1.KABUS GİBİ RÜYA

2278 Words
Özgören Apartmanı sakinleri için sıradan bir pazar günüydü. Hane sahiplerinin kimisinin sabah kahvaltısını yaptığı, kimisinin uyuduğu, kiminin ise kahvesini alıp televizyon başında hafta sonu magazin programını izlediği dakikalarda binadan sesler yükseldi. On sekiz yaşında genç bir kız, babasına yalvarıyordu. “Babacığım yapma ne olur! Rezil oluyoruz!” diyordu. Fakat adamın gözü öfkeden öyle dönmüştü ki, elinde tuttuğu telefonun ekranını gösterip, “Bu şerefsiz yaptığının bedelini ödeyecek!” dedi. Gürültüyü duyan insanlar ne olduğunu anlamak için kapılarına çıktığında, öfkeli baba beşinci katta oturan kiracılarının ziline bastı. “Açın ulan kapıyı!” Çevresinde toplanıp ne olduğunu anlamaya çalışan insanların sorduğu sorularla siniri daha da yükseldi. Artık sadece zile basmıyor, aynı zamanda hem kapıyı yumrukluyor hem de tekmeliyordu. “Açmazsanız kapıyı kırarım!” Aynı üniversitede okuyan üç arkadaşın kapısında neredeyse kıyamet koparken, gençler içeride uyuyorlardı. Sese uyanan Sinan ve Ahmet Onur panikleyerek yataklarından kalktılar. Odalarının kapısına çıktıklarında karşı karşıya geldiler. Birbirlerine bakarak aynı anda, “Ne oluyor?” dediklerinde, kapıya önce yeni bir tekme ardından da ev sahiplerinin sesini duydular. “İçeride olduğunuzu biliyorum. Açın şu kapıyı!” Sinan, “Sedat amcanın sesi değil mi bu? Ne oldu ki?” diyerek kapıyı açtığında, ev sahibi fırtına misali direkt içeriye girip etrafına bakındı. “Nerede o pislik?” Sinan ve Ahmet Onur neye uğradıklarına şaşırdıklarından cevap veremiyorlardı. Tam bu esnada nihayet uyanabilen Melih, üzerinde sadece iç çamaşırıyla odasından çıktı. Uyku sersemi olduğundan kısılmış gözleriyle karmakarışık görünen saçlarını kaşıyarak, “Ne oluyor ya sabah sabah savaş mı çıktı!” dedi Ufak tefek bir adam olan ev sahibi Sedat, yerinde sıçrayarak bir doksan boyundaki Melih'in boğazına yapıştı. “Seni sapık! Öldüreceğim lan seni!” Her şey o kadar ani olmuştu ki ortamda bulunan herkes şoktaydı. Melih’i kurtarmak için önce Ahmet Onur ve Sinan, hemen ardından da içeriye giren komşular öfkeli babayı engellemeye çalıştılar. Sekizinci katta oturan, apartmanın en yaşlısı olan Hamdi Bey, Sedat'a, “Hayırdır oğlum, senin derdin ne bu çocuklarla?” dedi. Sedat, aşağıya inmeden önce cebine attığı telefonu çıkartıp ekranını açtı. Yaşlı adama göstererek, “Bu ırz düşmanı şerefsiz benim kızıma çıplak fotoğraflarını göndermiş! Resmen yavrumu taciz ediyor. Ben şimdi bunu ne yapayım?” diye sordu. Melih boşluktan yararlanarak Sedat’ın elinden kurtulup yaşlı adamın arkasına saklanırken, duyduklarının iftira olduğunu söyledi. “Hamdi amca yemin ederim taciz falan yok, vallahi yalan! Kesinlikle çıplak değildim. Gördün fotoğrafı, üzerimde baksırım vardı.” Kavgayı kapıdan izleyen Sedat’ın kızı, Melih’i savundu. “Doğru söylüyor Hamdi amca. İç çamaşırı vardı üzerinde. Biz bir şey yapmadık.” Daha da sinirlenen Sedat Melih’e yumruğunu kaldırdığında, yaşlı adam tekrar araya girdi. “Dur evladım! Sakin ol!” Sedat gençlere bakarak kükrer gibi, “Hemen s*ktirin gidin evimden!” dedi. “Size yirmi dört saat veriyorum. Yarın bu saatte burada olursanız, asıl o zaman görüşürüz!” Gitmeden Melih’in yüzüne tükürmeyi ihmal etmeyen adam, kapıdaki kızının kolunu tuttu. “Yürü kız gidiyoruz, seninle de evde görüşeceğiz!” Kalabalık dağıldığında üç arkadaş evde yalnız kaldılar. Çıkan rezaletten sonra ilk konuşan kişi Ahmet Onur oldu. “Abi iki yılda bu üçüncü evden kovuluşumuz. Biz sana bu daireye taşınırken ne dedik Melih. Akıllı dur, dışarıda ne bok yersen ye ama apartmanda karı kız muhabbeti istemiyoruz demedik mi?” Melih suspus olmuş halde başı önde dururken, Sinan devam etti. “Ulan mezun olmamıza şunun şurasında bir buçuk sene kalmıştı. Kendine azcık sahip olamadın mı? Kış günü, yirmi dört saatte yeni bir ev nasıl bulacağız? ” Sonunda dayanamayan Melih kendini savunmaya geçti. “Neden herkes benim üzerime geliyor ki! O zillinin hiç hatası yok mu? Beni ayartan, ilk çıplak fotoğrafı gönderen oydu. Hem neden erkekler soyununca sapıklık, kızlar soyununca seksilik oluyor. Biriniz bunu bana açıklayabilir mi?” Melih’in pişkin pişkin konuşması Sinan için bardağı taşıran son damla oldu. “Oğlum s*ktir git kendine, kendin gibi ev arkadaşları bul. Biz seni defalarca uyardık ama senin akıllanacağın yok. Artık bizimle değilsin!” Sinan’ın söylediklerinden sonra Melih ayağa kalkıp ellerini belinin iki yanına yerleştirerek, “Sizi cinsiyetçiler, yazıklar olsun size!” dedi. “Demek iki dakikada sattınız beni. Hani iyi günde kötü günde hep birlikte olacaktık. Sizin arkadaşlığınıza tüküreyim. “ Sinan ve Ahmet Onur kısa süreli birbirlerine baktıktan sonra aynı anda yüzlerini Melih’e döndüler. Arkadaşlarına ilk tepkiyi veren sinirden gülümsemeye başlayan Sinan oldu. “Tabii canım, hep birlikte olacaktık. Hatta eksik söyledin. Hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana kadar demiştik di’mi?” diyerek Melih’le alay etti ve hemen ardından suratı ciddileşti. “ Oğlum seni bize sayıyla mı verdiler lan! Yüzünü cıncıkla mı sıyırdılar. Utanmadan hâlâ konuşuyor musun? Senin yüzünden kış ortasında, vizelere bir hafta kala evden atıldık!” Akşamüzeri üç arkadaş, Melih'in internetten bulduğu adresin önündeydiler. Ahmet Onur, geniş bahçenin içine konumlandırılan eve bakarken, “Bize bulduğun ev burası mı?” dedi Melih arkadaşlarını ikna etmek için, evin üniversiteye yakın olmasının onlar için bir artı olduğunu söyledi. “Her gün bir saatten fazla yol gitmek zorunda kalmayacağız işte. Allah’ınızdan daha ne istiyorsunuz?” İkisi konuşurken, Sinan Melih'i uyardı. “Sanki ev sahipleri bize evlerini vermek için bayılıyorlarmış gibi konuşma. Bu ev senin son şansın. Olursa olur, olmazsa kendine yeni ev arkadaşları bul!” Sinan’ın tehdidiyle Melih’in yüzü asıldı. İki arkadaşına birlikte yaşamaları konusunda ısrar etmişti ve yirmi dört saat içerisinde birlikte yaşayabilecekleri yeni bir ev bulacağını vaat etmişti. Hatta biraz ileriye giderek, yıl sonuna kadar kira parasını ödemeyi teklif etmişti. Ayrıca bütün taşınma masraflarını da yine kendisi karşılayacaktı. Bunlara rağmen evden çıktıkları andan itibaren şans ondan yana olmamıştı. Çünkü gezdikleri emlakçılarda istedikleri gibi bir ev bulamamışlardı. Ya evin konumu uygun olmamıştı ya da kira ücreti. Şimdi, daha önceki yaşadıkları apartman dairesine göre daha düşük bütçeli olan bu ev tek şansıydı. Üç katlı olan evin bahçe kapısına yaklaştıklarında Melih tereddütsüz üçüncü katın ziline bastı. Çünkü ev sahipleri genellikle en üst katta oturur diye düşünmüştü. Birkaç dakikalık bekleyişin ardından demir parmaklı kapının ardında genç bir kız belirdi. Kız, açmak için kapıya yaklaştıkça Melih birkaç adım geriye çekildi. “Tövbe Bismillah! Abi bu gelen ucube, kadın olamaz di’mi?” Üzerinde, vücuduna birkaç beden bol gelen eşofman takımı ve birbirine girmiş olan kabarık saçlarıyla kapıyı açan kız, parmak ucuyla kalın çerçeveli gözlüğünü geriye itip sırıttı. “Buyurun, kime bakmıştınız?” Melih kıza irkilerek baktı. Zira hayatında gördüğü, görebileceği en çirkin dişiydi. Ama konuşması gerektiğini biliyordu. Sinsi sinsi gülen arkadaşlarına bakıp yutkunduktan sonra tekrar kapıya yaklaştı. Kiralık yazan birinci katı göstererek kendisine hayranlıkla bakan kıza, “Ev için gelmiştik,” dedi. Genç kız piyango vurmuş gibi güldüğünde, dişlerini kaplayan tellerin görüntüsüyle Melih’in aklında eski sevgilisinin telleriyle ilgili hoş olmayan, uygunsuz anıları canlandı. Vücudunun hassas bölgesini çizen telin acısını hâlâ çok net hatırlıyordu. Bu sebeple nefret ederdi diş tellerinden ama sonuçta evi kiralamak için gelmişti, kızı koynuna almak için değil. Genç kız heyecandan kekeleyerek, “Ha-ha-cı da-dayım evde,” dedi. “Buyurun. Ben Rüüüya. Kusura bakmayın kapının otomatiği bozuk olduğu için beklettik sizi.” Dördü birlikte bahçeden geçerek Rüya’nın arkasında evin giriş kapısına yürürken, Melih kısık sesle söylendi. “Abi kızın adı Rüya ama kendisi kabus gibi maşallah. Gece rüyamda görsem dudağım uçuklar.” Üçüncü kata çıktıklarında, Rüya onları evin salonuna yöneltti. Gençler koltuklara oturduklarında, genç kız çölde serap görmüş gibi üç delikanlıyı süzdü. Biri uzun boylu, buğday tenli, koyu kahverengi saçlıydı ve tebessüm ederken sol yanağında oluşan gamzesi vardı. Diğer çocuk beyaz tenliydi. O da diğerleri gibi uzun boylu, kumral, sevimli bir tipti. Ama kendisiyle konuşan çocuk başkaydı. Ona göre en yakışıklısıydı. Ela gözleri, bakışı, erkeksi yüz hattı, upuzun boyu… Melih’in dünyanın kaçıncı harikası olduğunu düşünürken, sanki hayal aleminde yaşıyordu. Çünkü, hayatında ilk defa bu kadar yakışıklı bir çocuk görüyordu. Onun bakışlarından rahatsız olan Melih, gelme nedenlerini hatırlattı. “Hacı dayınızla görüşebilir miyiz artık?” Rüya silkelenerek kendine gelip dayısını çağırmak için diğer odaya gittiğinde, dakikalardır kendilerini tutmakta zorlanan Sinan ve Ahmet Onur gülmeye başladılar. Sinan Melih’e, “Kız senden çok etkilenmişe benziyor,” dediğinde, Ahmet Onur, “Aradığımız ev ve ev sahibeleri,” diyerek devam etti. “Hem bahçenin içinde mis gibi. Unutma Melih bu ev senin tek şansın. Yoksa kendine başka ev arkadaşları bulursun.” Melih, Ahmet Onur ve Sinan’ın tehditleri yüzünden dişlerini sıkarken, odaya Rüya ve otuzlu yaşların ortasında görünen dayısı girdiler. Gençleri gören adam Rüya’nın kulağına eğilerek, “Ama bunların hepsi erkek,” dedi. “Üstelik öğrenciye benziyorlar. Anan giderken erkek öğrenciye ev vermeyin demedi mi?” “Dayıcığım kestirip atmadan bir dinle çocukları.” Hacı, ona şaşkınlıkla bakan gençlerin ellerini teker teker sıkarak selam verdikten sonra, yeğenine diğer odaya geçmesini söyleyip karşılarındaki koltuğa kuruldu. “Ev arıyormuşsunuz gençler.” Ev sahibinin hacı olmasından dolayı yaşlı bir adam olacağını tahmin eden üç arkadaş, yanılmışlardı. Çünkü karşılarındaki hacı, onların tanıdığı hacılardan çok daha farklıydı. Öncelikle genç sayılabilecek yaştaydı. Yakışıklı, uzun boylu ve fit görünüyordu. Yaşadığı şaşkınlığı hızla üzerinden atan Melih, “Evet,” dedikten sonra durumlarını izah etti. “Hacı dayı, ev sahibimizin oğlu evlenecekmiş. O nedenle bizi evden çıkartıyor. Kış ortasında evden ayrılmak zorunda kaldık. Üniversite öğrencisiyiz biz. Arkadaşım Ahmet Onur ziraat mühendisliğinde, Sinan hukuk fakültesinde, ben de Türkçe öğretmenliğinde okuyoruz. Uygun görürseniz evinize talibiz.” Kapının ardında içeride konuşulanları dinleyen Rüya, onların evlerinden çıkartılıyor olmalarına üzüldü. Sesli bir şekilde, “Vah vah!” derken, Hacı yeni çıkan sakallarını sıvazladı. “Kusura bakmayın çocuklar ama erkek öğrenciye ev veremem,” dedi. Bu sırada dayısının cevabını duyan Rüya odanın ortasına atladı. “Dayıcığım karar vermeden önce bir dakika buraya gelmen mümkün mü?” Gençlerin moralleri aldıkları olumsuz cevap yüzünden bozulurken, Hacı dışarıya çıkıp Rüya’ya ne olduğunu sordu. “Ne var kız ne oluyor?” “Dayı duymadın mı? Biri sayısalcı, diğeri sözelci, öteki de eşit ağırlıkçı.” Hacı, yeğeninin söylediklerinden bir şey anlamadığından, “Eeee,” dedi. Rüya bilmiş bir tavırla “E si aradığımız bedava öğretmenleri bulduk!” diye cevap verdi. “Hani sen, annemin benim eğitimim için sana verdiği parayı at yarışında kaybettin ya! Geldiğinde zılgıtı yiyeceksin ya! O bakımdan diyorum.” Hacı, koyu kahverengi gözlerini kısarak yeğenine düşünüyor gibi baktı. Ablası, Adıyaman’da oturan kızı doğum yapacağından yanına gitmişti. Bebeğin kırkı çıkıncaya kadar orada kalacaktı. Bu süre içinde Rüya’yı ve Rüya’nın sınava hazırlanması için öğretmen tutması adına, yüksek bir miktar parayı ona emanet etmişti. Fakat Hacı o paraları at yarışlarında kaybetmişti. Yeğenine gülümseyerek, “Haklısın kız,” dedi. “Sen bu zekayla üç senedir üniversitenin taban puanını bile nasıl alamazsın anlamıyorum. Kafan zehir gibi çalışıyor.” Rüya’yla konuştuktan sonra tekrar gençlerin yanına dönen Hacı, fikrini değiştirdiğini söyledi. “Tamam, evi size veriyorum ama önce bir aşağı inelim, evi görün isterseniz. Belki beğenmezsiniz.” Üç arkadaş bekleyecek zamanlarının olmadığını, bir an önce taşınmaları gerektiğini anlattıklarında, Hacı, “Birkaç küçük şartım var,” dedi. Evi henüz gezmeyen üç arkadaş, dikkatle adamı dinlerken ilk şartı öğrendiler. “Bir: Yeğenim Rüya’ya ders çalıştıracaksınız. Kendisi üç yıldır sınavda barajı bile geçemiyor maalesef.” Melih gönülsüz olduğu halde hiç düşünmeden, “Kabul,” dedi. Çünkü başka şansı yoktu. Diğerleri de ders vermeyi kabul ettiklerinde, Hacı aldığı cevabın sevinciyle koltuğun ucuna kaydı. Gençlere yaklaşmalarını söylediğinde, üç arkadaş da tıpkı Hacı gibi koltuğun ucuna kaydılar. Bu sırada Rüya’nın kapıda olup olmadığına bakan adam fısıldar gibi, “Çok sık şeytani rüyalar görür müsünüz?” diye sordu. “Malum gençsiniz. Şimdi sizin hormonlar tıkır tıkır çalışıyordur.” Onun ne demek istediğini anlamayan gençler birbirine baktığında, Hacı soruyu hem açıklayıp hem de değiştirerek tekrar sordu. “Birinci katta iki daire var. Güneş enerjisinin deposunu diğer kiracılarla ortak kullanmanız gerekiyor. O sebeple şeytan diyorum, çok sık azdırır mı sizi? Sonuçta abdestlenmek için sıcak suya ihtiyacınız olacak.” Ahmet Onur sinirlenerek, “Ayıp oluyor Hacı dayı!” dediğinde, Melih ortamı sakinleştirmek için araya girdi. Arkadaşlarının kulaklarına eğilip adamın hacı olduğunu hatırlattı. Ahmet Onur’a bakarak sessizce, “Senin harcadığın suyu bilse hayatta evi vermez bize,” dedikten sonra, en şirin gülümsemesini takınarak, “Su bizim için sorun değil Hacı dayı,” dedi. “Gerekirse bahçeye iner, teyemmüm yaparız.” Sinan, Melih’in verdiği cevaba inanamazken, kafasına takılan soruyu Hacı’ya sordu. “İki daire dediniz ama ev o kadar büyük görünmüyor. Yanılıyor muyum?” Adam, uzun boyundan dolayı kambur duruşunu düzeltip tekrar geriye yaslanarak durumu açıkladı. “Birinci kat normalde üç oda bir salondan oluşuyor ama ablam daireyi ikiye böldü. Salon ve banyolu olan yatak odası diğer kiracıların, boş olan diğer iki oda ve banyo sizin. Ablam salona açık mutfak yaptırdığı için evin mutfağı da sizin sınırlarınız içerisinde olacak.” Ahmet Onur, “Ya diğer kiracılar,” dedi. Hacı’nın gülen yüzü ablası aklına geldiğinde ciddileşti. “Ha onlar mı? Onlarda sizin gibi üniversite öğrencisi. Hepi topu iki kızcağız kalıyor yan odanızda. Valla kızlar o kadar sessizler ki, hayalet Casper gibiler. Ne zaman gelip gittiklerini inanın fark etmiyoruz bile. Giriş kapıları ayrı olduğundan karşılaşmazsınız.” Diğer kiracı meselesini önemsemeyen gençler acil taşınmak zorunda olduklarından, görmedikleri ev için anlaşmaya varmışlardı ki, Hacı diğer şartları saymaya başladı. “İki: Eve karşı cins kabul etmiyoruz. Dişi sinek bile içeriye giremez. Manitalarınızla ne işiniz varsa dışarıda görün. Üç: Kesinlikle gürültü yapmıyorsunuz. Dört: Kirayı her ayın birinde ibana yatırıyorsunuz.” Üç arkadaş şartları kabul ettiklerini söyleyip hep birlikte ayağa kalktıklar, evi gezmek istediklerini söylediler. Hacı önden yürürken, Rüya elinde anahtarla yanlarına gelip Melih'e sessizce ismini sordu. Genç adam zoraki gülümsemeye çalışarak, “Melih,” dediğinde, Rüya’nın şapşal sırıtışı daha da genişledi. “Yaaa! Ne güzel isminiz varmış Melih.” O an Melih hayatının hatalarından birisini yaptığını düşündü. Çünkü Rüya’nın bakışları hiç hoşuna gitmemişti. Zarafet namına küçücük bir iz taşımayan kızın çirkinliğini gördükçe, kaçmak istiyordu. Hep birlikte arka arkaya merdivenlerden inerlerken, Hacı gençlere isimlerini sordu. Melih kendi ismini söylerken, gamzesi olan isminin Ahmet Onur olduğunu, diğer çocuk da Sinan olduğunu söyledi. Rüya Ahmet Onur ve Sinan’a bakarak dayısının evde sorduğu sorularından dolayı kusura bakmamalarını söyledi. “Fazlasıyla açık sözlüdür kendisi.” Sinan, Melih’e alaycı bir şekilde gülerken önemli olmadığını söyledi. “Erken yaşta hacı olmasından dini bütün bir adam olduğu belli. Anlıyoruz.” Rüya merdivenden inerken durdu. “Kim? Dayım mı dini bütün? Yahu onun adı Hacı. Bildiğiniz hacılarla alakası yoktur. Yakında anlarsınız.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD