Melih yukarıya çıkarken, bitişikteki odada Şafak ve Sanem konuşuyorlardı. Saatine bakan Sanem, “Vakit yaklaştı,” dedi. “Unutma, tam yedi buçukta yukarı çıkıp Hacı dayıyı musluk tamiri için aşağı çağıracaksın. Rüya az önce yine mesaj attı.”
Şafak, Rüya gibi içine kapanık bir kızın bu hale gelmesine inanamıyordu. Onu üç yıldır tanıyorlardı. Hiç böyle saçma istekleri ve davranışları olmamıştı. Normalde insanlarla iletişim kurmaktan kaçar, korkardı. Of çekerek odanın içinde dolanmaya başlayan Şafak, bu durumun içine hiç sinmediğini söyledi. “Hani bu kız kendine müebbet ev hapsi vermişti. Ne oldu şimdi? Ne bu erkek sevicilik?”
“Şafakçığım deme öyle. Ben de senin gibi şaşkınım, benim de içime sinmiyor ama dayısı başlarında beklediği için dikkati dağılıyormuş kızın.”
Sanem’in sözleriyle genç kız sinirden gülmeye başladı. “Yapma Allah aşkına Sanem. İkimizde nedenin dikkat dağılmasıyla alakalı olmadığını biliyoruz. Rüya o çocuğa kafayı taktı. Ayrıca o salağa kendini erkek delisi bir kız gibi gösterecek, o sırığın egosunu besleyecek. Biz böyle yaparak ona iyilik etmiyoruz farkında mısın acaba? Nigar teyze Adıyaman’a gitmeden önce onu bize emanet etti. Unutma!”
Şafak’ı sessizce dinleyen Sanem, arkadaşına hak veriyordu. O da aynı şeyleri düşünüyordu fakat Rüya’nın hissettiklerinin gelir geçer duygular olduğuna inanmak istiyordu. Şafak’ın ne kadar gerildiğinin farkında olduğundan, “Çocuk zaten yüzüne bile bakmıyormuş, kendisi söylemedi mi?” dedi. “Bence birkaç gün uğraşır sonra karşılık göremeyince bırakır. Hem, ona da hak vermek lazım. Gördüğü tek erkek dayısı ve ikinci kattaki Yaman abi. Hayatı boyunca bırak sevgiliyi, kız lisesinde okuduğu için normal bir erkek arkadaşı olmamış. İlk gördüğü kişiye kendini kaptırması çok normal. Ayrıca onu eleştiriyorsun ama bir de kendine bak. Bir kere bile yakından görmediğin, belki hiçbir zaman görmeyeceğin bir şarkıcıya aşıksın.”
“Çınar’ımı karıştırma Sanem. O başka.”
Kızların atışmaya başladığı dakikalarda, Melih ve Rüya, Hacının gözetimi altında çalışma masasında oturuyorlardı.
Melih, sözcükte anlam konusunu anlatırken, dirseğini masaya dayayan Rüya, yüzünü avucunun içine yaslamış şekilde onu dinliyordu. Daha doğrusu dinliyormuş gibi görünüyordu. Onun bakışları yüzünden dikkati dağılan Melih, “Anlattıklarımı not almayacak mısın?” dedi. “Yazarak daha iyi kavrarsın.”
Rüya Melih’in önünden masanın diğer ucuna eğilerek defteri alırken, Melih sandalyesini geri çekmek zorunda kaldı. Çünkü onun bunu kasıtlı yaptığının farkındaydı ancak Hacı değildi. “Kızım kalkıp alsana. Melih abini neden rahatsız ediyorsun!”
Dayısının kurduğu cümle Rüya’yı sinir etse bile, dikkat çekmemek için bir daha ki sefere öyle yapacağını söyledi.
Tekrar Türkçe dersine kaldıkları yerden devam ettiler. Melih, kaplumbağa hızında yazan Rüya yüzünden bir ara cinnet geçireceğini hissetti. O kadar ki neredeyse kalemi alıp kendisi yazacaktı. Sinan’ın anlattıklarının tersine Rüya masadan bir kere bile kalkmamıştı. Kadınlar üzerinde bıraktığı etkiden bazı zamanlar nefret edebiliyordu ve bulunduğu an o anlarda birisiydi. Rüya yazdığı son satırdan sonra çay getirmek için mutfağa gittiğinde, derin bir oh çekti. Tam o an kapı zili çaldı. Kendi kendine umutlandı. Misafir geldiyse dersi bitirebilirdi.
