6. Capella

1103 Words
LİLİ Akis’in sesi kulağımın kıyısında kükrerken görünmez olduğu için sesi yalnızca benim kulaklarıma işkence etmişti. Bu oklanma ve lanet işi benim için bir lütuf muydu acaba? Öyle bir şey olabilir miydi? Karşımda iştah açıcı Levent, arkamda ise yıllardır için için yandığım, defalarca kez hayalini kurduğum Akis. Resmen ikisinin arasında kalmıştım. Sadece düşünsel olarak değil, şu an fiziksel olarak da resmen ikisinin arasındayım. Levent’in dudakları tam dudaklarım karşısında, Akis’in dudakları ise kulağımın azıcık gerisindeydi. Akis’in soluğu boynuma çarpıyor zaten başımda olmayan aklımı tümüyle yok ederek gökyüzüne karıştırıyordu. Elimi tutmasıyla hava anında değişti. Levent'in dudaklarından öpücük çalamadan biz başka bir yere geçiş yaptık. Uğradığım hayal kırıklığını anlatabilecek kelime yoktu. En azından bir kerecik öpseydim. “Yine ne düşünüyorsun?” diye sordu Akis sinirli bir sesle. Homurtusu o kadar sinir bozucuydu ki kısa bir an aklımı okuduğunu düşündüm. “Ne düşünüyormuşum?” diye sordum diklenerek. “Bilmiyorum aptal bekçi,” diye söylendi. “Suratın o kadar çok şekilden şekile giriyor ki ne düşündüğünü ancak beynini okuyan biri bilebilir.” “Sen okuyamıyor musun?” Kirpiklerimi kırpıştırarak alttan alttan yüzünü inceledim. Onunla daha önce bu kadar yakın olmak asla mümkün olmamıştı. Şimdiyse bir uzansam dudaklarına yapışabilirdim. Eros aşkına! Bugün dudaklarla alıp veremediğim neydi benim? “Hayır,” dedi rahatsız bir sesle. “O adamın dibine girmiş ne yapıyordun?” diye sorarken dikkatimi dağılarak etrafı incelemeye başladım. Levent’in evine benzer bir evdeydik ama onun evi değildi. Burada eşyalar çok daha modern ve çok daha fazla görünüyordu. “Neredeyiz?” “Dünyada kaldığımız sürece yaşayacağımız evde,” dedi konuyu değiştirmiş olmamdan hoşlanmadığını belli eden sinir bozucu sesiyle. “Lili bir daha bu adamın odasına girmeyeceksin. Dünyaya sen adamı başımıza musallat et, gönül işlerine gir diye gelmedik. Şansımız yaver giderse büyüyü bozmaya geldik. O iki insan ayrılmazsa öleceksin ve sen her şeyi bırakmış adamı öpmeyi düşünüyordun.” Kaşlarım çatılırken, büyüyen gözlerimi aşık olunası yüzüne diktim. Hani beynimi okuyamıyordu? Öyleyse Levent’i öpmek istediğimi nasıl bilebilirdi? Bana yalan söylediğini düşünüp onu ittiğimde geriye doğru bir adım attı. Fazla yakın olması algılarımın kapanmasına neden oluyordu. “Hani beyin okumuyordun?” dedim suçlayıcı bir sesle. Neredeyse üzüntüden ağlayacaktım. Bugüne kadar aklımdan geçen her bir lanet düşünceyi okumuş muydu? Ondan hoşlandığımı, ancak heykellerin sahip olduğu harika vücudunu düşünüp durduğumu, her bir belirgin kasında dilimi dolaştırmak istediğimi biliyor muydu? Onu düşünüp hayaller kurduğumu da mı biliyordu? “Okumuyorum,” dedi boğuk bir sesle. İçi ateş parçası gibi parlayan gözlerini gözlerime dikerek kesik bir nefes aldı. “Adamın yüzüne bakarken ne yapmak istediğin bakışlarından belli oluyordu.” Tane tane açıklarken sanki karşısında bir embesil varmış gibi davranmasına içerledim. “Onu öpersem her şey düzelir mi acaba diye düşündüm. Deneyecektim sadece.” “Bu kadar kolay olsaydı daha önceki melekler küle dönüşmezdi değil mi?” diyerek adeta kükredi. Elini tehditkar bir şekilde havada sallayarak üzerime doğru yürüdü. “O adamı öpmeyeceksin!” Tehdit umrumda değildi. Ben öncesinde söylediğine takılmıştım. “Küle mi dönüştüler?” diye fısıldadım dehşet içinde. Küle mi dönüşecektim? Yok mu olacaktım? Daha hiçbir şey görüp geçirmemişken yok olup gidecek miydim? Bir kez bile sevişmeden, sevdiğim melekle gökyüzünde fingirdemeden son mu bulacaktı yaşamım? Bu nasıl adaletti? Yanlış bir büyü yüzünden hiç var olmamış gibi yok olmak haksızlık değil de neydi? “Bu olmasın diye buradayız,” diyen anlayışlı sesiyle başımı salladım. Ama ne sallayış! Kolay