-1-

2316 Words
Kahvaltı sofrası neredeyse hazırdı. Tek tük olan eksiklikleri tamamlayan kızlardan sonra çayları dağıtarak beklemeye başladı Zişan. Herkes yavaş yavaş masadaki yerini almaya başladığı sırada bahçe kapısı açıldı ve içeri elindeki zarfla asık suratlı bir adam giriverdi. Masadakilerin gözleri bu adama kayarken yerine yeni oturan Macit ağa gelen kişiye gözlerini kısarak baktı. Acemlerin has adamı Yakup'du bu. Elindekine bakılacak olursa çarşı pazarda çıkan dedikodular doğruydu. Acemler büyük bir iş için diğer aşiretlere hem ortaklık hem de yandaşlık teklif ediyorlardı. Zaten sıranın kendisine gelip gelmeyeceğini merak ediyordu Avşar ağası Macit. "Hayrola Yakup?" diye seslendi Macit ağa. Yavaşça oturduğu yerden ayağa kalkıp kendisine doğru yürüyen gence bakarak. Bir iki adım attığında artık aralarında az bir mesafe kalmıştı. Elindeki zarfı uzattı Yakup. "Mahir ağamın selamı var Macit ağa, bunu sana gönderdi. Çok selamı var." "Aleyküm selam, sağolsun. Hayırdır?" "Hayır olur inşallah Macit ağa. Hayırlı cevaplarını bekleriz." "İnşallah, inşallah." Ağır ağır kapıya doğru yürüyerek konuşmalarını sürdürdüler. Masadaki yerini alan Zişan annesine baktı ama İdal hanım bir şey belli etmemeye niyetliydi. Yeniden kahvaltı masasına gelen Macit ağa sessizdi. Eliyle işaret ederek başlamalarını söyledi. Çaylar yudumlanırken koca avluda duyulan tek ses çatal kaşık, bir de bahçedeki havuzun suyunun sesiydi. Macit ağa derin düşüncelere dalmış, yüzü düşmüştü. Ne demişti de bu Yakup efendi, koca çınar birden yıkılmaya yüz tutmuştu. Tek bir lokma almayarak masadan kalkıp merdivenlere doğru ilerledi. "İdal bak hele." diye seslendiğinde hanım ağa kalkarak ağasının, erinin peşinden koşturdu. Zişan annesinin babasının peşinden koşturmasına hayran hayran bakındı. Nasıl da birbirlerine anlayışla, sevgiyle hareket ediyorlardı. Bir gün o da babası gibi birini bulabilecek miydi, merak ediyordu. Çenesini eline koyup dirseğini masaya dayamış bir şekilde öylece arkalarından bakınırken bir seslenen oldu. "Zişan, Zişan, iyi misin?" Birden kendine geldi Zişan. Çaprazında oturan Şükran amca kızına bakıyordu. Şükran yeni evli sayılırdı, Mardin'e gelin gitmişti. Kocası iş için şehir dışına çıkınca o da izin alıp Urfa'ya gelmişti. Zişan da amca kızının geldiğini duyunca bırakmamış, kalması için amcasından da, eniştesinden de ayrı ayrı izin istemişti. İki haftalığına gelen Şükran haftaya bu gün dönecekti, gitmeden önce yeniden baba evine uğrayacaktı tabii ama bir kaç gün Zişan'ın yanında kalacaktı. Macit ağa divanda yanına oturan hanımına baktı bir süre, sonrasında elindeki zarfı uzattı. Yirmi yedi yıllık hanımıydı İdal, bunca zamandır herşeyden haberdar olmuş, Macit ağa sevinse sevinmiş, üzülse üzülmüştü. Evliliğinin ilk yılında ölen hanımı Zilan'ın üstüne gelmişti. O sırada hanımı Zilan gibi hakkın rahmetine kavuşan abisi ve yengesinin emaneti Devran'a analık yapmış, kendisine üç erkek evladın ardından bir de güzeller güzeli Zişan'ı vermişti. Zişan... Adı gibi güzel, adının anlamı gibi de şan sahibiydi. Ne isteyenleri olmuştu da, evinin tek sultanına kıyamamıştı Macit ağa. Kızının adının geçtiği konuşmalara çoğu kez rastlamıştı. Kızıyordu elbette, kızmaz olur muydu? Öfkesinden deliye dönüyor, Zişan'ı da uzunca dışarıya salmıyordu. Ama kızının da bir suçu, kabahati yoktu. Zaten onun o deniz gözlerine bakınca unutuyordu her şeyi. Zişan onun gözünün nuruydu. Tıpkı İdal gibi... "Bu nedir ağam?" diye sordu hanımı zarfın içindeki kağıtta yazanları okurken. "Acemler yandaş olmak isterler." "Yandaş mı olmak isterler, yoksa göz korkutmak mı?" diye sordu hanım ağa. "Ne demeli bilemedim. Diğer ağalardan bir ses çıkmaz. Konuşurlar konuşmasına amma, ne diyeceklerini belli etmezler." "Aklından ne geçer ağam?" "Kabul ederim diye düşünürüm, tabii bana cephe almazlarsa." "İstersen hele bekle, bak bakalım diğer ağalar ne der?" Bir süre sessiz kaldılar. Ağa ne derse desin ardında olacaktı İdal, biliyordu. Amma diğer ağalarında ne diyeceğini merak ederdi. Acemlerin karşısında durmak akıl işi değildi elbet, lakin yakında olmak, diğerlerine düşman olmak demekti. "Haydi" dedi hanımına eliyle işaret ederek. "Sofra beklemesin." Macit ağa önde, İdal hanım arkada indiler aşağıya. Masadaki yerlerini alırken konağın kapısı bir kez daha açıldı. Hep birlikte kapıdan tarafa baktıklarında bu sefer ki gelenin Devran olduğunu gördüler. Devran evin büyük oğlu, Macit ağanın rahmetli abisi Mahmut ağanın emanetiydi. Otuzuna yeni girmiş, baktığı yeri eriten çakı gibi delikanlıydı. Peşi sıra evin diğer iki oğlu girdi. Fırat ve Baran... "Ahmet yok mu?" diye seslendi babaları. "Fabrikaya geçti." Ahmet Zişan'ın büyüğüydü, Fırat ve Devran abileri gibi o da bekardı. Baran yeni nişanlanmıştı. Fırat evlilik işini anasının gönlüne bırakırken, Devran'a da, Ahmet'e de soru sorulmazdı. Onlarda sofraya oturduklarında Devran'ın gözü amca kızı Zişan'daydı. Yazması neredeydi bunun? Hadi yazmasını takmıyordu, saçlarını ne diye salmıştı? Ağzını açıp konuşacak oldu ama yengesi İdal ondan önce davranmıştı. "Ağam" dedi usulca kocasına. "İznin olursa kızlar çarşıya kadar insinler." Devran'ın kaşlar iyice çatılırken Macit ağa sakince dinliyordu. Ağzındaki lokmasını çiğneyip yutkunduktan sonra bir yudum çay içti. Ardından başını aşağı yukarı sallayarak; "İnsinler, insinler." deyiverdi. Devran sinirle bir Şükran'a bir Zişan'a bakarken amcasının komutunu duydu. "Devran bırakır, değil mi yeğenim?" Başıyla onaylayan Devran'ın gözleri hala Zişan'daydı. Genç kız bu gün tam yirmisine giriyordu. Avşarlar da her kız, yirmisinde reşit sayılırdı. Artık Zişan'da reşitti. Şu son bir yılda gittikçe güzelleşmiş, çocuk yüzünün yerini artık genç bir kadın olduğunu belli eden endamı almıştı. Belini bile geçip kalçasından aşağı aheste aheste sallanan kahverengi saçları, derinliğinde yok olmak istenilen deniz mavisi gözleriyle şu koca Urfa'nın öfkesinden sakındığı Devran ağanın bile başını döndürüyordu. Kahvaltılarını yapan kızlar sofrayı toplama işini konaktaki yardımcılara bırakırken bir çabuk üstlerini değiştirip aşağı inmişlerdi. Devran ağayı bekletmeye gelmezdi. Bir aklı esti mi, bir daha Macit ağa bile laf geçiremezdi. Arabasına yaslanmış kızları bekleyen Devran ağa ise bir yandan saatine bakınırken, diğer yandan biricik kızı Zişan'ın ömrüne ömür katmak için önce dualar ettirmek, sonrasında kızının adına fakire fukaraya yemek dağıttırmak için adamlarını sağa sola gönderen amcasını izliyordu. Kızlarını, bacılarını para uğruna satanlara inat, Avşar ağasına yakışır bir şekilde hareket ediyor, Zişan'ını el üstünde tutup, bir de bunu cümle aleme duyuruyordu. Zişan ve Şükran aşağı inmiş, arabadaki yerlerini almışlar, çarşıya doğru giderlerken Urfa'ya ayak basan, bastığı yeri de Devran kadar titreten biri daha gelmişti. Acemlerin İstanbul'da tahsil görmüş, sonrasında orda kalmış küçük oğulları Battal. Yirmi sekizine merdiven dayamış, kara kaşlı, kara gözlü yağız bir delikanlıydı. Gelmek istememişti, bizzat babası Mahir ağa çağırmasaydı, gelmeyecekti. Mardin'deki tarlaların başında duracak, işçilere de, şirkettekilere de ağalık edecek birinin gerektiğini söylemişti. Babası böyle deyince büyük abilerinin, amca oğullarının ne iş yaptığını sormuş, bu sefer babası sert bir dille gelmesi gerektiğini söyleyince, ikiletmeyerek kalkıp gelmişti. Yakup işlerini halletmiş, Mahir ağanın buyurduğu gibi adı verilen tüm ağalara zarfları dağıtmış, sonrasında da Battal'ı karşılamaya gitmişti. Battal bu işlere karışmak istemiyordu, konuşmasından da, tavırlarından da belliydi. Lakin babası Mahir ağa oğlunu artık yakınında istiyor, ona bırakacağı ağa koltuğunun usulünü öğrenmesini amaçlıyordu. Çarşıya geldiklerinde ön koltukta oturduğu yere sinmiş sessizce bekleyen Zişan Şükran'ın ardından arabadan inecekti ki Devran kolundan tuttu. "Çabuk olun, eve giderken de beni arayın." Sözlerini bastırarak söylemiş, Zişan arabadan indiğinde de gaza basıp bir çabuk gitmişti. Amca kızının koluna girerek kendisine çekti Şükran. "Ne diyor?" "Ne der, çabuk olun, giderken haber edin." "Otuzuna geldi, hala çocuk gibi kıskançlık yapıyor." "Hadi gidelim." Kol kola mağazaları turlayan iki kız yemek dağıtılırken ara sokaklara girmiş, küçük butikleri geziyorlardı. Girdikleri eşarpçılardan birinde şallara yazmalara bakınırken dükkanın sahibi sohbet etmek için lafa girdi. "Yeni yaşınız kutlu, mübarek olsun hanım ağam." "Sağolun." "Aldıklarınız hediyemiz olsun." "Yok, sağolun." "Olur mu öyle şey, kabul edin hediyemiz olsun." "Yok, olmaz. Sağolun." Zişan lafı gereksiz yere uzatmaya çalışan adama cüzdanından yüz lira çıkarıp uzattı. "Buyurun." "Hiç olmadı ama bu, mahçup ettiniz bizi." Zişan yüzüne zoraki bir gülümseme kondurarak adama ısrarla parayı uzattı. Önce kasayı, ardından ceplerini kontrol eden adam üfleyerek mahçup bir şekilde baktı. "Bozuk kalmamış, az biraz bekleyin, karşı bakkaldan bozdurayım." "Ben hallederim." "Aman hanım ağam olur mu öyle şey?" "Olur olur, ben hallederim." Şükran'a küçük bir bakış atıp dükkandan çıkmak üzere kapıya doğru ilerledi Zişan. Dar sokağa adımını attığında yoldaki koca kamyonetin yanından geçmeye çalışan siyah jeep Zişan tam yoldan geçerken hafifçe dokundu genç kıza. Baldırına aldığı küçük darbeyle sendeleyip yere oturan Zişan ne olduğunu henüz anlamamıştı. Şaşkınca etrafa bakanırken fren sesiyle sokağa fırlayan esnaf hanım ağalarının başına koşturuyordu. Arabanın kapısı hızla açıldığında Zişan'ın başına koşturan bir diğer kişi de Battal'dı. Frene aniden basıp durmuştu ama arabanın kaportasının genç kıza dokunmasını engelleyememişti. Ahalinin hanım ağa sözlerine şaşırarak bir an kara gözlerini Yakup'a dikti Battal. Sonrasında Yakup milleti gönderirken genç kızın yanına eğilip kalkmasına yardım etmek için elini uzattı. "İyi misin?" Mavi gözlerini karşısındaki iki katı olan adama diken Zişan bir ona, bir kendisine uzattığı eline bakıyordu. "İyiyim, teşekkür ederim." diyerek uzatılan el yerine yerden destek alarak ayaklandı. "Afedersin." "Önemli değil." "Bir hastaneye ya da sağlık ocağına gidelim, böyle olmaz." "İyiyim ben, sorun yok, teşekkürler." Yerinden kalkıp hafifçe topallayarak karşısındaki bakkala doğru giden Zişan'ı abisi yaşındaki adam buyurun hanım ağam diye karşılarken Battal arkasından bakmaya devam ediyordu. Eğildiği yerden gözlerini Zişan'dan ayırmadan kalkan Battal yanındaki Yakup'a seslendi. "Yakup abi." "Söyle yeğenim." "Kim bu hanım ağa? Kimlerden?" "Avşar kızı Zişan." "Zişan." diye tekrarladı Battal. Gözü hala girdiği dükkandaydı. Arabasına yönelip açık bıraktığı kapıyı tutmuş yerine oturacakken Zişan bakkaldan çıkıp yeniden eşarpçıya doğru ilerledi. Yürüyüşü yavaş yavaş daha da düzelirken Battal hala Avşar kızını süzüyordu. Arabasına binip konağın yolunu tuttuğunda Zişan ve Şükran da şalların ücretini ödemiş, eve doğru ilerliyorlardı. Konağın kapısına geldikleri sırada yanlarında aniden fren yapan arabadan inen kişi Devran'dı. Öfkeyle gelip kızların karşısına geçti. "Ben sana işiniz bitince ara demedim mi?" Ne Zişan'dan, ne de Şükran'dan ses çıkmıyordu. İki kız da başlarını önlerine eğmiş sessizce bekliyorlardı. "Niye lafım dinlenmiyor Zişan? Ha Şükran? Üstelik hıyarın biri arabasıyla sana çarpıyor, sen beni aramak yerine kalkıp bir dükkandan ötekine koşturuyorsun." Onu nerden duymuştu? Zişan'ın ki de soru olsaydı, duyardı tabii. O kadar kişi başına toplanmıştı. Korktuğu şey bir de çarpan kişiyi bulmasıydı. Adam özrünü dilemiş, hastaneye gitmeyi dahi teklif etmişti. Ne bir saygısızlığı olmuş, ne de canını acıtmıştı. "Bir şey olmadı." "Ya olsaydı, ha, ya olsaydı? O önüne bakmaktan aciz herifi de bulacağım." Kapıda beklerken başıyla işaret edip içeriye giren Devran'ın ardından kızlarda girdiler. Avluda kimsecikler yoktu. Devran ardından içeri giren kızlara öfkeyle bakarken kızlar hızlı adımlarla yukarı koşturdular. Onlar odalarına girerken başka bir odanın kapısı açılmış, Macit ağa ile İdal hanım çıkıyorlardı. "Aman ağam" dedi İdal hanım. "Sinirlenmeden, gücenmeden, kalp kırıp baş eğmeden git gel." Hanımı İdal'a gülümseyerek baktı Macit ağa. "İnşallah İdal hanım, inşallah." Fazla söze gerek yoktu. Gidecek, konuşacak, bir karara varıp gelecekti. Amma güzel, amma çirkin. Alacağı kararın hayırlı olmasını dileyerek her bir adımını dua ile atıp, besmele ile konaktan çıktı. Yol boyunca ağalara diyeceklerini tek tek düşündü. Kimin kendisiyle aynı kararda olup, kimin sırtını döneceğini kafasında kurdu. Yarım saate varmadan Davut ağanın konağına varmıştı. Kapının önünün kalabalığına bakılırsa, diğer ağalar kendinden önce gelmişti. Arabadan inip içeri girmek için kapıya doğru yürüdüğü sırada kapı açıldı ve kollarını iki yana açarak seslendi Davut ağa. "Ooo, hoş gelmişsin, sefalar getirmişsin Macit ağam. Nerelerdesin, gözüm yollarda kaldı." "Hoş gördük Davut ağam, hoş gördük." İki dost canı gönülden sarılıp birbirlerini selamlamanın ardından konağa girdiler. Tam da Macit ağanın tahmin ettiği gibi ağalar gelmiş, sofra kurulmuş, sohbet başlamıştı. Oğullar, yeğenler arkada kalırken yaşlı ağalar avludaki sedir de toplanmış, gülüp söyleşiyorlardı. Macit ağa da Davut ağanın tam karşısındaki yerini aldı. Bir süre işlerden, akrabalık ilişkilerinden, örf, adet ve töreden konuşuldu. Davut ağanın niyeti belliydi. Macit ağanın, güzelliğiyle dillere destan Avşar kızı Zişan'ı, oğlu Nusret'e istiyordu. Macit ağa bunca zamandır biricik kızının yanına kimseleri yakıştıramasa da, Nusret onun yanına yakışacak yegane insandı, biliyordu. Nusret kara karşı, kara gözlü, tahsilini baytarlık okulunda tamamlamış, otuz ikisine yeni girmişti. Saygılı, örfü adeti bilen, töreye yüz çevirmeyen aklı başında biriydi. Üstelik Macit ağayı da pek bir sevip sayardı. Tüm bunlardan sonra Macit ağa Zişan'ı Nusret'e yakıştırmayacaktı da, kime yakıştıracaktı? İki ahbap hısım olmanın heyecanı ve mutluluğuyla pek bir neşeliydiler. Derken konu asıl meseleye geldi. Acemlerin yanında kim, karşısında kim duracaktı? Üstelik bu ayrımdan sonra ağalar birbirlerine eskisi gibi yoldaşlık etmeyeceklerdi, hepsi biliyordu. Konuşmalar uzayıp giderken herkes bir bir düşüncesini dile getirdi. "Ben asla ve kat'a he demem ağalar, bilesiniz." Bunu söyleyen Karahan ağası Ahmet'di. İlk karşı çıkan... "Ben senin gibi düşünmem Ahmet ağa. Yarından tezi yok, kararımı Acem ağası Mahir ağaya bildireceğim." Bunu söyleyen de Dinar aşiretinin ağası Yavuz ağaydı. Yavuz ağa içlerindeki en genç, aralarına katılan en son ağaydı. Sözleri dudaklarından dökülürken abisi yaşındaki adamları birer birer süzdü. Kimlerin hiddetleneceğini az çok tahmin etmişti. Yavuz ağayı yalnızca bir kişi yanıltmıştı. Bir çok ağayla birlikte Macit ağanın da köpüreceğini düşünmüştü Yavuz ağa, lakin umduğu gibi olmamış, Macit ağa başıyla onaylayarak sessizce dinlemişti. "Ne dersin sen Yavuz ağa?" diye gürledi Davut ağa. Belli ki Acemlerin ardında kalmayı o da istemezdi. "Zinhar bu sözünü duymamış olayım." "Ben de laf ağızdan bir kere çıkar Davut ağam, bilirsin. Kararım ardında durur, karşımda durana hürmet eylemem." Davut ağa sinirden kızarmaya başlarken ortalığın kızışacağı belliydi. Macit ağa derin bir nefes aldı. Söze karışacağı sırada Davut birden gürledi. "Ağzından çıkanı evvela kulağın bir duysun Yavuz! Ben ne Acemlerin ardına saklanırım, ne de saklananı yanımda barındırırım." "Kimsenin ardına saklandığım, kimsenin malına mülküne tamah eylediğim yoktur Davut ağa. Lakin işimi, aşımı, soyumu sopumu düşünür, her işe öyle atılırım. Ben kararımı verdim, fazla söze hacet yok. Yolcu yolunda gerek, bana müsaade." Yavuz ağa bağdaş kurup oturduğu yerden kalkmaya yeltendiği sırada elini dizine vurarak onu durdurup diğer ağaların dikkatini cezbetmişti Davut ağa. "Ben, Divan aşiretinin ağası Davut ağa, zinhar Acemlere karışmam. Söylesin hele, kimler benimledir." On beş kişinin, on beş ağanın içinde Davut ağanın sözünün ardından ellerini kaldıran dokuz ağaya baktı Macit ağa. Kendisi hala sessiz sakin oturmaktaydı. Kardeşi yaşındaki Yavuz ağayla birlikte ayaklanan ağaları görünce derince bir nefes aldı. Gece erken biteceğe benziyordu. Ya Bismillah deyip ağır ağır ayaklandı. Bu hareketini gören Davut ağada hışımla onunla birlikte ayağa fırladı. "Ne edersin sen Macit ağa? Aklın başında mıdır?" "Yavuz ağa haklıdır Davut. Ormanda tek gezip av olmaktansa, bir olup diri olmak, av yerine avcı olmak iyidir." "Şu yaptığınla bizi hısım değil hasım edersin Macit ağa." Bunu düşünmemiş olsa üzülür, gücenir, kırılırdı Macit ağa. Lakin biliyordu böyle olacağını. Başta Davut ağa kızını almaktan vazgeçecek, sonrasında onunla kalan diğer ağalar selam vermeyi, alışveriş yapmayı bırakacaklardı. "Senin canın sağolsun Davut ağa. Sizler de Allaha emanetsiniz ağalar, bize müsaade." Macit ağa önde, Yavuz yanında, diğer dört ağa da ardında konaktan çıktılar. Verdikleri kararın hayırlı olmasına dair dualar ederken, Macit ağa bu gece kendine uykunun haram olduğunu biliyordu. Doğru bir karar verdiğini düşünüyor, Allahın izniyle her şeyin iyi olacağına inanıyordu. Bunların yanı sıra düşündüğü bir şey daha vardı ki, belki de bütün dilleri lâl edecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD