Yetimhanenin kapısından dışarı adımımı attığım an yüzüme vuran sert ve soğuk rüzgar, burnumun o korkutucu palyaçoları andıracağının habercisiydi. Bu acımasız havaya karşı sağlam adımlarla yürümek inanılmaz zordu.
Uzun ve benim için fazlasıyla yorucu geçen bir yolculuktan sonra nihayet Günce'nin iş yerine gelebilmiştim. Oldukça büyük ve ince işçilikle yapılmış şatafatlı kapıdan içeri girerken gerilmemek elde değildi.
Soğuktan buz kesmiş tenime, bir tüy misali sürtünen sıcak hava şu an bana iyi gelen tek şeydi.
Günce'yi görebilmek adına etrafı incelerken arkamı dönmek için bedenimi çevirdiğimde sertçe durmama sebep olan bir engelle karşılaştım. Aceleyle yürüyen bir kadın bedeniyle bedenimi tokalaştırıp elindeki sıcak kahveyi üstüme döktüğünde ağzından bir çığlık koparmayı da unutmamıştı. Vücudumu saran yakıcı his beni içine girdiğim şaşkınlıktan çekip alırken tişörtün uçlarını yakaladığım gibi havaya kaldırdım. Sıcak kahvenin tenime temas etmemesini dilerdim ama ne yazık ki karnım çoktan yanmıştı.
"Çok üzgünüm! Bir anda oluverdi." Kafamı kaldırdığımda kadının tıpkı benimki gibi buruşan yüzüyle karşılaştım. Hemcinsi olarak gözüme çarpan keskin yüz hatları, pürüzsüz teni ve mavi gözleriyle onu kıskanmadan edememiştim.
"Canım, bir şeyin var mı? Telaşlandırma beni." Bana beklentiyle bakan gözleri ile kendime geldiğimde
"İ-iyiyim, sadece..." Anlamsızca kekelediğim sözcükler eşliğinde üstüme baktığımda ne diyeceğimi bilemedim. Durumum çok da kötü değildi ama acı her zaman dayanılmazdı. Hem acı bir yana, iş görüşmesi için gelmiştim ve bu kirli kazakla bırakacağım izlenim kesinlikle olumlu olmayacaktı.
"Tamam, önce bir sakin olalım. Sen benimle gel, sana bir üst vereyim. Hem böylelikle hatamı da telafi etmiş olurum. Nasıl olur?" Karşımdaki kadın konuşmamam üzerine çözümler üretmeye başlarken bana sunduğu teklif kesinlikle reddedilemezdi. Şuan en çok ihtiyacım olan şey buydu ama ister istemez çekiniyordum. Tanımadığım birinin kıyafetlerini üzerimde taşımak pek de tercihim değildi. Bu bir kadın olsa da.
"Şey... Gerek yok, ben halledebilirim. Yani, sanırım..." Konuşmamın sonlarına doğru sesim kısılırken çarpıştığım kadın benim utangaç halime karşı anlayışla gülümsedi. Çekindiğimi fark etmişti ama buna rağmen vazgeçmedi.
"Hadi, gel benimle. Sana giyecek bir şeyler bulalım. Bu arada, adın neydi?"
"Şifa." Her zamanki gibi kısık çıkan sesimle kaşları havaya kalktı. Şaşırdığını yüzünden anlayabiliyordum. Bu her zaman karşılaştığım bir tepki olduğundan yadırgamadım.
"İsmin çok hoşmuş." dedi yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle.
"Peki, Şifa burada ne arıyorsun? Yani, yanlış anlama ama pek senlik bir yer gibi değil sanki." Benim gibi çekingen ve sessiz bir kızı kalabalık kulüp ortamıyla bağdaştıramaması kesinlikle beklediğim bir şeydi. Ben bile bağdaştıramıyordum ki!
"Aslında, ben iş için..."
"Şifa, nerede kaldın? Her yerde seni arıyorum." Konuşmamı yarıda kesen Günce'nin sesiyle ona döndüm ve tanıdık bir yüz görmenin verdiği rahatlığı iliklerime kadar yaşadım. Başka bir şey demeye gerek duymadan hızlı adımlarla bize ulaştı ve yanımdaki kadına bakarak
"Üzgünüm, Vera Hanım. Şifa iş görüşmesi için gelmişti. Onunla ilgilenmem gerekiyordu. Sizi rahatsız etmiş olmalı." dedi. Günce konuştukça daha da çatılan kaşlarımla bu yersiz mahcubiyetini anlamlandırmaya çalıştım. Yanımdaki kişi önemli biri miydi? Hem öyle bile olsa bu çok aşağılayıcı bir konuşma biçimiydi ve kim olursa olsun bu üslup uygun değildi.
"Ne münasebet? Ben ilgileniyorum Şifa'yla. Sen işine dön!" Adının Vera olduğunu öğrendiğim kadın, sert sesiyle uyarıda bulunurken Günce'nin kızaran yüzünü ve gözlerindeki şaşkınlığı yanımızdan geçen herhangi biri bile fark edebilirdi. Bir an için Günce'nin bakışlarında kıskançlık kırıntıları görür gibi olsam da bunun fazlasıyla yersiz oluşu bana yanıldığımı düşündürdü. Tanrı aşkına, neler oluyordu?
"Özür dilerim, efendim. Hemen gidiyorum." Günce hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşırken gidişi de gelişi kadar hızlı oldu ve ben şaşkın bir vaziyette olduğum yerde olanların izledim.
"Şifa, gel sen benimle." Kadının çabuk değişen duygu durumu beni fazlasıyla şaşırtırken bunu fark etmiş gibi konuşmaya başladı.
"Kusura bakma, ilk görüşte birine ısınamazsam ona karşı nazik olamıyorum."
"Sorun değil." dedim bu olayın beni fazlasıyla rahatsız etmesine rağmen. 'Ya bana da ısınmazsa?' diye geçirdim içimden. O zaman işe de giremez kendimi az öncekinden daha büyük bir kaosun içinde bulurdum. Günce, hanım dediğine göre önemli biri olmalıydı ve bu gözümü korkutmuştu.
Hemen önümden ilerleyen kadın kaygılarımı ve aklımdaki soru işaretlerini hissetmiş gibi
"Merak etme, seni sevdim. Bu arada bana Vera diyebilirsin." dedi ve aklımdaki sorulara bir bir cevap verdi. Rahatlamam mı gerekiyordu?
Kısa bir yürüyüşün ardından geniş bir kapının önüne gelince durmuştuk. Kapıyı çalmadan direk içeri girdiğinde bende onu takip ettim. Bu kadar rahat girebildiğine göre burası onun odası olmalıydı.
Adımlarını kesintiye uğratmadan uzunca bir dolabın önünde durdurdu ve dolabı karıştırmaya başladı. Şaşkınlıkla bir ona bir de dolaba bakarken durumun garipliğini özümsemeye çalıştım. O dolap kıyafetlerle mi doluydu? İş yerinde?
Vera sessizce dolabı karıştırmaya devam ederken ben de şaşkınca bakmayı kesip normal bir insan gibi davranmaya çalıştım.
Koyu renklerin ağırlıklı olduğu büyükçe bir odaydı ve hayalimdeki çalışma odalarından kat kat iyiydi. Odanın bir duvarını tamamen kaplayan kocaman bir pencere vardı ve burayı ferah kılan en büyük etken kesinlikle bu devasa pencereydi. Pencerenin sunduğu muhteşem manzaranın önüne konulmuş deri koltuklar konforlu olduğunu yüz metre öteden belli ediyordu. Ahşaptan yapılmış masa ve üzerinde özel yapım olduğunu tahmin ettiğim satranç takımı odaya erkeksi bir hava katmıştı.Düz ve deseniz duvarlara asılmış tablolar odaya renk veren tek şey olabilirdi. Sadeliğin sonuna kadar kullanıldığı ve özenle hazırlandığı ortadaydı.
"Bu olur mu? Üstüne de bir hırka giyersin." Vera'nın sesiyle ona dönerken elindeki askılıya baktım. Bu havada yanında askılı mı taşıyordu? Normalde böyle şeyler giymeyi tercih etmezdim ama şu an seçme şansım yok gibiydi. Yetimhanede böyle açık saçık giyinmek hoş karşılanmıyordu. Dolayısıyla bende alışkın değildim fakat hayır deyip de kabalık yapmak istemiyordum. Olumlu anlamda hafifçe başımı salladığımda genişçe gülümseyerek elindeki askılıyı ve hırkayı bana uzattı.
"Benim küçük bir işim var, sen de rahatça giyin." deyip kapıya yöneldiğinde
"Teşekkür ederim." dedim.
Vera dışarı çıktığında bir süre ne yapacağımı bilemedim. Yabancı bir ortamda üstümü değiştirmeyi hiç sevmiyordum ve mecbur kalmadıkça da bu yönteme başvurmuyordum.
Yabancı bir odada tek başıma olduğumu unutmaya çalışarak üstümdeki kazağı yavaşça sıyırdım. Sırtımı korunma iç güdüsüyle kapıya döndüğümde gözlerim karnımdaki kızarıklığa gitmişti. Kahvenin döküldüğü yerlerde hafif kızarıklıklar vardı. Neyse ki kahve çok fazla yere temas etmemişti de bu kadarıyla atlatabilmiştim.
Kızarlıklıklar hala yanmaya devam etse de üstümde bir şey olmayışıyla tüylerim diken diken oldu. Oda soğuk değildi ama bedenim bir an da ürpermişti. Bunu vücudumun yaşadığı gerginliğe bağladım ve ellerimle kollarımı ovalayarak o garip histen kurtulmaya çalıştım. İstemsiz bir titreme beni ele geçirdiğinde odada yankılanan sinirli soluklardan bihaberdim.
"Sen kimsin?"