1.Bölüm: ‘Şimdi git akşama gel.’

3630 Words
2008/27 Eylül Cumartesi Genç kız üzeri lüzumsuz derecede incik boncuk işlendiği için ağır olduğu yetmezmiş gibi yakasına dip dibe iliştirilerek takılan altınlarla daha da ağırlaşan gelinliği ile büyük yatağın kenarına oturmuş heyacanla düğünden önce sadece bir kez gördüğü, yakışıklılığıyla aklını başından alan kocasını bekliyordu. Kocası! Babası ve kayınpederinin verdiği karar ile kocası olan adam. Yakışıklılığının yanında çapkınlığıylada efsane olmuş bir adama gelin gelmek ancak Dilber gibi saf bir kızın yapacağı işti. Hoş ona da soran olmamıştıki. Sıradan bir kasaba kızına talip olan Mardin'in sayılı zengin ailelerden biri. Verilen başlık parasıda altın üzerinden hesaplanınca babası kızına zengin bir aileye gelin gidiyorsun şükret demiş ve kızını Demiroğlu'larına peşkeş çekmişti. Biçare annesi rahat edersin kızım elin sıcak sudan soğuk suya girmez deyip ufak tefek aldığı bir kaç parça çeğizini toplamaya başlamıştı. Üzerindeki ağırlığın büyük sebebi olan altınlarını çıkartmak istesede kayın validesi izin vermemiş, genç kıza sesizce kocasını beklemesini söylemişti. Ne yapacağını bilemez halde heyacanla oturmaya devam etti. Avuçları terden sırılsıklamdı. Gözü karşıdaki sehpanın üzerindeki şerbet ile seccadeye kaydı. Kayınvalidesinin söylediklerini hatırlamaya çalıştı. ‘Bak gelin kocan odaya geldiğinde ilk önce yüz görümlüğünü takacak sonra duvağını açacak. Usulünce üzerini çıkart abdest al sonra kocanla birlikte kocan önde sen arkasında secdeye durarak iki rekat nafile namazı kılacaksınız. Sonra da sehpanın üzerine bıraktığım şerbetten bardağa doldurup önce kocana içereceksin. Sonra aynı bardakta sen içeceksin. Ağzınızın tadı bir ömür bozulmasın. Sakın ha Hazar'ıma bir yanlış yapmayasın. Hazar'ım biraz terstir hele bu akşam daha bir aksidir. Ne derse he de geç. Cevap verme. Hadi bakalım Allah yuvanızı mesut etsin inşallah.’ Odadan çıkmadan öncede sabah çarşafını almaya gelecekler demişti. Kocası(!) olacak adamı tanımıyordu. Bir kez dahi karşı karşıya gelip iki kelam etmek nasip olmamıştı. Her şey çarçabuk olmuş iki hafta içinde her iş halledilmişti. Bir gece önce baba evinde komşularının arasında kına gecesi yapılmış son gecesinde kız kardeşleri ile koyun koyuna yatmışlardı. Sabah erkenden kalkıp annesinin yanında soluğu almış utana sıkıla bu gece ne yapacağını sormuştu. Annesi de aklı yettiğince kocası ne isterse onu yapmasını söylemişti. Dilber ise hiç bir şey anlamamıştı fakat annesinin bu konuda bir şey söylemeyeceğini anladığından üsteleyememişti. Dışarıdaki sesler yavaş yavaş kesilirken odanın kapısı açıldı. İçeriye oldukça uzun boylu esmer ve fena halde yakışıklı kocası girdi. Dilber ayağa kalkarken yakından sadece nikahta gördüğü kocasını duvağının altından baştan aşağıya süzünce ayaklarının bağı çözülür gibi oldu. Demir karyolanın topuzuna tutunarak ayakta durmaya çalıştı. Genç adam adım adım onu bekleyen kıza yaklaşırken annesinin sözleri kulağında çınladı. Hazar, sen ailemin direği olacaksın. Baban artık yaşlandı. 24 yaşındasın etrafta serseri mayın gibi dolaşman yeter. Evlenip yuva kurman, artık bizlere torunlar vermen icap eder. Babanla karar verdik senin kimseyi seçeceğin, etrafa saldığın namından sonrada sana kızını verecek ne akrabamız ne de bir aile dostumuz kalmadı. Dün babanla uzak köylerden birinden sana kız istedik. Oldukça iyi bir ailenin namuslu, terbiyeli, meziyetli bir kızı. Uzatmanın bir manası yok iki hafta sonra sana düğün yapacağız. Senin için kızı isterken teminatını kendim verdim. Evlendiğin zaman kızı üzmeyecek, adam gibi kocalık edeceksin. Tabi Hazar'ın başını bağlamak isterken zavallı Dilber'in başını yaktıklarından kimsenin haberi yoktu. Dilber kocası yanına vardığında ne diyeceğini bilemez bir halde kala kaldı. Şimdi ne diyecekti? Neden kimseye sormamıştı ki? Evin en büyüğü olduğundan ne ablası ne de yengesi vardı bu konuları konuşabileceği. Düğünüde o kadar aceleye gelmiştiki hiç bir şeye fırsatı olmamıştı. Hazar kızın karşısına geçtiğinde annesinin ceketinin cebine sokuşturduğu yüz görümlüğünü çıkarttı. Kırmızı takı kutusunu açıp içinde çıkan altın kolyeyi kendinden oldukça kısa kalan kızın boynuna taktı. Sonrada kızın duvağının üzerine örtülen kırmızı örtüsüyle birlikte duvağını kaldırdı. Başının üstünden geriye bıraktığında kızın teninden yükselen çiçek kokusu ile kuşandı. Yoğun kokunun parfüm olduğunu düşündü. Şimdi kızı öpmesi gerekiyordu. Kendinden kısa olan kızın üzerine eğilerek alnından öptü. O kadar alel ade bir öpücüktü ki Dilber bile daha ilk dakikada aralarındaki soğukluğu hissetti. Sebebin kendisi olduğunu düşündü. Hiç tanımadığı, ilk defa gördüğü bir kıza sırf nikahlı karısı diye candan davranacak hali yok ya. Dilber'in artık üzerindeki gelinlikten kurtulması gerekiyordu. Biraz daha öyle durursa yer çekimine karşı gelmekte zorlanacaktı. Aynanın karşısına geçerken yatağın kenarına oturan adama gözü takıldı. Çapkınlığı ile nam salan adam kendisine göz ucuyla bile bakmıyordu. O kadar mı çirkinim? Genç kız içinden geçenle aynaya baktı. Ela gözleri minik bedenine inat kocamandı. Küçük bir burnu ve yüzüyle orantılı büyüklükte dudakları vardı. Dudaklarına sürülen kırmızı ruja gözü takıldı çünkü kendi dudakları oldukça açık bir pembeydi. Uzun düz kumral saçları şimdi duvağın altında topuzla toplanmış olsada açılınca nerdeyse kalçalarına kadar iniyordu. Önce bir türlü sevemediği, akşamdan beri çıkartmak için can attığı takılardan kurtuldu. Sadece kocasının taktığı kolyeyi çıkartmak istemedi. Biraz uğraştıktan sonra saçına bir sürü tel toka ile iliştirilen duvaktan kurtulmayı başardı. Duvak çıkınca dengesi bozulan topuzu açması zor olmadı. Gelinliğin ensesinde başlayan fermuarını biraz aşağıya indirmeyi başarsada sırtına eli ulaşamayınca pes etmek zorunda kaldı. Lanet fermuar ensesinden başlayıp kalçasına kadar iniyordu. Dilber son çare olarak kocasına baktı. Hala yatağın kenarında oturmuş hiç kendisine bakmadan gözlerini yere sabitlemiş duruyordu. Tereddüt etsede adamın yanına gitti. "Fermuarımı açamıyorum da yardım eder misin?" diyebildi utana sıkıla taze gelin. Hazar başında dikilen kıza baktı. Genç kız arkasını dönünce, bir kaç santim açılan fermuarını gördü. Ayağa kalkıp kıza yaklaştı. Fermuarı hızla aşağıya indirince kızın tamamen açıkta kalan sırtı ve belindeki gamzeleri göz önüne serildi. Fermuarın bittiği noktadan kızın ensesine kadar iki parmağıyla ince bir hat çizdi Hazar. Anında kızın derisinin gerildiğini ve tüylerinin diken diken olduğunu gördü. Kızın açıkta kalan beyaz teninden yükselen çiçeksi koku yine burnuna dolarken aklına bir zamanlar koklamaya doyamadığı yasemin kokusu geldi. Genç adam hemen kendini geri çekerken aklını doldurmaya başlayan görüntülerden uzaklaşmaya çalıştı. İki gündür kardeşleri başında gardiyan gibi dikildiğinden ağzına bir kadeh bile içki koyamamıştı. En azından içerken her şey daha katlanılır oluyordu. Ayık kafayla yaşadıkları fazla geliyordu. Yeniden yatağın kenarına oturup titrek adımlarla yürüyen kızı izledi. Dilber Hazar'ın dokunuşundan dolayı bir an kendini bayılacak gibi hissetsede çabuk toparlanıp hemen odanın içindeki banyoya gitti. Üzerindeki gelinliği tamamen çıkarttıktan sonra kuaförün gereksiz yere abartılı yaptığı makyajı temizledi. Abdest alıp çıkması gerekiyordu ama genç kız o kadar çok heyecanlıydıki kendini yatıştırmak için duşun altına girdi. İlk geceden kocasını bekletmek istemediğinden suyun altında çok kısa kaldı. Duştan çıktıktan sonra duvarda asılı olan bir tanesi mavi bir tanesi pembe olan bornozlardan pembe olanı üzerine geçirdi. Saçlarını da sarıp banyodan çıktı. Odaya döndüğünde Hazar'ın gözlerini bir an üzerinde hissetsede çok uzun sürmedi. Dolaba önceden bu akşam için hazırlanıp yerleştirilen iç çamaşırı ve gecelik takımını çıkartıp banyoya geri döndü. İç çamaşırını giydikten sonra beyaz askılı saten düz geceliği giydi. Üzerinede yine düz sabahlığını geçirdi. Saçlarınıda havlu ile biraz kurulamaya çalıştıktan sonra toplayıp tülbentini bağladı. Odaya tekrar döndüğünde Hazar'ın hala yatağın kenarına oturmuş onu beklediğini gördü. Sehpanın üzerindeki seccadeleri eline aldı. "Ben hazırım artık namaz kılabiliriz." Sesini kendi bile zor duyarken Dilber seccadenin birini Hazar'a uzattı. Hazar'ın kendini kaybedene kadar içeceğini bildiğinden babası Ferzan ağa diğer oğulları Adar ve Sidar'a sıkı sıkı Hazar'ın ağızına bir damla içki koymaması için tembihlemişti. Annesi odaya girmeden önce abdest aldırıp gerdeğe girmeden önce karısı ile birlikte nafile namaz kılacaklarını söylemişti. Namazı kılmadan kıza dokunmaması için de yine sıkı sıkı tembihlemişti. Hazar karşısında titreyen kızın kınalı elinden seccadeyi aldı. Hazar değil iki rekat namaz, gün dönene kadar bile namaz kılabilirdi. Biliyordu ki sabahın ilk ışıklarıyla annesi kapıya gelecek. Bu gecenin olması gerekenlerini sorgulayacak. İlk defa bir kıza dokunmayacaktı, hayatında çok şeyden geçmişti Hazar. Umurunda değildi dünya. Kim ne diyecek? Yok dedikodu olacak. Zerre düşünmüyordu. Kimi isterse uzanıyor. Çekinmeden laf atıyordu. Evlisine de bekarına da güvenmiyordu kadınların. Hayatında kadın sevgisine yer yoktu artık. Çünkü biliyordu hayatta kadınlar gibi insanı aldatıyor, nasıl olduğunu bile anlamadan kandırıyordu. Hazar onu bekleyen kızı hatırlayıp ayağa kalktı. Kıbleye dönerek yere serdiği seccadenin üzerine çıkınca hemen arkasından seccadesini serip yerini alan kızla birlikte tekbir alarak namaza durdular. İki rekat nafile namazını kıldıktan sonra seccadeyi toplayarak tekrar kıza verdi. Bu namazı sevdiği kadın için kılmak, Allah'a kendisine onu bağışladığı için şükretmek isterken şimdi karşında adını bile hatırlayamadığı kız ile birlikte namaz kılmıştı. Dilber seccadeyi aldıktan sonra iki seccadeyide sehpanın kenarına bırakıp bu seferde sehpanın üzerindeki sürahiden bardağa şerbet doldurdu. İlk önce kocasına ikram etti. Bardaktan bir yudum alan Hazar bardağı kıza geri verdi. Dilber özellikle kocasının dudaklarının değdiği yerden boğazını ıslatacak kadar şerbet içti. Eninde sonunda olacak olanı ertelemenin hiç bir anlamı yoktu. Ha şimdi ha biraz sonra. Hazar karşısında kendisinden bir hareket bekleyen kızın ilk başındaki tülbenti çekti. Önü bağlı sabahlığının kemerini açtı. Arkasına geçerek sabahlığın üzerinden düşmesini sağlarken aynı anda kızın omuzlarında ki incecik askılarını yuvarlak omuzlarından aşağıya indirdi. Kızın geniş kalçalarının üzerinde kalan gecelik belindeki gamzelerin hemen altında durdu. Hazar kızın bel gamzelerini okşayarak geceliği tamamen aşağıya iterek düşürdü. Üzerinde sadece beyaz iç çamaşırı ile kalan genç kız yüzü adama dönük olmadığı için şükretti çünkü yanan yüzü ve göğüslerine kapatmaya çalıştığı elleriyle çok utanıyordu. Hazar kızı yavaşça kendine çevirince ilk dikkatini çeken kızın kapalı gözleri ve kapatmaya çalıştığı açık pembe göğüs uçlarıydı. Yaşına göre bedeni çok daha çocuksu görünüyordu kızın. Adam genç kızı yönlendirerek yatağın üzerine oturtu. Üzerinden ceketini çıkarttı. Odayı aydınlatan yüksek voltajlı florasan lambayı kapattı. Yatağa, kızın yanına geri döndüğünde kızı yatağa yatırırken komedinlerin üzerinden odaya loş ışık yayan abajurları da teker teker kapattı. Kocasının neden tüm elektrikleri söndürdüğünü anlamayan Dilber, tenine Hazar'ın çıplak ve sıcak teni değince soluğu kesildi. Aklındaki tüm sorular uçup giderken kendini Hazar'ın insafına bıraktı. 2016/ 19 Eylül Pazartesi "Anne... Anne.... ANNE..." Küçük çocuk üzerindeki hırkanın fermuarını çekerken bir yandanda annesinin yanına gitmeye çalışıyordu. "Aras bağırma. Dilem uyanacak duyuyorum seni." "Anne Yağız hala uyanmıyor." "Kaldır kardeşini okula geç kalacaksınız." "Uyanmayacakmış babam gelmeden okula gitmek istemiyor." Oğlunun sözleriyle Dilber'in siniri başına vurdu. Kendi odasından çıkıp iki oğlunun yattığı yan odaya girdi. "Ah Hazar ah. Madem tutamayacaksınız ne diye söz verirsin be herif. Tabi hata bende ne yaptıysam ben kendim yaptım." Kocası sık sık yurtdışına, iş seyahatlarına çıkıyordu. Bu durum evlendiklerinden beri böyleydi. Hazar'ın bekarkende sık sık yurtdışına çıktığını evlendikten sonra öğrenmişti. Dilber kendi kendine söylenmeye devam ederken bir yandanda Aras'ın okul çantasını hazırlamaya çalışıyordu. Okulun ilk günüydü. Aras ikinci sınıfa başlarken Yağız'da birinci sınıfa başlayacaktı. Hazar okulun ilk günü için küçük oğlu Yağız'a söz vermişti. Ama bir aydan fazladır yurt dışındaydı. Hala kesin dönüş tarihide belli değildi. "Yağız kalkmıyor anne." Dilber Aras'ın üzerini düzelttikten sonra onu kahvaltı sofrasına gönderirken yatağında yorganı başına kadar çekmiş Yağız'ın yanına gitti. "Yağız'ım. Paşam kalk hadi okula geç kalacaksın." "Ben hala uyuyorum anne. Babam gelmeden uyanmayacağım." "Yağız'ım okula geç kalacaksın sonra öğretmenin sana kızacak. Bir daha da okula gidemeyeceksin." "Niyeymiş o?" diye sesi yükseldi küçük çocuğun yorganın altından. "Sen okulun ilk günü okula gitmezsen öğretmenin bir daha seni okula almaz ki." "Ama anne babam bana söz verdi. Okulun ilk günü o beni götürecekti." diye yakınırken yorganı başından çekip yatakta oturur daha geldi Yağız. "Hadi oğlum yorma beni giydireyim seni de kahvaltı edeceksin daha." Yağız istemeye istemeye yataktan kalktı. Dilber'de akşamdan hazırladığı okul formasını çocuğa giydirdi. "Şimdi doğru kahvaltıya ben de hemen geliyorum." Yağız koşarak odadan çıkarken Dilber sütyenin askısına sıkıştırdığı telefonunu çıkardı. Kocasını arayacak bir güzel laf söyleyecekti. İçi başka türlü soğumaz, sinirde geçmezdi. Her ne kadar kızsada, söylensede rehberde Kocam olarak kayıtlı numarayı buldu. Uzun bir süredir görüşmedikleri için son aramalar listesinin baya bir altına düşmüş olmalıydı kocasının numarası. İlkten kocasının sesini duyacağı için heyecanlansada karşıdan gelen telesekreter sesine sinirlendi ve yine söylenmeye başladı. "Kim bilir hangi cehennemde. Adamın umurunda bile değil ya çocukları. Sanki tek başıma yaptırım da tek başıma büyütüyorum. Adeletin bana mı böyle ey Rabbim." İsyan eder gibi konuşunca bu sefer de; "Tövbe yarabbim tövbe sen affet." Diyerek Aras ile Yağız'a hazırladığı okul çantalarını alıp odadan çıktı. Kahvaltı için aşağıya inmek üzere merdivenlere yöneldiğinde odasında gelen ağlama sesiyle koşarak odasına geri döndü. Küçük Dilem'i yatağın ortasında oturmuş ağlıyordu. Hemen kızını kuçağına aldı. "Ah be kızım her sabah 9, 10'a kadar uyursun bu gün daha kargalar kahvaltısını yapmadan ne diye uyanırsın. He kızım?" "An..ne.." "Efendim kızım." Minik kızının konuşma çabasını hevesle dinliyordu Dilber. "Ba...ba..." "Of Dilem bari sen yapma!" Dilber çocuklarının babalarını çok özlediğinin farkındaydı. Aras ile Yağız sık sık telefonla konuşabiliyorlardı ama küçük Dilem daha 2 yaşında olduğundan genelde telefonu eline alır almaz oynamaya başladığından babasının sesini bile duyamıyordu. Aksi gibi üç çocuğuda uzak kalmalarına rağmen aşırı derecede baba düşkünüydüler. Dilber kızının üzerini hızla değiştirdikten sonra kahvaltıya inebildi. Kadınlar için hazırlanan kahvaltı sofrasının baş köşesinde oturan kayınvalide Perihan hanım büyük gelini daha kapıdan girerken yine burnundan soluduğunu anladı. Artık kızları kadar iyi tanıdığı gelinini kızlarından üstün tutardı. Senelerdir oğlunun bütün yaptıklarına rağmen bir saygısızlığına şahit olmamış, hatta gelini eli ayağı olup her işe yetişiyordu. Bazen günlerce uymadığını gözlerindeki çöküklükten çok rahat anlayabiliyordu. Yinede yüzünden eksilmeyen gülümsemesi gelinine olan sevgisini günden güne arttırıyordu. "Bidar Dilem'imi getir bana." Bidar hemen yengesinin kucağından aldığı küçük yeğenini öpücüklere boğarak annesine götürdü. Küçük kızı annesine vermeden önce yanağından ısırınca Dilem acıyla ağlamaya başladı. "Benim kızımı kim ağlatıyor?" Dilber ağzına attığı bir lokma ekmeği öksürükler içinde zar zor yuttu. Çay bardağını tutan eli titredi. Allah'tan soğumuştuda elini yakmadı. Kapıda dikilen Hazar her zamanki azametli haliyle gülümseyerek içeriye bakıyordu. Ailenin küçük gelinleri Elvan ve Kardelen hemen ellerindeki bardakları bırakıp ayağa kalkarken evin en küçük kızları olan Bidar ve Didar da onlarla beraber ayaklandı. "Hoş geldin ağabey." Didar koşarak abisinin elini öptü. "Hoş gelmişsin ağabey." Didar'ın peşinden de Bidar ağabeyimin elini öptü. "Hoş buldum kızlar." Hazar kız kardeşlerine sarıldı. "Hoş geldin ağam." "Hoş geldin ağam." Karşısında başları eğik yere bakan gelinlerin yanından geçerken yerinden kımıldamayan karısına gözü takıldı. Üzerinde durmayarak baş köşedeki annesinin yanına gitti. Elini öptü. "Hoş gelmişsin oğul." "Hoş buldum ana." Babaannesinin kucağında babasına gitmek için çırpınan Dilem sonunda babasının kolunu tutup çekelemeye başladı. "Ba..ba.. Ba.. ba.." Kızının sesini duymasıyla dayanamayan Hazar annesinin kucağından kızını aldı. "Babam geldi. Babam geldi..." Koridordan aynı anda bağırarak ve koşarak gelen Aras ve Yağız hemen babalarının yanına gittiler. Çocuklarına sarılan Hazar bu sefer ailesinden çok fazla ayrı kaldığını anladı. Önceleri küçük olduklarından fazla bilmiyorlardı ama şimdi her konuşmalarında Ne zaman geleceksin? ilk sordukları soru oluyordu. Küçük oğluna verdiği sözü son anda hatırlayan Hazar verdiği sözü tutabilmek için geceden uçağa binmişti. Karısıyla kaç gündür konuşmadıklarından o da söylememişti. Sabahın erken saatlerinde Mardin'e ayak basan Hazar okul saatine yetişebilmek için acele etmişti. Yağız'ın gözlerindeki mutluğu gördüğünde ise bütün yorgunluğu geçmiş İyi ki gelmişim diyordu. "Baba beni sen götüreceksin okula." Dedi Yağız. "Ta ki Yağız babam götürecek bizi. Ben sana demedim mi babam söz verdiği zaman tutar." diyerek babasıyla gururlanan Aras'ın sözleri Hazar'ı şaşırttı. Oğlu baya büyümüştü. "Evet oğlum ben götürüceğim okula sizi." "Sen kahvaltını ettin mi önce onu söyle?" dedi Dilber ilk kez konuşarak. "Evet. Sütümü de bitirdim. Candar amcama sor. O bana kahvaltını edersen baban seni okula götürmek için gelecek dedi." Dilber bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. Kocası her zaman olduğu gibi yine ona haber verme gereği duymamıştı bile. Kocasının geldiğine bile sevinemiyordu. Oysa onu ne kadar çok özlemişti. Daha kapıda göründüğü an şaşkınlıktan ne yapacağını bilememişti. Seneler geçmişti ama Dilber hala aynıydı. Hazar'ı gördüğünde, sesini duyduğunda içi titriyordu. Gururunu çoktan hiçe saymıştı ama hala bazen inatla içinde baş kaldıran gururlu kadın baskın gelebiliyordu. Şimdi olduğu gibi. Biliyordu çok uzun sürmezdi. Akşama kadar surat asar kendi kendini doldurur akşamsa Hazar'ın kendisine dokunması yeterdi yelkenleri suya indirmesi için. Şimdi git akşama gel. Kendi kendine içinden gurur yapan kadına söylendi. O zaman beynimi kemir. Hep yaptığın gibi kuyruğunu kıstırıp kaçma. "Dilber gelin kocan sesleniyor." Dedi yüksek sesle Perihan hanım gelininin dalgın halinin farkındaydı. Dilber daldığı düşünce deryasından kayınvalidesinin sesiyle çıktı. Hazar'ın ona seslendiğini duymamıştı. Kocasının üç çocuğuda alıp kadınların salonundan çıktığını bile fark edememişti. Salondan çıkınca kocasının çocuklarla beraber yukarıya çıktığını gördü. Arkalarından o da yukarıya çıktı. Odasının önüne geldiğinde Hazar'ın çocuklarıyla konuştuğunu duydu. Onlara kulak verdi. "Baba bir daha gitmeyeceksin değil mi?" Dedi Aras. "İş için gidiyorum Aras. Seninle bunları uzun uzun konuştuk. Biliyorsun." "Bende Yağız'da gitmeni istemiyoruz. Hem sen yokken Dilem de annem de çok ağlıyor." Diyen çocuğun sözlerini kesmek için Dilber odaya girdi. "Aras okula geç kalıyorsunuz hadi çantalarınızı aşağıya bıraktım. Yağız'la aşağıya inin." Aras'ın onu ne zaman ağlarken gördüğünü de bilmiyordu. Yine kendine kızdı. O kadar çocuklarının yanında gözyaşı dökmemek için çabalasada başaramadığını bir kez daha anladı. Aras'ın ona neden ağladığını sorduğunda da cevap verememişti. En çokta bunun için kızıyordu Hazar'a. Ne zaman telefonla konuşsalar bir şekilde kendisini üzmeyi başarıyordu. "Baba bizi sen götüreceksin değil mi?" Emin olmak istercesine tekrar sordu Yağız. "Evet Yağız, siz inin aşağıda bekleyin beni. Üzerimi değiştirip geliyorum." Aras ile Yağız aşağıya inerken Dilber yatağın üzerinde kızıyla oynaşan Hazar'ı izledi. Akşama kadar sıkılmadan izleyebileceği bir manzara vardı karşısında. Hazar çoğu zaman çocuklarından uzak kalsada onları düşünmediği bir an yoktu. Küçük kızının yokluğunda ne kadar büyüdüğünü, kelimeleri daha düzgün telaffuz etmeye başladığını, Aras'ın günden güne etrafında yaşanınları daha detaylı incelediğini, Yağız'ın boyunun uzadığını fark etti. Çoçuklarından uzakta onlarla ilgili çok şey kaçırıyordu. Dilber'in dolaptan kendisine temiz elbise çıkarttığını gördü. Kızını yatağa bırakıp ceketini çıkartıp siyah gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. İkinci düğmeye geçtiğinde Dilber her zamanki gibi ondan hızlı davranıp düğmeleri açmaya başlamıştı. "Hoş geldin." Dedi başını kaldırmadan. "Önceden haber etseydin hazırlardım elbiselerini" demeyi ihmal etmedi. "Önemli değil hemen değişirim üzerimi." Diyerek Hazar gömleğini üzerinden çıkartıp banyoya gitti. Arkasından da elinde kirli gömlekle Dilber banyoya girdi. Gömleği kirli sepetine atarken Hazar hızlı hızlı elini yüzünü yıkıyordu. Suyu kapattığında elinde havluyla bekleyen Dilber'i gördü. Gözlerinde ki kırgınlığı açık açık okuyabildiği karısı ne olursa olsun kendisine hizmette kusur etmezdi. Bazen söylensede, öfkelendiğinde ağzına ne gelse söylesede içinden geçen gerçekleri çok iyi biliyordu. Bu güne kadar bir kez bile kendisine hayır demeyen karısının her hareketini, her tepkisini, ağzından çıkacak kelimelere kadar biliyordu. Seneler Hazar'a karısını tanıyabilmesini için fırsat tanımıştı ama Dilber her gün kocasının içinde aşkını bitiremediği kadını bilerek yaşayarak kendini çok yıpratmıştı. Evliliklerinin üçüncü senesinde tesadüfen bulduğu, sevdiği kadın tarafından Hazar'a daha bekarken yazılan bir aşk mektubu hayatını mahvetmişti. Belki o zamana kadar da çok mükemmel bir hayatı yoktu ama kocasının başka bir kadına aşık olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Ettikleri büyük kavgalar sonunda Hazar oğulları Aras ve Yağız'ı bırakıp gidebileceğini söylemişti ama Dilber çocuklarından ayrılmayı göze alamamıştı. Herşeye göz yumup kalmaya devam etmiş olanları sineye çekmişti. Yaşananların Hazar'dan nefret etmesini sağlaması gerekirken, geçen zaman ona daha fazla bağlanmasına ve aşık olmasına neden olmuştu. Kocasının başka bir kadının aşıkını içinde sakladığını bile bile bu günlere gelmişlerdi. Az konuşur, nadiren tartışırlardı. Aynı evde yaşayıp, her gece aynı yatağa giriyorlardı ama iki yabancıdan farkları yoktu. Kimseyle paylaşamadığı acıları Dilber'in içinde derin yaralar açmış tek ilaçıda çocukları olmuştu. ☘️🍀☘️🍀☘️🍀 Dilber kızıyla beraber tekrar kahvaltıya indiğinde sofranın toplanmaya başladığını gördü. Hiç sofraya oturmadan mutfağa gitti. Orda kahvaltı edecekti. Mutfak kapısına vardığından konağın kapısında en küçük eltisi Kardelen ve kaynı Sidar'ı gördü. Kardelen dört aylık hamileydi. Her sabah olduğu gibi kocasını işe uğurlamak için kapıya kadar gidiyordu. "Kendine dikkat et." Sidar kapıdan çıkmadan önce karısına söyledi. 8 senelik evlilikleri boyunca bir kez bile kocasından böyle bir kelime duymamıştı Dilber. İki eltiside sevdiği adamlarla evlenerek gelin gelmişlerdi Demiroğlu'ları konağına. Kayınları Adar ve Sidar karılarına oldukça düşkün adamlardı. Dilber'e de bir kez bile saygısızlık etmemişlerdi. Kendine ve kızına hazırladığı kahvaltıdan kendi bir iki lokma zorla yerken, kızını doyurdu. Elinde boş kahve fincanlarıyla mutfağa gelen Didar'ı gördü. "Yenge okullar açıldı yine mutfakta kahvaltı etmeye başladın." "Bir şey olmaz canım benim ben halimden memnunum sen Dilem'i de al da bende burayı toplayayım." "Olur yenge bekle bulaşıkları beraber yıkarız." "Sen Dilem'e bak bulaşıklar için Bidar'ı gönder canım." "Gerek yok o Candar abimin çantasını hazırlayacaktı. Dilem'i babam istiyordu. Onlara verip gelirim hemen." "Tamam. Candar ne zaman gidiyor." "Akşam üstü gidecekti." Didar terasta oturan anne ve babasının yanına Dilem'i bırakıp merdivenlerden aşağıya inerken birinci kata geldiğinde Candar abisinin odasında kendisine seslenen Bidar'ı duydu. "Didar... Gel buraya. Burda bir bomba var." Kendinden bir yaş küçük olan kızın yanına vardığında elindeki kenarları iğne oyasıyla işlenmiş kırmızı tülbent dikkatini çekti. "O ne?" "Tülbent." "Yok ben atkı sandım. Kızım onu mu soruyorum. Nerden çıktı?" "Duyduğunda kulaklarına inanmayacaksın." "Çatlatmasanda söylesen. Hem ben bu tülbenti sanki daha önce gördüm. Yengemlerin falan mı?" "Hayır yengemlerin olması imkansız. Bana da nedense tanıdık geliyor ama bir türlü hatırlayamıyorum." "Nerde buldun?" "Sıkı dur. Candar abimin yastığının altından çıktı." "Ne? Kızım deli misin? Neden baştan söylemiyorsun? Hemen yerine koy onu abim görürse senin yüzünden beni de döver." "Offf tamam be sana gösterende kabahat." Bidar tülbenti bulduğu yere geri koydu. "Oldu mu?" "Oldu. Şimdi düşünebiliriz bu tülbenti nerde gördüğümüzü. Benim Dilber yengemin yanına gitmem lazım sen Candar abimin çantasını hazırladın mı?" "Bitirmek üzereyim." "Tamam bende yengeme yardım edeyim sonra konuşuruz." Genç kız hızlı adımlarla merdivenlere gidip avluya indi. Kalem eteğinin yırtmacı elverdiğince hızlı yürümeye çalışıyordu. Biliyorduki Dilber yengesi bulaşıkları çoktan toplamıştır. ☘️🍀☘️🍀☘️🍀 Dilber işlerini bitirdikten sonra babaannesinin kucağında uyuya kalan kızını yatağına yatırmak için alıp odasına çıktı. İçeriye girdiğinde yatağın üzerinde uyuyan Hazar'ı görmeyi beklemiyordu. Kocasının ne zaman eve geldiğinden haberi yoktu. Dilber Hazar yokken kızıyla beraber yatıyordu. Yatakta Hazar yattığı için kızını sessizce fazla kullanmadığı beşiğine yatırdı. Hazar geceyi yolculukla geçirdiği için uyuyamamıştı ama yatağına yattığından beride gözüne uyku girmiyordu. Biraz dinlenip kalkmayı düşünmüştü. Öğle vakitleri genelde evde herkesin kendi köşesine çekildiği zamanlardı. Dilber de işi olmadığında ya salonda ya da yatak odasında televizyon izlerdi. Odadan çıkmayı düşünürken yatakta masum masum uyuyan Hazar'ı izlemeye başladı. Sonunda dayanamayıp yanına gitti. Ellini kocasının gür ve simsiyah saçlarına daldırdı. İçindeki özlem baskın gelirken elini sakallı yüzünde dolaştırdı. Yine dayanamayarak yanağına ufak bir öpücük kondurdu. Bir yanı gurur yapmak isterken diğer taraftan içi içini yiyordu. Yüreği nasıl bir çelişki içine düşmüştü? Bir taraftan kendini kocasının kollarına bırakmak isterken diğer yandan kendine yediremiyordu. Hazar karısının yumuşak dokunuşlarını çok iyi biliyordu. Her zaman saçlarını okşaması hoşuna giderdi. Zaman iki insanı birbirine ne kadar yakınlaştırabilirse onlarıda o kadar yakınlaştırmıştı. Dışardan bakan karı koca olduklarını düşünmezdi. Hem çok yakın hem çok uzaklardı. Hazar'ın yurt dışında olduğu zamanlar bir iki kez ya konuşur ya konuşmazlardı. Evdeyken daha kötüydü durum uzakta en azından Dilber'in canı yanmıyordu ama yanındayken kocasının kendisini görmüyor olması, işte kalbindeki kara deliğin en büyük sebebi de buydu. Dilber biraz daha yatağın kenarında oturdu. Tam kalkarken Hazar'ın bileğini tutmasıyla başını yere eğdi. Bir buçuk aydır birbirlerini görmüyorlardı. En son telefonla konuştuklarında da tartışmışlardı. Kocası geldiğinden beri ona tek kelime dahi etmemişti. Ve şimdi onu istiyordu. Karısı, kadını gibi değil. İhtiyacını görecek her hangi bi kadın gibi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD