"Ne?" diye şaşkınlıkla bağırdı Şükran, bir yandan da elini açık kalan ağzına götürüyordu.
"Şşş, sessiz ol." diye işaret parmağını bastırdığı dudaklarına götüren Zişan kaşlarıyla dışarıyı gösteriyordu.
"Bir şey var sanacaklar."
"Sen ciddi misin?"
Amca kızının sorusu üzerine başını onaylarcasına aşağı yukarı salladı Zişan. Bir yandan da ocakta fokurdamakta olan ayran çorbasını karıştırıyordu.
"Acemlere gelin gideceksin yani ciddi ciddi."
"Öyle."
"Peki, ya ortaklık bozulursa?"
Şükran'ın bu kafa karıştırıcı sorusunun ardından karıştırdığı çorbanın girdabında yok olup gitti. Bunu hiç düşünmemişti? Acaba anne ya da babası düşünmüş müydü? Ya da Acem ağası Mahir ağa, o düşünmüş müydü?
Ocak başında ortaklığın bozulması ihtimalinde olacakları düşünürken bahçe kapısı açıldı. İçeri giren Yakup'tu. Bu adam ne zaman gelse, bir şey oluyordu. Kim bilir bu sefer nasıl bir haber getirmişti? Mutfağa giren kızlardan birini yanına çağıran Zişan elindeki kaşığı kıza tutturarak Şükran'ı da ardına alıp mutfak kapısına doğru ilerledi. Avluya çıkmadan oldukları yer de bekliyorlardı, umarım duyabilirim diye geçirdi içinden Zişan.
Yakup babasının elinden öpmüş, hal hatır sorduktan sonra ayakta bir şeyler söylemişti.
"Ne diyor?" diye sordu yanı başında duran Şükran.
"Duyamıyorum."
Beş dakika sürmeyen konuşmanın ardından Yakup geldiği yöne ilerlerken babası annesine bir şeyler söylemiş, o da başıyla onaylayarak yerinden kalkıp mutfağa yönelmişti.
Annesinin geldiğini gören Zişan beklediği kapı eşiğinden aceleyle ayrılıp yeniden yardımcılardan birine bıraktığı çorbanın başına geçti.
Bir şey olmamış gibi herkes işiyle ilgileniyordu.
İdal hanım mutfağa girip yapılanlara göz attıktan sonra önce kızının yanına geldi.
"Yeter karıştırdığın, az kaynasın, sonra kapat."
Elindeki börek tepsisini ısınmış olan fırına sürdükten sonra belini tutarak mutfak masasındaki sandalyelerden birine oturdu.
"Kızlarım" deyiverdi hiçbirini ayırmadan.
"Akşama Acemler tanışmak için yemeğe gelmek isterlermiş. Ona göre evi silip süpürün, güzelce yemekleri hazırlayın, kendinizde güzel güzel hazırlanın. Hatta yemeklerin adını şimdiden koyun, sonra karışıklık olmasın. Ağanızı bilirsiniz, acelesinden duramaz."
Demek buymuş Yakup'un söyleyeceği diye içinden geçiren Zişan adını duymasıyla yerinde zıpladı.
Devran gelmişti. Koşa koşa mutfaktan çıkıp avluda kendisini bekleyen abisinin yanına gitti.
O abi diyordu amma, Devran'ın gönlü onu bacısı olarak görmüyordu. Kendisiyle göz göze gelmeye çekinen Zişan'a baktı. Deniz gözleriyle bir kez baksa, aklı gidecekti.
"Mavi takımım ütülendi mi?" diye sordu istifini bozmadan. Amcası sesini çıkarmıyor, öylece oturuyordu.
"Ben onu, unuttum, ama hemen ütülerim."
Kızsa mı çekip kendine sarılsa mı bilmiyordu. Hoş, sarılamayacağı kesindi.
"İyi, çabuk ol, bir duş alıp çıkacağım."
"Hı hı."
Zişan merdivenleri aceleyle ikişer ikişer çıkarken Devran arkasından bakmakla yetiniyordu. O sırada kapı yeniden açıldı, bu kez gelen evin diğer oğullarıydı.
Mahir ağa başını çevirip evin dört oğlunu da bahçede görünce yanına çağırdı.
"Devran, Baran, Fırat, Ahmet, gelin hele, diyeceklerim var."
Artık söylemeliydi. Bir an önce kız kardeşlerinin Acem gelini olacağını, Acemlerden bir oğlanın da enişteleri olacağını bilmeleri gerekirdi. Kardeşler birbirlerine merakla bakınarak masaya kuruldular.
Mahir ağa başta, hemen sağında Devran ve Ahmet, karşılarında da Baran ve Fırat oturuyordu.
"Şimdi beni iyi dinleyin. Bu gün herkes evde olacak, eksiklik istemem."
"Hayırdır baba?" diye atıldı Fırat. Aslında ona bunu yapmasını belirten abisi Baran'dı. Güya akşam nişanlısıyla başbaşa yemeğe çıkacaklardı.
"Acemler akşam yemeğine burada olacaklar."
"Niye ki?"
"Ben, Acem ağasının uzattığı eli sıkıp, ortaklığı kabul ettim."
Macit ağa sözlerini sürdürürken dört oğlan birbirlerine bakınıyorlardı.
"Akşama da gelip, hem tanışacak, hem de Zişan bacınızı görecekler. Allah'ın izniyle, bacınız Acem gelini olacak. Bundan kelli, ayrı gayrı yok, hepimiz biriz."
Macit ağanın sözleri hepsini şaşırtsa da Devran'da bir şok etkisi yaratmıştı. Başından aşağı kaynar sular dökülen Devran dişlerini o kadar çok sıkıyorduki, kulakları çınlıyordu. Yüzü kireç gibi bembeyaz olurken, gözleri fal taşı misali açılmış, nefes alış verişi hızlanmıştı.
Onlara mı verecekti yani, kimseyi yakıştıramadığı kızının yanına bir Acemimi yakıştırmıştı?
"Hayırlısı olsun baba da" diye sessizliği bozdu Ahmet.
"Acemlerin hangi oğluna verirsin?"
Macit ağanın ağzından çıkacak kelime Ahmet'i de korkuturdu. Ya Hamza derse, o zaman ne olacaktı?
Hamza'dan korktuğu yoktu, lakin sevmez, diğerleri gibi anlaşamazdı. Üstelik o herifte öyle bir öfke, öyle bir inat vardı ki, narin Zişan'a kök söktürürdü?
"Dur bakalım, Mahir ağa hangi oğluna isteyecek?" dedi Macit ağa. Bildikleri kadarıyla tek evli Mustafa'ydı, en büyük ise Hamza.
Mustafa'nın evliliği beklenmedik olmuştu, demek ki iş başa dönecek, Zişan'ı büyük oğlan olan Hamza'ya alacaklardı.
Sessizce olan biteni dinleyen Fırat ve Baran'ın aksine birden yerinden kalktı Devran.
"Müsaadenle amca." deyip merdivenlere yöneldi. Hızla üst kata çıkıp odasına varana değin hızını kesmedi. Odaya girdiğinde bir köşe de ütü masasını açmış, ceketini ütüleyen Zişan'ı gördüğünde olduğu yer de kalmıştı.
Devran'a yönelttiği mavi bakışlarını yeniden cekete indiren Zişan, ceketi masadan alıp astı.
"Pantolon kaldı, onu da hallederim şimdi."
"Çabuk ol, bütün gün seni bekleyemem." diye çıkışan Devran bir daha dönüp bakmadan banyoya girdi. Üstündekilerden bir çabuk kurtulup kendini sıcak suyun altına attı.
Yıllarca beklemişti, yıllarca büyümesini, amcasının evliliğe onay vermesini beklemişti. Söyleyecekti. Onu sevdiğini, istediğini, başkasının bakmasına dayanamadığını söyleyecekti. Hep bu zamanı beklemişti. Ama şimdi o, kendisine ait olacağını düşündüğü kişi bir başkasının olacaktı. Devran'a ise avuçlarının arasından kayıp gidişini izlemek düşüyordu.
Yıllarca onun hayalini kurarken, o Hamza'ya sarılıp uyuyacaktı. Her sabah kendisi yerine Hamza görecekti mavi gözlerini, Hamza'ya gülümseyecekti.
Yumruğunu sinirle fayans duvara geçirdiğinde gelen sesle başını kaldırdı Zişan.
Düşmüş olabilir miydi? Yok canım, diye düşündü, koskoca adam düşecek değil ya. Ardından ütüyü kenara koyarken ya düştüyse diye geçirdi içinden. Büyüğü küçüğü mü vardı bu işin, olur ya, ayağı kayar düşerdi. Koca yatağın yanından geçip banyo kapısının önüne geldi. Açacak gibi olup birden kendi kendine saçmalama diyerek geri çekildi. Sonra kapıyı çalmak için yeniden uzandı.
Gerisin geri vazgeçip yeniden işinin başına döndüğünde neredeyse bitirmişti. Ama aklı hala Devran'daydı.
"Ya bir şey olduysa?" diye söylenip ütülediği pantolonu da asarak masa ve ütüyü kaldırıp kapıya gitti.
Derin bir nefes alıp iki kez çaldıktan sonra seslendi.
"Abi?"
Ses yoktu. Belli ki suyun sesinden kendisini duymuyordu.
"Abi" dedi bir kez daha.
"İyi misin?"
Yine bir cevap yoktu. Bir kez daha vurmak için yumruk yaptığı elini uzattığı sırada kapı açıldı. Alt tarafında havlu sarılı olan Devran üst tarafı çıplak bir halde karşısında duruyordu.
Gözlerini hemen yere indiren Zişan duramayıp bir de arkasını döndü. Birden karşısına böyle çıkmasını beklemiyordu. Hem bir ses verse yeterdi, ne diye çıkıp gelmişti?
"Bir, ses geldi de." diye sesinin çıktığınca konuştu.
Önündeki güzelin ardında kalan Devran ise sinirini bir türlü bastıramıyordu. Ona kızmaya kıyamıyordu ama, yine de öfkesini ondan çıkarıyordu.
"Yok bir şey, işin bittiyse çık!"
Kesin bir dille söylediği sözlerden sonra yanından geçip dolaba ilerledi. Şuan için yüz yüze gelmemek en iyisiydi.
Zişan başı öne eğik odadan çıkarken omzunun üstünden hafifçe bakındı. Yavaş ve zor bir şekilde yutkunurken yüzü hala asık, tüm kasları ise gergindi. Bir yolunu bulacaktı. Onu alamazlardı. Ne yapıp edecek, bir yolunu bulacaktı?
...
Acem konağın da herkes telaşla bir yana koştururken Battal odasından yeni çıkıyordu. Dün gece uzun uzadıya düşünmüş, bir karara varmıştı.
Bu evlilik olacaktı. Gelir gelmez evlenmek her ne kadar sürpriz olsa da kendisinden de saklayacak değildi ya. Zişan'ı görmüş, beğenmişti. Babası da illa olacak diyordu. Aslında Battal'a yapacak pek bir şey kalmamıştı, o yüzden gönlü he derken, uzatmanın alemi yoktu.
Bir yanı İstanbul'u, Seda'yı düşünürken, diğer yanı Avşar kızını sayıklıyordu. Belki de olması gereken, hayırlısı buydu.
Derince bir nefes alıp merdivenlere yöneldiğinde kenarda annesinin elinde telefonla oturduğunu gördü. Akşam yemeğe gitmeyecekler miydi? Ne diye burada böyle oturuyordu?
"Anne." diye seslendiğinde Melike hanım başını kaldırıp yanına gelen küçük oğluna baktı. Sonra ne küçüğü diye geçirdi aklından, büyümüştü artık, yuva bile kuracaktı.
"Bir şey mi oldu?"
"Yok oğlum, abini arıyordum da, bir türlü bakamadı telefona eşek herif."
"Hayırdır?"
"Hiç, öylesine. Hani kız alacağız, burada olsun diye şey yaptım."
Battal başıyla hafifçe onayladıktan sonra birden sordu.
"Ona mı almayı düşünürsün?"
Gözlerini birden küçük oğluna diken Melike hanım öylece kaldı. Ne diyecekti? Büyük olan o, sen hele bekle, Avşar kızını görmemiş, duymamış gibi yap mı diyecekti? Olmaz öyle şey diye düşündü. İlk duyduğunda ne geçirdiyse içinden, yine aynı şeylere gebeydi aklı. Hamza o kıza yaramazdı.
"Yok oğlum, olur mu öyle şey." diye toparlamaya çalıştığı sırada Battal derin bir soluk alıp yeniden konuştu.
"Oyalama beni, ha anam. Söyle, sen de kurtul, ben de."
Battal doğru söylüyordu. Kem küm edeceğine dosdoğru konuşmak en iyisiydi.
"Yavrum, ben, hani abin büyük ya, ondan öyle düşündüm." diye konuşurken elini oğlunun elinin üstüne koydu.
"Ama hemen vazgeçtim, vallaha bak."
Battal elini tutan annesine baktı. Haklıydı, büyük olan Hamza'ydı. Anlaşamadığı, her bir lafı karşı karşıya geldiği Hamza. Kimseyi dinlemeyen, öfkesinden herkesi kendinden uzaklaştıran, kibrinden burnu düşse eğilip almaya tenezzül dahi etmeyecek olan Hamza.
O boyuyla posuyla her kızın gönlünü fetheden, lakin iş ciddiye binince yüzünü diğer yana çeviren Hamza.
O meşhur, Urfa'nın bakışından sakındığı kudretli Hamza ağa şimdi yoktu. Memleketin dört bir yanına rezidanslar dikmekle meşguldü. Hoş, o her daim meşguldü ya, neyse.
"Eğer gönlün ondan yanaysa..." diye söze giren Battal'ı telaşla susturdu Melike hanım.
"Yok oğlum, olur mu öyle şey. Hem, o kız evinin tek kızıdır. El bebek gül bebek büyütülmüş, bir dediği iki edilmemiştir, bilirim ben. Hamza abini bilirsin, dediğim dediktir biraz."
"Biraz mı?"
"Zişan'ı üzer abin, olmaz onlar."
Battal sessizce annesini dinlerken derin bir nefes aldı. Oturduğu yerden ayaklanıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladı.
"Akşama kaçta gideriz?" diye dönüp sorduğunda annesi de kalkmış peşinden geliyordu."
"Yedi de orada oluruz."
"Hı hı. Ben bir Ömer'in yanına gideyim, geç kalmam." diyerek hızla inip konaktan çıktı.
İki evin kapısı da kapanırken Battal arkadaşına, Zişan'da dün siparişini verdiği elbiseyi almaya giderdi. Pek sevinçli değildi evleneceğine amma, elinden bir şey gelmezdi. Belki de birden alınan bu karar, en hayırlısıydı.
Arabaya gerek duymayan Battal ara sokaklardan çarşıya doğru inerken, Zişan kapıda Şükran'ı beklemekteydi. Konağın kapısı açılıp Şükran çıktığında;
"Hadi, nerede kaldın?" diye sitem etti.
"Geldim, geldim, hadi." diye koşturan Şükran amca kızının koluna girerek yanı sıra yürümeye başladı. Geçenlerde görüp çok beğendiği, olanlardan sonra da dün arayıp sipariş verdiği elbiseyi almaya gidiyorlardı. O rengine ayrı, işlemesine ayrı tutulduğu elbiseyi almak bu güne nasipmiş diye söylendi Zişan caddeye çıkarlarken.
Yol boyunca çevresindeki bakışlara aldırmamış, gayrı Acem gelini olduğunun bilincinde ilerlemişti. Avşar kızı olarak bir günden bir güne başı eğik yürümemişti bu yollarda, yine yürümeyecekti.
Caddenin soluna dönüp sokağı yarıladıkları sırada mağazanın önünde durdu. Vitrindeki elbiseye bakıp kendi üzerinde hayal ederek gülümseyip içeri girdi.
O sırada Battal Ömer'le buluşmuş, yol boyu anlattıklarını dinlemişti. Ama hayır, Ömer'in lafı bitmiyordu. Anlattıkça anlatıyor, heyecanına bir yenisini ekliyor, bir yandan da onaylaması için Battal'a bakıyordu. Köşeyi dönüp ilerlemeye devam ederken, gelen geçenin selamını alan Battal Ömer'in anlattıklarından artık sıkılmış bir vaziyette mağazaların içine bakıyordu.
Yeniden Ömer'e döneceği sırada önünden geçmekte oldukları mağazanın içinde gördüğü kişiyle donup kaldı. Hala ilerlemekte olan Ömer ise kendi kendine konuşmaya devam ediyordu.
"Değil mi?" diye sorup yanına baktığında Battal'ı göremeyince bu sefer arkasına döndü. Bir kaç adım gerisinde durup önünde beklediği dükkanı izlemekte olan Battal'ın yanına gelerek söylenmeye başladığında Battal hala içeri bakıyordu.
"Birader ben ne anlatıyorum bir saattir, hiç mi dinlemiyorsun ya-ooo." diyerek dükkandan içeri baktı.
"Güzellik gelmiş." diye gülerek arkadaşının omzuna dokundu.
Onun gibi gülmek yerine asık tuttuğu suratını Ömer'e çeviren Battal bir iki saniyelik bakışmalarının ardından konuştu.
"Yenge demek istedin galiba?"
"Yenge mi?" diyerek Zişan'ı gösteren Ömer kaşlarını kaldırarak hayretle konuşmasına devam etti.
"Yenge mi? Birader ben sizin ailedeki bu sahiplenme içgüdüsünü bir türlü anlayabilmiş değilim. Olmadı yanındakini de promosyon al, tam olsun."
"Kes zevzekliği de yürü." diyen Battal daha fazla Ömer'e katlanamayarak dükkandan içeri girdi.
Kalabalığın arasından geçerek Zişan'a doğru ilerlemeye başladığında Zişan'da onu görmüştü. Şükran'ın montundan tutup çekiştirerek mavi gözlerini kocaman açıp kısık tuttuğu sesiyle seslendi.
"Burada."
Montunu Zişan'ın küçük ellerinden kurtarmaya çabalayan Şükran sordu.
"Kim?"
"O."
"O kim be?" diye yeniden soran Şükran Zişan'ın çekiştirdiği montu tutup çekerken kurtulduğu anda geriye doğru sendeleyerek Ömer'e çarpıp düşmekten son anda kurtulmuştu.
Özür dileyerek yerine geçip Zişan'a dönen Şükran yanına sinen adama baktı. Anlıyormuş gibi bir de kumaşları süzmesi yok muydu!
"Merhaba." diye gülümseyerek kumaşları kurcalayan Ömer'e başıyla selam verdi Şükran. O anda iki kızın arasına giren yaşlı bir kadın yüzünden köşeye sıkışan Zişan diğer yanına döndüğünde duvar misali bir vücutla karşılaştı. Hafifçe başını kaldırıp baktığında Battal'la göz göze gelerek kaçarcasına yeniden ardına döndü.
"Buyrun hanım ağam, tüm renkler burada." diyerek ta köşeden uzanıp bir yığın elbiseyi önüne seren adam yeniden ortadan kaybolduğunda yanı başında Battal ve önündeki elbiselerle kalabalığın arasında mahsur kalmıştı Zişan. İlerlese olmuyor, geriye dönse hiç olmuyordu.
Öylece olduğu yer de elbiseleri karıştırırken Battal'ın gözü müstakbel eşindeydi. Bir şey söylemek, konuşmak istiyordu ya, ne diyecekti? Birden kalabalıktan daralıp Zişan'a doğru küçük bir adım daha attı. Ne diye çekiniyordu? Bu güne bu gün nişanlı sayılıyorlardı, tabii konuşacaktı.
Önündeki farklı renkten olan aynı elbiselere bakınmaya başlayan Zişan'la birlikte elbiselere göz gezdirdi. Parlak kırmızı olanı eline alan kıza bakıp "Cık." diye bir ses çıkardı.
Çıkan sesin ardından şaşkınlıkla gözlerini yanındaki adını bile bilmediği adama diken Zişan elindeki elbiseyi ister istemez aldığı yere bırakmıştı. Yeşile uzandığı sırada gözleri Battal'a kayıyordu.
Kendilerinden ilerde başka kumaşlara yoğunlaşan Ömer ise her birini Şükran'a gösteriyordu. "Ne ediyor bu" gibisinden bakan Şükran'a döndü Ömer.
"Buralı mısın?"
Başını sallamakla yetinen Şükran'ın ardından omzunu silkerek yeniden konuştu.
"Ben değilim."
Zişan'la Battal ise önlerindeki elbise yığınına bakınmaya devam ediyorlardı. Yeşil elbiseye de kaşlarını kaldıran Battal'ın gözü mavi renkteydi. Bir an Zişan'ın gözlerini düşünüp maviden vazgeçerek laciverte baktı. Eli o elbiseye giderken uzakta olduğu için hafifçe Zişan'a doğru eğilmek zorunda kalmıştı.
Elbiseyi alıp Zişan'ın önüne bırakarak başıyla onaylayan Battal önündeki teyzelere aldırmadan Ömer'in yakasından tutarak kalabalıktan tutup çıkardı.
Arkasından çekilen Ömer Battal'ın bu hareketini yadırgamadan Şükran'a el sallayarak çıktı.
Eline aldığı lacivert renkteki elbiseye bakan Zişan vitrindekiyle aynı renk olduğunu hatırlayıp gülümsediğinde kolundan bir çekiştiren vardı.
Yanına gelmeye çalışan Şükran biraz daha yaklaşarak sordu.
"Ne dedi?"
"Hiç."
"Hiç mi?"
Omzunu silkeren amca kızına bakan Zişan dükkan sahibine seslenerek lacivert olan elbiseyi uzattı. Nişanlanırken bir başkasının seçtiği elbiseyi giyerek yanlış mı yapıyordu? Bu düşünce aklına üşüştüğünde dükkandan çıkmış, çoktan evin yolunu tutmuştu.
Konağa girdiklerinde babası ayakta bir ileri bir geri gidiyor, kızlar oradan oraya koşturuyor, mutfaktan yemek kokuları yayılırken üst kattan anasının sesi duyuluyordu.
"Bir mutfaktan çıkamadınız?" diye gürledi babası Macit ağa, heyecanlıydı. Yerinde duramıyor, içi içine sığmıyordu.
Merdivenlerden inen anası konuşarak kızların yanına geldi.
"Sakin ol ağam, her şey hazır."
"Gelecekler şimdi."
"Akşamdan evvel gelmezler, tasalanma."
Kızlara dönen İdal hanım ikisininde saçlarını okşayarak başıyla yukarıyı işaret etti. İki kız koşturarak odalarına çıkarken saat altıya yakındı.
Macit ağa kadar heyecanlı olan bir diğer kişi de Mahir ağaydı. Konağın kapısına doğru oturmuş sesi soluğu yettiğince bağırıyordu.
"Melike hanım, hadi gayrı, geç kalıyoruz."
"Saat daha yedi olmadı, nereye geç kalıyorsun acaba?"
"Bekletmeye gelmez, kız evi naz evi demişler." dediği sırada odasından çıkmış saçlarını düzelten Amine sinirle gözlerini devirdi.
"Kızını kendi eliyle verip naz evi olanı da, ilk defa görüyoruz." diye söylendiği sırada kocası odadan çıktı. Arkaları sıra gelen Melike hanım gelinine biraz daha sokularak;
"Bir şey mi dedin kızım?" diye sordu.
"Yok ana, ne deyim? Oğlun süslene süslene çıkamadı da, onu derdim."
"Hı hı."
"Battal nerede?" diye bağıran Mahir ağanın cevabını bu sefer ortanca oğlu vermişti.
"Damat ya hani, hazırlanıyor."
"Çok bilmişler sizi, hadi, geç kalacağız."
"Mahiir!" diye bağıran, sesi duyulduğu gibi herkesi de susturan biri vardı ki, o da nihayet torunuyla birlikte ortaya çıkmıştı.
"Buyur ana?" diyerek avlunun ortasına doğru koşturdu Mahir ağa.
"Bağırıp durma len, geliyoruz işte."
"Ama ana..."
"Sus bakayım. Sus da yürü arabaları çıkar, hadi."
İşte bu kadardı. Mahir ağa herkesin sesini keser, onun sesini de evin büyük hanım ağası Teslime hanım keserdi. Başını aşağı yukarı sallayıp konağın kapısına yönelen Mahir ağa kapıyı açacağı sırada koca kapı kendiliğinden açıldı.
Kapının dışında, elinde büyük bir çantayla, burnundan akan kan ve kan çanağı olmuş gözleriyle beklemekte olan kişi aileye baktı.
"Noldu len, kim o gelen?" diye soran Teslime hanımdan başka kimseden ses seda çıkmazdı.
Herkes kapıdaki kadına yoğunlaşmış, oldukları yer de beklerken elini şaşkınlıkla ağzına kapatan Amine söylendi.
"Mahra!"