Artık evde gizli saklı yaşamadan bebeğimi de alıp dışarı hava almaya çıkıyordum. Bebeğim, doğayı tanımaya başlayıp etrafa neşe ile gülücükler satıyordu lakin köyün kadınları bizi gördüklerinde bizden saklanıyor ve bebeğimin oynamak istediği çocukları zorla eve sokuyorlardı. Alışkın olduğum için bu durumu fazla düşünmüyordum. Bebeğimle kendim oyunlar oynuyordum. Araf da bir ifrit olmasına rağmen çocuğu ile ilgileniyordu, artık kimseye musallat olmuyordu. Onunla bu konuda konuşmuştum ve şaşırtıcı bir şekilde bu durumu olumlu karşılamıştı.
Eskisi gibi cinler alemine bile gitmiyordu. Güçsüz düşüyordu ama bizi yalnız bırakmaya cesaret etmiyordu. Her zaman bizim yanımızda olup bizi koruyordu.
Hep birlikte duvarları tılsımlarla kaplı eski evimize gelmiştik. Bu tılsımlar çok korkunçtu ama bizi korumanın tek yolu da buydu. Benim isteğim üzerine evi koruyan tüm hizmetçi cinler kendi alemlerine gitmişti.
Dediğim gibi Araf artık düzelmişti ve kendini bana affettirmişti. Onun kendi bedeninden bile korkmuyordum. Seviyordum onu. Tabi söz konusu başka cinler olunca korkum hat safhada oluyordu ama kocamdan korkmuyordum.
Bugün çok yorulan bebeğim bana zorluk çıkarmadan hemen uyumuştu. Onu kucağımdan beşiğine koyduğum sırada kapı çaldı. Bebeğimin mavi, tavşan desenli battaniyesini üstüne örttüm ve koşar adım kapıya gittim. Kapıyı açtığımda gelenin köylü bir kadınlar olduğunu gördüm. Onlara anlamaz bakışlar attım. Araf hayretle neden geldiklerini sordu.
Kadınların korktuğu belliydi. E tabi korkacaklardı. Yakaza kabilesinin lideri duruyordu karşılarında. Şalvarlı bir kadın boğazını temizledi ve söze girdi.
"Biz bu gece meydan oyunu yapacağız. Bizim gençler ateş kuracaklarmış. Biz de dedik ki orada oturup hikayeler anlatırız. Ne dersin kuzum, siz de gelin de köylülerin arasına karışın. Bu düşmanlık bitsin artık." dedi.
Benim içimi bir mutluluk kapladı. Sonunda köylüler ile olan kavgamız bitecekti. Onlar bize bir adım atmışlardı. Araf görünüşe göre bu durumdan rahatsız ve huzursuz olmuştu.
"Olur." dedim ben. Araf ise sessizce bana konuştu.
"Gitmeyelim! Ben güçsüzüm Elif. Kabilemden ayrıyım, size bir şey olursa onlara kafa tutamam!" diyordu. Ben ise;
"Bir şey olmaz sevgilim, gidelim." dedim. Kadınlara geleceğimizi söyledim ve kapıyı kapattım.
Akşam karanlığı çökmüştü ve biz hazırlanıp evden çıktık. Bebeğimi sıkı sıkı giydirip babasının kucağına verdim. Yolda köpekleri görüp heyecanlanmıştı. Bizi -daha doğrusu Araf'ı- gören köpekler itaat etmekten çok uzak korku dolu bir sesle havlıyorlardı. Bu havlamayı duyan oğlum daha çok heyecanlanıyordu. Aynı babası gibi korkusuz ve korkuya aşık biriydi. Babasının kucağında zıplıyordu ve anlamsız sesler çıkarıyordu.
Meydana geldiğimizde bebeğimi kucağıma aldım ve onu hemen uyuttum. Normal bir bebek olmadığı için onunla anlaşmam kolay oluyordu ve hemen sözümü dinliyordu. Heyecanla köy halkına baktım. Onlara kızgın değildim lakin Araf onlardan hiç haz etmiyordu. Onları tehdit edip benimle evlenmişti.
Köy halkının da Araf'a olan kızgınlığını anlıyordum ama bu gece tüm kırgınlıklar bitecekti. Artık bizim için sadece ve sadece mutluluk olacaktı. Araf son ana kadar gitmeyelim demişti lakin ben onu bir şekilde ikna etmiştim. Ellerimi sıkı sıkıya tutuyordu. Şu an asla huzurlu değildi anlıyordum. Birazdan ortamı görünce keyfi yerine gelirdi.
Kadınlar bizi aynı düğünümüzde olduğu gibi iki tane yan yana olan sandalyeye oturttular. Bizi gayet güler yüz ile karşılamışlardı. Ateş henüz yakılmamıştı. Biz de kendi içimizde sohbet ederek beş-on dakika kadar beklemiştik. Gençler harıl harıl hazırlıklar ile ilgileniyordu.
Araf'ıma baktım. Gözleri eskisi gibi yanmıyordu. koru sönmüştü. Bana yaşattığı şeyler için ona kızgın değildim. Çok korkmuştum ama şu anım için her şeye değerdi. Hele ki oğlum olduktan sonra dünya artık çok daha güzel bir yer olmuştu.
Yine kocamın cılız ateşli gözlerine baktım. O da benim kurak toprak renginde olan gözlerime bakıyordu. Kucağında olan oğlumuzla şu an dünyanın ne güzel manzarası onlardı. Bir anda biri, beni sandalyeden çekti. Etrafımızı alevler sardı. Her şey o kadar ani oldu ki olayları çok sonradan idrak ettim.
Araf ve bebeğim alevlerin arasında kalmıştı. Çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Köylü kadınların hepsi ateş çemberinin dışına geçmiş ellerinde kuranları okuyorlardı. Ailemi öldürmeye çalışıyorlardı.
"Okumayın, ne olur okumayın. Bebeğim var. Allah'ını seven okumasın!" diyordum.
Araf elindeki bebeğimle azap çekerek alevlerin arasında kalmıştı. Bebeğim çığlık çığlığa ağlıyordu. Bense onların işkence çekme seslerini duyup daha çok ağlıyordum. Canları çok yanıyordu. Onlar ölümle burun burunayken ben de onlarla birlikte ölüyordum sanki. Çığlıklar atıp kadınların ellerinden kurtulmaya çalışıyordum. Ama nafileydi, ailemi kurtaramıyordum.
"Bebeğim! İnsafınız yok mu sizin? Ailemi öldürmeyin! Bizim size bir zararımız yok. Unuttunuz mu beni siz Araf'a verdiniz. Ne olur yapmayın!" diye feryat ediyordum. Bebeğimin canı çok yandığı için tüm köyü sesi ile yıkıyordu. Araf ise kaçışı olmayacağını anladığı için bebeğimi sakinleştirip onunla uzun bir uykuya dalmaya hazırlanıyordu.
"Araf! ne olur bir şey yap. Beni bırakmayın! Ben siz olmadan yaşayamam." dedim sevdiğimin gözlerine bakarken.
"Bakma bize." diyordu Araf. Onu böyle hatırlamamı istemiyordu.
"Şşşşş! Sakin ol küçük Yakaza. Ait olduğun ateşten korkma!" deyip bebeğimi sakinleştirmeye çalışıyordu ama nafile. Bebeğimin canı yanıyordu. Tenleri ateşten cayır cayır yanıyordu.
Edilen dualar ateşler ile birlikte onları öldürüyordu. Araf'ın güçsüz olduğunu anlayıp onu öldürmek istemişlerdi. Keşke onun sözünü dinleyip gelmeseydim buraya. Şimdi ise gözlerindeki ateş bedenini sarıyordu.
"Bebeğim, affet beni seni koruyamadım!" deyip kendimi parçalıyordum. Kadınlar hala sıkı sıkıya tutuyorlardı beni.
"Ben seni çok sevdim Elif. Kendine dikkat et ve bizi unutma!" dedi Araf. Onları unutmam mümkün müydü.
Bebeğimin ve Araf'ın sesi artık duyulmuyordu. Her şey bitmişti, ölmüşlerdi. Onlar bu dünyadan gitmişti. Saatlerce ateş sönene kadar orada durdum ve avazım çıktığı kadar bağırıp, ağladım.
"Seni ona vermiştik ama bak geri aldık kızım, artık kurtuldun!" dedi bir kadın. Ayağa kalkıp tırnaklarımla kadının yüzünü parçalamaya başladım.
"Kimi kimden kurtardınız ha? Onlar benim ailemdi. Ben onları seviyordum!" dedim. Bacaklarım zangır zangır titrerken koru kalmış küllerin yanına gittim. Minicik bedeniyle bebeğim yerde duruyordu. Artık bedeni yumuşacık değildi. Kömür olmuştu.
Bebeğimi kucağıma aldım ve Araf'ımın cansız bedeninin yanına gittim. Onları son görüşümün olduğunu biliyordum bu yüzden onlara zor da olsa veda ettim ve sabaha kadar yanlarında durup ağladım.
Allah'ıma dua ettim içimdeki bu yangını söndürmesi için. Araf ve bebeğim olmadan ne kadar nefes alabilirdim bilmiyordum. Ama yapmam gereken şeyi çok iyi biliyordum...