When you visit our website, if you give your consent, we will use cookies to allow us to collect data for aggregated statistics to improve our service and remember your choice for future visits. Cookie Policy & Privacy Policy
Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.
If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.
Huzurlu. Bu ara beni tanımlamak için seçilebilecek en son kelimeydi belki de. Bujumbura. Sığındığım şehrin ismi buydu ve ben sebepsizce tekrarlayarak sinirli kıkırtılar bırakıyordum arada. Şehri neredeyse hiç görmeden, uçak ve otel arası araç yolculuğu asla sayılmaz, üç gün geçirmeyi başarmıştım. Sıcak havaya rağmen dinmeyen mayıs yağmurları yüzünden otele tıkılıp kalmıştım. Tek yaptığım odama yemek istemek, aşağı inip yemek yemek ve banyo yapmaktı. Aşağıda bulduğum ve madeni parayla çalışan tartıda günde üç kere tartılıyordum. Evet, yemekten önce mutlaka tartılıyordum. Boğazımdan geçen azıcık şeyden bile pişmandım. Koşamıyordum. Yediklerimi yakamıyordum. Kilo alacaktım! Her neyse, beni anlıyorsunuzdur mutlaka... Odamda istediğim ve istemediğim her şeye sahiptim. Kenarında tülleri olan b