-1-
"Kenan."
Tarihçinin kısık, duyulması neredeyse imkansız olan o bayık sesini bu kez herkes duyabilmişti. Sınıf sessizdi. Herkesçikler uyuyor, sıraların üzerinde resmen ruhlarını teslim ediyordu. Cevap gecikmeli olarak, biraz boğuk bir şekilde gelmişti.
"Burda."
"Peki Kenan'ın yerine burda diyen Cihan burda mı?"
Cihan adamın suratına baygın baygın bakmış, elini isteksizce kaldırmıştı. Bu hocayı oldum olası sevmezdi. Adam dalga geçer gibi sırıtmış, arkasına yaslanmıştı sandalyesinde. Cihan cevapsız kalmış, parmaklarını tek tek sıraya vurmuştu. Adam ağzında bir şeyler geveliyor, güya ders anlatıyordu ama Cihan ve birkaç kişiden başka kimse dinlemiyordu onu. Teneffüs zili çaldığında Kenan hızlıca ayağa kalkmış, Cihan'ın yanına ilerlemişti.
"Söylediğimi düşündün mü?"
"Düşündüm düşündüm."
"Ee, bir sonuca vardın mı? Fikrin değişti mi?"
"Değişmedi Kenan. Değiştiremezsin de."
"Hadi be oğlum, bir şans versene!"
"Tutmayacak Kenan, tutmayacak. Milletin işi gücü yok da bizi mi dinleyecek? Hiç sanmıyorum."
"Deme öyle be. Her müzik grubu bir anda patlamıyor ya. Ya da tanınmış insanlar olmuyorlar. İleride ünlü olabiliriz oğlum. İyi düşün bak."
"Yok abi yok. İkna edemeyeceksin beni uğraşma boşuna. Yeni yetme bebeleriz biz. Ne ünlü olması? Sen şarkı söylüyorsun, ben çalıyorum o kadar. Bizden anca sokak çalgıscısı olur kardeşim."
"Ünlü olsak ne kadar hayranımız olur tahmin et bi'. Bir sürü kız tavlarız bak."
"Yapma. Atma o oku. Girme kanıma Kenan."
Beren lafa atlamıştı.
"Iyy, harbi ucubesiniz he."
Cihan pis pis sırıtıp Beren'e kol atmış, onu yanına çekmişti.
"Ne oldu Beren Hanım? Kıskandınız mı yoksa?"
"Siktir git Cihan."
Cihan'ın kolunu ittirip ayaklanmıştı Beren. Ardından sınıftan da ayrılıp arkadaşlarının yanına doğru ilerlemişti. Cihan arkasından kıkırdamış, ayağa kalkmıştı.
"Ben kaçar. Sen düşün ama bak he."
"Nereye kaçıyorsun?"
"Berenlere ders çalışmaya gidiyorum."
"Kazan dairesinde de ne güzel ders çalışılır ya."
"Değil mi kanka? Hadi neyse kaçtım ben."
İkisi de birbirine bakıp gülmüş, Cihan sınıftan ayrılıp kazan dairesine gitmişti. Beren onu orada bekliyordu. Duvara yaslanmış, kapıdan giren Cihan'ı izliyordu mavi gözleri. Cihan kapıyı kapatmış, kapatır kapatmaz ona doğru adımlamıştı. Beren, artık duvar ve önünde duran o koca beden arasında kalmıştı. Ama hâlinden hiç şikayetçi değildi. Elleri Cihan'ın omuzlarına yerleşmişti, ait oldukları yere. O eller Cihan'ın ellerini tutmaya layık değildi. Anca omuzlarının üzerine, boynunun etrafına layıktı. Tırnakları ise sırtına izler, çizikler bırakmaya layıktı. Ama Cihan'ın bildiği tek bir şey vardı. O da bu kızın dudaklarında yeniden hayat bulduğuydu. Her bir öpüşünde içindeki alev büyüyordu. Dudakları yine ait olduğu yerleri bulmuştu. Beren'in bedenini kollarının arasına almıştı. Şefkatle kavramıyordu asla. Sadece tutku vardı. Yanıp tutuşan bir tutku. Beren bunun gayet farkındaydı. Bu ateşin büyümesinden başka bir şey beklemiyordu zaten. Elleri Cihan'ın vücudunu sanki yepyeni topraklara adım atmış gibi keşfediyordu. Dokunuşlarında nezaket yoktu. Resmen Cihan'ın vücuduyla oynuyordu. Tıpkı bir aslanın avıyla oynaması gibi. Bu kez sırayı Cihan devralmıştı ama. Sımsıcak öpücükleri kızın boynuna ateş gibi düşüyordu. Dokunduğu yeri yakıyordu. Isırıkları ise bembeyaz, pürüzsüz tene izler, kızarıklar bırakıyordu. Ama karşısındaki bir kuzu değildi. Zarafeti ve asaletiyle karşısında dimdik duran, korkusuz bir dişi aslandı. Dudakları boynundan ayrıldığında alınları birleşmişti. İkilinin gözleri kapalı, soluklanıyorlar. Sanki Dünya onlar hariç herkes için dönmeye devam ediyor.
"Bir gün bu ateşte ikimiz de yanacağız Beren."
"Sence de çoktan yanmadık mı?"
Bu kez hamleyi Beren yapmış, dudaklarına yapışmıştı çocuğun. Yine tutkulu bir yolculuğa çıkmışlardı. Birbirlerinin vücutlarına açlıkla, iştahla dokunuyorlardı. Beren'in ayakları yerden kesilmiş, bacakları Cihan'ın beline sarılmıştı. Cihan, o iki hazineyi görmek için sabırsızca Beren'in gömleğindeki düğmeleri çözerken bir yandan boynunu öpüyordu. Isırdığı yerleri iyileştirmek istercesine oraya odaklanıyordu. Bu muhteşem anları saygısızca çalıp duran telefon ile bozulacaktı maalesef. Beren, telefonuna şöyle bir bakmıştı.
"Dur."
Cihan durmak istemese de iç çekmiş, onu bırakıp durmuştu. Beren telefonuna uzanmış, arayan kişiye bakmıştı. Geri aramamaya karar vermişti.
"Kimdi o Beren?"
"Sana ne?"
"Merakımdan sordum herhalde, ay götüm."
"Etme o zaman. Sevgilim değilsin bir şeyim değilsin."
"En sevdiğin yemeği, rengi falan bilen erkeklerden değilim ben. Özelim."
"Ne demek şimdi bu?"
Cihan yavaş adımlarla ona yaklaşmış, kulağına eğilip fısıldamıştı.
"Onlar en sevdiğin rengi, yemeği biliyor. Ben ise vücudunda kaç tane ben olduğunu. Zayıf noktanı, g noktanın tam konumunu. Avcumun içindesin Beren. Beni diğer erkeklerle bir tutma."
Ve geri çekilmişti. Dudağına bulaşan nemlendiriciyi elinin tersiyle silmiş, kazan dairesinden ayrılıp bahçeye ilerlemişti. Banklardan birine oturup ağacın gölgesinde yukarı bakmıştı. Gözlerini yavaşça kapatıp hayallerinr bırakmıştı kendini. Gerçeklerden çok daha iyiydi.