When you visit our website, if you give your consent, we will use cookies to allow us to collect data for aggregated statistics to improve our service and remember your choice for future visits. Cookie Policy & Privacy Policy
Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.
If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.
“Adamlar,” dedim kendime az da olsa geldiğimde. “Arkadaşın gelirse bir şey yapamazlar,” dedi onlara ne yaptığını söylemekten kaçınarak. Bilmek istemiyordum zaten. “Tamam,” diyerek başımı kaldırdım. Hala ona yapışıktım. Sıcak nefesi yüzüme vuruyordu. Yüzümdeki bir lekeyi silmek ister gibi gözümün altını sıyırdı parmakları. Sonra çenemi tutup yüzüne yaklaştırdı. “Yaramaz Nehir,” dedi. Sonra sildiği yeri öpüp beni serbest bıraktı. “Çantan nerede? Pasaportun yanında mı?” “Hı hı,” dedim sadece. Birden bırakıvermesi dengemi bozmuştu. Elimle çantamı koyduğum köşeyi işaret ederken çoktan görmüştü. İki adımda çantama ulaşıp tek eline aldıktan sonra hala dengesizce sallandığımı görüp yanıma geldi. Elimi tutup kapıya ilerlemeye başladığında “Başkası varsa?” dedim korkuyla. “Yok, iki kişiydiler.”