Rüya çayı masaya bırakırken, kapıyı açan Hacı’nın Şafak’la yaptığı konuşmayı duydu. “Hacı dayı mutfağın musluğu su damlatıyor. İki dakika bakman mümkün mü? Bu saatte tamir edecek kimseyi bulamayız.”
Hacı, Melih ve Rüya’yı yalnız bırakmaktan rahatsızlık duysa bile, suyun sabaha kadar akmasını istemezdi. “Gençler ben hemen geliyorum,” diyerek, Şafak’la birlikte aşağıya indi.
Melih bir kere daha şansına sövdü. Ders nasıl biter diye düşünürken, birde deli kızla yalnız kalmışlardı. O da en az Hacı kadar bu durumdan rahatsızdı.
Rüya elindeki pasta tabağını masanın üzerine bırakırken, “Ben yaptım,” dedi. “Tarçınlı, elmalı kek. Dayım çok güzel yaptığımı söyler.”
Rüya, erkeğin kalbine giden yolun midesinden geçtiğini bir çok kez duymuştu. Şimdi, bunun doğruluğunu teyit etme zamanı gelmişti. Melih’in isteksizce çatalın ucuyla kekten bir parça alıp ağzına yaklaştırmasını ağır çekimde izledi. Fakat beklediği gibi olmadı. Melih’in aklına eski sevgilisi Oya geldiğinde, montunda bulduğu muskayı götürdükleri hocanın söylediklerini hatırladı. “Sizler inanmasanızda bunlar gerçek çocuklar. Bu muskayı yapan kişi sadece bununla kalmamıştır emin olun. İçtiğiniz çaya, yemeğe bile okutmuştur.”
Çatalın ucundaki keke şüpheyle bakarken, yemekten vazgeçip tabağına bıraktı. “Benim tarçına alerjim var,” dedi.
Bunu duyan Rüya’nın hevesi kırıldı. Melih’in kalbine giden yollardan birisi kapanmıştı ama pes edemezdi, gülümsedi. “Bilmiyordum. Neyse sorun değil. Yarın akşam portakallı kek yaparım. Portakala alerjin yok değil mi?”
Melih cevap vermedi. Saate bakarak ayağa kalktı. “Bu akşam için önceden verilmiş bir sözüm var. Dışarıya çıkmam gerekiyor. Dersimize yarın akşam kaldığımız yerden devam ederiz.”
Rüya çok üzüldü. Eğer parfümü hala kargoda olmasaydı, onu etkilemek için bir şansı olabileceğini düşündü. Zaten dayısı evde olduğundan topuklu ayakkabılarını da giyememişti.
Melih’i yolcu ettikten sonra odasına koşup kapıyı kilitledi. Bluzunu çıkartıp gardırobunun boy aynasından kendine baktı. Zayıftı, vücudunda bir gram yağ yoktu. Üst iç çamaşırının içinde kusursuz görünüyordu. Dirseğini diğer eliyle desteklerken, parmağını çenesinin altına yerleştirip internette okuduğu yazıyı düşündü. Erkekler iç çamaşırından çok etkileniyordu tamam ama bunu nasıl yapacaktı? Melih’in karşısına sutyen külotla çıkamazdı herhalde. Utanırdı. Üstelik Hacı dayısının yanında. “Tövbe tövbe,” diyerek aynaya yaklaştı, kendi aksine dikkatlice baktı. Bu sırada yine başka bir hayal dünyasına hızlı bir giriş yaptı. Melih tam arkasındaydı. Ona ağır ağır yaklaşıp açıkta olan boynunu öptü. Sonra kolundan tutup kendine çevirdi. Çok güzel göründüğünü söyledi. Hayal bile olsa Rüya heyecandan buhar olup uçacaktı. Melih’in dudaklarının kendi dudaklarında bıraktığı hisle erirken, çalan kapı zili yüzünden sıvıdan katıya dönüşmesi aynı hızlı oldu. Hacı dayısı dönmüştü.
Rüya’nın alelacele üzerini giyinip Hacı’ya kapıyı açtığı sırada, Melih de aşağıda üzerini giyiniyordu. Partiye gidecek olmasının keyfiyle ıslık çalarken Sinan’ın moralinin bozuk olduğunu gördü. “Hayırdır, bir sıkıntı mı var?”
Sinan iç çekerek, “Sevinç’in babaannesi vefat etmiş. Az önce yola çıktığını haber verdi. Antalya’ya gidiyor,” dedi. Sevinç, Sinan’ın işletme bölümünden kız arkadaşıydı. İki yıldır çıkıyorlardı.
Melih üzüldüğünü söyledi. “Ben yarın Sevinç’i arar başsağlığı dilerim. Şimdi çıkmam gerekiyor.”
Melih partinin yapılacağı mekana gittiğinde, onu arkadaşı Anıl karşıladı. Ortak arkadaşlarıyla ayaküstü sohbet ederken, bardaki iki kız dikkatini çekti. Her ne konuşuyorlarsa sürekli gülüyorlardı. Fazla dikkat dağıtıcılardı. Arkadaşlarına bardan içki alacağını söyleyerek kızların yanına gitti. Barmenden bira istedi. Bu sırada kızlardan kısa saçlı olanıyla göz göze geldi fakat kız bakışını hemen yanındaki arkadaşına geri çevirerek konuşmaya devam etti. “Ten meselesi diyorsun yani. Dokunuş önemli tabii. Her şey parmaklarla başlıyor.”
Barmenin birayı vermesini beklerken, kızların kurduğu cümleler en az görüntüleri kadar ilgisini çekti. Cinsel temalı bir şeyler konuştukları çok açıktı. Müstehcen olabilecek her konuya fazlasıyla vakıf olduğu için gözlerini kızların üzerinden ayırmadı. Uzun saçlı kız, sırtı ona dönük olsa bile varlığını hissetmiş gibi yüzünü Melih’e döndü. Hafifçe tebessüm etti. Yanındaki arkadaşı ise “Seni burada ilk kez görüyorum,” diyerek gülümsedi. Beklediği fırsat Melih’in ayağına kendiliğinden gelmişti. Onlardan birkaç metre uzaktaki grubu göstererek, doğum günü partisi için geldiğini açıklarken, bir yandan da kızlar arasında tercih yapmaya çalışıyordu. İkisi de çok güzeldi. Karar vermesi çok zordu. Takıldığı kızları düşündü. İçlerinde sarışınları olmuştu ama kısa saçlı kızıl hiç olmamıştı. Barmenin uzattığı birayı alırken, boşta kalan eliyle kısa saçlı olana elini uzatacakken fikir değiştirdi. Sarışın olana ben, “Ben Melih,” dedi.
Kız şaşırdı, elini uzatarak, “Ben de Melike,” derken sanki gerilmişti. Diğer kız ise bozulmuştu. Yüzünden anlayabiliyordu. Gözlerinin içine beni neden seçmedin der gibi bakıyordu. Kadınların karşısında yüzünden eksik etmediği şirin sırıtışıyla ona da elini uzattı. “Senin ismin?”
Sorduğu soruyla kız dudaklarını ısırarak seksi bir bakış attı. “Ben de Leyla,” dedi. Melih Leyla’nın ismini verirken gözlerinde parlayan şeytani parıltıyı görünce yön değiştirdi. Melike seksiydi ama biraz uyuz bir tipti. Ama Leyla bakışıyla günaha davet ediyordu, ben ateşim birlikte yanalım diye bağırıyordu.
Melih etrafına bakınarak aralarına girip Leyla’nın yüzüne bakarken, “Yalnızsın galiba,” dedi.
Leyla güldü. Başıyla Melike’ye uzaklaşmasını işaret ederken, Melih’e daha da sokuldu. Neredeyse solukları birbirine karışıyordu. “Sen gelene kadar yalnızdık,” diye karşılık verdi. Kızın boyu rahat bir yetmişin üzerindeydi. Ayrıca sürekli Melih’in dolgun dudaklarına bakıyordu. Her an yapışıp öpecekmiş gibi bir hali vardı. Birlikte yaptıkları on dakikalık sohbetin ardından, Leyla elini tuttu. “Gel benimle.”
Melih kızın ne yapmaya çalıştığını anlamadı. Dans etmek için elinden çektiğini sandı. Fakat yanılmıştı. Leyla onu kapısının üzerinde personel harici girilmez yazan bir odaya götürdü. İçeriye girecekken, Melih duraksadı. “Dur! Ne yapıyorsun?”
Bu soruya aldırmayan kız, Melihi kapıya yaslayıp üzerine abandı. Kulağına, “Keni çıplak görmeyi istemiyor musun?” dedi.
Şaşkınlığı her an biraz daha büyürken kekeleyerek, “Be-be-ben bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum,” dedi. “Yakalanırız falan, burada olmaz!”
Leyla bir kere daha şeytani bakışıyla gözlerinin içine bakıp, bulundukları barın eski çalışanı olduğunu söyledi. “Burası kızların soyunma odası ve bu saatte kadın personel çalışmadığından boş olmalı. Dur, seni rahatlatacaksa içeriyi kolaçan edeyim.”
Leyla içeriye girip küçük soyunma odasına baktı. O saatte boş olduğunu tahmin etmişti zaten. Melih’i yine elinden tutup yanına çektikten sonra kapıyı kilitledi. “Ön sevişme için çok zamanımız yok. Fark edebilirler.”
Heyecandan boğazı kuruyan Melih. güçlükle yutkundu. Böyle bir şeyi ilk defa yaşıyordu ama hoşuna gitmişti. Yinede tedirginlik yaşamıyor sayılmazdı. Çalar diye gözü her an kapıdaydı. Fakat Leyla ona göre daha rahattı. Hatta o kadar rahattı ki bir elini Melih’in pantolonunun içine sokup okşarken, diğer eliyle kemerini açıyordu. “Hayatımda senin kadar yakışıklısını görmedim. Bana ne yaptın böyle? Nasıl büyüledin? Seni o kadar çok istiyorum ki.”
Melih, kızın pantolonunu indirip ayaklarından çekip çıkartmasını, gömleğinin düğmelerini açıp üzerinden sıyırmasını şok olmuş şekilde izliyordu. Tamam, kadınlar ona deli olurlardı ama böylesi ilk kez oluyordu. O an kendini seks ilahı gibi hissetti. Bir an önce istediğini almak için inleyerek ellerini kızın bluzunun içine daldırdığında, kapı çaldı. Ardından kapı kolu hareket etti. Biri içeriye girmeye çalışıyordu. Adrenalinin zirvesindeyken bunu beklemeyen Melih’in eli ayağı birbirine dolaştı. “Eyvah yakalandık!” dedi. Leyla kısık sesle sakin olmasını söyledi. “Sen şu dolabın arkasına saklan, ben kadınsal sebepler uydurup gelen kişiyi gönderirim. Anlarsın işte, regl durumu falan. Zaten burada çalışan herkes tanır beni, eski iş arkadaşlarıyım.”
Leyla’nın söylediklerinden sonra alt iç çamaşırı ve atletiyle dolabın arkasına koşup saklandı. Gizlendiği yerde bekledi ancak sadece kapanan kapı sesini duydu. Leyla gitmişti. Üstelik pantolon ve gömleği de ortada yoktu. Kapıya koşup ne olduğunu anlamak için açmak istedi, açamadı. Oyuna geldiğini anladığında, yarı çıplak haline bakarak, “S*ktir! Allah kahretsin!” dedi. Bu sırada kapının arkasındaki Leyla’nın sesini işitti. “Umarım dersini almışsındır p*ç kurusu. Bir daha başkasının kızına ağzının suyunu akıtarak bakmazsın artık.”
“Seni sürtük! Aç lan şu kapıyı!”
Melih kapıyı zorlarken, Melike’nin Leyla’ya söylediklerini duydu. Gecenin asıl bombası o sözlerdi. “Aşkım çocuk sadece yüzüme baktı. Bir şey yapmadı ki.”