İstanbul-Günümüz
Leyal Tozlu
Ben kimmiyim? İsmini karanlığın kirli ağzından almış kadersiz bir kadınım. Babamın 18 yaşımda zorla evlendirdiği, iki yıldır evlendiğim adamın ve ailesinin türlü ızdırabına işkencesine katlanan, hayatının baharında daha 20 yaşımda solan bir kadınım ben.
Ben Leyal Tozlu'yum. Bebeğini karnında acımasızca söküp aldıkları Leyal.
Gururumu iki kuruşa sattıkları Leyal.
Kocasından yemediği darbe kalmayan, her türlü acıya bebeği için katlanan Leyal.
Tek tutunduğum ince dalı bebeğimide almışlardı benden, şimdi beni hayata bağlayan ne olacaktı?
* * * *
Saatlerdir yıkadığım bulaşığın içinden ellerim buruş buruş olmuş bir şekilde nihayet çıkabilmiştim. Her gün yıkamama rağmen yetişemiyordum.
O kadar insanın bulaşığına bu halde nasıl yetişilirdi ki? Vakit öğleyi geçmişti, ev ahalisi toplanmadan daha yemek yapmam gerekiyordu, şayet ki aç kalırlarsa benim başımın etini yiyecekleri kesindi.
Dolaba yürürken karnıma aniden saplanan ağrıyla orada öylece kalakalmıştım. Hamileydim son ayın içindeydik, kızım olacaktı,yavrumu kucağıma almama az kalmıştı.
Ara ara ağrılarım giriyordu ama baş edemeyecek kadar değildi. Ağrım olsa bile Hastane'ye götürmezlerdi ki.
Kaynanam her ağlayıp sızlandığımda "Eskiden Hastane Doktor'mu vardı gevurun kızı! Kır dizini çek ağrını doğur çoçuğunu" diyerek beni sustururdu her defasında. Böyle susturulmaktan zaten iki bebeğimi düşürmüştüm. Sorunum neydi bilmiyorum, belirli bir aydan sonra bebeklerim benden gidiyordu. Belkide çektiğim sıkıntılara üzülmekten di bütün sebep. Hiç birisinin cevabı yoktu bende.
Karnıma saplanan ve dakikalardır geçmeyen ağrıyla orada kalmış öylece daha fazla kıvranırken, birinin beni iteklemesiyle dengemi kaybettiğimde yere kapaklandım.
"Çekil şuradan be! Pis ezik! Bıktım senin ayak altında dolanıp durmalarından!"
Görümcem Sema 35 yaşında hiç evlenmemiş hiç bir iş tutmayan bir kadındı. Doğruyu söylemek gerekirse bu mendebur suratıyla kimse almazdı ki zaten onu.
"Abla yemek yapacağım ayak al-"
"Tamam kes! Senin aptal çeneni dinlemek zorunda değilim!"
Cümlelerimi bitiremeden ağzıma tıkmıştı kelimelerimi, nasıl bir kadındı bu böyle?
Yüzüm karnımdaki ağrıyla iyice buruşurken, karnıma yediğim tekmeyle çığlığım mutfakta yankılandı.
"Ahhh!"
Acıyla kıvrandım, acı bütün bedenimi esir almıştı. Acı kasıklarımı koparacak kadar fazlaydı. Gözlerimden akan yaşlarım Sema'yı görmemi engellerken üzerime gelmeye başladı.
"Sen kimsin de bana yüzünü buruşturuyorsun kız he? Kimsin sen?!"
Lanet cırtlak sesiyle üzerime eğilmiş ağzından tükürükler saçarak suratıma bağırıyordu. Vicdansızlığın vücut bulmuş haliydi bu kadın.
Bu ve diğer üç cadı... İki görümcem ve kaynanam..
Gözlerimden süzülmeye devam eden yaşlar ile kısık sesimle iki kelime konuşabilmek adına "Ben sana yüzümü buruşturmadım abla vallahi ağrım var" dedim ağlarken.
"Kardeşim olacak aptal senin neyini beğenip aldı bilmiyorum! Çirkin pislik! Bu haliyle bir de anne olacak! Lanet"
Bu kadar zorbalamalarının sebebi neydi bilmiyorum. Neydi benimle alıp veremedikleri. Çirkin diye her gün yüzüme vurduğu kelimeleri anlamsızdı. Çirkin değildim. Evlendiğim günden bu yana böyleydi her günümüz. Her zaman çirkinliğimi yüzüme vuruyorlar, hiç acımadan ezmeye çalışıyorlardı.
Kardeşlerimden en büyüğü bendim. Babam evlenmeden önce çalış diye tutturup sonra Cahit'in ailesi görücü geldiğinde Okulum daha bitmeden üzerime başlık parası isteyip bu aileye vermişti beni. Hayatımın nasıl kararacağını umursamadan satmıştı beni.
Ben evlenmezsem benim küçüğüm olan kız kardeşim Efnan'ı vereceğini söylemişti. Annemin ve benim ağlamalarımıza yalvarmalarımıza kulak asmadan acımadan vermişti bu zalimlere. Bir baba evladına bunu yaparsa herkes yapardı.
Ben evlenmeseydim kardeşim Efnan'ın sonu bu olacaktı. Daha onaltı yaşındaydı o zamanlar kıyamamıştım. Mecbur kalmıştım.
Bu evde canımın bir kıymeti yoktu anlıyordum artık.. Bu evde gelin değil sığıntıydım. Parayla satılan, satın alınılan bir sığıntı.
Gün geçtikçe daha çok anlıyordum.
Yerde ağrıyla kıvranırken kaç dakika yattım hiç bilmiyorum, zira kendimi toparlayamıştım. Sema bana bıraktığı ağrıyı umursamadan dolaptan alacağını almış çıkıp gitmişti.
Karnıma saplanan ağrının birazcıkta olsa geçtiğine kânâât getirdiğimde yattığım yerden usulca doğruldum. Ne zaman bitecekti benim bu çilem. 20 yaşında değilde 80 yaşında bir insanın yorgunluğunu taşıyordum sank bedenimde. Aklım beynim zihnim bedenim her bir zerrem yorgundu. Her bir yanım hüsranla doluydu.
Usulca yerden kalkmaya çalışırken dış kapı çalmaya başladı usul usul. Kim olduğunu biliyordum aslında, garibim korkusundan sessizce çalardı kapıyı. Cahit ve diğerleri olsaydı yıkılmıştı şimdiye dek çoktan kapı.
Karnımı tutarak dış kapıya ilerlerken, Sema cadısına göz gezdirdim. Yine televizyonun karşısına elinde bir torba cips ile pineklemiş ağzından akan bir karış salya ile uyumuştu.
Bu defa gerçekten yüzüm iğrentiyle buruştu. Hepsi iğrençti hepsinden nefret ediyordum. Ama sesimide çıkartamıyordum.
Dış kapının koluna elimi götürüp sessizce açtığımda, Havva abla ay gibi güler yüzüyle büyükçe gülümseyip kollarımdan tutup göğsüne çekti.
"Oyy. Benim kınalı kuzum. Nasıl özlemişim seni" diyerek daha çok sarılırken, göz pınarlarımda biriken yaşlara engel olamadım bir bir süzüldüler çeneme doğru.
Havva abla annemin en yakın arkadaşıydı. Annemden haber getirmişti. Evlendiğimden bu yana ne ben annemi görmek için gidebiliyordum ne de annem gelebiliyordu buraya, her iki tarafta da zalim vardı elimiz kolumuz bağlıydı.
"Bende seni çok özledim ablam" dedim sanki annem vardı karşımda, anneme sarılıyormuşum gibi anne kokuyordu hep.
Havva abla benden güçlükle ayrılırken, elleri saçlarımdan yanaklarımı buldu bolca öptü, annemin isteğiydi bu kesinlikle biliyordum. Çünkü beni severken böyle sever bol bol öperdi canım annem.
"Annen seni özlemiş kuzum. Kadın dayanamıyor artık. Yarın pazara sen gel pazarda görsün bari kadıncağız seni. He olmaz mı kuzum?"
Tedirgin bakışlarım evin içine kayarken, kapıyı biraz çekip kapattım Sema cadısı duymasın diye.
"Abla biliyorsun durumları, pazara gitmeyi bırak evden dışarıya adımı mı atamıyorum ki. Nasıl olacak o?" dedim gözümdeki yaşları silerekek.
Havva ablanın gözünden de yaşlar süzüldü. Beni ağlarken gördüğünde dayanamazdı.
"Ah benim bahtsız yavrum. O baban olacak işe yaramazın boyu posu devrilsin inşaAllah seni ne hallere koydu böyle"
"Öyle deme abla" dedim gözlerimden yeni akan damlalar göz pınarlarımı her zamanki gibi yine süslemişti. Benim süsümde buydu. Göz yaşlarım. Yeşil gözlerim hep yaşlarla süslüydü.
"Sus Leyal! Bana babanı savunma! Annen orada hasretinden yanmış kül olmuş kadın! Sen burada böyle acı çekiyorsun, hepsinin sorumlusu o!" ne diyebilirdim ki, haklıydı.
Sessiz kaldım başımı eğdim haklılığı karşısında.
"Eğme hemen başını. Bir hal çaresine bakacağız ben yarın yine uğrarım sana, kaynanan olacak mendeburu belki beraber ikna ederiz tamam mı?" dediğinde gülümsedim zoraki.
Havva ablayı kapıdan yolcu ederken ardından baktım öylece, bu sokakları bile ne zaman içime sinerek gezebilmiştim onu bile unuttum.
Dış kapıyı kapatıp içeriye girdiğimde saçlarımdan tutulup yere savruldum. Ne olduğunu anlamadan üzerime büyümüş karnıma oturup rastgele tokatlarını suratıma patlatan Sema cadısıyla çığlık atıp ağlamaya başladım.
"Kiminle konuşuyordun kız sen he? Kiminle konuşuyordun sen?"
Konuşmama fırsat vermeden ardı ardına attığı tokatlar, ve karnıma saplanan yeni bir ağrıyla yerimden kımılyamaz Sema'ya karşılık veremez oldum.
Dakikalarca dövmüş tartaklamıştı beni. İyice dövdüğüne kânâât getirdiğinde üzerimden kalkıp gitti yine. Her zaman olduğu gibi.
Yüzümün her bir yanı kan her bir yanı şişlik içinde yerde sürünerek odama gittim. Odamdaki kırık aynadan yüzümün kanayan yerlerini silerken gözlerimden akan her damla yaş kan ile karışıyordu. İnsanlıktan çıkmıştım. en önemlisi kadın gibi bile görmüyordum artık kendimi.