mıydı aşk büyüsünü bozmak? Tamamen bilinçsizce gönderildiğimiz bu yerde ne yapabilecektik? “Nasıl yapacağız ki?” “Çok basit, birbirlerine ihanet etmelerini sağlayacağız.” “Çok kolay bir şeymiş gibi konuşuyorsun,” dedim sinirle. “Hangi kadın bana hayır diyebilir?” Kendini beğenmiş bir şekilde tek kaşını kaldırarak sordu. “Levent de yakışıklı Akis. Tipine de çok güvenme yani! Ortada kimsenin bozamayacağı bir büyü söz konusu üstelik.” “Göreceğiz,” derken sesi sinir olmuş gibi çıkıyordu. Üzerime doğru gelip lanet olası heykel vücudunun benden uzun olmasının fırsatını değerlendirerek yüzüme doğru eğildi. “Bana gökyüzünde bugüne kadar kimse hayır diyemedi.” İtiraf ediyorum, sorsaydı bende hayır demezdim. Kalbim bile şu an bir büyünün etkisi altındayken pır pır ederken Akis’e hayır demek zordu. Fakat ismi Melek olan insan gökyüzünde değildi ve Levent denen adamla bir büyünün içindeydi. “Gökyüzünde değiliz,” dedim inatçı bir sesle. Parmakları çenemi kavrayıp yüzlerimizin iyice birbirine yaklaşmasına sebep oldu. “Gökyüzünde değiliz ama şu an seni öpsem hayır demezsin.” Yüzüme çarpan ılık nefesi varlığımı unutturdu. Demezdim tabi ki… Onu deli gibi öpmek isterken neden hayır diyecektim? Gökler aşkına! Dudaklarını gözüme o kadar sokuyordu ki o öpmeden ben yapışacaktım şimdi! Kendime gelerek kolları arasından geriye doğru çekilip çenemi de kıskancından kurtardım. Bugüne kadar gözüme bir kez bile bakmamış adamın beni şimdi öpmek istemesi mümkün değildi. Tamam uçan bir canlıydım ama neyse ki uçmadığım anlarda ayaklarım yere sağlam basıyordu. “Ev güzelmiş,” diyerek salonu dolaşmaya başladım. “Planımız ne peki?” Konuyu tamamen bambaşka noktaya, buraya gelmemize sebep olan olaya çekerek dudakları ve öpücükleri düşünmeyi bıraktım. “Yarın kız arkadaşı gelince komşumuzla tanışmaya gideceğiz. Buraya yeni taşındık ve tanıdık kimsemiz yok. Biz de komşumuzla tanışmak istedik. Önce arkadaşlık kuracağız.” “Peki tamam,” dedim saçlarımla oynarken. “Şimdi ne yapıyoruz?” “Yatacağız,” demesiyle nefesim kesildi. “Ben seninle yatmam! Ayrıca meleklerin uykuya ihtiyacı yoktur.” “Benimle yatacaksın demedim. Yatacağız dedim. Burada uykuya ihtiyacın olacak. Bu yüzden, hadi gel oda seçelim,” diyerek merdivenleri tırmanmaya başladı. Üst kata çıktığımızda tek tek odaları inceledim ve balkonu olan ve havuza bakan odayı görünce anında “burası benim,” diyerek duyurdum. “İyi ben de karşı odada olacağım ama öncesinde yukarı çıkıp geleceğim. Beş dakika yalnız kalabilirsin sanırım.” Yukarı derken gökyüzünü kast ettiğini anlayarak başımı salladım. “Yukarıda ne işin var ki? Daha yeni geldik.” “Capella’yı alıp geleceğim.” Gözlerim büyüdü. Capella’yı alıp geleceğim demek ne demekti? “Ne alaka ya? Biz görevdeyiz. Capella’nın ne işi var burada?” diye sordum yüzümü buruşturup. O kendini beğenmiş kaltağın burada ne işi olabilirdi? Akis ve Capella ne alakaydı? “Şu an görevde değiliz. Adam uyuyor ve benim de biraz spora ihtiyacım var.” “Ne sporu?” dedim saf saf. Sonra anında ne demek istediğini anlarken gözlerim büyüdü. “Kızaran yanaklarından anladın sanıyorum,” derken sırıttı ve anında ortadan toz oldu. Benimle olduğu bu evde, hemen karşı odamda Capella ile sevişecek miydi? Yok artık! Hem ben melektim yanaklarım kızarmazdı. Odadaki aynayı fark edince hızla önüne adımladım ve eğilip yüzüme baktım. Cidden kızarmıştım. Dünyada görünür formda olmak bana iyi etki etmiyordu galiba. Dediği gibi beş dakika sonra geldiğini odasından duyulan seslerden anlamıştım. Kalbimin kaç parçaya bölündüğünü hesaplamaya çalışırken geçip yatağın üzerine uzandım. Akis, Capella ile, Levent ise Melek denen kadınla kafayı bozmuşken ben iki adamın arasında kalmış küle dönme ihtimali olan sefil bir melektim. Aman ne güzel!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD