1. BÖLÜM (G)

1774 Words
"Aynur, buranın fönü nerede tatlım ya? Vakit kalmadı, beni de oyalıyorsunuz." Çok yoğun geçen pazar günü bir de acemi çırakların yeteneksizliği ile birleşince benim için daha da yorucu ve uzun geçiyordu. "Hemen yapıyorum, Gonca abla, kusura bakma." Kız fön makinesini kaptığı gibi saçı yapılacak kadının başında belirdi. "Gonca'cığım yetişecek mi? Biliyorsun dörtte çıkmam lazım. Yarım saatim kaldı." Salonun her zamanki müşterisi Esra her zamanki fok balığı dilinde konuşmasıyla benim sinirimi zıplatsa da haklıydı. İki saattir bekliyordu. Beklerken kızların diğer işlerini aradan çıkarmaları iyi olmuştu tabii. "Merak etme canım, fönün çekilsin hemen seni alacağım bekletmeden. Aynur dışa değil, içe çekeceksin fönü. Aklını evde mi bıraktın yine?" Aynur da gıcık oluyordu Esra'ya, gülümsedi ve içe doğru çekmeye başladı. "Gonca gelsene iki dakika." Güzellik salonunun sahibi Serhan arka taraftaki odadan seslendiğinde biraz serinlik iyi olur diye düşündüm. Ön taraf, klima açık olsa da fön makinelerinden ve kalabalık insan nefesinden hamam gibiydi. "Efendim Serhan?" der demez dudaklarıma yapışan patronum ile nefesim kesildi. Omuzlarını ittirdiğimde beni kendine daha çok çekti ve baskısını arttırdı. "Delirdin mi sen? İçerisi ana baba günü gibi. Dünya kadar işim var. Beni öpmeni istemiyorum diye kaç defa söyledim sana hem?" dedim sonunda bıraktığında. "Dayanamadım daha fazla. Kapı aralığından görmekten bıktım. Niye kabul etmiyorsun beni niye?" "Serhan sürekli kendi kuyruğunun etrafında dönüyorsun. Yapma. Kapı aralığından beni dikizleyeceğine bir el atsan da bir an önce göndersek şunları gidecekleri yere. Esra ağzını yaya yaya konuştu yine. Daha üç tane saç yapacağım. Aptal kızlar fön çekmemiş daha. Gel bari birini de sen çek ve yap." "Gelirim aşkım, sen iste. Bir kere daha öpeyim mi?" diye uzandığı anda içeriden Aynur'un sesi duyuldu. "Gonca abla burası hazır. Ece hanıma geçiyorum." "Ne olur Serhan, Ece'ye sen geç. Bak beğenmeyecek Aynur'un çektiği fönü, bir daha isteyecek, takma saçları elimde kalacak bir gün diye çok korkuyorum." "Kalsın aşkım, seni üzen kim varsa istemiyorum, hiçbirini." diyen sesi ciddiydi. Bana değer veriyordu benim aksime. Biliyordu beni, yine de vazgeçmiyordu benden. "Salonu kapatalım o zaman, ben de işsiz kalayım. Bunu mu istiyorsun? Hadi gel sen de. Boş boş oturma." İkimiz de odadan çıktığımızda çıktığıma pişman oldum. Çok sıcaktı. Bu ağustos havası düğüne ya da her nereye gidecekse gidecek olan insanların saçlarını yapmak için oldukça kavurucuydu ve ben erimek üzereydim. "Göster canım modeli." dedim Esra'ya. Gösterdiği modele iyice bakıp yapmaya başladım. Güzel saçları vardı. Şekil aldığı için kolayca halletmiştim. Saat dörde beş kala hazırdı. Önden arkadan aynayla gösterdiğim modeli çok beğenerek kalktı sandalyeden. Fok gibi mok gibi konuşuyordu; ama beğendiyse yalandan yere ağız burun kıvırıp bazıları gibi, memnunken memnuniyetsiz davranmıyordu. Teşekkür ederek ayrıldı salondan. Serhan Ece'ye fön çekiyordu. Ece de bir yandan bizim tümü şu anda dolu kızlarımızdan birini dışarıda onu bekleyecek olan sevgilisi gelmiş mi diye bakması için göndermeye çalışıyordu. Elemanlar ona çalışıyordu sanki. Ben boşken ben baktım. Kapıdaydı, gelmişti. "Hoş geldin Levent. Ece'nin az bir işi kaldı. Şarjı bitmiş, söyleyeyim dedim." "Tamam, teşekkürler Gonca." Hala bana bakıyordu. Bakışında farklı bir anlam aramak istesem kesinlikle bulurdum; ama yapmadım. Bir an ben de Levent'e baktım. Yakışıklıydı gerçekten. Ece'nin salona geldikçe Levent hakkında anlattığı hikayelerin vücut bulmuş karakteri ile konuşmak her seferinde tebessüm etmeye sevk ediyordu beni. O da gülümsedi. Tekrar içeri geçtiğimde fönü bitmiş bir saçı daha istediği modelle buluşturdum ve son saça geçtim. Özellikle sona bırakmıştım; çünkü yapmak istediğim saçın aceleye gelmesini istemiyordum. Örgülü bir model istemişti. Çocukluğumdan beri yapmayı en çok sevdiğim şey boş bulduğum her saça örgü örmekti diyebilirim. Hayattaki yaşama sevincim gibi, yapmadığımda içimde bir şeyler de ölecek ya da on bir yaşımda annem tarafından terk edilmişliğimi bir an olsun unutacakmışım gibi geliyordu. Unutmaya hiç niyetim yoktu. Saç örmeyi bana annem öğretmişti ve şimdi bu sayede bunu meslek haline getirmiştim; ama asıl amacım, on iki yıldır gördüğümden daha fazla görmediğim kadın için içimdeki nefreti sıcak tutmaktı. Tekrar haber almamıştım ondan. Sesini bile duymamıştım. Anne olan oydu; ama tek kızını hiç tanımadığı insanlara bırakıp gitmişti. Benim bildiğim tek kızını. Biraz daha büyüyüp yaşadığım yere gitmeyi öğrendiğimde de gittiğim yerde bulamamıştım. Evimizin kapısını açan olmamıştı. Karşı komşumuzun ziline bastığımda aradan geçen altı-yedi yıl ile yüzümü tanımasa bile saçlarım beni ele vermişti ve Hatice abla bana sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Annemin sonrada iki kızı daha olmuş. Yeni eşiyle birlikte Antalya'ya taşınmış. Ankara'dan Antalya'ya gidecek halim yoktu tabii ki. Ben elimde saç, örgü ile ne zaman uğraşsam hayatım, fotoğraf albümünün sayfalarını çevirir gibi gözümde canlanıyordu. Hayatım dediysem on bir yaşımdan sonraki. Yurtta başıma kötü bir şey gelmedi. Yurt başıma gelen en kötü şeydi zaten. Vukuatlı nüfus kayıt örneğinde anne kısmında sağ yazıyordu; ama benim için beni dünyaya getiren kadın ölü birinden daha cesetti. Babam öldüğünde belki de beni tek seven insan da ölmüştü. Beni kadife çiçeğim diye seven babam. Bir halam vardı aslında. Annem beni ona da bırakmamıştı. Kimseye nerede olduğumu söylemeden geri geleceğine söz vererek gitmişti sadece. Halam beni bulduğunda lise sona geçmiştim ve onlarla yaşamaya başlamıştım. Eniştem genel olarak sert bir adamdı. Onun yanında pek ses çıkarmazdık. İki kuzenim vardı ve ikisi de erkekti. Bana karşı nazik ve iyiydiler. Yurtta yapamadığım pek çok şeyi bana yaşatmaya çalıştılar. Halam zengindi eşinden dolayı. Son yıl bir kolejde okumaya başladım. Sağ olsunlar beni ayırmadılar oğullarından. Babam sağken halam yurt dışında yaşadığı için çok görüşemezdik; altı yıl önce Ankara'ya döndüklerinde de beni aramış bulmuştu; ama turuncu uzun saçlarımla, dolgun göğüsler ve ince belimle kuzenlerim beni ensest olarak arzu etmeseler de konu komşunun diline düşmüştüm. Sanki onları baştan çıkarmak için elimden geleni yapıyormuşum gibi beni etiketlemeye başladılar. Elalem diye biri vardı ve ne kadar art niyet, arsız düşünce ve sapkınlık varsa bu kişinin kanına işlemişti. Başkalarına yapma diye salık verdiği her şeyi kendi hiç acımadan yapan bir pislikti bu elalem. Halam ne kadar itiraz etse de yurda geri dönmeye karar verdim. Lise sonu da bitirdiğimde üniversite için hayalim -saç ve güzellik bölümü- okumaktı. Gazi Üniversitesi'nde ön lisans programını kazanıp bitirdim. Yurttan ayrılma zamanım geldiğinde annemin bana o güne kadar yapıp yapacağı en büyük iyiliği de ayrılmaya yakın öğrendim. Oturduğumuz ev benim için boştu. Ev babamdan bana kalmıştı. Kalacak yer düşünme derdi olmadan yetiştirme yurdundan ayrılmak ne büyük nimettir bilemezsiniz. Beş yıldır aynı evde tek başıma kira derdi olmadan oturuyor, Serhan'ın mezun olduktan birkaç ay sonra açtığı güzellik salonunda da üç yıldır çalışıyordum. Aynı sınıftaydık üniversitede. Bana aşık olduğunu zannediyordu. Benimle birlikte olmayı denemekten vazgeçmiyordu. Onunla yatabilirdim; ama sonra ne olacaktı? Tekrar aynı yerde aynı şekilde çalışmaya devam etmek daha zor olacaktı benim için. Sonuçta o işverendi ben de çalışandım. Tüm bunlar aklımdan geçerken saça çok güzel bir şeyler yaptığımı aynada oldukça memnun görünen kadını fark ettiğimde anladım. İşim bitmişti. Kadınları mutlu etmek nasıl kolaydı. Yeryüzünde hala bu kadar mutsuz kadın olması bizim birbirimize yaptığımız haksızlıktan mıydı yoksa bizi anlamayan adamlardan mı kaynaklıydı? Salon artık tamamen boşaldığında kızlara da izin verdi Serhan. Bana vermedi. Yemek yemek istedi. Onunla vakit geçirmek kötü değildi. Eğlenceliydi, cömertti, benimle ilgilendiğini hiçbir zaman inkar etmemiş, benim de onunla ilgilenmeme yönelik çalışmaları bol bol olmuştu ve oluyordu. Elimde değildi. İnsanı kendi annesi bile istemezken başkasının isteyebileceği gerçeğini sınırlı yüzdeyle çalışan aklım almıyordu maalesef. "Ne yemek istersin?" diye sordu. "Evde yemeğim var aslında, bugün yemezsem ziyan olur. Gelmek ister misin?" "Sence? Elinden yemek yemek süper olur." dediğinde yüzündeki gamzeli sırıtma insanda Serhan'ı alıp kalbine sokma hissi uyandırıyordu. Arabasıyla bana geldiğimizde birinci kattaki evime çıktık. İçeri girdiğimizde beni kendi ve duvar arasına almasına gerek yoktu. Dudaklarını boynuma gömmesine de gerek yoktu. Elleri saçımı acıtmadan çekerken amacı boynumu daha da açmaktı ağzı için. Hoşuma gitmediğinden değil, onun canını yakmak istemiyordum. "Serhan, dur artık." Sesimin net çıkması etkili olmuştu. "Yanıyorum senin için. Bunu anlamamak için neden ısrar ediyorsun? İlk gördüğüm andan beri alev alevim." "Yangınını bende söndürünce ne olacak?" "Sen ne istersen... Başkasını gözüm görmüyor. Tüm günümü seninle geçirip, kokunla dolup, akşam yatağa yattığımda gözümü kapatmamla her yer turuncu oluyor. Başka renk yok benim için." "Saçımın rengini mi değiştireyim benden vazgeçmen için?" "Neden senden vazgeçmek zorundayım? Sevilmeyecek biri miyim? Tipsiz miyim? Sana kötü davranmayacağıma, seni heves olarak görmediğime inanmıyor musun? Güvenmiyor musun bana?" "Sen bana güvenmemelisin. Senin istediğini sandığın gibi biri değilim ben. Hadi yemek yiyelim. Acıktım." Ben masayı hazırlarken o da beni izliyordu. Ondan tarafa bakmamak için çok çaba sarf etmem gerekti. Sonunda yemek yiyip masayı da topladığımda yemek boyunca konuşmamanın verdiği suçluluk vardı üstümde. Sonuçta misafirimdi. "Soda mı, limonata mı?" diye sordum. "Konuşacak mısın benimle? Neden birlikte olamıyoruz? Sevgilin yok, eminim bundan." Soda açtım. Limonata ile uğraşacak gücü bulamadım kendimde. Salona geçip oturdum. Yanıma gelip oturdu o da. Bekliyordu. Bir açıklamayı hak edecek biri varsa o da kesinlikle Serhan'dı. Yapacağım açıklamadan tatmin olmayacağını bilsem de içimden geçenleri söyleyebilirdim. Kendisinin de talebi bu yöndeydi nasılsa. "Ben yetimhanede büyüdüm. Kimler bırakılır oraya?" Cevap bekleyerek sormuştum. "Anne babası ölenler. Çocuklarına bakamayanlar. Gonca, yetimhanede büyüdüğünü biliyorum. Ailen yoksa ben olurum ailen." "Evet, bir de yeniden evlenmek isteyen anneler çocuklarını bırakır. Anlamadığın yer burası. Ben aile falan kurmak istemiyorum. Seninle ya da başka hiç kimseyle. Orada yaşarken söz verdim kendime. Asla çocuk sahibi olmayacağım diye. Sen benimle çocuk olmadan da aile kurmak isteyecek misin? Şimdi belki evet diyeceksin, sonra senin ailen torun isteyecek, sonra sen bana baskı kuracak sen de isteyeceksin. Aile çocuk için de kuruluyor bir yerde." "Yıllar önce çocukken saçma sapan bir söz verdin diye mutluluğa gözlerini mi kapatacaksın? Sen bakmayınca da orada olacağım." Haklılık payı olması anne olmak istememi sağlamıyordu. Gerçekten mutlu olmasını, mutluluğu benden başka yerde aramasını istiyordum, yıllardır. İlk tanıştığımız andan beri benden umudu kesmemesi her geçen gün direncimi kırıyordu. Erkeksi dokunuşlarıyla süslemeye başlamıştı son zamanlarda kurlarını. Etkilenmemek için yatakta eşini seviştikten sonra yiyerek öldüren karadul örümceği gibi cani olmam gerekirdi. Etkileniyordum. "Benden ne bekliyorsun?" "Beni sev istiyorum. Zaten yakıyorsun beni, yaktığın gibi serinlet istiyorum. Seni istiyorum Gonca. Çocuklu ya da çocuksuz birbirimizin olalım." "İlkim olmayacaksın." İkincilik de iyidir. "Sonuncun olayım bana yeter." Bunu söylerken gözlerimin içine bakıyordu. Yatak odasına geçtiğimizde bana dokunmaya kıyamıyordu. Saçlarımı okşuyordu o da daha öncekiler gibi. Seviyorlardı saçlarımı. Boynumu öpmeye başladığında, karşılık vermeye, saçlarını çekip başını yönlendirmeye çalıştım. Daha hevesli olmaya, dokunmaya kıymaya karar verdi. Hava zaten sıcaktı, üzerimdeki iki minik parça giysiyi çıkarması zor olmadı. Şimdi durdursam dururdu eminim, hala vaktim vardı. Ben de onun tişört ve şortunu çıkardım. "Kendin gör diye izin veriyorum sana. Sana karşı bir şey hissetmiyorum Serhan. Cinsel çekim dışında bir şey yok aramızda. Bu yaptığımız sadece seks olacak. Bizi aile yapmaya giden yol bu değil. Hala istiyor musun beni?" Benimle bir kez sevişince tekrar istemeyeceğini düşündüm. Hevesini alan çoğu erkek gibi kaçacaktı mutlaka. Her şey, mağazada annesi istediği oyuncağı alsın diye yerlerde tepinen küçük bir çocuğun, alınan oyuncağı kenara atması gibi olacaktı. Kenara atılmayı sorun etmiyordum, bunu ben istiyordum. Kimsenin kendi aldığım karar sonucunda acı çekmesine gerek yoktu. "Siktir Gonca, sıçtın ağzıma yıllardır. Senin için deliriyorum, sen ise benim elimi kolumu bağlıyorsun sadece konuşarak. Ne olacaksa olsun. İstiyorum seni. Senden vazgeçmediğim zaman da bu kadar çok konuşabilecek misin görelim." 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD