Siyah Orkide

Siyah Orkide

book_age16+
249
FOLLOW
1K
READ
dark
goodgirl
drama
twisted
sweet
mxb
city
realistic earth
twink
like
intro-logo
Blurb

"Benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu, benim ona cevap vermediğimi görünce.

Sinirli gibiydi. Sözlerinin ne manaya geldiğini tam olarak kavrayamamıştım ama iş hayatında söz sahibi bir adam olduğunu biliyordum. Onun dışında kim olduğunu hakkında bir fikrim yoktu. Hayatını bilmiyordum ama benim için önemi de yoktu.

Ona yalan söyleyecek değildim. Başımı olumsuz anlamda yavaşça salladım.

Gözlerini sıkıca yumdu.

"Ama bir önemi yok. Seninle olmak istiyorum. Senin de beni istemeni istiyorum," diyebildim titrek sesimle.

"Ahh Laila. Seni nasıl istediğim hakkında hiç bir fikrin olamaz. Ama baştan söylemezsem kendimi adi biri gibi hissedeceğim. Benim hayatım hiç kolay değil; senin saf hayatının yakınından bile geçmeyen işler yapıyoruz," dedi. Bana itiraf ettiği şeyin üzerine sorular sorup daha derine inmeye korktum. Bahsettiği şeyin benim alışkın olmadığım, belki de hoşlanmayacağım bir şey olduğu tavrından, konuşma şeklinden anlaşılıyordu ama aklım o an ona soru sormayı reddediyordu. Sadece onun yanımda olacak olmasıyla ilgileniyordum.

"Beni korkutup kendinden vazgeçirmeye mi çalışıyorsun?" diye sordum gergince gülümseyerek. Ama o gülmedi.

"Ne yaptığımı bilmiyorum ama sana dürüst olmaya çalışıyorum. Sen benim ailem için bir yabancısın. Ama seni bırakamam, yapamam. Seni koruyacağımı bilmelisin ama sonrasında seni zorlamayacağım."

ic_default
chap-preview
Free preview
Siyah Orkide
Giydikleri simsiyah kıyafetleri içinde asaletlerini koruyanların yanında turuncu, beyaz, turkuaz ve daha onlarca canlı tonla yaklaşan soğuk sonbahar havasını bertaraf etmek isteyenlerin bir arada yürüdüğü New York sabahında kendimi arada kahvesiyle şımartmayı sevdiğim kahve dükkanından içeriye girdim. Kapının eşiğinden geçer geçmez burnuma dolan alışkını olduğum zengin kahve kokusuyla daha o andan kendimi canlanmış hissediyordum. Sabahın erken bir saati olmasına rağmen haftaiçi işe giderken tıpkı benim gibi kendilerini ilk olarak buraya atmış kalabalığı görmek ise hiç şaşırtıcı değildi. Kasaya ulaşmam yaklaşık on beş dakikamı almış olsa da sonunda sıcak kahveme kavuşmuştum ve bu hayatımın karmaşasına karşın biraz olsun keyifli hissetmemi sağlıyordu. Okula gitmeden önce geçireceğim boş bir yarım saatim daha vardı. Bunu fırsat bilerek fonda çalan jazz parçayı da dinleyebilmek için kafenin içini oturabileceğim bir yer var mı diye gözlerimle taradım. Bütün masaların ilerisinde cam kenarında caddeye bakan boş bir tabureyi fark etmemle oraya doğru hızla ilerledim. Gözüme kestirdiğim boş taburenin önünde ise en az 1.90 boyunda geniş omuzlu bir adam dikiliyordu. "Affedersiniz," diyerek kendisinden, oturabilmek için izin istedim. Onun boş yere oturup oturmayacağını anlamaya çalışırken iri yarı adam ifadesizce önce bana sonra da boş sandalyenin yanında oturan beysbol şapkalı adama bakarak hala olduğu yerde dikilmeye devam etti. Göz ucuyla baktığımda oturmuş kahvesini yudumlayan genç görünümlü adamın karşımda dikilen iri yarı arkadaşına boş ver dercesine elini salladığını gördüm. Bir an otursam mı diye tereddüt etsem de boş tabureye yerleştim. Sonuçta tek boş yer burasıydı ve her iki sandalye de bu adama ait olamazdı. Elimde tuttuğum gazetenin iş ilanları kısmının üzerinden bu sabah bir kez daha geçmek üzere sırt çantamdan kalemimi çıkarttım. Benim yapabileceğim esnek çalışma saatleri olan bir iş bulmak epey zordu. Ama şansımı bir kez daha deneyecektim. O esnada kahve dükkânının arkasında bir bağırış koptu. Hala ayakta dikilmeye devam eden iri yarı adam seri ama sessiz bir hareketle genç adamın sırtını kapatacak şekilde atağa geçti. Ve tetikte kalarak etrafı gözleriyle kolaçan etmeye başladı. Onun bu ilginç tavrıyla ilgilenmiyormuş gibi davranarak pencereden dışarı bakmaya zorladım kendimi. Zaten yere düşen bir bardağın saldığı korkuyla sıçrayan müşteriler bir süre sonra normal hayatlarına geri dönmüşlerdi. Artık bu iri yarı adamın bir arkadaş değil de koruma olduğunu anlamıştım. Her kim yanımda oturuyorsa önemli bir olmalıydı. O esnada çantamın içinde titreşen telefonumu bulmak için ıvır zıvırı kenara çekmekle cebelleşirken yanımdakinin sessizce homurdandığını duydum. Oturmadığı ama bilerek boş tuttuğu tabureyi bana lütfederek büyük bir iş yaptığını sanıyorsa biraz gürültüye katlanmasını bilecekti. Telefon elime geçer geçmez hemen açtım çünkü bu telefonu geçen haftadan beri bekliyordum. Hattın karşısındaki adam başvurduğum iş için uygun olmadığımı söylediğinde gürültüyle soluğumu dışarıya boşalttım. Yine de ilgisine teşekkür ederek telefonu kapattığımda üzgündüm. Ne yapmam gerektiğini düşünürken kendimi tamamen umutsuz hissediyordum. Sonra bu durumdan haberdar etmek için yeni ev arkadaşım Franke'yi aradım. "Selam. Evden sen uyanmadan çıktım ama dolapta yemen için bir şeyler var. Bu arada biraz önce geçen hafta başvurduğum iş yerinden aradılar. Maalesef olumsuz." Ben ona olan biteni kısaca özetlerken üzgün sesiyle beni teselli etmeye çabalıyordu. "En son çare bir fast food zincirinde gece vardiyasında çalışmak," diye ağzımda gevelerken cırtlak sesli itirazı kulağımı tırmaladı. Acilen paraya ihtiyacım olduğunu bilse de benim bu tarz yerlerde çalışmamı uygun bulmuyordu. Ona göre bir balerin asla yemediği şeyleri satmamalıydı da. Bahanesi oldukça komikti ama bir hamburgerin görüntüsü beni zaten cezbetmiyordu. Ben daha çok koca bir kase yeşillik yemekten yanaydım. "Bu arada bu akşam kalan eşyalarımı alabilmek için eski daireme gitmek zorundayım," dedim sessizce. Bunu düşünmek bile beni fazlasıyla geriyordu. Eski ev arkadaşım aynı zamanda da eski en iyi arkadaşımla karşılaşmak istemiyordum. Bundan tam bir ay önce gece yarısı uykumda Eddie'nin erkek arkadaşının odama girip beni zorla öpmeye kalkışmasının ve sonrasında kopan fırtınanın akabininde o evden apar topar ayrılmıştım. Sarhoş sevgilisini benim ayarttığımı söylemesiyle aramızdaki tüm ipler anında kopmuştu. Çoğu eşyamı toplayıp ertesi gün oradan ayrılmıştım. Yıllarca süren dostluğumuzu pislik erkek arkadaşına güvenerek bitirmiş olmasına hala inanamasam da gerçek olan buydu. Şimdi ise Juilliard'dan sınıf arkadaşım olan Franke'nin yanında geçici olarak kalıyordum. Bu arada da hayatıma devam edebilmek için çalışmaya ihtiyacım vardı. Önceki işim yine Eddie'nin annesinin lüks butiğindeki yarı zamanlı ve uygun maaşlı olan işimdi ama şimdi hem arkadaşlığımız sonlanmış hem de onun sayesinde edindiğim işimden olmuştum. Telefonu kapattığımda sıkıntıyla iç çektim ve önümde açık duran ilan sayfasına dalgınca bakmaya başladım. Yanımda oturan adamın sesi daldığım düşüncelerden beni bir makasla böler gibi ayırdı. Bana bir şey uzattığının bilinciyle şaşkınca gözlerimi elindekine diktim. Elinin altında kalan siyah kartvizitin üzerinde duran uzun parmakları ise altta kalan yazıları okumamı engelliyordu. "Burada ol, yarın!" dedi tok sesiyle. "Anlamadım, nerede olayım?" "Bir iş aramıyor musun?" diye sordu bu sefer de ilgisizce. Boğazımı temizledim. "Burası neresi?" dedim sesimdeki titremeyi saklamaya çalışarak. Bu koca şehirde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kızınkine benzemeyen sesimden utandım. Bakışlarımı yanımda oturan günlük ama pahalı kıyafetleriyle oturan adama kaydırdım. Ama nedense birkaç saniyeden fazla ona bakamadım. "Bir restaurant. Eğer işe ihtiyacın varsa bu kartla birlikte oraya git." Emreder gibi ama daha hafif bir tonlamayla konuşması merakımı cezbetmişti. Bu devirde kimse kimseye bir kafenin ortasında bu şekilde bir iş teklifinde bulunmazdı. "İşe ihtiyacım var ama..." "Aması ne?" "Beni tanımıyorsunuz bile..." "Orada işe alınan herkesi tanımam gerekmiyor," dedi ve ayağa kalkmadan hemen önce olabildiğince doğal bir şekilde omuzlarını silkti. Kaba üslubu karşında ağzım açık kaldı. Söyleyecek bir şeyler aradım. Gözlerimi çevirip ona bakmaya başladığım anda yerinden kalktı ve şapkasının altına gizlediği yüzünü görmeme izin vermeden arkasını dönüp gitti. Yanımdan ayrılmadan önce sadece çarpık gülümsemesini yakalayabilmiştim. Gözlerimi kırpıştırıp başımı tekrar önüme çevirdim. Giderken beni bir sis bulutunun içinde bırakmıştı. Tanımadığım hatta esrarengiz denebilecek bir adamın teklifini geri çeviremeyecek kadar bir işe ihtiyacım vardı. Kendimi akıntıya bırakmanın daha iyi olacağına düşünerek kendi kendime "Sanırım yapacağım," diye mırıldandım. O anda kapıdan çıkıp giderken önünde ilerleyen onun hem koruması hem de şoförü olduğunu anladığım adamın kafenin önüne yanaşan siyah Bentley marka arabanın kapısını aralamasını, bu zenginlik ve asalet fışkıran manzarayı nefesimi tutmuş şekilde izledim. Ve başımı olanların mantıksızlığı karşılığında belli belirsiz salladım. Neden sonra elimin yanında duran siyah kabartmalı kartvizite bakmayı akıl edebildim.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Tutku'nun Esiri

read
18.8K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.1K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
19.7K
bc

ALFABETA (+18)

read
22.0K
bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
3.7K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.0K
bc

SU CİN'İ

read
1.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook