Song öfkeli bakışlarını Miya'nın yüzüne dikip, "Song, adım Song" cevabını verdi. Odun lafını yemek zorunda kaldı.
Miya yanlış bir şey söylememiş gibi konuşmaya devam etti.
"Song Bey evet bu benim işim olabilir ama nasıl bir tat veya çeşit istediğinizi yüzünüze bakınca anlayamıyorum. Dersiniz ki siz seçin, sizin için zevkle sirkeli turta yapabilirim. Zira suratınız sirke satıyor," diyerek yine lafı gediğine oturttu.
Song karşısındaki kadına iyice sinirlenmeye başlamıştı. Sabrı taşma noktasına gelmişti. Bu lafları bir erkek ya da çevresindeki kadınlar söylese çoktan Seul mezarlığına zevkle gömebilirdi.
Fakat daha iki hafta önce bir adamı mezarlığa postaladığı için semt değiştirmek zorunda kalmıştı. Ve burada gelir gelmez olay çıkartmak istemiyordu. Başında yeteri kadar dert vardı zaten.
"Bayan," diye söze başlamıştı ki Miya yine lafını kesti. Tanrı aşkına bu kadının tek işi lafları ağza tıkamak mıydı? Neden hiç susmuyordu? Ne çenebaz bir kadındı bu!
Miya karşısındaki buzullardan mı yoksa yontulmamış ormanlardan mı kopup gelen adamın gözlerine bakarak elini uzattı ve "Adım Miya," diyerek kendini tanıttı.
Song kendine bakan gözlere takılı kalmışken, "Miya," diye geçirdi içinden.
"Memnun oldum Miya Hanım," diyerek uzatılan eli sıktı.
İki tarafta birbirinin gözlerinin içine bakıp memnun oldum derken, acaba gerçekten de memnun olacaklar mıydı?
Song karşısındaki gözlere bakıp hala sıktığı eli tutarken Miya alaylı bir gülüşle adamın gözüne bakarak;
"Bıraksan artık" deyince Song anlamayarak.
"Efendim" dedi. Gerçekten farkında değildi hala kadının elini tuttuğunun.
Miya tane tane konuşarak sanki karşısında anlama yetisini kaybetmiş bir gerizekalı biriyle konuşur gibi;
"Elim. diyorum. Bırakacak mısın. Artık?" diye tane tane, yavaş yavaş konuştu.
Song transtan çıkmış gibi hemen elini çekti ve kadının yaptığı gerizekalı muamelesini derin bir nefesle içine çekti. İnsanlara gerektiği zaman haddini bildiren bu buz dağı karşısındaki kıza bir şey dememeyi tercih etti. Acaba Miya adamın gerçek yüzünü bilse bu deli cesaretini gene sergileyebilir miydi merak konusu? Ama şuan kendinden gayet emin duruşu adamı bilinmezlik denizinin içine sürüklüyordu.
"Pekala iki gün sonra her şey hazır olur, kendiniz mi gelip alacaksınız ben mi getireyim?" diyerek konuyu işe getirdi.
Song teleşla "Hayır, hayır ben adam göndertip aldırırım," deyince Miya şüpheyle adamı süzdü. Neydi bu adamın telaşı anlamadı doğrusu.
"Gören de villada adam doğradığınızı sanacak, ne bu telaş?" diye sorunca hedefi on ikiden vurmuştu. Tabi Miya’nın hedefi tam tutturduğundan haberi yoktu.
Song gerim gerim gerildi. Miya adamı biraz ilgi biraz merakla süzdü. Doğru tahmin ettiğini bilse, acaba şuan suratı bu komik ifadeyi yüzünde barındırır mıydı?
Herhalde tahmin etse adamdan kaçacak delik arar, belki de Kore'yi bile terk edebilirdi. Zira adamın işyeri tam karşı çaprazında kalıyordu.
Song konuyu değiştirme niyetiyle devamlı sırıtan bir kadının pastaneye neden böyle bir isim seçtiğini merak etmişti. Hemen lafa girdi.
" Dükkanın adı neden Hüzün pastanesi, aksine cok gülüyorsunuz" diyerek konuyu bambaşka boyuta getirirken karsısındaki kadının bir anda düşen yüzüne baktı. Geldiği andan beri böyle bir hüzne şahit olmayan Song ömründe ilk defa bir şeyden pişman olmuştu.
Miya geçmişe gidip gelirken yetimhanedeki tek arkadaşının ölümü geldi aklına. Aslında arkadaşı ile hayaliydi bu pasta dükkanı. Adını bile arkadaşı bulmuştu. Hasta olduğu için gözlerinde hep bir hüzün olurdu. Belki de bu yüzden adı "Hüzün Pastanesi" idi.
Miya "sizi ilgilendirmez," diye cevap verince Song kaşlarını çattı. Çünkü bu kadından geldiğinden beri ilk defa bu kadar soğuk bir bakış ve cevap alıyordu. Laf sokarken bile gülen yüzü solmuştu. İçinin burkulduğunu hissetti.
Bu duygular ona o kadar yabancıydı ki cevap veremedi. Birbirleri ile anlaşıp herkes işinin başına döndü.
Song dükkandan çıkar çıkmaz Miya arkasından saymaya bile başlamıştı.
"Tanrım orman kalasına bak sen! Neden hüzünmüşmüş de kendisi çok gülüyormuş da! Hüzün işte gerizakalı karizmatik herif, sorulur mu bu? Adı üstünde hüzün yontulmamış odun kalası hıh," diye söyleniyor şekilden şekle giriyordu. Çok bile sessiz kalmıştı. Ah! Miya söylenmeye devam ede ede iki gün sonraki açılış için hazırlıklar yapmaya başladı.
"Bu odun neden komşu dükkan olarak çağırmadı beni?" diye düşünce kafasında bir ampül yandı. "Bende davetsiz giderim hah nasıl bir iş yapacak merak ettim," diye düşüncelere daldı.
***
Aradan iki gün geçmiş, bu iki günde hiç karşılaşmamışlardı. Song'un sinirleri patlamaya hazırdı, iki gündür kızın gülen suratı gözünün önünden gitmiyordu. Bu da adamı çıldırtmaya yetiyordu. İki adamını komalık hale getirmişti sinirleri sayesinde.
"Küçük şeytan seni!" diye söyleniyor bütün kabahati kıza yüklüyordu. Çünkü bu duyguları daha önce tatmamıştı ve kızın etkisi olduğunu düşünüyordu. Küfürler edip duruyordu.
Eh! Miya'nın dediği gibi yontulmamış odun olunca aklındakilere akıl sır erdirememesi onun zekasına hakaret olacak cinstendi. Çünkü kumarhane işinde, işlerini büyütüp servet elde etmesini ve polise bir kere bile yakalanmaması zekasının kanıtıydı. Ama şuan kendini gerizekalı gibi hissediyordu. Bu konuda çok da haksız sayılmazdı işin doğrusu.
Açılış gününde siyah takımını çekmiş, adamına bilgi verip pastaneye yollamıştı. Kendi giderse iyi olmayacağını düşünüyordu. Villanın bahçesine indi ve gelenleri karşılamaya başladı.
Miya en seksi kıyafetini giymiş, yaptığı malzemeleri arabasına koyup adamın villasının yolunu tuttu.
"Bakalım yontulmamış karizmatik kalas ne tepki verecek?" diye düşünüyor ve içten içe kahkahalara boğuluyordu. Ölümün koynuna gittiğini bilse yine böyle güler miydi acaba?
"İnsanın başına ne gelirse meraktan gelirmiş," diyenler doğru söylüyorlardı. Bu saatten sonra dönemeyeceği bir yola güle oynaya gidiyordu. Durumu bilse haline acır, o odunu zevkle öldürebilirdi. Gülerek, keyifle şarkı söylerken sanki düğüne giden bir kız hatta düğünün geliniymiş hissine kapılıyordu.
Bunun sebebi iki gündür aklından çıkmamış, kutupların bağrından kopup gelen yontulmamış karizmatik kalas olabilir miydi?
Tabi ki sebep tam da buydu, o odunu özlediğini hissetti. Buz gibi bakışlarını özlemişti. İki gündür acıdan zevk alan mazoşist manyaklar gibi hissediyordu. Buz gibi bakışların içini ısıtmasını hayatında erkek olmayışına bağlayarak ergen modlarına girmişti iyice.
Gören de kızı yirmi beş değil on dokuz yaşında erkek delisi sanırdı. Miya villanın önüne gelince arabasını park edip villanın kapısına yöneldi. Kapıdaki adamlara bakıp iç geçirdi.
"Gören de tarihi müze sanır. Bu ne be?" diyerek söylenmeye çoktan başlamıştı. Böyle bir şey beklemiyordu. Koruma ordusu ağzını açık bırakmıştı. İçeri kaçacak sinekleri şimdilik umursamıyordu.
Miya bu kadar korumanın kimi koruduğunu ya da neyi koruduğunu anlamadı. Ve başladı gene kendi kendine söylenmeye.
"Bizim buz dağı bakışları ile yeter," diyerek kendi kendine kıkırdadı. Ardından sözlerine devam etti. Miya’yı görenler deli sanabilirdi. Çünkü kendiyle konuşurken bile genelde sesli düşünür, düşündüklerine bir de cevap verirdi. Çok kez bu huyundan kurtulmayı denemişti ama üstüne yapışmış gibi kurtulmayı becerememişti.
"Ne yani bunlar buzdağını mı koruyorlar? Bu odun ne iş yapıyor daha çok merak ettim," diye iç geçirip villanın kapısına yöneldi.