrinde olduğu bilinmeyen Vadedilmiş dünyaya geldi." Diyerek sözlerini tamamladı Yançı. Babamı sinir ettiği için Yançı'ya olan sinirim yerini büyük bir keyfe bıraktı. "O gece sen doğduğun için bu çocuk masalına inanıyor olmayasın?" derken babamın sesi bariz alay doluydu. "O vadedilmiş kurtarıcı sen misin yoksa Yançı?" Yançı'nın gözlerinde o an bir alev parladı. Kasılan yüz hatlarından öfkelendiği belli oluyordu. Keyif alabilirdim fakat babamın safında gözükmeyi istemezdim. "Bizler gücümüzü kanımızdan alıyoruz, baba." Dedi öfke ile sesi titrerken. "Vadedilmiş olan gücünü o gece açığa çıkan lahuti* enerjiden alacak!" (Lahuti: Tanrısal) Babamın gür kahkahası odamı doldurduğunda benim bile sinirim bozuldu. Annem ve Yançı bu kehanete inanıyorlardı fakat babam alenen alay etmekten geri durmuyordu. İşine gelmediği için böyle davrandığına emindim. O gün yaşadığım şeyi çok iyi hatırlıyordum, ne hissettiğimi de. Yançı haklı olabilirdi. Ve sanırım, Vadedilmiş olanın ismini de biliyordum... "Lahuti enerjiden gücünü alacakmış da..." diye söylenen söylene odadan çıkan babama baktık üçümüz birden. Babam odamdan çıktıktan sonra bakışlarımız birbirini buldu. Ne olduğunu anlayamıyorduk ama bir şeyler olduğu kesindi. "Vadedilmiş olanın dengeyi ve adaleti en güçlü duygu sayesinde kazanacağı müjdelenmiş." Derken Yançı'nın alaylı sesinden eser kalmamıştı. "Hangi duygu bu?" Annem bir iç çekti ve elimi tuttu. "Aşk, elbette." Dedi sanki masal anlatır gibi bir ses tonuyla. "Fısıltı Kahinleri sana tam olarak ne söylediler?" Soru ile afalladım. İçimden bir ses bunu şimdilik kendime saklamamın en doğrusu olduğunu söylüyordu. Yançı bu konuda fazlasıyla bilgili göründüğü için de onu akıllıca kandırmam gerektiğini biliyordum. Bu yüzden yaşadıklarımı sansürleyerek anlatmaktan zarar gelmezdi. "Bul onu, dediler. Bu benim kaderimmiş." Yançı'nın tek kaşı havalanırken şüpheci bakışları üzerimde dolandı. Tatmin olmadığına emindim, tahmin ettiğimden bile fazla şey bildiği aşikârdı. "Araştıracağım," diye mırıldandıktan sonra odadan çıktığında arkasından bakmadım bile. Bulacakları onu ne kadar memnun ederdi kim bilebilir? Annem tuttuğu elimi kendi kucağına çekti usulca ve şefkat ile bana baktı. "Öğreneceğiz neler olduğunu," diye mırıldanırken büyük bir güvenle bana bakıyordu. "Doğru olanı yaparken daima yanında olacağım oğlum. Kanını değil, doğru olanı seçmelisin!" Derin bir soluğu ciğerlerime çektim. Yanımda olacağından emindim fakat ya doğru olanı yapmak en zor yolsa? Aklımı kurcalayan isim zihnime yeniden süzülürken irkildiğimi hissettim. İsim zihnimde yankılanırken bedenimin verdiği tepkiler oldukça tuhaftı. Ebren... Evrenin en parlak yıldızlarını yüreğinde taşıyacak olanın ismini Fısıltı Kahinlerinin bana söylemesinin bir nedeni olmalıydı. Onun isminin ifşa edilmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlamam zor değildi. Onu bulana ve ne yapacağını görene dek kendime saklamak zorundaydım bu bilgiyi. Geleceğin bize ne getireceğini tahmin etmek zordu ama bizi bekleyen bir felaket olduğu açıktı. Hangi safta yer alacaktık? Vadedilmiş olanın mı, kanımın mı?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD