GİRİŞ

1119 Words
" Bazı şehirler soğuk, bazı cümleler eksik, bazı insanlar uzak ve bazı hayatlar yarım... " 1. BÖLÜM/ ŞEHİT Bir şeyler vardı hep yarım kalan; yarım kalmış hayatlar, sözler, hikayeler... Her birinin içinde söylenmemiş o kadar çok söz, o kadar çok düşünce vardı ki..! Mesela “ Gel “ diyemezsin, “Git “ diyemezsin, hele “ Gitme kal “ hiç diyememişsindir. Çünkü bilirsin, söz konusu vatansa gerisi teferruattır! Derin bir iç çektiğimde ciğerlerime dolan hasret ile bakışlarımı gökyüzüne çevirdim yeniden ve kayan bir yıldız görmemle gözlerimi sımsıkı yumup onu diledim, gelmesini ve bu hasretin artık son bulmasını... Asker yareni olmak böyleydi işte; gözlerinden akan yaşlar eşliğinde camın ardından izlemekle yetinirsin sadece adım adım ölüme gidişini ve sonra, umutla beklersin hasretinin son bulacağı günü... “ Ne yapıyorsun gecenin bu saatinde burada? “ diyerek yanıma oturan adam ile bakışlarım daldığı gökyüzünden ayrılıp onu bulurken dudaklarımı araladığımda soğuktan çıkan buharı umursamadan “ Bekliyorum abi. “ diye yanıtladım sorusunu. O ise üzerindeki parkayı çıkarıp omuzlarıma bırakırken “ Gelecek abim, sabır. “ dediğinde gözlerimden süzülen birkaç damla ile “ Ne zaman abi, ne zaman? Daha nereye kadar sabır ha, nereye kadar? “ diye hafiften yükselen sesim ile isyanımı dile getirdiğimde beni göğsüne çekmesiyle hıçkırarak sığındım abim bildiğim adamın kollarına. Gözyaşları, ızdırabın sessiz sözleridir, demiş Voltaire. Ben haykırışlarımı, sessiz çığlıklarımı gözyaşlarıma sığdırmıştım; kahvelerine vurulduğum adama olan hasretimi sığdırmıştım o yaşlara... Gözlerimden akan her bir damla yaşta o vardı, kalp atışlarını hissetmeyi özlediğim o adam... “ Her insan özler abim, her insan... Kimisi maziyi, kimisi geleceği, kimisi de hiç gelmeyecek sevgiliyi... “ Sessizliği bıçak gibi yaran sözleri yüreğime bir hançer misali saplandı o an; özlemekten daha kötü bir şey varsa o da, hiç gelmeyecek birini özlemek değil miydi? Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı araladığım sıra kulaklarımda yankılanan yüksek ses ile dudaklarımın arasından ufak bir çığlık firar ederken Sinan, çoktan ikimizi de atik bir haraket ile oturduğumuz bankın arkasına çekmişti bile; “ Burada kal Nefes! “ Belinden silahını çıkarırken bulunduğu ikaz ile titremesine engel olamadığım sesimle “ Neler oluyor abi? “ diye sorduğumda “ Bilmiyorum. Başını sakın çıkarma! “ dedikten sonra başka bir şey dememe fırsat vermeden alayın girişine koşmaya başladığında öylece arkasından bakmakla yetinebilmiştim. Ardından Hakkari’ nin semalarını inleten silah sesleri her saniye daha da artmaya başladığında bankın arkasına biraz daha sindim. Gözlerimin önündeki manzaraydı işte buraki yaşam; havada uçuşan mermiler ve yeri göğü inleten silah sesleri... Sonrası ise onlarca acı ve onlarca gözyaşı; çığlıklar, haykırışlar ve evladını toprağa veren o anaların arşı inleten feryatları..! Aniden kolumdan tutulup çekilmem ile dudaklarımı korkuyla aralamıştım ki harelerime dolan sima ile rahatlamışçasına derin bir nefes aldığım sıra endişeyle “ İyi misin Nefes? “ diye sorduğunda sorusunu es geçip “ Kimseye bir şey olmaz değil mi Volkan? “ diye fısıldadım, titremesine engel olamadığım sesimle. Volkan ise gözlerimin içine bakarak tereddüt etmeden “ Allah büyük. “ diye yanıt verdiğinde yalvardım adeta “ Kimseye bir şey olmasın. “ diye, daha fazla yarım kalan hikaye olmasın diye... Keskin bakışlarıyla içimin ürperdiğini hissederken “ Vatan için ölmekse kaderimiz, böyle kaderin ellerinden öperiz biz. “ demesiyle dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkla “ Ö- öyle deme. “ diye kekeleyerek mırıldandığımda iyice sertleşen bakışları ile yutkunmadan edemedim. Ve bakışlarındaki keskinlikle “ Görüyor musun? “ diyerek al bayrağı işaret edip silah seslerinin arasında devam etti sözlerine; “ O bayrak göklerden inmesin diye her şey. Gel şimdi. “ Sözleri tüylerimin diken diken olmasına neden olurken kolumdan tutup kendisini bana siper ederek binaya doğru koşturmasıyla sessizce ona ayak uydurmakla ve dua etmekle yetinebildim. “ Teğmenim, yerinde kal! “ Etrafta yankılanan silah seslerinin arasında duyduğum bağırış ile hızla arkama döndüğümde gördüklerim karşısında yüreğime nükseden korku ile elimi ağzıma kapattım. Emri dinlemeyerek üzerine yağan mermilerin arasından koşmaya devam eden asker ile bir kez daha duyuldu Sinan’ ın sesi; “ Yerinde kal teğmen, bu bir emirdir! “ “ O bayrak yere inmeyecek komutanım! “ Volkan, ikimizi de en yakınımızdaki ağacın arkasına çekip diğerleri gibi o asker için koruma ateşi açtığında gözlerimden akan yaşlar eşliğinde izlemekle yetinebildim bayrak yere düşmesin diye ölümü göze alışını... Taa ki bayrağı gönderde yeniden yukarı çıkarırken göğsüne isabet eden kurşunu görene kadar... Ne zaman ağacın arkasından çıkıp koşmaya başladım bilmiyorum ama bildiğim tek şey, o yiğidin şehit düşmesine öylece seyirci kalamayacağımdı! Ne yanımdan vızır vızır geçen mermiler umrumda oldu o an ne de ismimi haykıran Volkan ile Sinan; sadece bayrağın dibinde yatan yaralı kahramana ulaşıp nefes olmak istedim ona, bir yiğidin daha aramızdan yitip gidişine engel olmak istedim... “ Koruyun ikisini de! “ Sinan’ ın verdiği emir ile koruma ateşi açılırken etrafımda türk askerlerinin olmasının verdiği güven hissiyle koşup yerde kanlar içinde yatan askere ulaştım ve yanına diz çökerek başını bacağıma koyarken nefes nefese “ Geldim, iyi olacaksın. “ diyebildim, daha çok kendimi telkin edercesine. Kucağımdaki yaralı asker ise bayraktan inmeyen bakışlari ile dudaklarındaki gülümsemeyle elini kaldırıp bayrağı işaret ederek “ Bak, bayrak yine dalgalanıyor gökte. “ dediğinde kan bulaşmış elimin tersi ile gözlerimden akan yaşları silerken “ Evet, sen başardın. “ diyebildim hıçkırıklarımın arasından zar zor. Ve ekledim; “ Şimdi de bu kurşuna göğüs germeyi başaracaksın. “ “ Ben şehabet şerbetini çoktan içtim hemşire hanım. Eşim hamile, söylemeyin şehit düştüğümü. “ Sözleri üzerine dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçarken başımı hızla iki yana salladım ve “ Hayır, hayır şehit düşmeyeceksin. “ diyerek ceketi kaldırıp yaraya baktıktan sonra “ Acil cerrahi müdahale gerek, revire gitmesi lazım. “ diye bağırdım tüm gücümle. “ Oğlum ve eşim sizlere emanet. “ diyen kısık sesi kulaklarıma dolduğunda ise bakışlarım yeniden okyanus mavisi gözlere döndüğünde “ Hayır, daha değil. “ diye yalvardım adeta. Ailesini bırakıp gidemezdi; bir çocuk daha bu dünyaya yetim gelmesin, bir sevda daha yarım kalmasındı... Bir kez daha yarasına baktığımda durmayan kan ile başımı tekrar çaresizce kaldırdığım sıra elindeki silah ile bize doğru koşan albayı görmemle bakışlarım yeniden okyanus mavisi gözlere döndü; “ Dayan, sakın kapatma gözlerini. “ Lakin okyanus mavisi gözlerinin üzerine kapanmış göz kapakları ile dudaklarımdan “ Hayır, hayır aç gözlerini. “ diye bir feryat döküldüğü sıra yanımıza gelen albay “ Dayan evlat. “ diyerek kendisini bize siper ettiğinde hıçkırıklarımın arasından zar zor “ Fazla dayanamaz Gökhan amca. Kurşun kalbine çok yakın, çok kan kaybetti. “ diyebildim. Gökhan amcamın sıkıntılı bir nefes aldığı sıra bir ses yükseldi yaralı askerden; “ Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü. “ Ve bir kahraman daha bayrak yere düşmesin diye toprağa düştü bugün. Başkalarının çocukları yetim kalmasın diye kendi çocuklarını yetim bırakanlardı işte onlar; onlar hilale renk, bayrağa kan, toprağa can verenlerdi! Susan silah seslerinin ardından diğer askerler de yanımıza geldiğinde Sinan, üniformasının cebinden çıkardığı türk bayrağını öpüp şehidimizin üzerine örttü ve o an tek bir söz yankı buldu gök kubbede; “ Vatan sağolsun! “ İnsanların ekranlardan sadece bir kırk saniye seyirci kaldıklarına biz burada hergün şahit oluyor, hergün yaşıyorduk işte. Burada, Hakkari’ de yaşam buydu; o kırk saniyenin ardındaki gerçeklerdi..! BÖLÜM SONU
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD